HZ:İBRAHİM'in ÜMMETTİ

faruk islam

Özel Üye
HZ. İBRAHİM (A.S.)'İN ÜMMETİ

Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Nûh (a.s.)’tan sonra İslâmiyet'in mesajını bütün dünyaya yaymak üzere tarafından görevlendirilen ikinci peygamberdi. Hz. İbrahim, önce Irak'tan Mısır'a ve Suriye ile Filistin'den Arap çölüne kadar çeşitli bölgeleri senelerce gezerek insanları, 'a itaate ve İslâmiyet'e davet etti. Sonra mesajını her tarafa iletebilmek için muhtelif yerlerde naip ve yardımcılar tâyin etti. Ürdün'e yeğeni olan Hz. Lût'u gönderdi, Suriye ve Filistin'e oğlu Hz. İshâk'ı tayin etti ve Arabistan'ın iç kısımlarına büyük oğlu Hz. İsmail'i yolladı. Daha sonra, Allahu Teâlâ'nın emriyle Mekke'de Kâbe adıyla bilinen 'ın evini inşa etti ve yine 'ın emri üzerine burasını çalışmalarının merkezi olarak seçti.
Hz. İbrahim'in Doğduğu Yer
Son araştırma ve incelemeler neticesinde Hz. İbrahim'in doğduğu şehir ve ayrıca o devirde yaşayan insanların hayat tarzını belirten bazı bulgular da elde edilmiştir. Sir Leonard Wolley'nin, Londra'da 1935'te neşrolunan "Abraham" (Hz. İbrahim) adlı kitabı bu hususta hayli aydınlatıcı bilgiler ihtiva etmektedir. Biz burada bu bilgilerin özetini sunuyoruz.
Bugün tarihçi ve araştırmacıların genellikle Hz. İbrahim (a.s.)"in doğduğu yıl olarak kabul ettikleri M.Ö. 2100 dolaylarında Ur şehrinin nüfusunun 250 bin ilâ 500 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Bu şehir önemli bir ticaret ve sanayi merkeziydi. Buraya bir yandan Pamir ve Nilgari'den mallar gelirdi ve diğer yandan bu şehrin Anadolu ile yakın ticari ilişkileri vardı. Başkenti bulunduğu memleketin sınırları bugünkü Irak'ın kuzeyinde biraz kısa ve batıda biraz uzundu. Nüfusun çoğu ticaret ve sanayi ile uğraşıyordu. Bu döneme ait, tarihi harabelerde bulunan kitabelerden halkın görüşünün tamamıyla maddeci olduğu anlaşılıyor. Urluların en büyük gayesi mal ve mülk sahibi olmak, para kazanmak ve lüks içinde yaşamaktı. Faizcilik almış yürümüştü. Para ve servete düşkün olan bu millet tabiatıyla ticari zihniyet taşıyordu. İlişkiler menfaatler üzerinde kuruluyor, sevgi ve saygı gibi kavramlar göz ardı ediliyordu. Herkes birbirine şüphe ve kuşkuyla bakardı. Münakaşa, kavga ve adli davalar olağan bir olay haline gelmişti. Ur'lular tanrılarına genellikle uzun ömürlülük, zenginlik, işte ve ticarette kazanç, refah ve mutluluk için dua ederlerdi. Nüfus üç gruba ayrılmıştı:
1) Amîlû: Bunlar yüksek sınıfı oluşturuyorlardı, ki bunlar arasında yönetici kadro, yüksek yetkililer, subaylar ve rahipler yer alıyordu.
2) Mişkînû: Bunlar ticaret, sanayi ve tarımla iştigal eden kişilerdi
3) Ardû: Köle ve esirler.
Bu sınıfların birincisi geniş çapta imtiyaz ve imkânlara sahipti. Bu sınıf medeni ve ceza hukukunda bir takım üstünlüklere sahipti. Bunların can ve malları diğer sınıftakilerden daha değerliydi.Hz. İbrahim (a.s.) işte böyle bir toplumda gözünü açtı. Talmud'da verilen bilgilere göre Hz. İbrahim, Amîlû sınıfının bir ferdiydi. Babası dev¬letin en üst kademesinde bulunan bir yetkiliydi.
Hz. İbrahim (a.s.)'in Göç Yolu
Putlar, Tapınaklar ve Dini Törenler
Ur şehrinin harabelerinden çıkarılan kitabelerde 5000 tanrının adına rastlanıyor. Memleketin çeşitli şehir ve kasabalarının çeşitli tanrıları vardı. Her şehrin bir Koruyucu Tanrısı olurdu ve buna "Rabb-ül Beled" veya "Baş İlâh" denilirdi. Buna diğer ilâhlardan çok daha hürmet ve sadakat gösterilirdi. Ur'un koruyucu tanrısı veya Baş Tanrısı, Nannâr (Ay Tanrısı)dı ve bu münasebetle şehrin adı sonradan "Kemerîne" oldu. İkinci büyük kent Larse idi, ki Ur'dan sonra hükümet merkezi oldu. Buranın Koruyucu Tanrısı, "Şamâş"tı (Güneş Tanrısı). Bu büyük tanrılara tâbi olan birçok küçük tanrı ve tanrıçalar vardı ki, bunların çoğu gökteki yıldız ve geze¬genlere, azı dünyaya mensuptu. Halk arzu ve isteklerinin çoğunu bu küçük tanrılara iletirdi. Gerek gökteki gerekse yerdeki tanrıların putları ya¬pılmıştı ve bütün ibadet ve dualar bu putların önünde yapılırdı. Nannâr'ın putu Ur şehrinin en yüksek tepesinde yapılmış olan muhteşem bir tapmakta bulunuyordu. Bu putun yanında Nannâr'ın karısı, "Nan-gül"ün mabedi vardı. Nannâr tapınağı kraliyet sarayı kadar görkemliydi. Bu tapmağın yatak odası da vardı ki her gece güzel bir kız buraya gelip Nannâr'ın "gelini" oluyordu. Bu tapınakta diğer birçok erkek ve kadın rahip ve rahibeler vardı ki, tanrıya adanmışlardı. Kadınların çoğu aslında "dinî fahişe"den başka bir şey değillerdi. Tanrı adına bekaretini kaybeden bir kız, katında çok makbul sayılırdı. Bir kadının hiç olmazsa, hayatında bir defa, için, yabancı birinin koynuna girmesi, kıyamette bir kurtuluş sebebi kabul edilirdi. Bu açık dinî fahişelikten en çok rahip ve keşişlerin yararlandığını söylemeye sanırız gerek yoktur.
Nannâr Tanrı'nın Yeri ve Mevkii
Nannâr sadece bir tanrı değil, aynı zamanda ülkenin en büyük toprak ağası, tüccarı, sanayicisi, fabrikatörü ve iktidar sahibiydi. Çok sayıda bağ, bahçe, tarla, ev, bina, tapmak ve devlet kuruluşları bu tanrıya adanmıştı. Nannâr Tanrı'nın emlâki sayılan bu yerlerden alman vergiler ve kazançla¬rın yanı sıra, çiftçi, toprak ağası, işçi, tüccar, esnaf ve memurların getirdiği süt, yiyecek, içecek, altın, kumaş ve diğer kıymetli hediyeler de tapınağına giderdi. Ticaretin önemli bir bölümü tapmaktan idare edilirdi. Bu işleri, kendilerini tanrının naip ve temsilcisi ilân eden rahip ve din adamları yaparlardı ve dolayısıyla her türlü maddî menfaati de elde ederlerdi. Buna ilâveten, ülkenin en büyük mahkemesi de bu tapınaktı. Mahkeme'de rahip ve din adamları yargıç olurdu ve verdikleri kararlar, tanrının kararları olarak kabul edilirdi. Kral ve kraliyet ailesi de Nannâr tapınağına tâbi idiler. Gerçek hükümdar Nannâr'dı, kral da onun naibi olarak hüküm sürerdi. Bu itibarla kral da tanrılar arasında yer alırdı ve halk ona tanrı diye tapardı.
Nemrud'un Saltanatının Başlangıcı ve Sonu
Hz. İbrahim zamanında Ur'da hüküm süren hanedanın kurucusu Urnammu idi. Urnammu, Hz. Îsa'nın doğumundan önce 2300 yıllarında geniş bir saltanat kurmuştu. Bu saltanatın hududu doğusu Susa'dan batıda Lübnan'a kadar uzanıyordu. Bu sebeple bu hanedana önce "Nammu" denildi ve bu isim zamanla değişerek "Nemrud" oldu. Hz. İbrahim'in Ur'dan hicret etmesinden sonra hem Nemrud hanedanına hem Ur'lulara üst üste felâketler gelmeye başladı. Evvelâ, Aylâmîler Ur'u yağma ettiler ve Nemrud'u Nannar'ın putuyla birlikte esir alıp götürdüler. Daha sonra Larse'de bir Aylamî saltanatı kuruldu. Ur, bu saltanata bağlanmış oldu. Nihayet, Arap kökenli bir hanedanın yıldızı Babil'de parladı ve Lârse ile Ur'un her ikisi de bu hanedana bağlanıverdi. Bu üst üste gelen felâketler, Urlula-rın Nannar'a olan bağlılığını zedeledi, zira bu Büyük Tanrı onları en kötü anlarında koruyamamıştı.
Hz. İbrahim'in Öğretilerinin Etkileri
Hz. İbrahim'den sonra Urlular'ın ve bölgenin diğer milletlerinin, O'nun öğretilerini ne ölçüde kabul ettiklerini kesinkes tâyin etmemiz mümkün değildir. Ancak, MÖ. 1910'da Babil Hükümdarı, Hamurâbi' (İncil'de adı Amurafil olarak geçiyor)'nin çıkardığı yasalar, Hz. İbrahim'in öğretilerinden belli bir ölçüde yararlandığı gerçeğini ortaya koymaktadırlar. Bu yasaların ayrıntılarını kapsayan bir yazıt M.S. 1902'de bir Fransız arkeolog tarafından ortaya çıkarıldı. Bu yazıtın İngilizce tercümesi 1903'te C.H.W. John tarafından "The Oldest Code of Law" (Tarih'in En Eski Kanunnamesi) adı altında ilim âlemine sunuldu. Bu kanunnamede yer alan pek çok kanun ve usuller Musevî Şeriat'a benzemektedir.
Tam Bir Şirk Medeniyeti
Çağımızın araştırma ve incelemelerinin sonuçları doğruysa, Hz. İbrahim'in ümmeti için şirk sadece dini bir inanç veya putperestlere mahsus bir ibadet şekli değildi. Aynı zamanda bu milletin bütün siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatı bunun üzerinde kurulmuştu. Bura karşılık, Hz. İbrahim'in Tevhid ile ilgili daveti sadece putperestlerin ibadet şeklini ve inancını değil, aynı zamanda hükümdarların tanrısal sıfatlarını, hakim sınıfın imtiyaz ve üstünlüklerini, rahip ve din adamlarının menfaatini ve kısacası ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısının tümünü etkileyecek nitelikte idi. Hz. İbrahim'in davetini kabul etmek, toplumu temelden değiştirmek demekti. Bu toplum yepyeni temellere oturtulmalıydı. Tevhid'in etkisi toplumun her alanında ve kesiminde görülmeliydi. Böyle büyük çaptaki bir değişiklik ve devrimi kimse kabul etmeye hazır değildi, hele menfaatleri en çok etkilenecek olan hükümdarlar, hakim sınıf, din adamları ve en başta Nemrud benimseyemezdi. Onu niçin, toplumun her kesimi buna şiddetli bir tepki gösterdi.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt