İblis'in Ahdi

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi.

(O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki:

“(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.

Allah, dedi ki:

“Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. “Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki:

“Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. (Öyle ise, yasak ağacın meyvesinden yiyin ki melek olasınız yahut cennette ebediyen kalasınız.)” “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu suretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız. (Araf 7/11-25)

İblis'in Ahdi
İblis'in Ahdi
İBLİS’in ahdi

İblis yani şeytan din kavramı ile birlikte yüzyıllardır ağızlarda söylenir durur. Hollywood film dünyasının en popüler temalarından olan konu hak ettiği değeri aldığı ortaçağda çok kanların dökülmesine, onbinlerce kadının cadı zannıyla yakılarak öldürülmesine yol açmışken yirmi ve yirmibirinci yüzyıla geldiğimizde konu “Satanizm” denen bir ideolojiye yaslatılmakta ve gerçeğin üzeri böylece örtülmektedir.

Sadece korku filmlerindeki ruh çıkarma seanslarından ibaret sayılan ve genelde dünya ötesi yaşamla özdeşleştirilen şeytan çok basit bir şekilde kilise veya camiye gidilince kurtulunacak cinsten birşeydir çoğuna göre. Herkes korkar, herkes uzak durmak ister. Çünkü herkes ölmekten ve fena şekilde can vermekten korkar sadece. Kimi kara kedilere yükler günahı, kimi batıl inançlara veya büyüye. Uçaktaki 13 numaralı koltuklar kaldırılınca o uçak hiç düşmeyecek gelir insana. Şeytan dövmelerde gösterir bazen kendini, 666 sayısı ile kardeş olur.

Ama sokaklarda gören eden yoktur. Herkes orta çağda yakılan cadılarla yok oldu gitti sanır!

Oysa şeytan belki ilk zamanlardakinden çok daha etkili ve kurnazdır. Eli de bu zaman ve teknoloji nedeniyle çok daha güçlüdür. A’raf suresi dikkatli okunduğunda bunun kıyamete kadar sürecek bir ahid olduğu hatırlanır ve satır araları iyi anlaşılırsa tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Şeytanı musallat eden ve kahredip uzaklaştıran şey nedir?<br />
<br />
Keşif ehli bir zât, Cüneyd-i  Bağdâdî Hazretleri’nin yanına gider. Şeytanın, onun yanından hızla  kaçtığını görür. O zât, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına yaklaşınca, yüz  hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp sorar:<br />
<br />
“–Ey Cüneyd! Biliyoruz ki,  insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat çok öfkeli olduğunuz hâlde,  şeytan niçin sizden kaçıyor? Bunun hikmeti nedir?”<br />
<br />
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şu cevâbı verir:<br />
<br />
“–Bilmez misiniz ki, biz nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefisleri  için kızdıklarından şeytan onlara musallat olur. Bizim kızmamız Allah  için olduğundan, şeytan bizden, kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka  hiçbir zaman kaçmaz.”
Şeytanı musallat eden ve kahredip uzaklaştıran şey nedir?

Keşif ehli bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin yanına gider. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını görür. O zât, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına yaklaşınca, yüz hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp sorar:

“–Ey Cüneyd! Biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat çok öfkeli olduğunuz hâlde, şeytan niçin sizden kaçıyor? Bunun hikmeti nedir?”

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şu cevâbı verir:

“–Bilmez misiniz ki, biz nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefisleri için kızdıklarından şeytan onlara musallat olur. Bizim kızmamız Allah için olduğundan, şeytan bizden, kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiçbir zaman kaçmaz.”
Bu tehlike o kadar büyüktür ki imanın en büyük düşmanı budur. Yüce Allah uzak durmamızı istediği şeylerin başına O’nu koymuşken, şimdilerde yaşanan boşvermişlik ne kadar hassas ve aciz olunduğunun göstergesi.

Kimdir peki Şeytan? İnsanların yazmaya ve adını telaffuz etmeye çekindiği üç harflilerden, yani ateşten yaratılmışlardan, ama iyi olmayanlarından bir yaratıktır. Anlayabildiğimiz kadarıyla insanoğlunun yaratılmasından önce Yüce Meclis’te bile bulunabilen bir varlık iken sureden anlaşılacağı şekilde bir isyana kalkışmış ve akabinde cazalandırılmış, o günden bu yana da insanlara düşman kesilmiş, Yüce Meclis’e yaklaşması yasaklanmış, yere yani yeryüzüne Adem Peygamber ve eşi ile birlikte indirilmiş, Rabbimize insanoğlunu kıyamete kadar azdıracağına, Allah yolundan çıkarmaya çalışacağına yemin etmiştir.

Hakkında kesinleşen hüküm cehennemde sonsuza kadar yanmak iken insanoğlundan süslü göstererek ve kandırarak yanına çekebileceği kadarını çekecek ve kendisine uyanlara ahirette; “Ben size sadece süslü gösterdim, sizde kandınız” diyecektir.”Yoksa ben Rabbimden korkarım!”

Gerçekten İblis Yüce Rabbi inkar etmez, çünkü gözleriyle görmüş, konuşmuştur. Göremediğimiz alemi, cenneti herşeyi bilmektedir. Hazmedemediği şey insana secde etmesinin istenmesidir. Melekler secde ederken, O’nun büyüklenmesinin sebebi budur. Ateşten yaratılmışken çamurdan ayaratılan insandan aşağı görülmesi zoruna gitmiştir.

Çünkü anlayamadığı şey insanın bu kainatın en büyük projesi olduğu ve cennete varis kılındığıdır. Melekler gibi iyiye ve doğruya kılvuzlanmadığı halde iyiyi seçip Rabbine yönelecek, aklı, ruhu ve şuuruyla kainata hükmedecek bir varlığın mahiyetini başlarda bilemediği halde isyana kalkışmış ve cezaya çarptırılmıştır. O’nun bu isyan sonucu aldığı ceza yani Yüce Meclisten kovulması sonradan Adem peygamber ile eşine yasaklanan meyvayı (!) kopartması ile yeryüzüne inmeye çevrilmiştir. Bu arada insanoğlunun ilk tertibi Yüce Peygamberimiz ve eşi de kandıkları için cezaya çarptırılmış ancak tövbeleri kabul edilmiştir. Buna rağmen yaşam cennette değil, yeryüzünde başlamıştır. Sonsuza kadar değil sadece belirli bir süreye kadar!

Yeryüzünde yaşanılacak bu süreden sonra yeniden cennete gidilecek ve orada sonsuz yaşama devam edilecektir. Nitekim dünyanın yaratılışını altı gün ve toplam buarada kalacağımız süreyi de on gün sayarsak (doğrusunu Allah bilir), yaşanan ve bildiğimiz tarihi çıktığımız zaman önümüzde çok bir zaman kalmadığı anlaşılacaktır. Bu on gün önemlidir çünkü modern teknolojilerin ısrarı hayatın milyonlarca yıl devam ettiği şeklindedir. Oysa bizim bin yılımızın Allah katında bir güne denk geldiği düşünülürse ve kıyametten sonra dünyada sadece on gün kaldığımız bize söylenecekse dinazorların milyonlarca değil yalnızca birkaç bin yıl önce yaşadığını kabul etmek zorundayız.

Bu on gün konusu kadar başka bir hususta İblisin de Adem Peygamber ile birlikte yere indiği gerçeği. Bu konu hakkında bilinen çok şey yok. Kabuller O’nun ve soyundan gelenlerin de bu dünyada ama farklı bir boyutta yaşadığı şeklinde. Yüce Allah üzerimizde yedi kapı yarattığını söylüyor. Bu kapıların nerelere açıldığını bilemesek te bildiğimiz üç harflilerden bazılarının değişik zamanlarda Hz. Muhammed (sav) Peygamberimizi dinlemeye geldikleri şeklinde. Demekki söylenenleri duyabiliyor ve görebiliyorlar. Yüce Meclisten bilgi çalmak için semaya yükseldikleri zaman kovulduklarına göre ya ileri bir seyahat kabiliyetleri var veya üst göklere yakın göklerde yaşıyorlar. Doğrusunu Allah bilir.

Sonuçta Yüce Allah “İnsanları ve cinleri sadece bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım” buyurmakla onlarında bizler gibi seçme ve itaat etme özellikleri olduğunu söylüyor. İnsan kadar yüksek melekelere sahip olmasalar da bazı yeteneklerinin bizlerden farklı ve hatta üstün olduğu açık. Sözgelimi çok iyi dalğıç ve inşaat ustaları oldukları, ancak idraklerinin zayıf olduğu ayetlerden anlaşılıyor.
AYET-İ KERiME
“Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz. Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.”(Enbiya 21/81,82) “Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.” (Neml 27/17) “Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır. Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.” (Sebe 34/12-14)

AYET-İ KERiME
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!” (Bakara 2/102)

Bu ayetlerden anlaşılacağı gibi şeytanlar ve cinler; cismani ve görünür olarak orduda yer almış, güç ve pis işlerde çalışmış, zaptedilmiş, sihir öğrenip öğretmiş, kaleler, heykeller yapmış varlıklardı. Sonrasını Allah biliyor. Kuşlara, karıncalara hitap edebilen, rüzgarı emrine alan Süleyman Peygamber’den sonra bu şeytan ve cinler ne oldu?

Burada bir antiparantez açıyor ve bir tezi ifade ediyoruz. (Denilen o ki anılan İblisin adı “İsrael”. İsrailoğulları ve Beniisrael olarak Kuran’da anılanlar da O’nun soyundan gelenler. Başlangıçta kuyruklu, sakallı, toynaklı, büyük göbek delikliyken sonraları kuyruksuz, üç-dört parmaklı, küçük ama dik cinsel organlı, en sora da bizler gibi yani insan kılığında. Ortak özellikleri idrakleri zayıf ancak dalgıç ve inşaat ustası olmaları.) Bu tez şu anlamda önemli; günümüze dek süren siyonizmin temel konsepti bu satırlarda gizli. Hedef insanlığa zarar vermek, kötü duruma düşürmek, mümkünse yok etmek, ahirette Yüce Allah’a “Bak güvendiğin insan seni nasıl yüzüstü bıraktı ve bana uydu” dedirtmek. Bu sayede hedef belki de kötü cinler lehine belki kutsal cezayı değiştirtmek. Bu kadar basit anlatılacak bir şey değil tabi bu felsefe ama sonuçta bir tez. Bu yazanlar doğruysa bugün insan diye yolda selam verdiklerimizden bir kısmının insan olmadığı sonucu çıkıyor. Hatta sayılarının insanlardan çok olduğu hadislerde mevcut. Onların da iyi ve kötüleri olacaktır. Sözümüz Kur’an dinleyen, işiten ve itaat eden(Rahmani) cinlere değil tabiki. Doğrusunu Allah bilir diyerek noktalıyoruz ve ister yerde ister yukarılarda yaşasınlar bizim için önemli olan ne oldukları değil İblisin ve ordusunun bize ne yapmaya çalıştığı diyoruz.

İnsanın ezelden beri en büyük iki düşmanı olmuştur. Teki İblis diğeri kendi nefsidir. Buraya kadar İblis’in ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığına değinmeye çlıştık bilebildiğimiz kadar. Diğer düşman ise kendimiz. Acı ama belki ilkinden çok dah çetin bir düşman nefis. Düzelmemişse, eğriyse, terbiye edilmemişse kimselere gerek kalmadan tek başına insanı imandan çıkarmaya yetecek kadar güçlü bir düşman. Nefis konusu “Cihad-ı Ekber” yani Nefisle mücadele konusunda ayrıntısıyla görüleceği için burada fazla açmıyoruz.

Ama şunu da bilmekte fayda var ki İblis bize ilk önce nefsimizden yaklaşır. Bize fakirlikle korkutur ve bize çirkinliği emreder. Nefis terbiye edilmediyse açtır, susamıştır. Heves eder ve yalanlara kanar. Bu sayede İblis bizi zorlamadan biz kendiliğimizden ve isteyerek o yola girmiş oluruz. Zaten o bizi zorlasa günahı O’nun olur, bizi zorlasa direnebiliriz, O kendisini tanıtsa kimse O’na kulak vermek istemez. Ama bu sinsi hamleler bize en büyük zararı verirken aslında hiçbir zorlama yoktur.

Bizi korkutması, kışkırtması sonucund dünyaya yönelir ve süse kanarız. Daha çok para, daha yüksek makam, daha fazla heybet vs. hedefimiz olur mütevaziliği bir kenara bırakırız. Hırs kaplar bedenimizi kara bir leke gibi ve merhamet ve adaletten uzaklaşır, biz yerine ben demeye başlar ve ahireti unutup bu dünyaya yöneliriz. Bu zamanda çevrede gördüklerimiz İblisin hedefine ne kadar yaklaştığını gösteriyor.

Kıyafetten, ibadete, tacizden cinayete, faizden, estetiğe kadar her alanda yaşadıklarımız insan olmanın çok ötesinde ve bize ait değil. Kapıyı kilitlemeden yatamamak, ev duvarlarını yükseltmek, her pencereye demir parmaklık takarak dünyayı zindana çevirmek, pahalı otomobillere meyletmek, makyaj ve masajlara maaşı yatırmak, yetim ve muhtaçları yok kabul etmek, dini din olarak değil de sosyal bir hobi seviyesine indirmek nefsimizin ve iblisin oyunu. Bizlere insan olmanın temellerini unutturan bu iki düşmanı tanım olarak ayırabiliriz fakat işlevsel olarak her ikisi de düşman ve etkili.

İblis bizim kulağımıza fısıldıyor, kalbimizin veya aklımızın sesi gibi ve “çal, kır, vur, sende niye yok?” diyor. Diğer bir ses ise “yapma” diyor. Bu ilk ses şeytanın fısıldaması, ikincisi ise yaratılış hammaddemiz olan ruhumuzdan veya omuzlarımızdaki meleklerden gelen ses. Bizim hangisini tercih edeceğimiz bize bağlı. Karanlık yerlerde, uyuşturucu ve içkili ortamlarda yani zihinsel olarak zayıf, irade olarak güçsüz ve psikolojik olarak yalnız olduğumuz ortamlarda ilk ses daha güçlü çıkıyor. Eğer manevi yönden zayıf, kader ve kazaya karşı bilgisiz isek bu ses bizi esir ediyor. İrademiz o yöne kayıyor ve İblis bizi çoğu zaman “Allah affeder” diye Allah ile aldatıyor.

Yüce Allah tövbe kapısını mucizelerin görüleceği zamana kadar açık bırakmış ve inkardan imana döneceklere rahmet vaadetmiştir. Ancak bu zaman salih amel işlemeye yetmeyecek kadar kısaysa veya yapıp yapıp ölüm bedene gelince ben tövbe ettim denildiğinde tövbenin kabul olmayacağı yine ayetlerde yer almıştır. Ayrıca Allah büyük günahlar ile küçük günahları ayırt etmiştir. Sözün kısası Allah’ın rahmet ve merhameti sonsuzdur ancak O göğüslerin özünü bilir, yaptığımızı da kalbimizden geçeni de. Rızık verir dener, rızkı kısar yine dener.

Mümin kulun faydası buradadır. Yoklukta sabreder sevap kazanır, bollukta paylaşır ve şükreder yine kazanır. Ama İblise kulak verip yoldan çıkan yoklukta Allah’ı cimrilikle suçlar, bollukta kendi çalışmasının sonucu sayar. Her iki durumda da zarardadır ama farkında değildir. İnsanın İblise uyması kafir veya müşrik olmasını gerektirmez. İbadet ettiği halde kötülüğe kayan, müslüman olmadığı halde müslüman görünenler de (münafıklar) O’nun kucağına düşmüş kimselerdir.

Yüce Kuran-ı Kerim’de Allah bizden yapmamaızı istediklerini ve yasaklarını açıkça ortaya koymuş bu kısa dünya hayatında bu kurallara göre yaşamayı emretmiştir. Haram ve helaller de, günah ve sevaplar da (Allah’ın takdiri hariç) ortadadır. Hadisler ve tefsirler-fıkıh eserleri tamamlayıcı olarak İslamiyetin en ince noktalarına kadar karanlıkları aydınlatmıştır. Okuyan, bilen, uygulayan insanın şeytana kul olması mümkün değildir. Çünkü Allah iman edenlere şeytanın zarar veremeyeceğini kendisi söylemektedir. Dahası bizimle birlikte bulunan meleklerin sayısını tam bilemesek te bu meleklerin zerre kadar günah ve sevaplarımızı kaydetmekten başka bizi aynı zamanda koruduğunu da biliyoruz.

Bu nedenle şeytana meyledenlerin daha ziyade cahil ve nankör olduğunu söylemek lazım gelir. Yüce Rabbim bu dünya imtihanında, başı ve sonu bilen olduğu için, iyilik ve güzelliğin yanında kötülüğü de yaratmış, heves ve arzuların caydırıcılığına karşı bizim seçici olmamızı istemiştir. şeytan korku filmlerindeki gibi can alan veya kol kesen değildir. Ruhumuza girip bizi esir aldığı doğrudur ama şeklen değil faraziye olarak. Asıl şeytan insan veya cin olsun bize kötülüğü emredendir.

Yüce Allah baba veya kardeşlere bile imansızlık durumunda itaat etmemeyi emrederken, bazılarına ve dünya menfaati için tamah etmek nankörlüktür ve cezayı hak etmektir. Ahiret sorgusunda İblis suçlamaları reddedecek ve ben sadece süslü gösterdim, kanmasaydınız diyecektir. O’nu yardımcı veya şefaatçi kabul etmek, haşa ilah yerine koymak ise zaten şirkin ta kendisidir. Bu nedenle O’nu düşman bilmek ve O’na karşı sadece Allah’a sığınmak müminlere farzdır.

Özetle; yaşadığımız yüzyılda insanoğlunun geldiği vahim durum ve yeryüzünün insan yapımı şeylerle çöplüğe çevrilmesi bu kanmalar nedeniyledir. Hollywood filmlerinde uzaylı diye gösterilenler, yerden çıkarak insanşığı yok etmeye çalışan mahlukat, dünyaya çarpıp yaşamı sonlandıracak senaryolar şeytanın bizi alıştırma gayretleridir. Rüyaları, falları yönlendirenler, gezegenlerin yaşamımızı etkilediğini ifade edenler, silah sanayinin dev firmaları, genetik yapımızla oynayanlar, karşıt madde peşinde koşanlar, bilim adına kainatı rastgeleliğe oturtmaya çalışıp tabiatı adeta ilah yerine koyanlar aramızda yaşamaya devam etmektedir.

Yaşam da kıyamette Allah’ın bilmemizi istediği kadarıyla ortadadır. İblisin gayretlerine karşılık meleklerin yardım çığlıklarına kulak kapamak ve onları yok saymak mümkün değildir. Allah insanların canlarını ölüm geldiğinde, gelmeyenlerin de uykularında alır. Bazılarını alıkoyar bazılarını ecel gelene kadar sabah tekrar salıverir. Bu esnada belki günlük, belki haftalık yaptığımız işler amel defterine işlenir ve belki ilham yoluyla meleklerin yardımı bize ulaşır. O gördüğümüz rüyanın mahiyeti bu anlamda önemlidir yoksa bu bir fal niyetine değildir.

Ama insan sonuçta istediğini duyar. Bir tarafta mütevazi diğer yanda muhteşem bir manzara varken seçmek bize kalmış. Seçerken neye göre tercih yapacağımız önemli. Eğer yaşamı sadece bu dünyadan ibaret sayarsak dünya hayatı için kendimizi feda ederiz. Yok eğer ölüme, yeniden dirilmeye ve hesaba inanıyorsak en az bu dünya kadar ahirete de hazır olmak zorundayız. Sonsuz yaşam huzur ve mutluluğu vaad edilmişken bu dünyanın geçici heves ve arzularına esir olmak akıllı bir insanın yapacağı iş değildir. Şeytan patron, işveren, arkadaş veya komşu görünümünde de olsa kendisini belli eder.

İmansız bedenlerde filizlenen kötülük zakkumları cehenneme çıkarılmış açık davetiyelerdir. Bu davetlere icab edenler de aynı akibete mahkum demektir. Zina, kumar, alkol, bozgunculuk, büyüklenmek, taciz, cinayet gibi iyi bir insanın yapamayacağı şeyleri yapmak bir telkin sonucudur. Bu telkini yapan, kışkırtan, cazip gösteren kimse işte şeytan O’dur. Müminin bu şeytanlarla dostluk kurması mümkün değildir. Çünkü müminler ancak kardeşleri ile dost olurlar ve kafirleri dost edinmezler. İman bu konuda kendisini birkaç başlıkta gösterir. Allah’ın birliğine ve kudretine inanan başka yola sapmaz, peygamberlere, kitaplara, meleklere inanan bilir ve kandırılamaz, kader ve kazaya inanan sabreder, ahirete inanan hesaba ve mizana inanır ve bu dünyanın ahiretin tarlası olduğunu bilir. Yoldan çıkmak, şeytana uymak, bunu alışkanlık haline getirmek bu nedenle imandan çıkmaya yakındır.

Medyanın ve yöneticilerin bu anlamda yükü ve sorumluluğu büyüktür. Bir yandan eğitme ve terbiye etme imkanını kullanmamak, diğer yandan şeytana vesile olmak anlamında günahları iki kat fazladır. Yazılı veya görsel basında çıkan olaylar, maneviyata savaş açan davranış ve uygulamalar adına çağdaşlık denen bir kılıfa sokulmaya çalışılmaktadır ki, bugün batı dünyasının biza enjekte etmeye çalıştığı çoğu şey bizi imandan uzaklaştırmaktadır. Yaşanan zulüm, katliam ve açlıklar öodern dünyanın imandn uzaklaşmış halinin gölgesidir.

Müslüman dünyasının karşısına dev dalgalar gibi yığılan sömürgeci ve yayılmacı ideolojiler şeytanın diğer hamleleridir. Adalet ve hak ölçüsü olmak üzere icat olunan para bile bugün şeytanın içki, seks, kumar, eşcinsellik ve silah kadar tehlikeli bir aleti olmuştur. değişik kesimlerin varlığı adına diğerlerinin köleleştirilmesi islam kültürüne yaraşmayan şeylerdir. Acı olan paylaşmayı ve yardımı emreden İslamiyet’i yaşadığını söyleyen çoğu kesim faizin, şehvet ve hırsın esiri olmuş durumdadır.

Mazlum müslümn azınlık ise İslamın okumak ve ilim öğrenmek olduğunu anlamaktan uzaklaşan, cahiliye dönemine benzer sadelikle ayakta kalabileceğini sanan, kabileleşmiş, dini bölmüş, aşırı kaderci, fakir kesimdir. Rızkı oturduğu yerden elde edebileceğini sanan, kötü yöneticilerine dur diyemeyen, dinini okumayan, okuduğunu da dil bilmediği için anlamayan, dua ve ibadet ile yeraltı hazinelerinin önüne yığılacağını farz edenler bunlardandır. Oysa islamiyet hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmayı gerekli kılar.

Şeytan bu yüzyılda bu kadar yaygın ve güçlüyken bir kenarda oturmak, idrak edememek, teslim olmak yapılacak en yalnış şeydir. Çünkü kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Bu uğurda gönüllü olanların mükafatı da muhtemeldir daha fazla olacaktır. Yoksa teslim olup kötülüğe dur demeyen, eliyle, diliyle veya kalbiyle karşı çıkmayanlar değil. Öyleyse mümine düşen kanmamak, çevresini de kanmamak üzere bilgilendirmek, kandırmaya çalışanlara dur demektir. İblis toplum hayatına girmeye çalıştıkça imana sığınmak, doğru yaşamak ve insani hammaddeleri öne çıkarmak lazım gelir.

Adalet, yardımseverlik, merhamet, ahlak, ibadet gibi müslümanlık gereklerini yerine getirmek ve çevreye de ışık saçmak önemlidir. Bu sayede insanın kendisi de, çevresi de korunmuş ve bilinçlenmiş olur. Mümin mum ışığı gibi bile olsa çevresini aydınlatandır.

Şeytan ne fısıldarsa fısıldasın iman etmiş yüreklerde korku ve şefaat makamı tektir, o da Allah’tır. Rızık ta, azap ta, merhamet te, sağlık ta, zenginlik te Allah’tandır. Kadere ve kazaya razı olununca bu husus daha iyi anlaşılacaktır. Nefisleri temizleyen sadece Allah’tır, kalpleri eğrilten de Allah’tır. Ancak Allah kulunun iradesine kendi iradesini katar ve uyugun görürse o ameli hayata geçirir. Bu kaderin kaza edilmesi yani yaşanmasıdır. Bu anlamda kananlar da , kanmayanlar da kendi irade ve hür istekleri ile karar verir. Kader mahkumu olunmaz. Kader yaşanacaktır ama tercih kulundur. Bazen Allah kula tercih tanımaz veya bazen tercihi tamamen kula bırakır ama çoğu zaman kul isteği ve Allah iradesi birleşince eylem gerçekleşir. Bu kaderin kaza edilmesidir. Şeytana uyan bu anlamda kendi rızasıyla uyar, azmak isteyen kendisi azar. Allah onların azmak istemelerine peki der ve azmalarına müsade eder. Yoksa Allah o kimseyi azdırmaz.

Öte yandan unutulmaması gereken bir nokta da kötülüklerin cezasının bir kat, iyiliklerin mükafatının on kat olduğudur. Kişi ancak kendisine zulmeder yoksa Allah kimseye zulmetmez, sadece hareketinin cezasını verir.
AYET-İ KERiME
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.” (Zümer 39/7)

Allah imana muhtaç değildir ama inkara müsade etmez, cezalandırır. Şükreder, tövbe edilirse ise umulur ki affeder.
AYET-İ KERiME
“Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf 43/36,37)
Buradan da anlaşılır ki kananlar her zaman kandığının farkında değildir.
AYET-İ KERiME
“Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisin geri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.” (Muhammed 47/25)
Şeytan boş ümitler verir ve imandan çıkarıp, hidayet yolundan uzaklaştırır.
AYET-İ KERiME
“O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Mücadele 58/10)
Güçlü bir iman şeytana karşı en iyi reçetedir.
AYET-İ KERiME
“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.” (Haşr 59/16)
Münafıklar en sinsi din düşmanlarıdır. İnanmadıkları halde inandık der ve kaleyi içten fethetmeye çalışır. İnsan şeytanları rolünü oynar. Sonuçta insan kanınca ve ahirette cehennemle cezalandırılınca bu şeytanlar kenara çekilir ve “ben inkar etmem, Allah’tan korkarım” der.
AYET-İ KERiME
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/268)
Bakara suresindeki bu ayet konuyu en basit ve kısa açıklar mahiyette olduğundan son söz diye koyduk. Korkutarak, cazip ve süslü göstererek kandıran şeytana karşı lütfu geniş Allah’a sığınmak mümine düşen görevdir. Hilesi zayıf olan şeytana eski zamanlarda dişi niyetiyle ve put kılığında taparlardı. Dişi meleklerin adıyla da sahte ve boş yardımcılar konulurdu. Sözde bu putlaştırılmış yardımcılar Allah’tan merhamet ve nimet isterdi. Modern zamanlarda putların mahiyeti değişti. Bugün insanoğlunun taptığı, ğüç ve nimet umduğu, onsuz yapamayacağını düşündüğü veya yardımını beklediği şeylere bakılırsa putperestliğin ne hale geldiği ve tehlikenin ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
AYET-İ KERiME
“De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.” (Nas 11471-6)
Kur’an’ın en son suresinde verilen bu mesaj kötülüğü emreden odağın ne olduğunu ve kime sığınmak gerektiğini çok güzel ve basit olarak açıklıyor.

Allah herkese akıl, sabır, sağduyu ve iman versin.
 
Üst Alt