İSLAM’A YENİ KATILANLAR
Elbette ki sen Ölülere asla duyuramazsın ve sırtlarını dönüp uzaklaşan, kalbi körelmişlere de çağrını duyuramazsın. Kalpleri kör olanları, sapıklıklarından döndürüp, doğru yola iletemezsin. Sen davetini ancak, mesajlarımıza inananlara ve böylece kendilerini bize teslim edenlere duyurabilirsin. [264]
Kim Allah’a inanırsa O da onun gönlüne doğru yolu ilham eder. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Allah’a ve O’nun elçisine itaat edin, eğer yüz çevirip uzaklaşırsanız bilin ki elçimizin görevi ancak bu mesajı açık bir şekilde size iletmektir. [265]
Müminlerden bir topluluğun Habeşistan’a hicret etmiş olması, Resulüllah’ın İslâm davetinde herhangi bir değişikliğe neden olmadı. O, yine eskisi gibi gizli-açık, bireysel-toplumsal davetine aynen devam ediyordu. Bu durum Mekke ileri gelenlerini daha da öfkelendirdi. Resulüllah’ın Mekke’de çok az sayıda müminle kalmış olmasına rağmen İslâm davetinde hiçbir şekilde geri adım atmamasını büyük bir cüretkarlık olarak değerlendirip, İslâm davetini önlemeye yönelik yeni tedbirler düşündüler. Fakat önceki karar ve uygulamalarından biliyorlardı ki, alaylar, aşağılamalar, yalanlamalar, baskılar ve işkenceler Resulüllah’ı hiçbir şekilde engellemiyordu. Mekke ileri gelenleri bu durumda büyük bir öfkeyle köpürüp taşmaktan başka bir şey yapamadılar. Ancak bazı kişisel tepkilerden de geri kalmadılar. Ebû Cehil’in gerçekleştirdiği kişisel tepki bunlardan birisi oldu. Fakat bu da aleyhlerine döndü ve Resulüllah’ın amcası Hamza’nm İslâm’a girmesine vesile oldu.
Hamza b. Abdülmuttalib’in İslâm’a Girişi
İslâm’a ve Resulüllah’a karşı öfkeyle dolu olan Ebû Cehil, Resulüllah’la karşılaştığı günlerin birisinde kin ve düşmanlığını dile getirip, Resulüllah’a ağır hakaretler yaptı, küfürler savurdu. Resulüllah onun bu kötü, aşağılık söz ve davranışları karşısında hiçbir şey demeden evine gitti. Çok üzülmüştü, ama yapabileceği bir şey voktu. Ebû Cehil ise, Resulüllah’a hakaret ettikten sonra her zaman olduğu gibi Kabe’nin yanında oturan Mekke eşrafının toplantı yerine gitti ve sohbet halkasına katıldı.
Resulüllah’ın amcası Hamza b. Abdülmuttalib kahramanlığıyla ün yapmış birisiydi. O zamana kadar yeğeninin daveti karşısında sesiz kalmış, olumlu veya olumsuz bir tavır sergilememişti. Ebû Cehil’in Resulüllah’a hakaret ettiği gün, her zaman yaptığı üzere, ava çıkmıştı, Ebû Cehil eşrafla sohbet ederken avdan döndü. Dışarıdan gelişlerinde Kabe’yi tavaf etmeden ve Mekke eşrafıyla görüşüp, konuşmadan evine gitmezdi. Bu sefer de, alışkanlığı gereği, Kabe’ye doğru giderken, kısa süre önce Ebû Cehil’in Resulüllah’a yaptıklarına ve söylediklerine şahit olan bir kadın, Hamza’nın karşısına çıkarak görüp, duyduklarını anlattı: ‘Ey Umare’nin babası biraz önceki gördüklerimi görseydin hiç dayanamazdın, Ebû’l Hakem, biraz önce yeğenine demediğini bırakmadı. Hiç hoşuna gitmeyecek, duymak istemeyeceğin şeyler söyledi. Muhammed ise hiç karşılık vermedi. Sessizce evine gidip, kapandı’.
Hamza, duydukları karşısında büyük bir öfkeye kapıldı. Yeğeninin aşağılanmasına ve özellikle de yeğeninin bahane edilerek Haşim oğullarının aşağılanmasına razı olmadı. O öfke ile doğruca Mekke eşrafının toplantı yerine gitti. Hiçbir şey demeden Ebû Cehil’in başına dikilip, elindeki yayı olanca gücüyle Ebû Cehil’in başına indirdi. Ebû Cehil’in başı yaralandı, kan akmaya başladı. Çevrede bulunanlardan bazıları duruma müdahale edip, Hamza’yı tutmaya çalıştılar. Ebû Cehü’e yönelik bu davranışının nedenini tahmin ettikleri için de, tedirgin bir şekilde ‘Ey Hamza! seni dininin terk etmiş birisi gibi görüyoruz’ dediler. Hamza ise o öfke ile kararını açıkladı: ‘Bundan sonra ben de Muhammed’in yanındayım. O’nun söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum. Ben de O’nun dinine giriyorum. Bunu kabul etmeyip, engellemek isteyen varsa çıksın karşıma’. Gençlerden birkaç kişi ayağa kaı-karak Hamza’ya müdahele etmeye niyetlendiler. Fakat, olayların başlatıcısı olan Ebû Cehil, Hamza’ya fiilî müdahalenin neden olacağı muhtemel olumsuz gelişmeleri tahmin ederek, o gençleri engelleyip, ‘Yapmayın. Bırakın Ebû Umare’yi. Ben onun yeğenine-gerçekten kötü davrandım dedi.
Hamza öfke ile bir karar vermişti. Halbuki daha önce yeğeninin davetini kabul etmeyi hiç düşünmemişti. Kararını eşrafa bildirdikten sonra evine gitti. Öfkeyle verdiği kararını düşündü. Doğru mu yapmıştı? Kararından dönse miydi? Bir yığın sorularla dolu bir zihinle o geceyi geçirdi. Sonunda kesin kararını verdi. Sabah olunca ResulüUah’a giderek durumunu açıklayıp, İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi. Hamza’nın mümin olması Mekke eşrafını düşüncelere sevk edip, korkuturken; başta Resulüllah olmak üzere müminleri sevindirdi. Müminler Hamza’nın islâm’a girişiyle kuvvet kazandılar, güvenleri arttı. Hamza’nın islâm’a girişinin verdiği cesaret ve güvenle olsa gerek, takip eden günlerden birinde, Ebû Bekir bir karar verdi. Gayesi Kabe’ye giderek açıktan Kur’an okumaktı. Bu amaçla Kabe’nin yanma, Mekke eşrafının toplantı mahallinin (Dâru’n Nedve’nin) yakınma giderek, Kur’an okumaya başladı. Eşraf şaşırdı. Ancak çabucak şaşkınlıklarını üzerlerinden atıp Ebû Bekir’e saldırdılar. Onu çok ağır bir şekilde dövdüler. Çevreden yetişenler Ebû Bekir’i baygın şekilde oradan uzaklaştırıp evine götürdüler.
Değişmeyen Özellikler
Müşrikler, Resulüllah’m davetiyle, davetin konusu olan ilâhî esaslarla İlgili ciddi olmayan tartışmalar açarak, insanların düşüncelerinde islâm davetini doğru anlamalarına engeller oluşturmaya çalışıyorlardı. Bu çoktandır yapageldikleri bir şeydi. Fakat, bilindiği üzere, onların İslâm’a yönelik muhalefetleri sadece düşünce planında gerçekleşmedi. Düşünce planındaki bu muhalefetlerinin yanı sıra, müminlerle alay etmek, aşağılamak, tehdit etmek, işkenceler yapmak ve hatta öldürmek gibi fiilî engellemelere de sıklıkla müracaat ettiler. Her iki Habeşistan hicreti de bu ortam içerisinde gerçekleşti. Resulüllah’ın hicrete katılmayıp Mekke’deki zorluk günlerine razı olması ise, müşrikleri sinirlendirip, iyice azdırdı. Zorbalıklarını hepten artırdılar. Bu nedenle birçok defa Resulüllah’m şahsına yönelik saldırılarda bulundular. Bu saldırılarından birisinde, ResulüUah’a zarar verip, tokatladılar. Çevreden yetişen bazı kimseler Resulüllah’ı müşrik zorbaların elinden kurtardılar. Resulüllah’m basma gelenleri duyunca koşup gelen Ebû Bekir’in eşrafın yüzüne karşı söylediği sözler tevhid-şirk mücadelesinin değişmeyen bir özelliğini dile getiriyordu: ‘Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürüyor musunuz?’ Her şey açıktı; Resulüllah insanları ahlâksızlığa, zorbalığa, kötülüğe çağırmamıştı. Daha da önemlisi, ahlâkî meziyetlere çağırıyordu. Mekke toplumu için olsa olsa tek suçu vardı, o da şirki reddedip ‘Rabbim sadece Allah’tır’ demesi. Bunun karşılığı ise zorbalık, hakaret, dayak olamazdı; ama müşrikler böyle düşünmüyorlardı.
Müminlerin büyük bir kısmının Habeşistan’a hicret ettiği günlerdi. Daha birkaç gün önce Hamza islâm’a girmiş, müminler Hamza’nın İslâm’a girişiyle büyük bir sevince kavuşmuşlardı. Fakat durumda önemli bir değişiklik olmadı. Müşrikler bütün zorbalıklarryla yapacaklarını yapmaya devam ettiler. Bu sıralarda Resulüllah’a Mü’min (Gafır) suresinin bir bölümü vahyolundu. Vahyolunan ayetlerde, Hz. Musa ve Harun’un, Firavun gibi tarihin en büyük zorbasına rağmen gerçekleştirdikleri İslâm davetinin bir kesiti anlatılıyordu. Söz konusu ayetlerde iki peygamber kardeşten, zorba idarenin failleri olan Firavun, Hâmân ve Karun’a gidip Allah’ın ayetlerini bildirmelerinin ve zorbalığı terk etmelerinin istenmesi anlatılıyordu, iki kardeş emrin gereğini yerine getirirler. Fakat reddedilirler. Üstelik Firavun ve adamları, ilâhî çağrıyı seyrinden saptırıp, çarpıtmaya çalışırlar. Hz. Musa ve Harun’u sihirbaz olmakla itham ederler. Hz. Musa ve Harun çağrılarına ısrarla devam edip, söyleyeceklerini söylemeye, zorbaların zorbalıklarını gözler önüne sermeye devanı ederler. Firavun sisteminin elebaşları, ilâhî çağrıyı çarpıtma girişimleri bir fayda sağlamayınca son bir çare olarak fiilî zorbalıklarını sergilemeye karar verirler. Birbirlerine ‘Onunla beraber inananların oğullarım öldürün, kadınlarını sağ bırakın! [266] derler. Bu genel karara karşılık, Firavun daha özel bir kararını dile getirir: ‘Bırakın Musa’yı öldüreyim de Rabb’ine şalvarsın (bakalım Rabb’i onu kurtarabilecek mi?) Çünkü ben Musa’nın dininizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde bozgunculuk (karışıklık) çıkarmasından korkuyorum.[267]
Bütün bunlar, Resulüllah’ın ve yanındaki müminlerin başlarına gelenlerin benzerleriydi. Mü’min sûresinin ilgili ayetlerinde açıklanan şeylerle, Resulüllah’ın başına gelenler arasındaki tek fark isimlerdi. Bir yanda Hz. Musa ve Harun diğer yanda Hz. Muhammed. Bir yanda Firavun, Haman, Karun ve adamları diğer yanda Velid b. Muğire, Utbe b. Rabia, Âs b. Vâil, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ömer b. Hat-tab… Bu durum, Mü’min sûresinin önemini Resulüllah açısından daha da artırıyordu. Bu sûreyle Resulüllah’a, kendi başına gelenlerin tevhid-küfür mücadelesinin değişmeyen özellikleri olduğu bildirilip, kalbinin sağlamlaştırılması amaçlanırken; diğer yandan da müşriklere, söylediklerinin ve yaptıklarının Firavun ve adamları gibi tarihin en zorba şahsiyetlerinin söz ve işlerine benzediği, sonları belli olan seleflerinin bu olumsuz özelliklerini devam ettirirlerse kendi sonlarının da farklı olmayacağı bildirilmiş oluyordu. Fakat bu sûrede bazı ayetler vardır ki, bunlar bilhassa Resulüllah’a özel mesajlar veriyordu. Açıklanmıştı ki; Firavun ve adamlarının Hz. Musa ve Harun ile diğer müminleri katletmeyi planladıkları, müminlerin bu karar karşısında çaresiz olduğu bir anda, Firavun ve adamlarının hiç ummadığı bir şey gerçekleşmişti. Firavun ailesinden, Firavun’un en yakınlarından ve yönetimde söz sahibi olanlardan birisi, zorba kararın alındığı anda ortaya çıkıp, konuşmaya başlamıştı: ‘Rabbim Allah’tır dediği için bu adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabbnizden deliller getirmiştir. Eğer yalancı olursa yalanı kendi zararınadir. Ve eğer doğru söylüyorsa size vadetliklerinin (hiç değilse) bir kısmı başınıza gelir. Şüphesiz Allah aşın giden, yalancı olan kimseleri doğru yola iletmez. Ey Kavmim! Bugün mülk sizindir. Burada siz hakimsiniz (Ancak) eğer (Allah’ın hışmı) bize gelirse, kim bizi Allah’ın hışmından kurtaracak?.[268]
Bu çok önemliydi. Sûreyle, Resulüllah’a tevhid-küfür mücadelesinin hep aynı olan özelliklerinin neler olduğu bir kez daha bildiriliyor ve yine tevhid-küfür mücadelesinin değişmeyen özelliklerinden birisi olan Allah’ın müminlere yardımının yakın olduğu müjdeleniyordu. Hz. Musa ve kardeşinin, en kritik anda, bizzat Firavun’un en yakınlarından birisinin hidayete erdirihnesiyle desteklenmesi gibi, Resulüllah’ın da benzer nitelikte bir destekle karşılaşacağının müjdesi veriliyordu. O aşamada Resulüllah’ın hiçbir şekilde ‘Artık davete yönelenler bulunmuyor. Bu iş olmayacak’ gibi olumsuz düşüncelere kapılmaması gerektiği, dolaylı bir şekilde de olsa ayetle bildirilmiş oluyordu. Yapması gereken, durumunu devam ettirmesi ve daveti sürdürmesiydi.
Firavun ailesinden olan müminin, imanını açığa vurup, Hz. Musa ve kardeşini destekleyerek Firavun ve adamlarını şaşkına çevirmesini nakleden ayetlerin vahyolunmasını takiben, Resulüllah da Mekke ileri gelenlerinden kimin mümin olabileceğini düşünmeye başladı. Bu kişinin Mekke eşrafında olmasının yanı sıra, genç ve güçlü olmasını tercih ederdi. Velid b. Muğire, Âs b. Vâil veya Utbe b. Rabia olmamalıydı, çünkü onlar her ne kadar Mekke’de sözü geçen kişilerse de oldukça yaşlıydılar ve otorite artık gün geçtikçe gençlere geçiyordu. Ebû Cehil ve Ömer b. Hattab önemliydi. Bunlar, Dâru’n Nedve’nin en önemli üyelerinden olmalarının yanı sıra, Mekke’de sözü geçenlerden ve gençlerden idiler. Bu düşünceler Resulüllah’ı dua etmeye yöneltti. Bu iki müşrikten birisinin islâm’a girmesi için Allah’a dua etti: ‘Allah’ım! şu iki adamdan, Ebû Cehil veya Ömer b. Hattab’dan birisini İslâm ile aziz kı [269] dedi.
Mü’min sûresinde açıklandığı üzere, Hz. Musa ve Harun, nasıl ki Firavun’un en yakınlarından birisi ile desteklemişlerse, Hz. Muhammed’in de aynı şekilde desteklenebileceği müjdesinin ve Resulüllah’ın bu yöndeki dualarının gereği olarak, Ömer b. Hattab şirkin bataklığından İslâm’ın izzet ve şerefine yöneltildi. Hem de Ömer b. Hattab, bu değişimi eline kılıcını alıp, öldürmek niyetiyle Resulüllah’ı köşe bucak aradığı gün yaşadı. Böylelikle, küfrün, sapıklığın, kötülüğün, pisliğin, zorbalığın zirvesinden, İslâm’ın izzet ve şeref zirvesine geçti.
Ömer b. Hattab’ın İslâm’a Girişi
Mekke eşrafından ve müşriklerin en zorbalarından birisi olan Ömer b. Hattab’ın islâm’a girişi, ikinci Habeşistan hicretinden sonraki bir zamanda, Hz. Hamza’nm Müslüman oluşunu takip eden günlerden birisinde gerçekleşti. İslâm’a girişine vesile olan olaylar şu şekilde gelişti: Habeşistan’a hicret karan veren Amir b. Rabi’a ve eşi, yol hazırlıkları yaparlarken Ömer b. Hattab tarafından görüldüler. Ömer b. Hattab ne yaptıklarını sordu. Onlar da ‘Allah’ın arzında bir başka yere gideceğiz. Çünkü sizler bizlere çok zulmedip, zorbalık yaptınız’ dediler. Bu ifadeler Ömer b. Hattab’ın etkiledi, hatta biraz üzdü. Yakın zamana kadar komşuları, arkadaşları olan bu değerli insanların, kendilerinin zulüm ve baskıları nedeniyle perişan bir Şekilde yuvalarını terk edip başka memleketlere gitmeleri, kalbindeki şirk katılığını biraz da olsa sarstı. Onun bu üzüntüsünü fark eden Amir b. Rabi’a ve eşi, bir anlık onun islâm’a girmeye meylettiğini düşündülerse de, ‘Hattab’ın eşeği Müslüman olurda, Ömer yine de olmaz’ diyerek düşüncelerinin ne kadar anlamsız olduğunu kendi aralarında konuştular. Bu önemli bir tespitti, çünkü Ömer b. Hattab müminlere en şiddetli tepkileri veren ve işkenceler uygulayan müşriklerden birisiydi. Takip eden günlerde de durumu değişmedi.
Mekke meclisinin toplanıp, Resulüllah’ı davasından vazgeçirmenin yeni yöntemlerini tespit etmeye çalıştıkları bir gün, Ömer b. Hattab bir teklifte bulundu. Artık köklü bir çözümün gerektiğini ifade etti. Bu çözüm ise belli olmuştu; Resulüllah’ı öldürmek. Ancak daha önceleri de bazen dillendirilmiş bu konuyu Haşim oğullarının tepkisi nedeniyle uygulamaya koyamamışlardı. Ömer bu işi üstlenebileceğini, Haşim oğullarının öfke ve tepkisine sadece kendisinin muhatap olacağını söylüyordu. Bu bireysel bir girişim olarak takdim edilecekti. Toplantıda bulunanlar Ömer b. Hattab’m bu işi üzerine alması karşısında, artık problemlerinin sona ereceği, eski rahat günlerine kavuşacakları düşüncesiyle sevindiler. Ömer b. Hattab vakit kaybetmeden kılıcını kuşanıp Resulüllah’ı bulup öldürmek için yola çıktı. Yolda, Nuaym b. Abdullah’la karşılaştı. Ömer b. Hattab’ı kılıcım kuşanmış ve kararlı bir halde bir yere giderken gören Abdullah, merakla nereye gittiğini sordu. Ömer b. Hattab, niyetini ve gerekçesini açıklamakta sakınca görmedi: ‘Kureyş’in işini darmadağın eden, akıllarımızı akılsızlık sayan, dinimizi ayıplayan, ilâhlarımıza dil uzatan, atalarımızın yolunu bırakıp, yeni bir yol edinen Muhammed’i öldürmeye gidiyorum’. Nuaym b. Abdullah, bu kararın akıllıca alınmış bir karar olmadığını düşündü. Resulüllah’ı öldürmesi durumunda Ömer b. Hattab’m ve ailesinin zarar göreceğinden emindi. Kaygılı bir sesle ‘Ey Ömer!’ dedi ‘Sen yanlış iş yapıyorsun. Öjken seni aldatmış. Muhammed’i öldürecek olursan Haşim oğullarının seni yeryüzünde sağ bırakacaklarını mı sanıyorsun? Sen Muhammed’i bırak da, yapmayı düşündüğüne önce kendi ailenden başla. Çünkü kız kardeşin ve enişten de Muhammed’e tabi olmuş durumdalar’.
Ömer b. Hattab’m eniştesi, ünlü hanif Zeyd b. Amr’ın oğlu Said b. Zeyd idi. Said b. Zeyd, risâletin daha ilk günlerinde eşi Fâtıma ile birlikte İslâm davetini kabul etmişti. Ekonomik durumları iyi olduğu için Habbab b. Eret yanlarında kalıyor, onun ihtiyaçlarını da karşılıyorlardı. Habbab b. Eret ise Resulüllah’tan öğrendiği ayetleri onlara okuyup, öğretiyordu. Çünkü, Said b. Zeyd ve eşi, müşriklerin neden olduğu olumsuz şartlar gereği Resulüllah’la fazla görüşemiyorlar di; Resu-lüllah ile irtibatlarını Habbab b. Eret sağlıyordu. Ömer b. Hattab Resulüllah’ı öldürmek niyetiyle yola çıkıpta Nuaym b. Abdullah’la karşılaştığı ve ondan eniştesi ile kız kardeşinin islâm davetini kabul ettiklerini duyduğu sırada, Said b. Zeyd ve eşi Fâtıma, Habbab b. Eret’ten Kur’an dinliyorlardı.
Ömer b. Hattab, eve iyice yaklaşınca içeriden gelen seslerden Kur’an okunduğunu anladı. Öfkeyle kapıya dayanıp, yumruklamaya başladı. Said b. Zeyd hemen Habbab b. Eret’i sakladı. Fâtıma da okunan Kur’an sayfalarını sakladı. Fakat Ömer b. Hattab duyacağını duymuştu. Hışımla içeri dalıp, ne okuduklarını sordu. Cevap alamadı. Bu sefer Nuaym b. Abdullah’tan duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Ancak cevabı beklemeden saldırıya geçip, eniştesi Said b. Zeyd’e vurmaya başladı. Öfkeden gözleri dönmüş, ne yaptığını bilmez haldeydi. Kız kardeşi araya girip, kocasını ağabeyinin elinden kurtarmaya çalıştı. Fakat ne mümkün! Ömer büyük bir öfkeyle kız kardeşine de vurmaya başladı. Fâtıma’nın başı yarıldı; eli-yüzü kan içinde kaldı. Said b. Zeyd ve eşi pasif kalmanın, suçlu gibi sessiz durmanın çözüm olmadığını anlayınca, gerçeği ifade ettiler: ‘Evet İslâm’a girdik. Allah’a ve O’nun elçisine inanıp, tasdik ettik. Sen istediğini yap. Biz yine durumumuzu değiştirmeyeceğiz’. Bu kararlı ifadeler Ömer’i şaşırttı. Her tarafları kanlar içerisindeki kardeşine ve eniştesine baktı. Onların hiçte korkmayan duruşları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kararlı sözler karşısında sarsıldığını hissetti. Yumuşak bir üslûpla, “Biraz önce okuduklarınızı bana da gösterin. Bakayım Muhammed size neler öğretiyor’ dedi. Sonra kendisine uzatılan ve üzerinde Tâ-Hâ sûresinin bir kısım ayetlerinin yazılı olduğu sayfayı alıp okumaya başladı:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana bu Kur’an’ı üzülüp sıkıntı çekmen için indirmedik. Sadece Allah’tan korkan kimselere bir öğüt, bir uyarı olsun diye indirdik. Kur’an, yeri ve gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir. O sınırsız rahmet sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur. Göklerde, yerde, göklerle yer arasında ve yer altında ne varsa, hepsi O’nundur. Sözü ister gizle, ister açığa vur, O insanın gizli düşüncelerini de bilir, gizlinin gizlisi duygularım da. Allah, O’ndan başka gerçek hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler O’nundur. Musa’nın başından geçen olaylardan haberin var mı? Hani O, uzakta bir ateş görmüştü ve ailesine: ıSiz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm. Belki size, omdan bir parçakor getiririm, yahut orada, ateşin yanında bir yol gösterici bulurum’ demişti. Fakat ateşe yaklaşınca, kendisine ‘Ey Musa!’ diye seslenildi. ‘Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarım çıkar, çünkü sen, kutsal vadi Tuvâ’dasın. Ben, seni kendime elçi olarak seçtim. Öyleyse sana vahyolunanı dinle. Gerçek şu ki, ben Allahım. Benden başka gerçek ilâh yok; o halde yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazında devamlı ve duyarlı ol. Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkesin peşinde koştuğu şeylerin tam karşılıklarını bulmaları için, onun vaktini bildirmeyip gizli tutuyorum. Bunun içindir ki, onun geleceğine inanmayıp, sadece kendi arzu ve tutkularının peşine düşen kimseler, seni ona inanmaktan alıkoymasınlar, yoksa sen de helak olursun. O sağ elindeki nedir ey Musa?’ Musa: ‘Bu benim değneğim’ dedi. ‘Buna dayanırım, bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım onu.’ Allah: ‘Onu bırak, ya Musa buyurdu. Bunun üzerine, Musa onu attı. Bir de ne görsün, hızla hareket eden bir yılan. Allah dedi ki: ‘Onu tut, korkma, biz onu eski haline döndüreceğiz. Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık eseri olmadan, başka bir delil olarak bembeyaz çıksın. Böylece sana, en büyük delillerimizden bir kısmını gösterelim. Şimdi Firavun’a git, şüphe yok ki, O pek azdı.’
Musa yalvararak: ‘Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, Dilimdeki düğümü çöz ki, söylediklerimi tam olarak çınlayabilsinler. Bana, ailemden de bîr yardımcı ve destek ver, Kardeşim Harun’u, arka olsun bana, O’nunla kuvvetlendir beni, işime ortak et O’nu. Böylece, senin yüceler yücesi adım insanlar katında daha yükseklere çıkaralım. Seni çokça analım. Muhakkak ki sen, bizi bütün varlığımızla görmektesin.’ Allah: ‘istediğin şey sana verildi, ey Musa!’ dedi. ‘Zaten sana, geçmişte bir kere daha lütufta bulunmuştuk. Sen doğduğun zaman, annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik. O’nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak, ırmak O’nu kıyıya çıkaracaktır. O’nu benim de, O’nun da düşmanı olan biri alıp evlat edinecektir. Ve böylece daha o çağda kendi katımdan bir sevgiyle seni kuşattım ki; benim korumam ve esirgemem altında senin için belirlediğim kader gereğince yetişip olgunlaşasın diye. Hani kız kardeşin gitmiş de, ‘O’nun bakımını üstlenecek bir ev halkını size gösterebilir miyim?’ demişti. Böylece annen ütülmesin, sevinsin diye seni ona döndürdük. Ve büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman, birini öldürmüştün. Fakat biz, bu yüzden içine gömüldüğün sıkıntıdan, seni kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk. Bu olaydan sonra, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda benim takdirime uyarak, işte buraya geldin ey Musa! Çünkü ben seni, kendime elçi olarak seçmiştim. Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun’a götürün, beni anmayı ihmal etmeyin. Firavun’a gidin. Çünkü O, gerçekten azdı. Ama O’nunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını basma toplar, yahut da olur ki korkar.’ Musa ile Harun: ‘Ey Rabbimiz!’ dediler. ‘Korkarız, hakkımızda çok aşın davranır yahut da büsbütün azar.’ Allah: ‘Korkmayın!’ buyurdu. ‘Şüphesiz ben sizinle beraberim, olacak şeylerin hepsini İşitir ve görürüm. Hemen ona gidin ve deyin ki: Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz, israil oğullarının bizimle gelmesine izin ver ve onlara artık işkence etme.
Biz sana, Rabbimizden delille geldik. Selâmet ve saadete erenler ancak doğru yolu tutanlardır. Bize vahyedildi ki, Allah’ın azabı, peygamberleri yalan sayıp, onlara sırt çevirenlere erişir.’ Fakat Allah’ın bu mesajları kendisine iletilince, Firavun: ‘Fy Musal Sizin Rabbİniz de kimmiş?’ dedi. Musa, ‘Rabbi-miz her şeye yaratılıştaki özellik ve biçimim veren ve sonra onu, yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir’ dedi. Firavun: ‘Peki, binden önce gelip geçen İlk asırlardaki insanların hali ne olacak?’ dedi. Musa: ‘Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim neyamhr, ne unutur’ dedi. O Rab ki, yeryüzünü size bir beşik yapmış, hayatınızı kolaylaştırmak için, onun üzerinde yollar açmış, üzerinize gökten su indirip o su ile çiftler halinde çeşitli bitkiler çıkarmıştır. Yiyiniz, hayvanlarınızı otlatınız, şüphe yok ki bunlarda, aklı başında olup anlayan insanlar için ibretler vardır. Şöyle ki, sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz, yine ondan sizi bir kere daha çıkaracağız. Gerçek şu ki, biz Firavun’a bütün ayetlerimizi gösterdik. Onları yalan saydı ve kabule yanaşmadı. Firavun dedi ki: ‘Ey Musa! Sen büyülerinle, bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Madem öyle, biz de sana senin büyün gibi bir büyü getireceğiz. Aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de, sen ve biz vaadimizden caymayalım, düz ve geniş bir yerde karşılaşalım.
Musa dedi: ‘Karşılaşma zamanı, herkesin ve her şeyin süslenip, bayram edileceği şenlik günü olsun. Halk kuşluk vakti toplansın.’ Bunun üzerine Firavun, danışmanlarıyla görüşmek üzere çekildi. Bütün hilelerini hazırladı, topladı, sonra buluşma yerine geldi. Musa onlara: ‘Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabı ile kırar geçirir. Zaten böyle yalan uyduran kimse, baştan kaybetmiş demektir!’ dedi. Firavun ve sihirbazları, kendi aralarında yapacakları şey konusunda tartışarak görüşüp konuşmalarını gizli tuttular. Şöyle diyorlardı birbirlerine: ‘Musa ile Harun iki büyücüdür. Sihir yoluyla sizi ülkenizden çıkarmak ve geleneksel yaşama tarzınız olan örnek yolunuzu ortadan kaldırmak istiyorlar. Bunun içindir ki, ey Mısırlı sihirbazlar düzenleyeceğiniz oyuna iyi karar verin ve tek bir güç olarak boy gösterin. Çünkü bugün üstün gelen, gerçekten başarmış olacaktır.’ Sihirbazlar ‘Ey Musa!’ dediler: ‘Hünerini önce sen mi ortaya atacaksın, yoksa biz mi atalım?’
Musa: ‘Hayır, önce siz atini’ dedi. Ve derken onların ipleri ve değnekleri büyüleri sayesinde, gerçekten hareket ediyormuş gibi görünüyordu. Musa bu manzarayı görünce, birdenbire içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘Üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindeki sopanı at, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun. Çünkü onların bütün yaptıkları sihirden ibaret, zaten büyücü nerede olursa olsun, umduğuna eremez’- Ve sonunda büyücüler secde ederek yere kapandılar ve ‘Biz artık Musa’nın ve Harun’un Rabbine inandık!’ diye haykırdılar. Firavun: ‘Ben size izin vermeden önce O’na inandınız ha!’ dedi. ‘Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız O olmalı. Bana karşı gelmenizden dolayı ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli!’
İman eden sihirbazlar Firavun’a dediler ki: ‘Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı, artık yaratanımıza tercih edemeyiz seni, elinden geleni yap, zaten senin hükmün sadece şu dünya hayatında geçer. Açıkçası biz, hatalarımızı ve bize sihirle zorla yaptırdığın hatadan dolayı, girdiğimiz günahian bağışlaması umuduyla, Rabbimize inandık. Çünkü Allah’ın mükâfatı daha hayırlı, cezası da daha süreklidir.’ Ve her kim Rabbine günaha batmış bir vaziyette gelirse, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar. Oysa Rabbinin huzuruna dürüst ve erdemli davranışlar ile mümin olarak çıkan kimseye gelince, en yüksek makamlar işte böylelerinin olacaktır.
Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kalacaklardır. İşte bu kendilerini günahlardan temizleyen ve arınanların mükafatıdır.[270]
Ömer, elindeki yazılı ayetleri okudukça şaşırdı. Anlatılanlar Muhammed ile kendilerinin durumuna ne kadar çok benziyordu. Ancak, bu okuduklarına göre kendileri yanlış tarafı temsil ediyordu. Okuduklarının etkilendi. Şaşkın bir şekilde; ‘Bu sözler ne kadar güzel, ne kadar değerli’ demeye başladı. Bunun üzerine Habbab b. Eret saklandığı yerden çıkarak; ‘Ey Ömer! Umarım Resulüllah’ın duası kabul olunacak’ dedi. Ömer daha da şaşırdı. Ne demek istediğini sordu. Habbab b. Eret, Resulüllah’ın, önceki gün Ebû Cehil’in veya Ömer’in islâm’a girmesi için Allah’a dua ettiğini söyledi. İşittikleri Ömer’in iç dünyasını alt üst etti. Garipleşti. Ayakları bedenini taşımakta zorlandı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Habbab’ın ‘Ya Ömer Allah’tan kork, Allah’tan kork’ sözlerinin de etkisiyle ‘Beni Muhammed’in yanına götürün’ dedi.
Resulüllah, Ebû Bekir, Hamza, Ali, Bilâl olmak üzere Habeşistan’a hicret etmemiş veya hicretten sonra Müslüman olmuş kişilerle Dâru’l Erkan’da oturuyordu. Bir ara Ömer’in Dâru’l Erkam’a doğru geldiğini fark ettiler. Müminlerden bazıları Ömer’in belinde kılıçla geldiğini görünce tedirgin oldular. Resulüllah’a bir zarar vermesinden korktular. Hamza kılıcına sarılarak, korkacak bir şey olmadığını, ona müdahale edip, durduracağını söyledi. Gayet sakin bir halde olan Resulüllah ‘Ona izin verin girsin’ diyerek müminleri durdurdu. Kalkıp Ömer’e doğru yürüdü. Avluya girmiş olan Ömer’e yaklaştı ve yanında durup, kuşağından tutarak hızla çekti: ‘Ey Ömer! Buraya neden geldin? Allah’a yemin olsun ki başına bir musibet gelmeden duracağın yok’ dedi. Bu sözler karşısında, Ömer, geliş amacını açıkladı: ‘Ey Allah’ın Resulü! Ben buraya, Allah’a ve Allah’ın Resulüne, Allah’ın Resulüne inen şeylere iman edeyim diye geldim’. Müminler şaşırdılar, sevinçle birbirlerine sarıldılar. Büyük bir sevinçle tekbir getirmeye başladılar:
‘Allahu Ekber! Allah’u Ekber!’
Ömer bir müddet Dâru’l Erkan’da kaldı, Resulüllah’la konuştu. Daha sonra evine gitti. İslâm’a girmişti ama kafası karmakarışıktı. Butun bir gece, kararını, bir gün içinde geçirdiği büyük değişikliği düşündü. Yeni durumunu en kısa zamanda Mekke’de ilan etmeye karar verdi. Sabah olunca Mekke’nin en dedikoducularından Cemil b. Mamer’i bulup, ‘Ey Cemil! Biliyor musun? Ben Muhammed’in dinine girdim’ dedi. Ve bunu, Cemil’in sayesinde bir anda bütün Mekke ileri gelenleri duydular. Şaşkınlık içerisinde kalakaldılar. Hep birlikte birazdan yanlarına gelen Ömer’le tartışıp, yaptığı işin yanlışlığını anlatmaya çalıştılar. Tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü. Eşrafın yaşlılarından Âs b. Vâil’in araya girmesiyle kavga yatıştı.
Ömer’in islâm’a girmesi, Mekke müşriklerini daha çok korku ve kaygılara sevk ederken, müminleri sevinçlere boğdu. Onun islâm’a girmesi, müminler için büyük bir zafer oldu. Müminler Ömer’in islâm’a girişi nedeniyle yaşadıkları mutluluğu ilan etmek ve müşriklere de gözdağı vermek için toplanıp hep birlikte Kabe’ye giderek namaz kıldılar. Böylelikle, müşrik saltanatın gün geçtikçe daha da sarsıldığını açıkça göstermiş oldular.
[264] Rûm sûresi, 30: 52,53 [265] Teğabun sûresi, 64: 11,12
[266] Mümin, 40:25
[267] Mü’min, 40:26
[268] Mü’min, 40:28,29
[269] Ibn Ishak, Siyer 241; Tirmizî, Menükıb, 50
[270] Tâ-Hâ, 20:1
Elbette ki sen Ölülere asla duyuramazsın ve sırtlarını dönüp uzaklaşan, kalbi körelmişlere de çağrını duyuramazsın. Kalpleri kör olanları, sapıklıklarından döndürüp, doğru yola iletemezsin. Sen davetini ancak, mesajlarımıza inananlara ve böylece kendilerini bize teslim edenlere duyurabilirsin. [264]
Kim Allah’a inanırsa O da onun gönlüne doğru yolu ilham eder. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Allah’a ve O’nun elçisine itaat edin, eğer yüz çevirip uzaklaşırsanız bilin ki elçimizin görevi ancak bu mesajı açık bir şekilde size iletmektir. [265]
Müminlerden bir topluluğun Habeşistan’a hicret etmiş olması, Resulüllah’ın İslâm davetinde herhangi bir değişikliğe neden olmadı. O, yine eskisi gibi gizli-açık, bireysel-toplumsal davetine aynen devam ediyordu. Bu durum Mekke ileri gelenlerini daha da öfkelendirdi. Resulüllah’ın Mekke’de çok az sayıda müminle kalmış olmasına rağmen İslâm davetinde hiçbir şekilde geri adım atmamasını büyük bir cüretkarlık olarak değerlendirip, İslâm davetini önlemeye yönelik yeni tedbirler düşündüler. Fakat önceki karar ve uygulamalarından biliyorlardı ki, alaylar, aşağılamalar, yalanlamalar, baskılar ve işkenceler Resulüllah’ı hiçbir şekilde engellemiyordu. Mekke ileri gelenleri bu durumda büyük bir öfkeyle köpürüp taşmaktan başka bir şey yapamadılar. Ancak bazı kişisel tepkilerden de geri kalmadılar. Ebû Cehil’in gerçekleştirdiği kişisel tepki bunlardan birisi oldu. Fakat bu da aleyhlerine döndü ve Resulüllah’ın amcası Hamza’nm İslâm’a girmesine vesile oldu.
Hamza b. Abdülmuttalib’in İslâm’a Girişi
İslâm’a ve Resulüllah’a karşı öfkeyle dolu olan Ebû Cehil, Resulüllah’la karşılaştığı günlerin birisinde kin ve düşmanlığını dile getirip, Resulüllah’a ağır hakaretler yaptı, küfürler savurdu. Resulüllah onun bu kötü, aşağılık söz ve davranışları karşısında hiçbir şey demeden evine gitti. Çok üzülmüştü, ama yapabileceği bir şey voktu. Ebû Cehil ise, Resulüllah’a hakaret ettikten sonra her zaman olduğu gibi Kabe’nin yanında oturan Mekke eşrafının toplantı yerine gitti ve sohbet halkasına katıldı.
Resulüllah’ın amcası Hamza b. Abdülmuttalib kahramanlığıyla ün yapmış birisiydi. O zamana kadar yeğeninin daveti karşısında sesiz kalmış, olumlu veya olumsuz bir tavır sergilememişti. Ebû Cehil’in Resulüllah’a hakaret ettiği gün, her zaman yaptığı üzere, ava çıkmıştı, Ebû Cehil eşrafla sohbet ederken avdan döndü. Dışarıdan gelişlerinde Kabe’yi tavaf etmeden ve Mekke eşrafıyla görüşüp, konuşmadan evine gitmezdi. Bu sefer de, alışkanlığı gereği, Kabe’ye doğru giderken, kısa süre önce Ebû Cehil’in Resulüllah’a yaptıklarına ve söylediklerine şahit olan bir kadın, Hamza’nın karşısına çıkarak görüp, duyduklarını anlattı: ‘Ey Umare’nin babası biraz önceki gördüklerimi görseydin hiç dayanamazdın, Ebû’l Hakem, biraz önce yeğenine demediğini bırakmadı. Hiç hoşuna gitmeyecek, duymak istemeyeceğin şeyler söyledi. Muhammed ise hiç karşılık vermedi. Sessizce evine gidip, kapandı’.
Hamza, duydukları karşısında büyük bir öfkeye kapıldı. Yeğeninin aşağılanmasına ve özellikle de yeğeninin bahane edilerek Haşim oğullarının aşağılanmasına razı olmadı. O öfke ile doğruca Mekke eşrafının toplantı yerine gitti. Hiçbir şey demeden Ebû Cehil’in başına dikilip, elindeki yayı olanca gücüyle Ebû Cehil’in başına indirdi. Ebû Cehil’in başı yaralandı, kan akmaya başladı. Çevrede bulunanlardan bazıları duruma müdahale edip, Hamza’yı tutmaya çalıştılar. Ebû Cehü’e yönelik bu davranışının nedenini tahmin ettikleri için de, tedirgin bir şekilde ‘Ey Hamza! seni dininin terk etmiş birisi gibi görüyoruz’ dediler. Hamza ise o öfke ile kararını açıkladı: ‘Bundan sonra ben de Muhammed’in yanındayım. O’nun söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum. Ben de O’nun dinine giriyorum. Bunu kabul etmeyip, engellemek isteyen varsa çıksın karşıma’. Gençlerden birkaç kişi ayağa kaı-karak Hamza’ya müdahele etmeye niyetlendiler. Fakat, olayların başlatıcısı olan Ebû Cehil, Hamza’ya fiilî müdahalenin neden olacağı muhtemel olumsuz gelişmeleri tahmin ederek, o gençleri engelleyip, ‘Yapmayın. Bırakın Ebû Umare’yi. Ben onun yeğenine-gerçekten kötü davrandım dedi.
Hamza öfke ile bir karar vermişti. Halbuki daha önce yeğeninin davetini kabul etmeyi hiç düşünmemişti. Kararını eşrafa bildirdikten sonra evine gitti. Öfkeyle verdiği kararını düşündü. Doğru mu yapmıştı? Kararından dönse miydi? Bir yığın sorularla dolu bir zihinle o geceyi geçirdi. Sonunda kesin kararını verdi. Sabah olunca ResulüUah’a giderek durumunu açıklayıp, İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi. Hamza’nın mümin olması Mekke eşrafını düşüncelere sevk edip, korkuturken; başta Resulüllah olmak üzere müminleri sevindirdi. Müminler Hamza’nın islâm’a girişiyle kuvvet kazandılar, güvenleri arttı. Hamza’nın islâm’a girişinin verdiği cesaret ve güvenle olsa gerek, takip eden günlerden birinde, Ebû Bekir bir karar verdi. Gayesi Kabe’ye giderek açıktan Kur’an okumaktı. Bu amaçla Kabe’nin yanma, Mekke eşrafının toplantı mahallinin (Dâru’n Nedve’nin) yakınma giderek, Kur’an okumaya başladı. Eşraf şaşırdı. Ancak çabucak şaşkınlıklarını üzerlerinden atıp Ebû Bekir’e saldırdılar. Onu çok ağır bir şekilde dövdüler. Çevreden yetişenler Ebû Bekir’i baygın şekilde oradan uzaklaştırıp evine götürdüler.
Değişmeyen Özellikler
Müşrikler, Resulüllah’m davetiyle, davetin konusu olan ilâhî esaslarla İlgili ciddi olmayan tartışmalar açarak, insanların düşüncelerinde islâm davetini doğru anlamalarına engeller oluşturmaya çalışıyorlardı. Bu çoktandır yapageldikleri bir şeydi. Fakat, bilindiği üzere, onların İslâm’a yönelik muhalefetleri sadece düşünce planında gerçekleşmedi. Düşünce planındaki bu muhalefetlerinin yanı sıra, müminlerle alay etmek, aşağılamak, tehdit etmek, işkenceler yapmak ve hatta öldürmek gibi fiilî engellemelere de sıklıkla müracaat ettiler. Her iki Habeşistan hicreti de bu ortam içerisinde gerçekleşti. Resulüllah’ın hicrete katılmayıp Mekke’deki zorluk günlerine razı olması ise, müşrikleri sinirlendirip, iyice azdırdı. Zorbalıklarını hepten artırdılar. Bu nedenle birçok defa Resulüllah’m şahsına yönelik saldırılarda bulundular. Bu saldırılarından birisinde, ResulüUah’a zarar verip, tokatladılar. Çevreden yetişen bazı kimseler Resulüllah’ı müşrik zorbaların elinden kurtardılar. Resulüllah’m basma gelenleri duyunca koşup gelen Ebû Bekir’in eşrafın yüzüne karşı söylediği sözler tevhid-şirk mücadelesinin değişmeyen bir özelliğini dile getiriyordu: ‘Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürüyor musunuz?’ Her şey açıktı; Resulüllah insanları ahlâksızlığa, zorbalığa, kötülüğe çağırmamıştı. Daha da önemlisi, ahlâkî meziyetlere çağırıyordu. Mekke toplumu için olsa olsa tek suçu vardı, o da şirki reddedip ‘Rabbim sadece Allah’tır’ demesi. Bunun karşılığı ise zorbalık, hakaret, dayak olamazdı; ama müşrikler böyle düşünmüyorlardı.
Müminlerin büyük bir kısmının Habeşistan’a hicret ettiği günlerdi. Daha birkaç gün önce Hamza islâm’a girmiş, müminler Hamza’nın İslâm’a girişiyle büyük bir sevince kavuşmuşlardı. Fakat durumda önemli bir değişiklik olmadı. Müşrikler bütün zorbalıklarryla yapacaklarını yapmaya devam ettiler. Bu sıralarda Resulüllah’a Mü’min (Gafır) suresinin bir bölümü vahyolundu. Vahyolunan ayetlerde, Hz. Musa ve Harun’un, Firavun gibi tarihin en büyük zorbasına rağmen gerçekleştirdikleri İslâm davetinin bir kesiti anlatılıyordu. Söz konusu ayetlerde iki peygamber kardeşten, zorba idarenin failleri olan Firavun, Hâmân ve Karun’a gidip Allah’ın ayetlerini bildirmelerinin ve zorbalığı terk etmelerinin istenmesi anlatılıyordu, iki kardeş emrin gereğini yerine getirirler. Fakat reddedilirler. Üstelik Firavun ve adamları, ilâhî çağrıyı seyrinden saptırıp, çarpıtmaya çalışırlar. Hz. Musa ve Harun’u sihirbaz olmakla itham ederler. Hz. Musa ve Harun çağrılarına ısrarla devam edip, söyleyeceklerini söylemeye, zorbaların zorbalıklarını gözler önüne sermeye devanı ederler. Firavun sisteminin elebaşları, ilâhî çağrıyı çarpıtma girişimleri bir fayda sağlamayınca son bir çare olarak fiilî zorbalıklarını sergilemeye karar verirler. Birbirlerine ‘Onunla beraber inananların oğullarım öldürün, kadınlarını sağ bırakın! [266] derler. Bu genel karara karşılık, Firavun daha özel bir kararını dile getirir: ‘Bırakın Musa’yı öldüreyim de Rabb’ine şalvarsın (bakalım Rabb’i onu kurtarabilecek mi?) Çünkü ben Musa’nın dininizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde bozgunculuk (karışıklık) çıkarmasından korkuyorum.[267]
Bütün bunlar, Resulüllah’ın ve yanındaki müminlerin başlarına gelenlerin benzerleriydi. Mü’min sûresinin ilgili ayetlerinde açıklanan şeylerle, Resulüllah’ın başına gelenler arasındaki tek fark isimlerdi. Bir yanda Hz. Musa ve Harun diğer yanda Hz. Muhammed. Bir yanda Firavun, Haman, Karun ve adamları diğer yanda Velid b. Muğire, Utbe b. Rabia, Âs b. Vâil, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ömer b. Hat-tab… Bu durum, Mü’min sûresinin önemini Resulüllah açısından daha da artırıyordu. Bu sûreyle Resulüllah’a, kendi başına gelenlerin tevhid-küfür mücadelesinin değişmeyen özellikleri olduğu bildirilip, kalbinin sağlamlaştırılması amaçlanırken; diğer yandan da müşriklere, söylediklerinin ve yaptıklarının Firavun ve adamları gibi tarihin en zorba şahsiyetlerinin söz ve işlerine benzediği, sonları belli olan seleflerinin bu olumsuz özelliklerini devam ettirirlerse kendi sonlarının da farklı olmayacağı bildirilmiş oluyordu. Fakat bu sûrede bazı ayetler vardır ki, bunlar bilhassa Resulüllah’a özel mesajlar veriyordu. Açıklanmıştı ki; Firavun ve adamlarının Hz. Musa ve Harun ile diğer müminleri katletmeyi planladıkları, müminlerin bu karar karşısında çaresiz olduğu bir anda, Firavun ve adamlarının hiç ummadığı bir şey gerçekleşmişti. Firavun ailesinden, Firavun’un en yakınlarından ve yönetimde söz sahibi olanlardan birisi, zorba kararın alındığı anda ortaya çıkıp, konuşmaya başlamıştı: ‘Rabbim Allah’tır dediği için bu adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabbnizden deliller getirmiştir. Eğer yalancı olursa yalanı kendi zararınadir. Ve eğer doğru söylüyorsa size vadetliklerinin (hiç değilse) bir kısmı başınıza gelir. Şüphesiz Allah aşın giden, yalancı olan kimseleri doğru yola iletmez. Ey Kavmim! Bugün mülk sizindir. Burada siz hakimsiniz (Ancak) eğer (Allah’ın hışmı) bize gelirse, kim bizi Allah’ın hışmından kurtaracak?.[268]
Bu çok önemliydi. Sûreyle, Resulüllah’a tevhid-küfür mücadelesinin hep aynı olan özelliklerinin neler olduğu bir kez daha bildiriliyor ve yine tevhid-küfür mücadelesinin değişmeyen özelliklerinden birisi olan Allah’ın müminlere yardımının yakın olduğu müjdeleniyordu. Hz. Musa ve kardeşinin, en kritik anda, bizzat Firavun’un en yakınlarından birisinin hidayete erdirihnesiyle desteklenmesi gibi, Resulüllah’ın da benzer nitelikte bir destekle karşılaşacağının müjdesi veriliyordu. O aşamada Resulüllah’ın hiçbir şekilde ‘Artık davete yönelenler bulunmuyor. Bu iş olmayacak’ gibi olumsuz düşüncelere kapılmaması gerektiği, dolaylı bir şekilde de olsa ayetle bildirilmiş oluyordu. Yapması gereken, durumunu devam ettirmesi ve daveti sürdürmesiydi.
Firavun ailesinden olan müminin, imanını açığa vurup, Hz. Musa ve kardeşini destekleyerek Firavun ve adamlarını şaşkına çevirmesini nakleden ayetlerin vahyolunmasını takiben, Resulüllah da Mekke ileri gelenlerinden kimin mümin olabileceğini düşünmeye başladı. Bu kişinin Mekke eşrafında olmasının yanı sıra, genç ve güçlü olmasını tercih ederdi. Velid b. Muğire, Âs b. Vâil veya Utbe b. Rabia olmamalıydı, çünkü onlar her ne kadar Mekke’de sözü geçen kişilerse de oldukça yaşlıydılar ve otorite artık gün geçtikçe gençlere geçiyordu. Ebû Cehil ve Ömer b. Hattab önemliydi. Bunlar, Dâru’n Nedve’nin en önemli üyelerinden olmalarının yanı sıra, Mekke’de sözü geçenlerden ve gençlerden idiler. Bu düşünceler Resulüllah’ı dua etmeye yöneltti. Bu iki müşrikten birisinin islâm’a girmesi için Allah’a dua etti: ‘Allah’ım! şu iki adamdan, Ebû Cehil veya Ömer b. Hattab’dan birisini İslâm ile aziz kı [269] dedi.
Mü’min sûresinde açıklandığı üzere, Hz. Musa ve Harun, nasıl ki Firavun’un en yakınlarından birisi ile desteklemişlerse, Hz. Muhammed’in de aynı şekilde desteklenebileceği müjdesinin ve Resulüllah’ın bu yöndeki dualarının gereği olarak, Ömer b. Hattab şirkin bataklığından İslâm’ın izzet ve şerefine yöneltildi. Hem de Ömer b. Hattab, bu değişimi eline kılıcını alıp, öldürmek niyetiyle Resulüllah’ı köşe bucak aradığı gün yaşadı. Böylelikle, küfrün, sapıklığın, kötülüğün, pisliğin, zorbalığın zirvesinden, İslâm’ın izzet ve şeref zirvesine geçti.
Ömer b. Hattab’ın İslâm’a Girişi
Mekke eşrafından ve müşriklerin en zorbalarından birisi olan Ömer b. Hattab’ın islâm’a girişi, ikinci Habeşistan hicretinden sonraki bir zamanda, Hz. Hamza’nm Müslüman oluşunu takip eden günlerden birisinde gerçekleşti. İslâm’a girişine vesile olan olaylar şu şekilde gelişti: Habeşistan’a hicret karan veren Amir b. Rabi’a ve eşi, yol hazırlıkları yaparlarken Ömer b. Hattab tarafından görüldüler. Ömer b. Hattab ne yaptıklarını sordu. Onlar da ‘Allah’ın arzında bir başka yere gideceğiz. Çünkü sizler bizlere çok zulmedip, zorbalık yaptınız’ dediler. Bu ifadeler Ömer b. Hattab’ın etkiledi, hatta biraz üzdü. Yakın zamana kadar komşuları, arkadaşları olan bu değerli insanların, kendilerinin zulüm ve baskıları nedeniyle perişan bir Şekilde yuvalarını terk edip başka memleketlere gitmeleri, kalbindeki şirk katılığını biraz da olsa sarstı. Onun bu üzüntüsünü fark eden Amir b. Rabi’a ve eşi, bir anlık onun islâm’a girmeye meylettiğini düşündülerse de, ‘Hattab’ın eşeği Müslüman olurda, Ömer yine de olmaz’ diyerek düşüncelerinin ne kadar anlamsız olduğunu kendi aralarında konuştular. Bu önemli bir tespitti, çünkü Ömer b. Hattab müminlere en şiddetli tepkileri veren ve işkenceler uygulayan müşriklerden birisiydi. Takip eden günlerde de durumu değişmedi.
Mekke meclisinin toplanıp, Resulüllah’ı davasından vazgeçirmenin yeni yöntemlerini tespit etmeye çalıştıkları bir gün, Ömer b. Hattab bir teklifte bulundu. Artık köklü bir çözümün gerektiğini ifade etti. Bu çözüm ise belli olmuştu; Resulüllah’ı öldürmek. Ancak daha önceleri de bazen dillendirilmiş bu konuyu Haşim oğullarının tepkisi nedeniyle uygulamaya koyamamışlardı. Ömer bu işi üstlenebileceğini, Haşim oğullarının öfke ve tepkisine sadece kendisinin muhatap olacağını söylüyordu. Bu bireysel bir girişim olarak takdim edilecekti. Toplantıda bulunanlar Ömer b. Hattab’m bu işi üzerine alması karşısında, artık problemlerinin sona ereceği, eski rahat günlerine kavuşacakları düşüncesiyle sevindiler. Ömer b. Hattab vakit kaybetmeden kılıcını kuşanıp Resulüllah’ı bulup öldürmek için yola çıktı. Yolda, Nuaym b. Abdullah’la karşılaştı. Ömer b. Hattab’ı kılıcım kuşanmış ve kararlı bir halde bir yere giderken gören Abdullah, merakla nereye gittiğini sordu. Ömer b. Hattab, niyetini ve gerekçesini açıklamakta sakınca görmedi: ‘Kureyş’in işini darmadağın eden, akıllarımızı akılsızlık sayan, dinimizi ayıplayan, ilâhlarımıza dil uzatan, atalarımızın yolunu bırakıp, yeni bir yol edinen Muhammed’i öldürmeye gidiyorum’. Nuaym b. Abdullah, bu kararın akıllıca alınmış bir karar olmadığını düşündü. Resulüllah’ı öldürmesi durumunda Ömer b. Hattab’m ve ailesinin zarar göreceğinden emindi. Kaygılı bir sesle ‘Ey Ömer!’ dedi ‘Sen yanlış iş yapıyorsun. Öjken seni aldatmış. Muhammed’i öldürecek olursan Haşim oğullarının seni yeryüzünde sağ bırakacaklarını mı sanıyorsun? Sen Muhammed’i bırak da, yapmayı düşündüğüne önce kendi ailenden başla. Çünkü kız kardeşin ve enişten de Muhammed’e tabi olmuş durumdalar’.
Ömer b. Hattab’m eniştesi, ünlü hanif Zeyd b. Amr’ın oğlu Said b. Zeyd idi. Said b. Zeyd, risâletin daha ilk günlerinde eşi Fâtıma ile birlikte İslâm davetini kabul etmişti. Ekonomik durumları iyi olduğu için Habbab b. Eret yanlarında kalıyor, onun ihtiyaçlarını da karşılıyorlardı. Habbab b. Eret ise Resulüllah’tan öğrendiği ayetleri onlara okuyup, öğretiyordu. Çünkü, Said b. Zeyd ve eşi, müşriklerin neden olduğu olumsuz şartlar gereği Resulüllah’la fazla görüşemiyorlar di; Resu-lüllah ile irtibatlarını Habbab b. Eret sağlıyordu. Ömer b. Hattab Resulüllah’ı öldürmek niyetiyle yola çıkıpta Nuaym b. Abdullah’la karşılaştığı ve ondan eniştesi ile kız kardeşinin islâm davetini kabul ettiklerini duyduğu sırada, Said b. Zeyd ve eşi Fâtıma, Habbab b. Eret’ten Kur’an dinliyorlardı.
Ömer b. Hattab, eve iyice yaklaşınca içeriden gelen seslerden Kur’an okunduğunu anladı. Öfkeyle kapıya dayanıp, yumruklamaya başladı. Said b. Zeyd hemen Habbab b. Eret’i sakladı. Fâtıma da okunan Kur’an sayfalarını sakladı. Fakat Ömer b. Hattab duyacağını duymuştu. Hışımla içeri dalıp, ne okuduklarını sordu. Cevap alamadı. Bu sefer Nuaym b. Abdullah’tan duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Ancak cevabı beklemeden saldırıya geçip, eniştesi Said b. Zeyd’e vurmaya başladı. Öfkeden gözleri dönmüş, ne yaptığını bilmez haldeydi. Kız kardeşi araya girip, kocasını ağabeyinin elinden kurtarmaya çalıştı. Fakat ne mümkün! Ömer büyük bir öfkeyle kız kardeşine de vurmaya başladı. Fâtıma’nın başı yarıldı; eli-yüzü kan içinde kaldı. Said b. Zeyd ve eşi pasif kalmanın, suçlu gibi sessiz durmanın çözüm olmadığını anlayınca, gerçeği ifade ettiler: ‘Evet İslâm’a girdik. Allah’a ve O’nun elçisine inanıp, tasdik ettik. Sen istediğini yap. Biz yine durumumuzu değiştirmeyeceğiz’. Bu kararlı ifadeler Ömer’i şaşırttı. Her tarafları kanlar içerisindeki kardeşine ve eniştesine baktı. Onların hiçte korkmayan duruşları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kararlı sözler karşısında sarsıldığını hissetti. Yumuşak bir üslûpla, “Biraz önce okuduklarınızı bana da gösterin. Bakayım Muhammed size neler öğretiyor’ dedi. Sonra kendisine uzatılan ve üzerinde Tâ-Hâ sûresinin bir kısım ayetlerinin yazılı olduğu sayfayı alıp okumaya başladı:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana bu Kur’an’ı üzülüp sıkıntı çekmen için indirmedik. Sadece Allah’tan korkan kimselere bir öğüt, bir uyarı olsun diye indirdik. Kur’an, yeri ve gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir. O sınırsız rahmet sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur. Göklerde, yerde, göklerle yer arasında ve yer altında ne varsa, hepsi O’nundur. Sözü ister gizle, ister açığa vur, O insanın gizli düşüncelerini de bilir, gizlinin gizlisi duygularım da. Allah, O’ndan başka gerçek hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler O’nundur. Musa’nın başından geçen olaylardan haberin var mı? Hani O, uzakta bir ateş görmüştü ve ailesine: ıSiz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm. Belki size, omdan bir parçakor getiririm, yahut orada, ateşin yanında bir yol gösterici bulurum’ demişti. Fakat ateşe yaklaşınca, kendisine ‘Ey Musa!’ diye seslenildi. ‘Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarım çıkar, çünkü sen, kutsal vadi Tuvâ’dasın. Ben, seni kendime elçi olarak seçtim. Öyleyse sana vahyolunanı dinle. Gerçek şu ki, ben Allahım. Benden başka gerçek ilâh yok; o halde yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazında devamlı ve duyarlı ol. Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkesin peşinde koştuğu şeylerin tam karşılıklarını bulmaları için, onun vaktini bildirmeyip gizli tutuyorum. Bunun içindir ki, onun geleceğine inanmayıp, sadece kendi arzu ve tutkularının peşine düşen kimseler, seni ona inanmaktan alıkoymasınlar, yoksa sen de helak olursun. O sağ elindeki nedir ey Musa?’ Musa: ‘Bu benim değneğim’ dedi. ‘Buna dayanırım, bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım onu.’ Allah: ‘Onu bırak, ya Musa buyurdu. Bunun üzerine, Musa onu attı. Bir de ne görsün, hızla hareket eden bir yılan. Allah dedi ki: ‘Onu tut, korkma, biz onu eski haline döndüreceğiz. Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık eseri olmadan, başka bir delil olarak bembeyaz çıksın. Böylece sana, en büyük delillerimizden bir kısmını gösterelim. Şimdi Firavun’a git, şüphe yok ki, O pek azdı.’
Musa yalvararak: ‘Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, Dilimdeki düğümü çöz ki, söylediklerimi tam olarak çınlayabilsinler. Bana, ailemden de bîr yardımcı ve destek ver, Kardeşim Harun’u, arka olsun bana, O’nunla kuvvetlendir beni, işime ortak et O’nu. Böylece, senin yüceler yücesi adım insanlar katında daha yükseklere çıkaralım. Seni çokça analım. Muhakkak ki sen, bizi bütün varlığımızla görmektesin.’ Allah: ‘istediğin şey sana verildi, ey Musa!’ dedi. ‘Zaten sana, geçmişte bir kere daha lütufta bulunmuştuk. Sen doğduğun zaman, annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik. O’nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak, ırmak O’nu kıyıya çıkaracaktır. O’nu benim de, O’nun da düşmanı olan biri alıp evlat edinecektir. Ve böylece daha o çağda kendi katımdan bir sevgiyle seni kuşattım ki; benim korumam ve esirgemem altında senin için belirlediğim kader gereğince yetişip olgunlaşasın diye. Hani kız kardeşin gitmiş de, ‘O’nun bakımını üstlenecek bir ev halkını size gösterebilir miyim?’ demişti. Böylece annen ütülmesin, sevinsin diye seni ona döndürdük. Ve büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman, birini öldürmüştün. Fakat biz, bu yüzden içine gömüldüğün sıkıntıdan, seni kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk. Bu olaydan sonra, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda benim takdirime uyarak, işte buraya geldin ey Musa! Çünkü ben seni, kendime elçi olarak seçmiştim. Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun’a götürün, beni anmayı ihmal etmeyin. Firavun’a gidin. Çünkü O, gerçekten azdı. Ama O’nunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını basma toplar, yahut da olur ki korkar.’ Musa ile Harun: ‘Ey Rabbimiz!’ dediler. ‘Korkarız, hakkımızda çok aşın davranır yahut da büsbütün azar.’ Allah: ‘Korkmayın!’ buyurdu. ‘Şüphesiz ben sizinle beraberim, olacak şeylerin hepsini İşitir ve görürüm. Hemen ona gidin ve deyin ki: Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz, israil oğullarının bizimle gelmesine izin ver ve onlara artık işkence etme.
Biz sana, Rabbimizden delille geldik. Selâmet ve saadete erenler ancak doğru yolu tutanlardır. Bize vahyedildi ki, Allah’ın azabı, peygamberleri yalan sayıp, onlara sırt çevirenlere erişir.’ Fakat Allah’ın bu mesajları kendisine iletilince, Firavun: ‘Fy Musal Sizin Rabbİniz de kimmiş?’ dedi. Musa, ‘Rabbi-miz her şeye yaratılıştaki özellik ve biçimim veren ve sonra onu, yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir’ dedi. Firavun: ‘Peki, binden önce gelip geçen İlk asırlardaki insanların hali ne olacak?’ dedi. Musa: ‘Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim neyamhr, ne unutur’ dedi. O Rab ki, yeryüzünü size bir beşik yapmış, hayatınızı kolaylaştırmak için, onun üzerinde yollar açmış, üzerinize gökten su indirip o su ile çiftler halinde çeşitli bitkiler çıkarmıştır. Yiyiniz, hayvanlarınızı otlatınız, şüphe yok ki bunlarda, aklı başında olup anlayan insanlar için ibretler vardır. Şöyle ki, sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz, yine ondan sizi bir kere daha çıkaracağız. Gerçek şu ki, biz Firavun’a bütün ayetlerimizi gösterdik. Onları yalan saydı ve kabule yanaşmadı. Firavun dedi ki: ‘Ey Musa! Sen büyülerinle, bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Madem öyle, biz de sana senin büyün gibi bir büyü getireceğiz. Aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de, sen ve biz vaadimizden caymayalım, düz ve geniş bir yerde karşılaşalım.
Musa dedi: ‘Karşılaşma zamanı, herkesin ve her şeyin süslenip, bayram edileceği şenlik günü olsun. Halk kuşluk vakti toplansın.’ Bunun üzerine Firavun, danışmanlarıyla görüşmek üzere çekildi. Bütün hilelerini hazırladı, topladı, sonra buluşma yerine geldi. Musa onlara: ‘Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabı ile kırar geçirir. Zaten böyle yalan uyduran kimse, baştan kaybetmiş demektir!’ dedi. Firavun ve sihirbazları, kendi aralarında yapacakları şey konusunda tartışarak görüşüp konuşmalarını gizli tuttular. Şöyle diyorlardı birbirlerine: ‘Musa ile Harun iki büyücüdür. Sihir yoluyla sizi ülkenizden çıkarmak ve geleneksel yaşama tarzınız olan örnek yolunuzu ortadan kaldırmak istiyorlar. Bunun içindir ki, ey Mısırlı sihirbazlar düzenleyeceğiniz oyuna iyi karar verin ve tek bir güç olarak boy gösterin. Çünkü bugün üstün gelen, gerçekten başarmış olacaktır.’ Sihirbazlar ‘Ey Musa!’ dediler: ‘Hünerini önce sen mi ortaya atacaksın, yoksa biz mi atalım?’
Musa: ‘Hayır, önce siz atini’ dedi. Ve derken onların ipleri ve değnekleri büyüleri sayesinde, gerçekten hareket ediyormuş gibi görünüyordu. Musa bu manzarayı görünce, birdenbire içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘Üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindeki sopanı at, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun. Çünkü onların bütün yaptıkları sihirden ibaret, zaten büyücü nerede olursa olsun, umduğuna eremez’- Ve sonunda büyücüler secde ederek yere kapandılar ve ‘Biz artık Musa’nın ve Harun’un Rabbine inandık!’ diye haykırdılar. Firavun: ‘Ben size izin vermeden önce O’na inandınız ha!’ dedi. ‘Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız O olmalı. Bana karşı gelmenizden dolayı ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli!’
İman eden sihirbazlar Firavun’a dediler ki: ‘Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı, artık yaratanımıza tercih edemeyiz seni, elinden geleni yap, zaten senin hükmün sadece şu dünya hayatında geçer. Açıkçası biz, hatalarımızı ve bize sihirle zorla yaptırdığın hatadan dolayı, girdiğimiz günahian bağışlaması umuduyla, Rabbimize inandık. Çünkü Allah’ın mükâfatı daha hayırlı, cezası da daha süreklidir.’ Ve her kim Rabbine günaha batmış bir vaziyette gelirse, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar. Oysa Rabbinin huzuruna dürüst ve erdemli davranışlar ile mümin olarak çıkan kimseye gelince, en yüksek makamlar işte böylelerinin olacaktır.
Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kalacaklardır. İşte bu kendilerini günahlardan temizleyen ve arınanların mükafatıdır.[270]
Ömer, elindeki yazılı ayetleri okudukça şaşırdı. Anlatılanlar Muhammed ile kendilerinin durumuna ne kadar çok benziyordu. Ancak, bu okuduklarına göre kendileri yanlış tarafı temsil ediyordu. Okuduklarının etkilendi. Şaşkın bir şekilde; ‘Bu sözler ne kadar güzel, ne kadar değerli’ demeye başladı. Bunun üzerine Habbab b. Eret saklandığı yerden çıkarak; ‘Ey Ömer! Umarım Resulüllah’ın duası kabul olunacak’ dedi. Ömer daha da şaşırdı. Ne demek istediğini sordu. Habbab b. Eret, Resulüllah’ın, önceki gün Ebû Cehil’in veya Ömer’in islâm’a girmesi için Allah’a dua ettiğini söyledi. İşittikleri Ömer’in iç dünyasını alt üst etti. Garipleşti. Ayakları bedenini taşımakta zorlandı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Habbab’ın ‘Ya Ömer Allah’tan kork, Allah’tan kork’ sözlerinin de etkisiyle ‘Beni Muhammed’in yanına götürün’ dedi.
Resulüllah, Ebû Bekir, Hamza, Ali, Bilâl olmak üzere Habeşistan’a hicret etmemiş veya hicretten sonra Müslüman olmuş kişilerle Dâru’l Erkan’da oturuyordu. Bir ara Ömer’in Dâru’l Erkam’a doğru geldiğini fark ettiler. Müminlerden bazıları Ömer’in belinde kılıçla geldiğini görünce tedirgin oldular. Resulüllah’a bir zarar vermesinden korktular. Hamza kılıcına sarılarak, korkacak bir şey olmadığını, ona müdahale edip, durduracağını söyledi. Gayet sakin bir halde olan Resulüllah ‘Ona izin verin girsin’ diyerek müminleri durdurdu. Kalkıp Ömer’e doğru yürüdü. Avluya girmiş olan Ömer’e yaklaştı ve yanında durup, kuşağından tutarak hızla çekti: ‘Ey Ömer! Buraya neden geldin? Allah’a yemin olsun ki başına bir musibet gelmeden duracağın yok’ dedi. Bu sözler karşısında, Ömer, geliş amacını açıkladı: ‘Ey Allah’ın Resulü! Ben buraya, Allah’a ve Allah’ın Resulüne, Allah’ın Resulüne inen şeylere iman edeyim diye geldim’. Müminler şaşırdılar, sevinçle birbirlerine sarıldılar. Büyük bir sevinçle tekbir getirmeye başladılar:
‘Allahu Ekber! Allah’u Ekber!’
Ömer bir müddet Dâru’l Erkan’da kaldı, Resulüllah’la konuştu. Daha sonra evine gitti. İslâm’a girmişti ama kafası karmakarışıktı. Butun bir gece, kararını, bir gün içinde geçirdiği büyük değişikliği düşündü. Yeni durumunu en kısa zamanda Mekke’de ilan etmeye karar verdi. Sabah olunca Mekke’nin en dedikoducularından Cemil b. Mamer’i bulup, ‘Ey Cemil! Biliyor musun? Ben Muhammed’in dinine girdim’ dedi. Ve bunu, Cemil’in sayesinde bir anda bütün Mekke ileri gelenleri duydular. Şaşkınlık içerisinde kalakaldılar. Hep birlikte birazdan yanlarına gelen Ömer’le tartışıp, yaptığı işin yanlışlığını anlatmaya çalıştılar. Tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü. Eşrafın yaşlılarından Âs b. Vâil’in araya girmesiyle kavga yatıştı.
Ömer’in islâm’a girmesi, Mekke müşriklerini daha çok korku ve kaygılara sevk ederken, müminleri sevinçlere boğdu. Onun islâm’a girmesi, müminler için büyük bir zafer oldu. Müminler Ömer’in islâm’a girişi nedeniyle yaşadıkları mutluluğu ilan etmek ve müşriklere de gözdağı vermek için toplanıp hep birlikte Kabe’ye giderek namaz kıldılar. Böylelikle, müşrik saltanatın gün geçtikçe daha da sarsıldığını açıkça göstermiş oldular.
[264] Rûm sûresi, 30: 52,53 [265] Teğabun sûresi, 64: 11,12
[266] Mümin, 40:25
[267] Mü’min, 40:26
[268] Mü’min, 40:28,29
[269] Ibn Ishak, Siyer 241; Tirmizî, Menükıb, 50
[270] Tâ-Hâ, 20:1