mahzungarip
Yönetici
Iskat
Acaba ibadet etmeksizin şu kulluk borcu olan taatimiz ıskat edilerek düşürülebilir mi? Yada fakir fukaraya maddi destek vermekle onlar bizim yerimize oruç tutup namaz kılıp, ibadetle mesul olduğumuz kulluğumuzdan men ettirebilirler mi? Aslında böyle bir soru akabinde yüzlerce soruyu getirecektir. Zira ibadet etmeksizin her hangi bir şekilde muaf olabiliyorsak o zaman namaz kılmaya ne gerek var? Parasını verip kurtulalım gibi birçok soruyla karşılaşırız ki bunlardan biri ve en önemlisi madem böyle bir şey var Hz. Peygamber ve ashabı neden uygulamadı. Kaldı ki namaz kılanlar o zaman büyük bir külfet içerisindeler ki aklın yolu bir kaidesi sırrınca kolayı varken hiçte akıllı bir yol gözükmeyecektir zor olanı seçmek! Bu konunun anlaşılması için öncelikle ıskat nedir nasıldır bir görelim bakalım.
İskat-ı Salât (Namazın Zimmetten Düşürülmesi)
Herhangi bir sebeple vaktinde kılamayan ve böylece mükellefin zimmetinden borç olarak geçmiş bulunan namazların bir tek ödeme yolu vardır, o da kaza etmek, yani geçmiş namazları kılmaktır. Bundan başka namazın zimmetten düşürülmesi için meşru bir yol yoktur.
Tutulamayan oruçlar namaz gibi değildir. Oruç için fidye verilmesi hakkında nass (delil) vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde;
“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[1] Buyrulmuştur.
Oruç için fidye sebep olan acizliği dikkate alarak namaz için fidye verilmesi kıyas edilemez. Çünkü oruç borcunun fidye ile ödenmesi, orucu makul olmayan misliyle ödemektir ki, (buna cevaz veren delil vardır.) namazın da bu şekilde fidye ile ödenmesini oruca kıyas etmek, makul olmayan misliyle ödemeye başka bir şekil kıyas etmektir ki bu kıyas caiz değildir.
Ancak, oruçta fidye sebebinin acizlik olduğu ihtimalini dikkate alan bir kısım İslam âlimleri: “Aynı sebep namaz için de söz konusudur. Böyle olmasa bile, namaz için verilen fidyeler, günahların silinmesine vesile olan bir iyiliktir” diyerek ima ile de olsa vaktinde kılamadan ve sonra da kaza edemeden ölen mükelleflerin kılamadığı namazlar için fidye verilmesi vasiyet etmesini yararlı görmüşlerdir.
İma ile de kılmaya gücü olmadığı namazları kılamayan ve kaza edecek şekilde sağlığına kavuşamadan ölen kimsenin, Bunlar için fidye verilmesi vasiyet etmesi gerekmez.
Vasiyet edilen fidyeler, ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden verilir. Ölünün öyle bir vasiyeti yoksa varislerin fidye vermesi gerekmez. Ancak varislerin teberru olarak fidye vermeleri caizdir.
Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Ancak yaptığı ibadetin sevabını bağışlayabilir.
Bazı kimselerin fakirlere para vererek, ölü için namaz kıldırmaları ve oruç tutturulmalarının aslı yoktur.[2]
Özet olarak; akıl baliğ olan erkek ve kadın her müslümanın ibadetle mesul olduğu kulluk borcunu yerine getirmeme gibi bir isteği hâsıl oluyorsa eğer, ya çocuk yaşta iken ölmüş olması gerekir ki (Efendimiz a.s çocukların İslam fıtratı üzere doğduklarını belirtmiş) bu meyanda elbette henüz akil baliğ olmamışken ölen çocuk yaştaki insanların kulluk ifasından muaf olduklarını bilmekteyiz. İbadet-i tattan muaf olabilmek için ya mecnun olup, aklı olmayanın dinide yoktur hadisi sırrınca bir kurtuluş, yada hayvan olmak gerekir ki muaf olunabilsin. Akıl sahibi ve de yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılan insan kulluk etmiyor, ne deli ne çocuk nede hayvan değilse eğer, kulluktan ve hesap vermeden kaçmak istiyorsa o zamanda tasarrufunda bulunduğu şu koskoca kâinat Hükümdarının sarayını terk etmeli ki O’nun nimetlerinden uzak durmakla hesapsız kalabilsin. Böyle bir şey de mümkün olamadığı için kula kulluktan başka bir yol gözükmemektedir. Zira kâinat sarayını terk ediyorum ey şu koskoca evrenin Halık’ı diyen insan dışarı çıkabilse bile, kâinatın küçültülmüş hali olan insanı yani bedenini nasıl terk edecek? Yokluk yok olduğuna göre ve bizlerde varlık âleminde olduğumuza göre hiçbir şekilde kurtuluş yoktur ki Kur’an bize o gün kulluktan kaçan kâfirlerin keşke toprak olsaydım diyeceğini haber vermektedir.[3]
Aklı olduğu halde aklını kullanamayan insanlığından istifa etmiş bakar körlerin hayvanlardan daha aşağı derekelerde olacağını bildiren Allah, bakmaz mısınız, görmez misiniz, düşünmez misiniz ve akletmez misiniz gibi tehditlerle uyarmakta ve yol göstermektedir. İnsan yaratılmışların en şereflisi, en mükemmeli olduğu halde hayvanlardan aşağı derekelere düşmesinin sebebi, aklı olduğu halde aklını kullanmayıp nefsiyle hareket ettiği için, aklı olmayıp nefsi olan hayvanlarla bir olmayıp daha aşağısına düşer. Yine aynı şekilde kulluğuyla aklın yolunu seçip, nefsiyle hareket etmeyen insanların ise yine nefsi olmadığı halde aklı olan meleklerin bile üst makamına çıktığını ve meleklerin o kula gıpta ile baktığını bilmekteyiz. Zira meleklerin makamı sabittir. İslam şeriatınca uygulanan ve belli şartlar ve ölçülerde kişiye hadlerin yani cezaların müstahak görülmesi de yine akıl nimetiyle alakalıdır. Bu konuda Muhyiddin-i Arabî hazretleri Tefsir-i Kebir-i Te’vilat eserinde, adam öldüren bir insana kısasın uygulanması o insanın öfkesinin aklının önüne geçtiği için, dolayısıyla aklını kullanmadığındandır ve yine aynı şekilde zina edene uygulanan cezanın da yine nefsin akılın önüne geçip aklını kullanmayışındandır diye tefsir etmiştir. Demek ki sorumluluğumuz akılla başlar, aklın olmayışıyla kalkar.
İhsan ÇALIŞIR
[1]Bakara, 2/184
[2] Diyanet İslam İlmihali Sayfa 200
[3] Nebe, 78/40
Acaba ibadet etmeksizin şu kulluk borcu olan taatimiz ıskat edilerek düşürülebilir mi? Yada fakir fukaraya maddi destek vermekle onlar bizim yerimize oruç tutup namaz kılıp, ibadetle mesul olduğumuz kulluğumuzdan men ettirebilirler mi? Aslında böyle bir soru akabinde yüzlerce soruyu getirecektir. Zira ibadet etmeksizin her hangi bir şekilde muaf olabiliyorsak o zaman namaz kılmaya ne gerek var? Parasını verip kurtulalım gibi birçok soruyla karşılaşırız ki bunlardan biri ve en önemlisi madem böyle bir şey var Hz. Peygamber ve ashabı neden uygulamadı. Kaldı ki namaz kılanlar o zaman büyük bir külfet içerisindeler ki aklın yolu bir kaidesi sırrınca kolayı varken hiçte akıllı bir yol gözükmeyecektir zor olanı seçmek! Bu konunun anlaşılması için öncelikle ıskat nedir nasıldır bir görelim bakalım.
İskat-ı Salât (Namazın Zimmetten Düşürülmesi)
Herhangi bir sebeple vaktinde kılamayan ve böylece mükellefin zimmetinden borç olarak geçmiş bulunan namazların bir tek ödeme yolu vardır, o da kaza etmek, yani geçmiş namazları kılmaktır. Bundan başka namazın zimmetten düşürülmesi için meşru bir yol yoktur.
Tutulamayan oruçlar namaz gibi değildir. Oruç için fidye verilmesi hakkında nass (delil) vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde;
“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[1] Buyrulmuştur.
Oruç için fidye sebep olan acizliği dikkate alarak namaz için fidye verilmesi kıyas edilemez. Çünkü oruç borcunun fidye ile ödenmesi, orucu makul olmayan misliyle ödemektir ki, (buna cevaz veren delil vardır.) namazın da bu şekilde fidye ile ödenmesini oruca kıyas etmek, makul olmayan misliyle ödemeye başka bir şekil kıyas etmektir ki bu kıyas caiz değildir.
Ancak, oruçta fidye sebebinin acizlik olduğu ihtimalini dikkate alan bir kısım İslam âlimleri: “Aynı sebep namaz için de söz konusudur. Böyle olmasa bile, namaz için verilen fidyeler, günahların silinmesine vesile olan bir iyiliktir” diyerek ima ile de olsa vaktinde kılamadan ve sonra da kaza edemeden ölen mükelleflerin kılamadığı namazlar için fidye verilmesi vasiyet etmesini yararlı görmüşlerdir.
İma ile de kılmaya gücü olmadığı namazları kılamayan ve kaza edecek şekilde sağlığına kavuşamadan ölen kimsenin, Bunlar için fidye verilmesi vasiyet etmesi gerekmez.
Vasiyet edilen fidyeler, ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden verilir. Ölünün öyle bir vasiyeti yoksa varislerin fidye vermesi gerekmez. Ancak varislerin teberru olarak fidye vermeleri caizdir.
Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Ancak yaptığı ibadetin sevabını bağışlayabilir.
Bazı kimselerin fakirlere para vererek, ölü için namaz kıldırmaları ve oruç tutturulmalarının aslı yoktur.[2]
Özet olarak; akıl baliğ olan erkek ve kadın her müslümanın ibadetle mesul olduğu kulluk borcunu yerine getirmeme gibi bir isteği hâsıl oluyorsa eğer, ya çocuk yaşta iken ölmüş olması gerekir ki (Efendimiz a.s çocukların İslam fıtratı üzere doğduklarını belirtmiş) bu meyanda elbette henüz akil baliğ olmamışken ölen çocuk yaştaki insanların kulluk ifasından muaf olduklarını bilmekteyiz. İbadet-i tattan muaf olabilmek için ya mecnun olup, aklı olmayanın dinide yoktur hadisi sırrınca bir kurtuluş, yada hayvan olmak gerekir ki muaf olunabilsin. Akıl sahibi ve de yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılan insan kulluk etmiyor, ne deli ne çocuk nede hayvan değilse eğer, kulluktan ve hesap vermeden kaçmak istiyorsa o zamanda tasarrufunda bulunduğu şu koskoca kâinat Hükümdarının sarayını terk etmeli ki O’nun nimetlerinden uzak durmakla hesapsız kalabilsin. Böyle bir şey de mümkün olamadığı için kula kulluktan başka bir yol gözükmemektedir. Zira kâinat sarayını terk ediyorum ey şu koskoca evrenin Halık’ı diyen insan dışarı çıkabilse bile, kâinatın küçültülmüş hali olan insanı yani bedenini nasıl terk edecek? Yokluk yok olduğuna göre ve bizlerde varlık âleminde olduğumuza göre hiçbir şekilde kurtuluş yoktur ki Kur’an bize o gün kulluktan kaçan kâfirlerin keşke toprak olsaydım diyeceğini haber vermektedir.[3]
Aklı olduğu halde aklını kullanamayan insanlığından istifa etmiş bakar körlerin hayvanlardan daha aşağı derekelerde olacağını bildiren Allah, bakmaz mısınız, görmez misiniz, düşünmez misiniz ve akletmez misiniz gibi tehditlerle uyarmakta ve yol göstermektedir. İnsan yaratılmışların en şereflisi, en mükemmeli olduğu halde hayvanlardan aşağı derekelere düşmesinin sebebi, aklı olduğu halde aklını kullanmayıp nefsiyle hareket ettiği için, aklı olmayıp nefsi olan hayvanlarla bir olmayıp daha aşağısına düşer. Yine aynı şekilde kulluğuyla aklın yolunu seçip, nefsiyle hareket etmeyen insanların ise yine nefsi olmadığı halde aklı olan meleklerin bile üst makamına çıktığını ve meleklerin o kula gıpta ile baktığını bilmekteyiz. Zira meleklerin makamı sabittir. İslam şeriatınca uygulanan ve belli şartlar ve ölçülerde kişiye hadlerin yani cezaların müstahak görülmesi de yine akıl nimetiyle alakalıdır. Bu konuda Muhyiddin-i Arabî hazretleri Tefsir-i Kebir-i Te’vilat eserinde, adam öldüren bir insana kısasın uygulanması o insanın öfkesinin aklının önüne geçtiği için, dolayısıyla aklını kullanmadığındandır ve yine aynı şekilde zina edene uygulanan cezanın da yine nefsin akılın önüne geçip aklını kullanmayışındandır diye tefsir etmiştir. Demek ki sorumluluğumuz akılla başlar, aklın olmayışıyla kalkar.
İhsan ÇALIŞIR
[1]Bakara, 2/184
[2] Diyanet İslam İlmihali Sayfa 200
[3] Nebe, 78/40