İlm'in Namusu
Her ilm'in bir namusu vardır.
Dolayısıyla, islam alimleri, olur ya birileri bu namus'un ırzına tecavüz etmeye yeltenir ilkesinden hareketle, kapıyı baştan kapatmışlardır.
Ortaya konan her hüküm için, gözle görülür, elle tutulur somut veriler istenmiştir.
İslam alimleri hangi sahada ve alanda olursa olsun, bu ilkeye riayet etmişler ve ortaya koydukları her hükmü elle tutulur, gözle görülür bir refaransla delillendirmişlerdir.
Mesela fıkıh ilmi, temelde Kur'an ve Sünnet'ten neşet eden bir ilimdir şeklinde ifade edilmiş ise de,
İmam Azam'ın versiyonuyla, "Kişinin lehinde ve aleyhinde olduğu şeyleri bilmesidir" şeklinde bir tanımlaması da yapılmıştır.
Fıkıh ilminde ortaya konan meselelerin hükümlerinin tamamının karşılıkları o ilim içersinde açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir.
Bina edilen hüküm, Farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh, müfsit ve haram gibi karşılıklarla isimlendirilmiştir.
İşte bu sahanın alimleri, bir meseleyi "farz" olarak hükme bağlamışlarsa ya da yukarıda ifade ettiklerimizden biriyle bir tesbitte bulunmuşlarsa,
O hükmün ve tesbitin refaranslarını da somut bir şekilde kitaplarında göstermişlerdir.
Daha baştan, ilmin namusu ekseninde ortaya koydukları kriterlere, sonradan ilimleri ekseninde tecavüz eden olmamışlar, cem'an ifade ettikleri kriterlere "sadık" kalmışlardır.
Allahü Teala cümlesinden razı olsun...
Lakin, ruhani alemde gezinenler, ruhani eylemlerini "somut" kılarak (nasıl oluyorsa),
Rüya yollu, ledün yollu, ilham yollu, keşif ve keramet yollu, "ilm'in namusu"na tecavüz etmeye yeltenmişlerdir. Açık açık bunu da ifade eden olmuşlardır. Bu da bir gerçektir.
Böyle bir şeyi başarabilirler mi, elbet de başaramazlar...
Ve hiçbir ilim de alim de buna müsaade etmemiştir.
Lakin ruhani yolda olanlar ve bu halleriyle de ayaklarını yere basmayanlar, kendilerine has ruhani kitaplarda bunları gündeme getirmişler, kendileriyle ve kendilerine initisap edenlerle debelenip durmuşlardır.
İlme, alime ve ilmin namusuna sahip çıkanlara selam olsun.
Alıntı
Her ilm'in bir namusu vardır.
Dolayısıyla, islam alimleri, olur ya birileri bu namus'un ırzına tecavüz etmeye yeltenir ilkesinden hareketle, kapıyı baştan kapatmışlardır.
Ortaya konan her hüküm için, gözle görülür, elle tutulur somut veriler istenmiştir.
İslam alimleri hangi sahada ve alanda olursa olsun, bu ilkeye riayet etmişler ve ortaya koydukları her hükmü elle tutulur, gözle görülür bir refaransla delillendirmişlerdir.
Mesela fıkıh ilmi, temelde Kur'an ve Sünnet'ten neşet eden bir ilimdir şeklinde ifade edilmiş ise de,
İmam Azam'ın versiyonuyla, "Kişinin lehinde ve aleyhinde olduğu şeyleri bilmesidir" şeklinde bir tanımlaması da yapılmıştır.
Fıkıh ilminde ortaya konan meselelerin hükümlerinin tamamının karşılıkları o ilim içersinde açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir.
Bina edilen hüküm, Farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh, müfsit ve haram gibi karşılıklarla isimlendirilmiştir.
İşte bu sahanın alimleri, bir meseleyi "farz" olarak hükme bağlamışlarsa ya da yukarıda ifade ettiklerimizden biriyle bir tesbitte bulunmuşlarsa,
O hükmün ve tesbitin refaranslarını da somut bir şekilde kitaplarında göstermişlerdir.
Daha baştan, ilmin namusu ekseninde ortaya koydukları kriterlere, sonradan ilimleri ekseninde tecavüz eden olmamışlar, cem'an ifade ettikleri kriterlere "sadık" kalmışlardır.
Allahü Teala cümlesinden razı olsun...
Lakin, ruhani alemde gezinenler, ruhani eylemlerini "somut" kılarak (nasıl oluyorsa),
Rüya yollu, ledün yollu, ilham yollu, keşif ve keramet yollu, "ilm'in namusu"na tecavüz etmeye yeltenmişlerdir. Açık açık bunu da ifade eden olmuşlardır. Bu da bir gerçektir.
Böyle bir şeyi başarabilirler mi, elbet de başaramazlar...
Ve hiçbir ilim de alim de buna müsaade etmemiştir.
Lakin ruhani yolda olanlar ve bu halleriyle de ayaklarını yere basmayanlar, kendilerine has ruhani kitaplarda bunları gündeme getirmişler, kendileriyle ve kendilerine initisap edenlerle debelenip durmuşlardır.
İlme, alime ve ilmin namusuna sahip çıkanlara selam olsun.
Alıntı