Okyay
ÖZEL ÜYE
Essalâtü vesselâmü alayke ya Resûlellah
Esselâtü vesselâmü aleyke ya Habibellah
Esselâtü vesselâmü aleyke ya seyyiden evveline vel âhirin
Velhamdülillahi Rabbil Âlemin.
Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)
Ah Efendim biz seni, hiç göremedik lâkin,
Hilye’î Seâdet’ten, öğrendik şemâlini,
Efendim rüyâmızı, süslesen belki yakın,
Buluruz kendimizi, görürsek cemâlini.
Dalalet çağlarında, doğmadım çok şanslıyım,
Senin ümmetin olmak, ne şereftir efendim,
Allah’a şükür olsun, sarsılmaz inançlıyım,
Pırıl- pırıl izinde, letâfet var efendim.
Seni bize gönderen, Rabbimize hamd olsun,
Bize merhamet etmiş, ışıklanmış yolumuz.
Işığında gitmeye, Mevlâmıza and olsun,
Sana salât demeye, hâdim olsun dilimiz.
Rabbimizin emriyle, insanı tenvir için
Nice peygamber gelmiş, nice nebîler geçmiş,
Daha dünyada yokken, kendini sevdirmişsin,
AtamızÂdem bile, yolunu gözetlemiş.
Ya Rabbi! minnettarım, insan olduğum için,
Çünkü tüm mahlûkattan, bizi şerefli kıldın.
Ya Rabb! müteşekkirim İslâm olduğum için,
Çünkü sana uzanan, şeffaf yolumu buldun.
Allahü Teâlânın, insanlar arasında,
Ve hatta olsun , Dünnyanın neresinde,
Her bakımdan en üstün, en güzel en şerefli,
Olarak yarattığı, bir insan ve bir Elçi,
Muhammed Mustafa’dır, insanlara Peygamber,
Allah’ın Resûlüdür- ve en son şanlı Rehber.
O’nun hürmeti ile, yaratılmıştır her şey,
Canlı- cansız ne varsa, ayrılmamıştır bir şey.
O Allah Sevgilisi, üstün Sevgili oldu,
Habibullah aşkına, kâinat şifâ buldu.
Bir Hadisi Şerifte, Rabbi Teâlâ buyurdu,
O’na olan sevgiyi, hem de şöyle duyurdu.
“Eğer Sen olmasaydın, Sen olmasaydın eğer,
Hiçbir şey yaratmazdım, ne arş, ne sema, ne yer.
Tek O’nun Şerefine, yaratılmıştır, âlem,
O’na secde etmiştir, melekler önde gelen.
Çeşitli kavimlere, peygamberler gelmişti,
Mevlâ, onları yalnız, o kavme göndermişti.
Resûl-ü Zîşân ise, en son peygamberlikle,
Bütün cinne, insana- hediye edilmekte.
O yüzden Efendimiz, Hâtem-ül enbiyâdır,
Âlemlere bir necat, en son ışık- ziyâ’dır.
Her Peygamber sadece, bulunduğu zamana,
Ve kendi mekanında, en üstündür makamda.
Lâkin Resûlullah’a, her zaman, her asırda,
Her memleket- her yerde, geçmişte,gelecekte,
Dünya yaratıldığı, günden kıyâmate dek,
Şu bütün varlıklardan, verilmiştir yücelik,
Üstünlük verilmiştir, en fazîletlisidir.
Hiçbir bakımdan kimse, O’ndan üstün değildir,
Mevlâ her şeyden evvel, Muhammed’in nurunu,
Yarattı ki; teceli, oldu Hakk’ın zuhûru.
Sahâbe-i Kiram’dan, Abdullah ibni Câbir,
Bir hadisi şerifle, şöyle veriyor haber.
“Ya Resûlellah! Bana, Allah, her şeyden önce,
Yarattığı şey nedir? Söyler misin? Deyince,;
Efendimiz buyurdu, Sallallahü vesellem,
“Her şeyden evvel senin, peygamberinin; benim,
Nûrumu yarattı ki, o Nûr kendi Nurundan.
Ve o zaman; levh- kalem, ne cennet ne cehennem,
Ne melek var, ne sema..ne arz- ne güneş- ne ay.
Ne de insan- cin vardı, delil görülsün bir şey.
Âdem aleyhisselâm, yaratılınca, durdu;
Arş-ı Â’lâda nurla, bir yazı duruyordu.
O ki; nurla yazılmış, Ahmed ismini gördü.
Heyecanla- merakla, “ya Rabb! bu nedir?” Sordu.
“Alahü Teâlâ; bu, senin zürriyetinden,
Bir peygamber nurudur, dahi benim nurumdan.
O’nun ismi göklerde Ahmed,-yerde Muhammed,
O Nûr sebebiyledir, seni yarattım, hamd et.
Adem yaratılınca, anlına bu Nûr kordu,
Muhammed Mustafa’nın, nûru O’nda okundu.
Bu nûr O’nun anlında, parlamaya başladı,
Alından alna geçip, Muhammad’e ulaştı.:::::::::
Muhammed-ül Mustafa, hicretten eli üç yıl,
Evvel dünyaya geldi, koku neşretti, her gül.
Rebi-ül evvel ayı , on ikinci gecesi,
Sabaha karşı idi, günlerden pazartesi.
Dünyaya şeref verdi, Mekke parıldıyordu.
Mahlûkat lisan-ı halle, ya Muhammed! Diyordu.
Tarihçiler bu günün, nisan ayı yirmisi,
Olarak belirlemiş, vermiştir müjdesini.
Efendimiz doğmadan, ve birkaç ay öncesi,
Babasını kaybetti, altı yaşta, annesi.
Bu yüzden kendisine ‘Dürr-i Yetim’ denirdi,
Bu lakâbın mânâsı, yetimlerin incisi.
İsmi de verilmişti, sevgi menbâı cevher,
O’na sevgi nakşetmiş,ins- cinn hatta melekler.
Sekiz yaşına kadar, dedesiyle kaldılar,
Abdülmuttalib O’nu, bağra basıp aldılar.
Sekiz yaşında iken, dede vefat edince,
Ebû Tâlib sahipti, vefâkar, candan amca.
Yirmi beş yaşındayken, Hadîce’tül- Kübrâ’yla,
O mümtaz Annemizle, evlendiler duâyla.
Bu sadâkat timsali, o pak- güçlü annemiz,
Hem maddeten hem manen, destek verdi tertemiz.
Vefâkar annemizden, ilkin bir oğlu oldu,
Oğulları sevinçti, adını Kâsım koydu.
Bu yüzden kendisine, ‘Ebû’l Kâsım’ denirdi.
Yani künye; Kâsım’ın babası bilinirdi.
Kırk yaşına gelince, tüm insana ve cinne,
Bir Peygamber olduğu, tebliğle kendisine,
Allah celle celâlüh, tarafından duyruldu,
Üç yıl sonrasında da, tebliğ emri buyruldu.
Herkesi Allah emri, îmâna davet etti,
Yirmi üç yıl bu dâvet, durmadan devam etti.
Eli iki yaşında, Mî’rac ı vuku buldu,
B büyük buluşmaydı, sanki inkilap oldu.
Altı yüz yirmi iki, milâdi yılındaydı,
Ve de kendi tamı tam, elli üç yaşındaydı.
Mekke’den Medine’ye, hicret etti emirle,
İslâm’ın yayılması, başlangıcı bi yerde.
Çünkü hicretten sonra, yirmi yedi kez savaş,
Dini İslâm yüceldi, durmadan bir gün yavaş.
Altı yüz otuz iki, gene milâdi sene,
Rebî’ül- evvel ayı, gene on ikincisinde,
Pazartesi günüydü, kavuştu Rabbisine.
Sallü alâ Resûlüna Muhammed
Allahümme salli alâ Muhammed
Sallü alâ Resûlüna Muhammed
Allahümme salli alâ Muhammed
Şevket OKYAY
………………………………………….
KAYNAK
Türkiye gazetesi İslam Alimleri serisi
Cilt: 1 Sayfa 3--71
Muhammed Aleyhisselam bölümü
Çocukluğu konusundan yararlanılmıştır
Cilt: 1 Sayfa 3--71
Muhammed Aleyhisselam bölümü
Çocukluğu konusundan yararlanılmıştır
Moderatör tarafında düzenlendi: