MURATS44
Özel Üye
Hat, (Alm. Schönschriff, Fr. Calligraphie, İng. Calligraphy), çizgi, yazı. Hat kelimesinin ondan fazla mânâsı vardır. Genel olarak hat denince Kur'ân-ı kerîm harfleri ile yazılmış yazı akla gelir. Sanat yazıları için “hüsn-i hat” (güzel yazı) tâbiri daha uygun düşmektedir. Hattın diğer bir özelliği de el ve kalemle yazılmış olmasıdır ki, buna “elyazması” yahut “orijinal yazı” da denir. Diğer mecâzî mânâda meselâ, çizme yazı, yapma yazı, kopya yazı, basma yazı, işleme yazı gibi ifâdelerde yazılan yazılar asıl hat yazısından ayırt edilmiş olurlar.
Yazı, dilin eli, elin dilidir. Gönlün tercümanı, irâdenin ölçüsü, rûhun aynasıdır. Akıllara elçi, mârifetlere silâh, ilimlere hüccet, medeniyetlere senettir. Yazı, hâfızanın yükünü hafifletir. Güzel yazı, bunu daha da azaltır. Gözü ve zihni erken yorulmaktan korur. Fikrin işlemesine, olgunlaşmasına yarar. Sözü düzenler, ifâdeyi kuvvetlendirir, dili dizginler, düşünmeye zaman, düzeltmeye imkân verir.
Hüsn-i hat yazarlarına “kâtip” denir. Çoğulu küttâb'dır. Daha sonraları “hattat” denilmiştir. Osmanlılar zamanında hattatlara “hoş-nüvist” (güzel yazı yazan) veya “hûb-nüvist” de denilmiştir. Yazı çeşitlerine göre de “ta'lik-nüvist” (ta'lik yazan), “celî-nüvist” (celî yazan) gibi isimler verilmiştir.
Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır. Türkler hat sanatıyla Anadolu'ya geldikten sonra ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Yakut-ı Mustasımi'nin Anadolu'daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi'nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürdü. Hafız Osman (1642-98) Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırdı. Bu tarihten sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman'ı izlemişlerdir.
Türkler altı tür yazı (aklâm-ı sitte) dışında, İranlılar'ın bulduğu tâlik yazıda da yeni bir üslup yarattılar. Önceleri İran etkisinde olan tâlik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ölümü 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet'in (ölümü 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı. Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürdü, ama 1928'de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilince yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna geldi.
Bugün târihte kaybolmuş veya hâlen devâm eden milletlere âit yazıların nerede, nasıl zuhur ettiği ve ne kadar çeşidinin bulunduğu tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber bilinen kesin bir gerçek, Kur'ân-ı kerîm harf ve yazılarının estetik ve güzellik bakımından beşer yazılarının hiçbirisi ile kıyas kabul etmeyecek kadar fevkalâde bir kıymet ve müstakil bir varlık göstermiş olmasıdır. Muteber din kitaplarında Âdem aleyhisselâmın Cennetteyken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde bu harflerle “Kelime-i tevhîd” yazısını gördüğünü; İslâmî yazının vaz'-ı ilâhîye dayandığını, o harflerin insan yapısı olmadığını, dünyâ ve Âdem yokken o harflerin olduğunu yazmaktadır.
İslâmî yazının tekâmülü, İslâmiyet'ten önce ve sonra olmak üzere iki safhaya ayrılmaktadır. Hicretten önceki dönemde Mîladî 512 senesine ait bâzı kitâbelere rastlanmışsa da bilgi bakımından karanlıkta kalmıştır. İslâmiyet'in ilk yıllarında, kullanılan yazı çeşidi hakkında muhtelif rivâyetler varsa da 5. asrın ikinci yarısında dik ve köşeli “Ma'kilî” yazısı ile yuvarlağımsı “Şâmî” yazısının Mekke'de kullanılmakta olduğu bilinmektedir.
İslâmiyet'in zuhûru ile Peygamberimizin yakın sahâbelerinden hazret-i Ali, hazret-i Ömer, Talha, Eban bin Said, Osman bin Said, Yezid bin Ebû Süfyan, Hatib bin Ömer, A'lâ bin Harezmî, Ebû Selman bin Adüleşhel, Abdullah bin Said, Hüsreyt bin Abdülazzâ, Muâviye radıyallahü anhüm, vahiy kâtipiliği yaparak İslâm âleminin ilk yazı yazanları olmuşlardır.
Ma'kilî olan ilk İslâm yazısı kısa zaman içinde “Kûfi” yazısı ile tekâmül etmiştir. Hazret-i Ali, bu sâhada çok güzel örnekler vermiştir.
Türklerin ve bilhassa Osmanlıların İslâmiyet'e yaptıkları hizmet sırasında, İslâmî sanatlar arasında en ziyade ileri götürdüğü sanat, hüsn-i hat olmuştur.
Son Abbasî Halîfesi Musta'sım-billah'ın kölesi olduğunu söyleyen “Yâkut-ı Musta'sımî” kaleminin ucunu eğri kesmek sûretiyle hat sanatında “aklâm-i sitte=altı kalem” denilen yazı çeşitlerinin tekamülüne yeni bir çehre kazandırmış, bu sebeple de kendisine yenilik yapan mânâsına da gelen “Hattât” ünvanı verilmiştir.
Bu yazı çeşidinde harflerin hepsi düz, köşeli, hendesî ve donuktur. Bu sebepten sertlik ve kat'îlik ifâde eder. Her harf değilse de çoğu dört hareketle meydana gelir. Bu sebepten ma'kilî'ye “hatt-ı satrancılî” de denilmiştir. Bu yazı İslâmiyet'ten önce âbide yazısı olarak kullanılmış, fakat el ve kalemle yazarak değil, hendese ve nakış âletleriyle çizerek vücûda getirilmiştir. İslâmiyet'ten sonra da çizme usulü ile âbide yazısı olarak kullanılmıştır. Bunlarda el ve kalemle yazmak bulunmadığından, hakîkî değil mecazî yazılardan sayılırlar. Estetikleri de ancak resmedilme bakımından mütâala olunur. Kalın ve ince olmak üzere başlıca iki çeşidi vardır.
Bu yazıda, ma'kilî'den farklı olarak düzlük ve yuvarlaklık muayyen nispetler altında karıştırılmış ve kalemin tabiatı ona göre ayarlanarak yazışta hareket hâkim kılınmıştır. Gözlü ve başlı harflerin hareketleri ma'kilîde (dört) iken kûfî'de üçe indirilmiş olduğundan, kûfî'nin her çeşidinde başlı ve gözlü harfler üçgenimsi (müselles) veya yuvarlağımsı(tedvîri) durum alırlar.
El ve kalemle yazılarak vücuda getirilen kûfî hattı zor bir sanat ve meleke işidir. Bu hususta hazret-i Ali çok güzel kûfî örnekleri vermiştir.
Kûfî yazısında yazının fıtrî ve bediî zevki hâkim olduğundan ma'kılî de görülen donuk hendese, rûhî ve akıcı bin hendeseye dönüşmüştür. Bu da yazıya ve yazanlara geniş bir inkişâf ve imkân sağlamıştır. Bu bakımlardan kûfî yazısına “ümmü'l hutût=yazıların anası” denmiştir. Yazma kûfî ve yapma kûfî (=celî kûfî) diye çeşitleri vardır.
Bâzı üstad ve hattatlar, ma'kilî ve kûfî yazılarının karışımı ile “aklâm-ı sitte=altı kalem” denilen altı cins yazı çeşidi bulunmuştur demişlerse de, yazıların anası kabul edilen kûfî yazısından kaynaklanan ve aşağıda şematik olarak gösterildiği üzere bir şecerenin mevcut olduğu kabul edilmektedir.
Bu duruma göre “aklâm-ı sitte” (altı kalem); sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî ve rik'a olarak çeşitlere ayrılmış, ayrıca bir yedincisi olarak da “ta'lik” ilâve edilmiştir.
Sülüste her harfin altıda dört (4/6) parçası düzümsü, altıda ikisi (2/6) de yuvarlağımsı olmaktadır. 24 kıl kalınlığına “tomar” adı verilmiş, hâsıl olan kalınlığın sülüsüne (1/3) “sülüs” ismi verilmiştir. Yâni sekiz kıl kalınlığı sülüs kalemi kalınlığını meydana getirmiştir. Hat üstatları sülüs kalemini birinci derecede göstermiş, hat sanatında kûfîden sonra başlı başına bir başlangıç, bir kaynak ve hat tâliminde bir esas ve ölçü almışlardır. Bu bakımdan da kûfîden üstün bir mevki verilmiştir. Bu imtiyazlı karakteriyle “mikyâsü'l-hat, mizânü'l-hat” diye şöhret bulmuştur.
Sülüs daha çok hat öğrenmek için kullanılır. Her yazının temelidir. Sülüs'ün metânet ve kemâli diğer hat cinslerine yayılmış olmakla beraber asıl istenilen husus bu olmamaktadır. Aklâm-ı sitte'de sülüs ile nesih birinci gelmektedir.
Sülüs'e tâbi olup kalınlığı sülüs kaleminin üçte biri (1/3) kadardır. Bu yazı, teknik bakımdan sülüsün üçte ikisini (2/3) nesh etmiş ve üçte biriyle de sülüse tâbi olmuştur. Bu bakımdan nesih yazısının sülüsü andıran bir husûsiyeti vardır. Kur'ân-ı kerîm'i kûfî hattıyla yazılmak mevkiinden resmen kaldırıp onun yerine geçmiş olması mânâsına “nesh” etmesi sebebiyle de nesih denilmiştir.
Aklâm-ı sitte'den sülüs ile nesih, güzellikte birinci gelir. Nesih hattı daha çok mushaf, tefsir, hadis ve benzeri eserlerin yazılmasında kullanılmıştır.
Her harfin bir buçuk hissesi düz, kalanı yuvarlağımsı, kalınlığı sülüs kalemi kadar olan hüsn-i hat şeklidir.
Nesih hattının sülüse bağlı olduğu gibi reyhânî kalemi de muhakkak kalemine tâbidir. Kalınlığı nesih kalemi kadardır.
Yarısı düzümsü, yarısı yuvarlağımsı, diye târif olunup, kalem kalınlığı sülüse pek yakındır.
Düzlüğü ve yuvarlaklığı değişik, çoğu harfleri bitişiktir. Kalem kalınlığı değişebildiği gibi belirli bir haddi de yoktur. Gâyet sür'atle yazıldığı, seyyal ve stenoğrafik bir mâhiyette olduğu için harfler, tabîatıyla birbirine bitişiktir. Osmanlılar bu yazıya “hatt-ı icâze” de demişlerdir. Diğer yazı nev'îleriyle karışmaya son derece elverişli olduğundan birçok yazı çeşidinde rol aldığı görülmektedir.
Tevkî ile rik'a kalemleri daha ziyâde sür'atle yazmak içindir. Dolayısıyla bunlar amelî bakımından birinci, estetik yönden ikinci ve üçüncü ve hattâ biraz daha geride kalırlar. Bu gibi yazılara ince kalemlerde umûmiyetle “Kırma” veya “Hurde” denilmektedir.
Her harfi tedvîrî “yuvarlağımsı” olup düz harfi yoktur. Dolayısıyla ma'kilînin tam aksi durumundadır. Ta'lik kaleminin kalınlığı sülüs kalemi kadar olup, “Meşk Kalemi” diye mârûftur.
Celisine, yâni kalınına “kamış kalem” ismi verilmiştir. Ta'lik'e, Acem yazısı da denilmektedir.İncesine “hâfî” veya “ince ta'lik” yahut “hurde ta'lik”; kalınlarına da “celi ta'lik” veya “ta'lik celisi” denmektedir. Sülüs ve nesihten sonra gelmektedir. Bu sebeple hat üstatları talebelerine sülüs ve nesihten sonra ta'lik öğretmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü bu üç yazıyı elde eden bir talebe, diğer yazıları da yazabilecek duruma gelmiş olur. Bundan sonra sülüs ve Ta'lik celîleri gelir ki, bunlar üzerinde ayrıca tâlim görmek îcâb eder.
“Altı kalem = aklâm-ı sitte”den her biri “hâfî” ve “celî” diye bölümlere ayrılmakta, bu sûretle ölçülü kalemler 12'ye yükselmektedir. Bâzıları bu 12 kaleme ilâveler yaparak 46, hattâ daha fazla sayıya çıkartmaktadırlar.
Bu yazı çeşitlerine “şikeste”, “sünbülî”, “şecerî” ile “celî”ler, “hurde”ler, “müsenna”lar, “melâsık”lar, “müşakkak”lar, “rik'a ve kırma”lar ve 500 çeşidi geçen kûfîler ve “gubârî”ler de ilâve edilirse, hakîkî ve mecâzî yazı yekünü 1000'e yaklaşır.
Arapçada ta'lik ve bunun kolları; Farsçada divânî, divân-ı celî ve karma divânî, Osmanlıcada rik'a ve rik'a kırmaları daha güzel bir durum arz ederler. Bu îtibârla, lisan ve kavmiyet hususiyetinin bu yazılar üzerinde de az çok tesirli olduğu görülmektedir.
Bu bilgiler, İslâmda yazıya verilen ehemmiyetin, sarf olunan çalışma ve gayretin kısa bir bilançosu gibidir. Sanat âleminde ismen bile küçümsenmeyecek olan bu zenginlik, Rabbânî bir feyiz ve rahmet altında işleyen dimağ ve ellerin, îmân ve zevk dolu gönüllerin güzel ve muhteşem tezahürleridir.
Türk milleti ile Arap ve Acem milletleri hüsn-i hat sanatında hüner ve dehâ sâhibi nice insanlar yetiştirmişlerdir. Osmanlıların bu uğurdaki hizmeti öteki milletlerden çok daha ileri gitmiş, Arabın sülüsünü, Acemin ta'likini binbir incelik içinde tamamlamış ve ıslah etmiş, bir taraftan da yüzlerce Osmanlı hattatı yetiştirmiştir. Hattatların câhil olduklarına dâir var olan rivayetler gerçeğe dayanmamaktadır. Osmanlı Sultanlarının hemen hemen hepsi hat sanatında örnek olabilecek eserler vermişlerdir. Hat sanatı hakkında yazılmış Menakib-i Münevverân (Âlî), Gülzâr-ı Sevap (Nefeszâde), Devha-tül Küttâb (Soyulcuzâde) ve Tuhfe-i Hattâtîn (Müstekimzâde) gibi eserlerde şeyhülislâm olarak hizmette bulunmuş; Hoca Saadeddîn, Yahya, Feyzullah, Veliyyuddîn ve Çelebizâde Âsım efendilerin sadrâzam olarak hizmette bulunmuş; Hekimoğlu Ali Paşa, Koca Râgıp Paşaların aynı zamanda birer hattat olduklarını ve kâdı olarak vazife yapan kimselerin de muhakkak hüsn-i hat dersi aldıklarını yazmaktadır.
Hat hakkında yazılmış diğer bâzı, Tezkere-tül-Hattâtîn, Mecelle-tün Nisab, Devha-tül-Meşâyıh gibi eserlerde de geniş bilgi bulunmaktadır.
Kalem, kâğıt ve mürekkeb esas malzemeyi teşkil eder. Bunlar da kendi içlerinde çeşitlere ayrılırlar.
Kalem: Kamış kalem, kargı kalem, tahta kalem, çifte kalem, demir kalem, kurşun ve renkli kalemler, tarama kalemi, cetvel kalemi, vs.
Mürekkep: Beyaz, siyah, lâl, gülyûnî, lâcivert, âsumânî, altın, zırnık, tashih mürekkepleri olarak kısımlara ayrılırlar.
Kâğıtlar: Renk ve kalite bakımından birçok çeşitlere ayrılırlar.
Mürekkep yapma usûlü başlı başına bir sanat kolu teşkil eder. Zamanımızda bu sanat kolu yok olma derecesinde unutulmuştur. Kâğıt bakımından da yine ihtisâs isteyen ve ustalığı gerektiren kâğıt boyama, ebrû kâğıdı yapma ve kâğıt âharlama işleri de bugün unutulmuş gibidir.
Yazı, dilin eli, elin dilidir. Gönlün tercümanı, irâdenin ölçüsü, rûhun aynasıdır. Akıllara elçi, mârifetlere silâh, ilimlere hüccet, medeniyetlere senettir. Yazı, hâfızanın yükünü hafifletir. Güzel yazı, bunu daha da azaltır. Gözü ve zihni erken yorulmaktan korur. Fikrin işlemesine, olgunlaşmasına yarar. Sözü düzenler, ifâdeyi kuvvetlendirir, dili dizginler, düşünmeye zaman, düzeltmeye imkân verir.
Hüsn-i hat yazarlarına “kâtip” denir. Çoğulu küttâb'dır. Daha sonraları “hattat” denilmiştir. Osmanlılar zamanında hattatlara “hoş-nüvist” (güzel yazı yazan) veya “hûb-nüvist” de denilmiştir. Yazı çeşitlerine göre de “ta'lik-nüvist” (ta'lik yazan), “celî-nüvist” (celî yazan) gibi isimler verilmiştir.
Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır. Türkler hat sanatıyla Anadolu'ya geldikten sonra ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Yakut-ı Mustasımi'nin Anadolu'daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi'nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürdü. Hafız Osman (1642-98) Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırdı. Bu tarihten sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman'ı izlemişlerdir.
Türkler altı tür yazı (aklâm-ı sitte) dışında, İranlılar'ın bulduğu tâlik yazıda da yeni bir üslup yarattılar. Önceleri İran etkisinde olan tâlik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ölümü 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet'in (ölümü 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı. Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürdü, ama 1928'de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilince yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna geldi.
Yazının Târihi
Bugün târihte kaybolmuş veya hâlen devâm eden milletlere âit yazıların nerede, nasıl zuhur ettiği ve ne kadar çeşidinin bulunduğu tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber bilinen kesin bir gerçek, Kur'ân-ı kerîm harf ve yazılarının estetik ve güzellik bakımından beşer yazılarının hiçbirisi ile kıyas kabul etmeyecek kadar fevkalâde bir kıymet ve müstakil bir varlık göstermiş olmasıdır. Muteber din kitaplarında Âdem aleyhisselâmın Cennetteyken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde bu harflerle “Kelime-i tevhîd” yazısını gördüğünü; İslâmî yazının vaz'-ı ilâhîye dayandığını, o harflerin insan yapısı olmadığını, dünyâ ve Âdem yokken o harflerin olduğunu yazmaktadır.
İslâmî yazının tekâmülü, İslâmiyet'ten önce ve sonra olmak üzere iki safhaya ayrılmaktadır. Hicretten önceki dönemde Mîladî 512 senesine ait bâzı kitâbelere rastlanmışsa da bilgi bakımından karanlıkta kalmıştır. İslâmiyet'in ilk yıllarında, kullanılan yazı çeşidi hakkında muhtelif rivâyetler varsa da 5. asrın ikinci yarısında dik ve köşeli “Ma'kilî” yazısı ile yuvarlağımsı “Şâmî” yazısının Mekke'de kullanılmakta olduğu bilinmektedir.
İslâmiyet'in zuhûru ile Peygamberimizin yakın sahâbelerinden hazret-i Ali, hazret-i Ömer, Talha, Eban bin Said, Osman bin Said, Yezid bin Ebû Süfyan, Hatib bin Ömer, A'lâ bin Harezmî, Ebû Selman bin Adüleşhel, Abdullah bin Said, Hüsreyt bin Abdülazzâ, Muâviye radıyallahü anhüm, vahiy kâtipiliği yaparak İslâm âleminin ilk yazı yazanları olmuşlardır.
Ma'kilî olan ilk İslâm yazısı kısa zaman içinde “Kûfi” yazısı ile tekâmül etmiştir. Hazret-i Ali, bu sâhada çok güzel örnekler vermiştir.
Türklerin ve bilhassa Osmanlıların İslâmiyet'e yaptıkları hizmet sırasında, İslâmî sanatlar arasında en ziyade ileri götürdüğü sanat, hüsn-i hat olmuştur.
Son Abbasî Halîfesi Musta'sım-billah'ın kölesi olduğunu söyleyen “Yâkut-ı Musta'sımî” kaleminin ucunu eğri kesmek sûretiyle hat sanatında “aklâm-i sitte=altı kalem” denilen yazı çeşitlerinin tekamülüne yeni bir çehre kazandırmış, bu sebeple de kendisine yenilik yapan mânâsına da gelen “Hattât” ünvanı verilmiştir.
Hüsn-i Hat Yazılarının Çeşitleri
1. Ma'kilî yazısı:
2. Kûfî yazı:
El ve kalemle yazılarak vücuda getirilen kûfî hattı zor bir sanat ve meleke işidir. Bu hususta hazret-i Ali çok güzel kûfî örnekleri vermiştir.
Kûfî yazısında yazının fıtrî ve bediî zevki hâkim olduğundan ma'kılî de görülen donuk hendese, rûhî ve akıcı bin hendeseye dönüşmüştür. Bu da yazıya ve yazanlara geniş bir inkişâf ve imkân sağlamıştır. Bu bakımlardan kûfî yazısına “ümmü'l hutût=yazıların anası” denmiştir. Yazma kûfî ve yapma kûfî (=celî kûfî) diye çeşitleri vardır.
Bâzı üstad ve hattatlar, ma'kilî ve kûfî yazılarının karışımı ile “aklâm-ı sitte=altı kalem” denilen altı cins yazı çeşidi bulunmuştur demişlerse de, yazıların anası kabul edilen kûfî yazısından kaynaklanan ve aşağıda şematik olarak gösterildiği üzere bir şecerenin mevcut olduğu kabul edilmektedir.
Bu duruma göre “aklâm-ı sitte” (altı kalem); sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî ve rik'a olarak çeşitlere ayrılmış, ayrıca bir yedincisi olarak da “ta'lik” ilâve edilmiştir.
3. Sülüs kalemi:
Sülüs daha çok hat öğrenmek için kullanılır. Her yazının temelidir. Sülüs'ün metânet ve kemâli diğer hat cinslerine yayılmış olmakla beraber asıl istenilen husus bu olmamaktadır. Aklâm-ı sitte'de sülüs ile nesih birinci gelmektedir.
4. Nesih kalemi:
Aklâm-ı sitte'den sülüs ile nesih, güzellikte birinci gelir. Nesih hattı daha çok mushaf, tefsir, hadis ve benzeri eserlerin yazılmasında kullanılmıştır.
5. Muhakkak kalemi:
6. Reyhânî kalemi:
7. Tevkî kalemi:
8. Rik'a (rikaa) kalemi:
Tevkî ile rik'a kalemleri daha ziyâde sür'atle yazmak içindir. Dolayısıyla bunlar amelî bakımından birinci, estetik yönden ikinci ve üçüncü ve hattâ biraz daha geride kalırlar. Bu gibi yazılara ince kalemlerde umûmiyetle “Kırma” veya “Hurde” denilmektedir.
9. Ta'lik kalemi:
Celisine, yâni kalınına “kamış kalem” ismi verilmiştir. Ta'lik'e, Acem yazısı da denilmektedir.İncesine “hâfî” veya “ince ta'lik” yahut “hurde ta'lik”; kalınlarına da “celi ta'lik” veya “ta'lik celisi” denmektedir. Sülüs ve nesihten sonra gelmektedir. Bu sebeple hat üstatları talebelerine sülüs ve nesihten sonra ta'lik öğretmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü bu üç yazıyı elde eden bir talebe, diğer yazıları da yazabilecek duruma gelmiş olur. Bundan sonra sülüs ve Ta'lik celîleri gelir ki, bunlar üzerinde ayrıca tâlim görmek îcâb eder.
10. Diğer ölçülü yazılar:
Bu yazı çeşitlerine “şikeste”, “sünbülî”, “şecerî” ile “celî”ler, “hurde”ler, “müsenna”lar, “melâsık”lar, “müşakkak”lar, “rik'a ve kırma”lar ve 500 çeşidi geçen kûfîler ve “gubârî”ler de ilâve edilirse, hakîkî ve mecâzî yazı yekünü 1000'e yaklaşır.
Arapçada ta'lik ve bunun kolları; Farsçada divânî, divân-ı celî ve karma divânî, Osmanlıcada rik'a ve rik'a kırmaları daha güzel bir durum arz ederler. Bu îtibârla, lisan ve kavmiyet hususiyetinin bu yazılar üzerinde de az çok tesirli olduğu görülmektedir.
Bu bilgiler, İslâmda yazıya verilen ehemmiyetin, sarf olunan çalışma ve gayretin kısa bir bilançosu gibidir. Sanat âleminde ismen bile küçümsenmeyecek olan bu zenginlik, Rabbânî bir feyiz ve rahmet altında işleyen dimağ ve ellerin, îmân ve zevk dolu gönüllerin güzel ve muhteşem tezahürleridir.
Türk milleti ile Arap ve Acem milletleri hüsn-i hat sanatında hüner ve dehâ sâhibi nice insanlar yetiştirmişlerdir. Osmanlıların bu uğurdaki hizmeti öteki milletlerden çok daha ileri gitmiş, Arabın sülüsünü, Acemin ta'likini binbir incelik içinde tamamlamış ve ıslah etmiş, bir taraftan da yüzlerce Osmanlı hattatı yetiştirmiştir. Hattatların câhil olduklarına dâir var olan rivayetler gerçeğe dayanmamaktadır. Osmanlı Sultanlarının hemen hemen hepsi hat sanatında örnek olabilecek eserler vermişlerdir. Hat sanatı hakkında yazılmış Menakib-i Münevverân (Âlî), Gülzâr-ı Sevap (Nefeszâde), Devha-tül Küttâb (Soyulcuzâde) ve Tuhfe-i Hattâtîn (Müstekimzâde) gibi eserlerde şeyhülislâm olarak hizmette bulunmuş; Hoca Saadeddîn, Yahya, Feyzullah, Veliyyuddîn ve Çelebizâde Âsım efendilerin sadrâzam olarak hizmette bulunmuş; Hekimoğlu Ali Paşa, Koca Râgıp Paşaların aynı zamanda birer hattat olduklarını ve kâdı olarak vazife yapan kimselerin de muhakkak hüsn-i hat dersi aldıklarını yazmaktadır.
Hat hakkında yazılmış diğer bâzı, Tezkere-tül-Hattâtîn, Mecelle-tün Nisab, Devha-tül-Meşâyıh gibi eserlerde de geniş bilgi bulunmaktadır.
Hat Sanatında Kullanılan Malzemeler
Kalem, kâğıt ve mürekkeb esas malzemeyi teşkil eder. Bunlar da kendi içlerinde çeşitlere ayrılırlar.
Kalem: Kamış kalem, kargı kalem, tahta kalem, çifte kalem, demir kalem, kurşun ve renkli kalemler, tarama kalemi, cetvel kalemi, vs.
Mürekkep: Beyaz, siyah, lâl, gülyûnî, lâcivert, âsumânî, altın, zırnık, tashih mürekkepleri olarak kısımlara ayrılırlar.
Kâğıtlar: Renk ve kalite bakımından birçok çeşitlere ayrılırlar.
Mürekkep yapma usûlü başlı başına bir sanat kolu teşkil eder. Zamanımızda bu sanat kolu yok olma derecesinde unutulmuştur. Kâğıt bakımından da yine ihtisâs isteyen ve ustalığı gerektiren kâğıt boyama, ebrû kâğıdı yapma ve kâğıt âharlama işleri de bugün unutulmuş gibidir.
Meşhur Hattâtlar
- İbn-i Mukle (885-949)
- Ya'kût-ı Musta'sımî (1204-1298)
- Şeyh Hamdullah (1437-1520)
- Ahmed Karahisarî (1468-1556)
- Hafız Osman bin Ali(1642-1698)
- Mehmed Es'ad Yesârî (1753-1798)
- Mustafa Râkım (1757-1828)
- Mahmûd Celâleddîn (? - 1849);
- ve hanımı Esmâ İbret (? - 1780)
- Mustafa İzzet (1770-1849)
- Şevkî Efendi (1829-1887)
- Hulûsî Efendi (1869-1940)
- İsmâil Hakkı Altunbezer (1873-1946)
- Mustafa Halim Özyazıcı (1898-1964)
- Beşiktaşlı Hacı Nûri Efendi (1868-1951)
- Mahmud Yazır (1895-1952)
- Necmeddin Okyay (1883-1967)
- Hâfız Kemal Batanay (1891-1981)
- Hâmid Aytaç (1891-1982)