Hisse Alınacak Dersler...

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
ÇOK ETKİLENDİM!
Şeyh Ali Tantavi, kerimesiyle yaşadığı bir kıssayı şöyle nakleder:
Kızımın biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koyduğunu gördüm.
Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledi.
Tam dışarı çıkacaktı ki sordum
-nereye gidersin?
Kızım, "Nenem bunları güvenlik görevlisine götürmemi söyledi" cevabını verdi.
Kızımdan, mutfaktan tabaklar getirmesini,
her bir şeyi
kendi tabağına koymasını
ve tepsiyi güzelce düzenlemesini söyledim.
Son olarak
kaşık ve bıçakla birlikte
bir bardak suyu tepsiye
özenle dizmesini istedim.

Bütün bunları harfiyen yaparak, güvenlik görevlisinin yanına vardı.
Dönünce de
-neden bunu yapmasını istediğimi sordu.

*Dedim ki:
"Yemek ikram etmek “Mal”sadakası;
bir şeyi düzgün vermek ise
'Gönül' sadakasıdır.
Birincisi karnı doyurur;
ikincisi kalbi doldurur.*
Birincisi,
güvenlik görevlisine
“yardım isteyen dilenci “hissini verir.
İkincisi,
“yakın bir dost, iyi bir misafir” olduğunu..
Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır.

Gönülden olan
hem Allah katında
hem de fakir katında
değeri daha büyüktür.
Yapacağınız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun.
Zillet ve küçük düşürücü olmasın.
Alıntı
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Yetiş Yâ Resûlallah!
Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında:

"Yâ Resûlallah! Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim.

Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm. Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu. Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp, arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu. Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi.

Sonra da;

"Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi;

"Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Hanife Teyze adında yaşlı bir komşumuz vardı.
8 aydır konuya, komşuya bayat ekmeğiniz varmı ? Varsa verin kuşlar cama geliyor ıslayıp veriyorum diyordu..

Çok da zayıflamıştı. Kiracıydı. Çok ucuza oturuyorum diye rutubetini çekiyorum diyordu.
Eşinden dul maaşı alıyordu.

8 aydır gülen, şaka yapan Hanife Teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife Teyze gelmişti. Birgün annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolmayı elime uzatarak; Hadi götür Hanife Teyzene de sıcak sıcak yesin dedi. Zilini çaldım 75 yaşındaki Hanife Teyze'nin, yavaş yavaş gelerek:
"Kim o dedi.
"Ben Zeynep, Hanife Teyze dedim.
"Tamam açıyorum kızım dedi.
"Annem dolma yolladı dedim.
Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu
"Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim, Şimdi yerim dedi.

Hanife Teyze annem tabağı istedi deyince, Hanife Teyze kapıyı kapatmayı bıraktı mutfağa yöneldi.
İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı. Hemen kapının önüne çıktım.
Hanife Teyze tabağı uzattı:
"İki cihanda aziz olun evladım dedi.
" Sağ ol Hanife teyze dedim.

Eve geldiğimde annem;
"Ne o, ne oldu suratından düşen bin parça dedi.
"Anne, Hanife Teyze tabağa bayat ekmekleri doğramış, onları yiyordu dedim.
"Olur mu kızım? Baban da emekli, O da eşinden emekli maaşı baban kadar alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, O tek başına hayli hayli geçinir dedi.

Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasulye olduğunu öğrendim. İçimi bir kurt kemiriyordu. Akşam yemeğine oturmadan:
"Anne Hanife Teyzeye de bir tabak götüreyim mi?
Annem;
"Kuru fasulye bir tanem. Götür de, güzel bir şey değil"
"Olsun hadi ver götüreyim dedim, Sıcak tabağı elime aldım ve yürüdüm.
Hanife Teyzenin sesi:
"Kim o
"Ben Zeynep dedim.
Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı.
"Annem kuru fasulye yolladı bilmem sever misiniz? Dedim..
"Nimeti ayırt etmem tabii ki severim. Allah razı olsun kızım" dedi.
"Ha unutmadan annem tabağı istiyor dedim.
Hanife Teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeriye girdim.
Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan kalan 4 tane... Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu... Hanife Teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi. Sanki sor der gibi yüzüme bakıyordu.

Dayanamayıp sordum;
"Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun, hani kuşlara verecektin? diye sordum.
Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Üzmüş müydüm acaba anlayamadım, daha 15 yaşındaydım, ama O'nu ağlatmıştım.
"Evet ben yiyorum canım kızım. Benim bir oğlum bir de kızım var. Burada değiller. Başka şehirdeler. İkisi de çalışıyor. Araba alacaklarmış. Bana Kredi çektirdiler. Kalan para ancak kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz, üç yıl böyle idare edeceğim, kimseye söyleme evladım Emi dedi.

Bu sefer benim gözlerim yaşardı. Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan kimseye söyleme güzel kız diye sesleniyordu.
Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum.
Annem şaşırarak;
"Ne oldu kızım biri bir şey mi söyledi dedi. Olanı anneme anlattım, O da çok üzüldü.
O gün,
"Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim dedim.
3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife Teyze'ye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri kimimizse akşam yemekleri..

Birgün, Hanife Teyze hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım.
Bana;
" İyi kalpli meleğim sen mi geldin çok şükür borç bitti dedi..
"Artık rahat edersin Hanife Teyzem dedim.
"Evet senin sayende sıkıntısız, Ekmek düşünmeden üç yıl bitti, Rabbim seni korusun dedi.

Meğer bu Hanife Teyze'yi son ziyaretimmiş. İki gün sonra vefat etti. Allah gani gani rahmet eylesin.
Hanife Teyzeleri unutmayın.
Arayın bulun onları, emi..
Allah bütün kullarına vicdanlı evlatlar, merhametli komşular nasip etsin.
Amin..
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
KABUL EDİLEN DUA

Dr. İşân Hüseyni , Pakistanlı idi. Yaptığı büyük hizmetlerden dolayı ödül almak için uluslararası bir konferansa gidiyordu. Uçağa bindi.. Ancak havada bir arıza olmuş ve yıldırım çarpması sonucu uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı.
Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı. Sinirlendi ve o toplantıya muhakkak yetişmem lazım. 16 saat bekleyemem diye sinirlenerek bağırdı. Görevliler gideceği şehirin 6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse araba kiralayarak gidebileceğini söylediler. Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer de yolda şiddetli yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı araç gidemez olmuştu. Yol kenarında eski bir evin kapısını çalıp hızla içeri girdi.Yaşlı bir kadın içeride oturuyordu. Süratle ona telefonu verir misin telefon etmem lazım!! dediğinde kadın tebessüm ederek dedi ki : Görmüyor musun evladım ne telefonu.

Burada ne telefon ne de elektrik var. Geç az dinlen ve az yemek ye çay içip dinlen. Sonra düşünürsün bu işleri.
Adam çaresiz az ısınarak yemek yedi ve çayını yudumlarken yaşlı kadın namaz kılıp uzun uzun dualar etti.

Dikkatle baktığında kadının bir beşiği salladığını ve beşikte çok küçük bir bebeğin hareketsiz durduğunu gördü.
– Kimin bu bebek anacığım? Hayırdır bu kadar uzun ağlayarak dua ettin.
– Hem annesi hem de babasından yetim olan torunumdur. Ağır hastalığı var. Bölgedeki hiçbir doktor çaresini bulamadı. Dediler ki : İşan Hüseyni adlı bir doktor var. Çaresi ondadır. Ancak çok uzakta olduğundan birkaç gündür Allaha dua ediyorum ki Allah bu bebeğin işini kolaylaştırsın.
– Doktor Hüseyni ağlayarak dedi ki :
Kalk anacığım. Allah senin duanı kabul etti. Senin duan yıldırımlar çaktırıp uçağı yere indirdi. Seller akıttı ve sonunda beni size ulaştırdı. Dr. İşan Hüseyni benim.
Allahın kullarına böylece isteğini ulaştıracağına kalpten iman ettim. Bütün yollar kapanınca yeri göğü Yaradan’a sığın…
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Delikanlı, yeni bir eve taşınmıştı. Bir ayakkabı fabrikasında bölüm şefiydi. Çok yakında düğün yapacağından, sağa sola koşuşmaya vakit bulamıyordu. Annesi, babası, hatta bütün kardeşleri uzaklardaydı. Komşular da onu görmezden geliyordu.
Fakat…
Zemin katta rastladığı çocuk farklıydı. Binaya girip çıkarken onu aynı pencerede görüyor, gülümseyen gözleriyle el sallayan çocuğa, avuç dolusu öpücük gönderiyordu.

Baharla birlikte işler değişti. Havalar ısındığından pencereler açılmış, küçük çocuk gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Delikanlı, o güne kadar hep buğulu bir cam arkasından gördüğü arkadaşıyla tanıştı. Küçük çocuk yine aynı yerdeydi ama, hiç olmazsa sesini duyuyordu. Delikanlı, evden birkaç dakika erken çıkar, ufaklıkla ayaküstü sohbet ettikten sonra, aceleyle işine yarışırdı.
Anlattığına göre, küçük çocuk annesiyle birlikte yaşıyordu. Almanya’da çalıştığı söylenen babası da, bir gün ona mutlaka dönecekti.

Bu sohbetler sırasında, çocuk ona bir fotoğraf gösterip:
— İşte babam bu, dedi. Kucağında bulunan da benmişim.
Konuşmaların tamamı, çocuğun babasıyla ilgiliydi. Delikanlı başka bir konu açmak istese de, küçük çocuk lafı alıp dolaştırıyor, büyük bir ustalıkla, babasına getirip bağlıyordu. Bu şekilde birkaç ay daha geçti. Ramazan Bayramı iyice yaklaşınca, delikanlı bu vefalı arkadaşına, bir hediye vermeyi arzu etti. En iyi şey, her halde bir ayakkabıydı. Bir gün ona bu niyetini açıkladı. Ve ne tür bir ayakkabıdan hoşlandığını sordu.

Küçük çocuk, gözlerini uzaklara çevirip:
— Uçan ayakkabılardan isterim, dedi. Onları giydiğimde, dilediğim yerlere uçmalıyım.
Delikanlıya göre, küçük çocuk bir hayal dünyasında yaşıyordu. O tür ayakkabıların sadece filmlerde ya da rüyalarda görüldüğünü söylese de, çocuk bu isteğinden vazgeçmedi.
Bayram günü gelince, delikanlı birkaç çeşit ayakkabı modelini güzelce paketleyip o küçük arkadaşını ziyaret etti. Onun evine ilk kez uğruyordu. Küçük çocuk kapıyı açtığında, inanılmaz derecede heyecanlıydı ve istediği hediyeyi dört gözle bekliyordu.

Felçli vücudu ile, tekerlekli iskemlede dik durmaya çalışıp:
— Uçan ayakkabılardan isteyip sizi masrafa soktuğum için özür dilerim, dedi. Ama babama, başka türlü kavuşmam mümkün değil ki.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
İMAM MI HIRSIZ,
KUR'AN MI ÖKSÜZ !?

Anadolu'da bir köye, ahlâkı ve ilmiyle maruf iyi bir imam tayin edilir. İmam, kısa zaman zarfında köylü tarafından çok sevilir ve tutulur.
Nihayet Ramazan ayı gelir ve sırayla her akşam komşulardan biri, çok sevdikleri hocayı iftara davet ederler.
Bir akşam, hocayı iftara davet eden köylünün hanımı, eşinin saklaması için kendisine verdiği bir miktar parayı hocayla birlikte iftar edecekleri odada sehpanın üzerine bırakmış ve iftar sofrasını hazırlama telaşıyla orada unutmuştur.
Sofra kurulur, iftar edilir, çaylar içilir ve yatsıya yakın hoca ve ev sahibi camiye giderler.

Evin hanımı sofrayı kaldırıp odayı toplarken birden sehpanın üzerine bıraktığı paraları hatırlar fakat paralar ortada yoktur. Ne kadar arasa da paraları bulamaz. Biraz sonra eşi eve gelince durumu ona anlatır ve Allah'u a'lem paraları imam aldı çünkü bugün ondan başka bu eve giren olmadı diye düşünürler. Ev sahibi bu duruma çok üzülür ve hocaya çok kızar ve ona bu işi hiç yakıştıramaz fakat hocaya bu konuyla ilgili hiç bir şey söylemese de ondan iyice soğur ve elinden geldiğince hocadan uzak durmaya gayret eder.

Günler çabuk geçer ve yine Ramazan Ayı gelir ve komşular hocayı yine sırayla iftara davet etmeye başlar. Sıra, geçen sene Ramazan Ayında, paraları kaybolan bu aileye gelmiştir. Ev sahibi köylü der ki;" hanım evet ben hocaya gerçekten çok kızgınım ve kırgınım fakat adamcağızın belki bir sıkıntısı vardı da bize söyleyemedi ve onun için o parayı aldı. Sadakamız olsun, biz onu yine davet edelim.

Hanımı da aynı şeyleri düşünmekte olduğundan hocayı iftara davet ederler. İftar edilir, sıra çay faslına gelir ve ev sahibi, Hocaya der ki; "Hocam, bir yıldır sana karşı soğuk davrandığımın farkındasın değil mi!? Hoca;"Evet farkındayım fakat sebebini hâlâ anlamış değilim!" diye cevap verir. Ev sahibi der ki; "Hocam geçen sene Ramazanda sizi iftara davet etmiştik. Bir miktar paramız seni misafir ettiğimiz bu odada şu sehpanın üzerinde duruyordu. Paraya ihtiyacın olduğunu bize söyleseydin biz sana zaten verirdik. Sana kırgınlığım işte bundandır.

Takva sahibi Hoca bu sözleri duyunca ağlamaya başlar. Ev sahibi, bunu söylediğine bin pişman, hocayı teselli etmeye başlayınca hoca; "- Değerli kardeşim ben, bu sözlerinizden ve beni hırsızlıkla itham etmenizde dolayı değil, bir yıldır şu duvarda asılı duran Mübarek Mushafı bir kez olsun açıp okumadığınızdan dolayı ağlıyorum. Çünkü onu bir kez açıp okusaydınız paranızın onun içinde olduğunu görürdünüz. Çünkü sizin odada olmadığınız bir ara camdan içeri esen rüzgâr paralarınızı uçurmuştu. Ben de onları yerden toplayıp Kur'an'ın içinde bulunduğu kılıfa koymuştum." demiş!

Cenâb-ı Hâk, bizleri, Kur'an-ı Kerim'i, tozlu raflardan indirerek, başucu kitabı eyleyen bahtiyar kullarından eylesin!
 
Üst Alt