İsimler konusundaki tutumlar

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÜÇÜNCÜ KİTAP
ÂDÂB VE DUALAR


BİRİNCİ BÖLÜM İSİMLER VE KÜNYELER


HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) İSİMLER VE KÜNYELER KONUSUNDAKİ TUTUMLARI



A) İsimler Konusundaki Tutumları


1- Bazı İsimleri Değiştirmesi:



Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) buyurmuştur ki: "ALLAH katında en aşağılık isim, bir adama Melikü'l-emlâk = Hükümranlar Hü­kümranı şeklinde konan isimdir. ALLAH'tan başka hükümran yoktur."[744]

Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "ALLAH ka­tında en sevimli isim Abdullah ve Abdurrahman; en doğru isimler ise Ha­ris ve Hemmam'dır. En çirkin isimler de Harb ve Mürre'dir."[745]

Yine sahih bir rivayete göre buyuruyor ki: Erkek çocuğuna Yesâr, Rabâh, Necîh ve Eflah isimlerini koyma. Zira sen (onu aradığında) "Ora­da mı?" diye sorarsın, çocuk orada olmaz, "Hayır" cevabını alırsın[746]

Sahih bir rivayete göre Âsiye'nin ismini değiştirmiş ve: "Sen Cemîle'sin" buyurmuştur[747]

Cüveyriye'nin ismi Berre idi. ALLAH Rasûlü (s.a.) bu ismi Cüveyriye diye değiştirdi.[748] Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb diyor ki: ALLAH Rasûlü (s.a.) bu ismin konmasını yasakladı ve: "Kendinizi temize çıkarmayın. Al­lah, ihsan ve iyilik sahibi olanlarınızı sizden daha iyi bilir." buyurdu.[749]

Esram'm ismini Zür'a diye[750]' Ebu'I-Hakem'in ismini Ebu Şurayh di­ye değiştirdi[751]'

Saîd b. Müseyyeb'in dedesi Hazn'ın ismini Sehl diye değiştirdi. Kabul etmek istemedi ve: "Sehl, çiğnenir ve basite alınır.*' dedi[752]

Ebu Davud diyor ki: Hz. Peygamber (s.a.) Âs, Azız, Atle, Şeytan, Hakem, Gurâb, Hubâb ve Şihâb adım taşıyan kimselerin adlarını değiştir­di, Hişâm adını koydu. Harb adım taşıyan kimseye Silm ismini koydu. "Muzdaci"' yerine "Münbais" adını verdi. "Arz-ı Afre" deyimi yerine "Arz-ı Hadıra" tâbirini koydu. "Şi'bu'd-Dalâle" adını taşıyan yere "Şi'bu'1-Hüdâ" adım verdi. "Benu'z-Zinye" kabilesinin adım "Benu'r-Rişde" diye değiş­tirdi. "Benû Muğviye" kabilesine ise "Benû Rişde" adım verdi.[753]


2- Bu Konunun İncelikleri:



İsimler, mânaların kalıpları ve onları gösteren kılavuzlar oldukları için hikmet, isimlerle mânalar arasında bir irtibat ve tenasübün bulunmasını, isimle mânanın birbiriyle hiç ilişiği bulunmayan tam yabancı durumunda olmamalarını icabettirdi. Zira hakimin hikmeti bunu kabullenmez. Realite bunun aksine tanıklık eder. Hatta güzellik-çirkinlik, hafiflik-ağırlık ve incelik-yoğunluk hususlarında isimlerin, kendilerini taşıyanlarda bir etkileri ve ad­ları taşıyanların isimlerden bir etkilenmeleri sözkonusudur. Nitekim bir şâ­ir der ki:

"Gözlerin bir lâkablı kimse görse, nâdir haller dışında, onun mânası, düşünsen, lâkabmdadır."

Hz. Peygamber (s.a.) güzel ismi severdi. Kendisine bir haberci gönder­mek istediklerinde ismi güzel, yüzü güzel birini göndermelerini emreder­di/11* Gerek rüyada, gerekse uyamk halde iken mânaları isimlerinden çı­karırdı. Nitekim gördüğü bir rüyada kendisi ashabıyla birlikte Ukbe b. Râfi'in evinde bulunuyordu; kendilerine İbn Tâbe adı verilen hurmadan sunuldu. Hz. Peygamber (s.a.) bunu; dünyada yücelik ve ahirette mutlu

Bu konu içinde geçen isimlerin Türkçe karşılıkları şöyle: Melikü'l-emlâk: Hü­kümranlar hükümranı, bütün mülkün sahibi; Abduliah: ALLAH'ın kulu; Abdurrahman: Rahman'ın kulu; Haris: Çiftçi, ziraatçi; Hemmâm: Azimkar, aktif; Harb: Savaş; Mürre: Tatlının zıddı, acı; Yesâr: Kolaylık, bolluk; Rabâh: Kâr, kazanç; Necîh: İş bitiren, sabırlı, başaran; Eflah: Umduğunu bulmuş, a.rzu ettiği her şeye kavuşmuş; Âsiye: İs­yankâr; Cemüe: Güzel; Cüveyriye: Kadıncık veya komşucuk; Berre: Çok ihsan ve iyilik eden (ALLAH'ın isimlerinden biri de Berr ismidir); Esram: En keskin; Zür'a: To­hum, tarla; Ebu'l-Hakem: Hakem babası; Şurayh: Ekini kuşlardan koruyan yahut birini diğerine sevdiren adamcağız; Hazn: Keder, üzüntü, sert yer; Sehî: Koiay; As: Zor, sert, sarp; Aziz: Galip, kuvvetli, üstün (ALLAH'ın isimlerindendir); Atle: Obur, şerre koşan, sert, kaba; Gurab: Karga, kar, dolu; Hubâb: Su kabarcığı; Şihâb: Alev, parlak yıldız, ateş koru; Hişâm: Cömert; Silm: Barış; Muzdacî: Yan yatan; Münbais: Gönderilen; Arz-ı Afre: Bakır esmeri renginde arazi; Şı'bu'd-Dalâle: Dalâlet Vadisi; Şibu'1-Hüdâ: Hidayet Vadisi; Benu'z-Zinye: Piçler, zinaoğulları (zinye kelimesi ayrıca bir adamın iîk doğan çocuğuna da denir); Benû Rişde: Nesebi sahihoğulian, helâlzâ-deler; Benû Muğviye: Azdıranoğuîları.

II. Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 274. Ebu Hureyre'den gelen bu hadisin senedinde zayıf bir râvi vardır. Bezzâr (s.242) Büreyde'den buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir; râvileri sikadır. Metindeki hadis bununla güç kazanır. Sehavî, el-Makâsıdii'l-Hasene adlı eserinde (s. 82) hadisi Ebu Hureyre ve Büreyde'den kaydettikten sonra: "Biri diğerini takviye eder." diyor.sonun kendilerine ait olduğu, ALLAH'ın kendileri için seçtiği dînin kemâle erdiği ve hoş bir hal aldığı şeklinde yorumladı[754] Hudeybiye anlaşması­nın olduğu gün kendisine Süheyl b. Amr'm gelmesini işlerinin kolaylaştığı şeklinde yorumladı.[755]

Hz. Peygamber (s.a.) bir keresinde bir grup insanı bir koyunun sütü­nü sağmaya davet etti. Sağmak için bir adam ayağa kalktı. Hz. Peygamber (s.a.) "İsmin ne?" diye sordu. Adam "Mürre" cevabını verdi. Peygambe­rimiz "Sen otur" dedi. Bir başkası ayağa kalktı. Ona da: "İsmin ne?" diye sordu. Adam -sanırım- "Harb" cevabını verdi. Peygamberimiz "Sen de otur" dedi. Bunun üzerine bir diğeri ayağa kalktı. Ona da "Senin ismin ne?" diye sordu. Adem "Yaîş = yaşar" cevabım verince "Sen sağ!" buyurdu.[756]

Kötü isimli yerleri ve oralardan geçmeyi sevmezdi. Gazalarından biri sırasında iki dağ aralığına gelince, dağların adlarını sordu. "Fâdıh ve Muhzî" dediler. Bunun üzerine onlardan bir başka yöne saptı, aralarından geçme­di. (Fâdıh = Utandırıcı, yüz kızartıcı iş; Muhzî = Utanç veren, yüz karası).

İsimlerle o isimleri taşıyanlar arasında, varlıkların kalıpları ile haki­katleri arasında ve ruhlarla bedenler arasında var olan bir irtibat, tenasüp ve yakınlık mevcut olduğundan akıl, bunların birinden diğerine geçer. Ni­tekim îyâs b. Muâviye ve daha başkaları bir şahsı görür "Adının şöyle şöyle olması gerekir" der ve hemen hemen de bu tahminlerinde yanılmaz-lardı. Bunun zıddı, zihnin isimden, ismi taşıyana intikal etmesi de sözko-nusudur. Örneğin; Ömer Îbnü'l-Hattâb (r.a.) üe_hir adam arasında şu ko­nuşma geçer:

Hz. Ömer:

—Adın nedir?

—Cemre,

—Babanın adı nedir?

—Şihâb

—Kimlerdensin?

—Huraka'dan

—Nerede oturuyorsun?

—Harretü'n-nâr'da.

—Evin nerede?

.—Zât-ı Lezâ'da.

—Çabuk git, evin yandı.

Adam derhal gitti. Evini aynen Hz. Ömer'in dediği şekilde buldu[757]' (Cemre: Kor; Şihâb: Alev; Huraka: Yakanlar; Harretü'n-Nâr: Ateş ocağı; Zât-ı Lezâ: Ateşli, alevli).

Görüldüğü gibi Hz. Ömer, sözlerden onların ruhlarına ve mânalarına intikal etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Hudeybiye günü Süheyl isminden işlerinin kolaylaşacağı anlamını çıkarmış ve hakîkaten de öyle olmuştu. Hz. Peygamber (s.a.) ümmetine isimlerini güzel koymalarım em­retti ve onlara, kıyamet günü bu isimlerle çağrılacaklarını haber verdi. Bunda -ALLAH daha iyi bilir ya- herkesin huzurunda (kıyamet günü) güzel isim ve o güzel isme uygun vasıfla çağrılmak için isimlerin güzelliğine münasip şekilde güzel davranışlar göstermeye, fiilleri iyileştirmeye bir tenbih vardır.

Hz. Peygamber (s.a.) için O'nun vasfından, manasıyla uyum içinde bulunan iki isim nasıl türetildi bir düşün! Ahmed ve Muhammed isimleri. Hz. Peygamber (s.a.) kendisinde övülen sıfatların çokluğundan ötürü "Muhammed" ve bu sıfatların başka kimselerin sıfatlarına karşı şeref ve üstünlükleri bulunduğundan ötürü de "Ahmed"dir. İsim, kendisini taşı­yanla tıpkı ruhun bedenle irtibatı gibi bir irtibat sağlamıştır. Hz. Peygam-ber'in (s.a.) Ebu'l-Hakem b. Hişâm'a, Ebu Cehl (cehaletin babası) künye­sini vermiştir ki, bu onun vasıf ve manasıyla uyum içinde olan bir künye­dir. Yaratıkların bu künyeye en müstehak olanı odur. Aynı şekilde ALLAH Teâlâ'mn Abduluzzâ'ya Ebu Leheb (ateş yalımı babası) künyesini vermesi

de böyledir. Ebu Leheb'in gideceği yer alev alev yanan, yalımları yükselen ateş olduğu için bu künye ona daha lâyık ve daha muvafık olmuştur. Bu künyeye en müstehak ve yaraşır olan odur.

Hz. Peygamber (s.a.) Medine'ye geldiğinde şehrin adı Yesrib idi. Bun­dan başka bir isimle bilinmezdi. Hz. Peygamber (s.a.) bu ismi "Taybe" ismiyle değiştirdi.[758] Tesrîb (kınamak, azarlamak) kökünden gelen yesrib kelimesinin ifade ettiği şey, tîb (hoş, temiz, güzel) kökünden gelen Taybe kelimesinin anlamında var olan şeyle ondan uzaklaşınca bu isme hak ka­zandı ve bununla güzelliği bir kat daha arttı. Böylece güzelliği, ismi almaya hak kazanmasında etkili oldu ve bu isim güzelliğine güzellik kattı.

Güzel isim, kendisini taşıyanı icabettirdiğinden ve onu yakından iste­diğinden ötürü Hz. Peygamber (s.a.) bazı Arap kabilelerini ALLAH'a ve Al­lah'ın birliği inancına çağırırken onlara: "Ey Benî Abdillah ( = ALLAH kulu­nun oğulları)! Doğrusu ALLAH, hem sizin isminizi ve hem de babanızın ismi­ni güzel eylemiş" diye hitap etti. Bak, Hz. Peygamber (s.a.) babalarının isminin güzelliği ve bu isimde daveti gerekli kılan bir anlamın bulunması münasebetiyle onları nasıl ALLAH'a kulluğa davet etmiştir? Bedir savaşında düello yapan altı kişinin isimlerini düşün: Kader, o gün, isimlerinin halleri­ne uymasını nasıl icabettirdi? Kâfirler şunlardı: Şeybe, Utbe ve Velid. Üç isim de zayıflık anlamı taşır. Velîd (-yeni doğmuş çocuk) ismi başlangıç­taki zayıflığı, Şeybe ( = ihtiyarlık) ismi nihayetteki zayıflığı ifade eder. Ni­tekim ALLAH Teâlâ buyuruyor ki: "Sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlük­ten sonra bir kuvvet veren, sonra da kuvvetin ardından bir güçsüzlük ve ihtiyarlık veren ALLAH'dır."[759] Utbe kelimesi ise, ateb ( = aksaklık, nok­sanlık) kökünden türetilmiştir. Bu adamların isimleri başlarına gelen bir noksanlığı ve kendilerine ulaşan bir güçsüzlüğü göstermektedir. Müslümanlardan onların akranları ise Ali, Ubeyde ve Haris idi. ALLAH onlardan razı olsun. Üç isim de onların vasıflarına uygun düşmektedir[760] Bu vasıflar: Üstün gelmek, kulluk ve ziraatçilikten ibaret olan çalışmak. Bu sahabîler kullukları ve âhiret tarlasında çalışmaları sayesinde onlara galip gelmişlerdir.

İsim, kendisini taşıyanı icabettirdiği ve onda tesirli olduğu için ALLAH katında isimlerin en sevimlisi, Abdullah ve Abdurrahman gibi kendileriyle ALLAH'ın, vasıfların en sevimlisi ile nitelenmesini gerektiren isimler olmuş­tur. Kulluğun ALLAH ve Rahman isimlerine izafe edilmesi, bu iki isimden başka Kahir ve Kadir gibi isimlere izafe edilmesinden (yani Abdullah ve Abdurrahman isimleri Abdülkâhir ve Abdüikâdir isimlerinden) ALLAH ka­tında daha sevimlidir. Öyleyse Abdurrahman ismi ALLAH katında Abdüikâ­dir isminden, Abdullah ismi ise Abdürabbih isminden daha sevimlidir. Zi­ra kulla ALLAH arasındaki ilişki hâlis kulluktur; ALLAH'la kul arasındaki iliş­ki hâlis rahmettir. Kulun varlığı ve bu varlığının kemâli O'nun rahmetiyle meydana gelmiştir. ALLAH'ın ona vücut vermesinin gayesi, kulun severek, korkarak, ümit ederek, saygı ve tazim göstererek yalnızca ALLAH'a kulluk etmesidir. Böylece ALLAH'a kul olur. ALLAH isminde, O'ndan başkasında bu­lunması imkânsız olan tanrılık anlamı var olduğu için O'na kulluk etmiş­tir. ALLAH'ın rahmeti gazabına galip ve rahmet O'nun katında gazaptan daha sevimli olduğundan ötürü Abdurrahman ismi O'na göre Abdülkâhir isminden daha sevimli olmuştur. [761]

[744] Buharî, 78/114; Müslim, 2143; Tirmizî, 2839; Ebu Davud, 4961.

[745] Ebu Davud, 4950; Nesâî, 6/218, 219; Buharî, el-Edebu'l-Müfred, 2/277. Senedinde meçhul bir râvi vardır. Diğer râvileri sikadır. Hadisi Müslim (2132) ile Tirmizî (2835 ve 2836) şu metinle rivayet ederler: "ALLAH katında isimlerinizin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahman'dır."

[746] Müslim, 2137; Tirmizî, 2838; Ebu Davud, 4958. Hattabî diyor ki: Hz. Peygamber (s.a.) burada hem hadisin anlamını hem de bu isimleri koymanın yasaklanma sebebim açıklamıştır. Şöyle ki; Araplar bu isimler ve bu anlama gelen isimlerle ya hayır ve iyilik bekleme, ya da sözlerinin güzelliği ile uğur umma hedefini güdüyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.), bu isimlendirmelerle güttükleri hedeflerin ters etki yaparak aleyhle­rine dönüşmemesi için bu şekil isimlendirmelerden onlarf sakındırdı. Zira sordukları vakit "Yesâr orada mı?", "Rabâh" orada mı?" diyecekler; "Hayır" cevabını aldık­larında ise bundan işkillenecekler, bunu uğursuzluk sayacaklar ve İçlerinde kolaylık ve basandan ümit kesme duygusunu saklayacaklardır. İşte bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.), ALLAH Teâlâ'ya karşı kötü zan beslemelerine~~yor-açacak ve kalblerine O'nun hayrından ümit kesme duygusu aşılayacak olan sebebi onlara yasaklamıştır.

[747] Müslim, 2139; Ebu Davud, 4952.

[748] Müslim, 2140.

[749] Müslim, 2142 (19).

[750] Ebu Davud, 4954. Senedi sahihtir.

[751] Ebu Davud, 4955; Nesâî, 8/226, 227; Buharı, el-Edebü'l-Müfreâ. Mikdâm b. Şurayh'm babasından, onun da dedesi Hânî'den rivayetine göre Hânî, kabilesi ile birlikte Aİİah Rasûlü'ne (s.a.) elçi olarak geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.) kabilesinin ona Ebu'I-Hakem künyesiyle hitap ettiğini işitti. Bunun üzerine onu yanma çağırdı ve: "Hakem yalnız ALLAH'tır. Hüküm de yalnız O'nundur. Niçin Ebu'l-Hakem künyesini aldın?" dedi. O da: "Kabilem bir konuda ihtilâfa düştü. Bana geldiler, aralarında hakemlik yaptım. Her iki grup da hoşnud oldu." cevabını verdi. Bu sözler üzerine ALLAH Rasûlü (s.a.): "Bu ne güzel! Çocuklarının ismi nedir?" dedi. O sahabî de: "Benim Şurayh, Müslim ve Abdullah adında oğullarım var" karşılığını verdi. Hz. Peygamber (s.a.): "En büyükleri hangisi?" diye sordu. "Şurayh" cevabını alınca da "Sen, Ebu Şurayh'sm" buyurdu. Hadisin senedi sahihtir.

[752] Buharî, 78/107; Ebu Davud, 4956.

[753] Ebu Davud (4956), bu sözlerini Sünen'inde bir önceki hadisi kaydettikten sonra söylü­yor ve ekliyor: "Bunların senedlerini kısa olsun diye terkettim."

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/339-340.

[754] Müslim, 2270; Ebu Davud, 5025; Ahmed, 3/286.

[755] Buharı, 54/15; Ahmed, 4/330. İkrime diyor ki: (Anlaşma için) Süheyl b. Amr gelince Hz. Peygamber (s.a.): "İşiniz kolaylaştı" buyurdu. Ibn Hacer diyor ki: Bu hadis mür-seldir. (Çünkü İkrime tâbiindendir). Ibn Abbas'ı senedde zikrederek hadisi mevsûl olarak rivayet edene rastlamadım. Ancak îbn Ebi Şeybe, Seleme b. Ekva'dan mevsûl olarak şu şekilde bir şâhid hadis kaydeder: Kureyş, Hz. Peygamber (s.a.) ile anlaşma yapmak üzere Süheyl b. Amr ve Huveytıb b. Abdüluzzâ'yı gönderdi. Hz. Peygamber (s.a.) Süheyl'i görünce "İşimiz kolaylaştı" buyurdu. Taberânî de Abdullah b. Sâib'-den buna benzer bir hadis rivayet etmektedir.

[756] Mâlik, Muvatta, 2/973. Hadis mürsel yahut mu'daldır. îbn Abdilber, îbn Vehb -îbn Lehîa - Haris b. Yezîd - Abdurrahman b. Cübeyr - Yaîş el-Gıfârî senediyle mevsûl olarak rivayet etmiştir. Tahkikçiler seneddeki râvilerin sika olduklarını söylemişlerse de bizzat bu kitabın metninde de pek çok kereler geçtiği üzere Ibn Lehîa genellikle muhaddisler arasında zayıf kabul edilen bir ravidir.

[757] Mâlik, Muvaita, 2/973. Hadis mürseldir. Ebu'l-Kâsım b. Bişrân, FevdKfinde Musa b. Ukbe - Nâfi' - îbn Ömer senediyle mevsûl olarak rivayet etmiştir.

[758] Buharî, 29/3; Müslim, 1392. Ebu Humeyd anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.) Tebük seferinden dönüp Medine'ye tepeden baktığı vakit: "Bu şehir Tâbe -bir rivayette Taybe-dir." buyurdu. Müslim'in (1385) Câbir b. Semüre'den rivayet ettiği bir hadiste ise "ALLAH, Medine'ye Tâbe adını koydu." buynıluyor. Ebu Davud et-Tayâlisî bu hadisi MÇsned'inde (2/204) Câbir b. Semüre'den "Halk, Medine'ye Yesrib diyordu. Hz. Peygamber (s.a.) ona Tâbe adını koydu." şeklinde rivayet ediyor. Buharı (29/2) ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadiste ALLAH Rasûlü (s.a.) buyuruyor ki: "Ben bir şehre (hicret etmekle) emrolundum ki, o şehir diğer şehirleri yer (yani halkı, diğer şehirlerin halkını yener). Oraya Yesrib diyorlar. Oysa o, Medine (şehir, medeniyet merkezi)'dir. Bu şehir körüğün, demirin cürufunu giderdiği gibi insanların cürufunu sürüp dışarı atar, kötü insanlardan kendisini temizler."

[759] Rum, 30/54.

[760] Sebep olarak ileri sürüien bu husus söz götürür. Çünkü müslümanlardan düelloya çıkan üçüncü kişi Hz. Peygamberin (s.a.) amcası Hz. Hamza idi. Ubeyde ve Haris aynı şahıstır. Ubeyde, İbnü'i-Hâris'tir. Maamafih Hamza kelimesi "a'rslan" anla­mındadır.

[761] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/341-345.
 
Üst Alt