İZZET VE KUVVETİN SAHİPLERİ
Münafıklar sana geldiklerinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!… Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. [174]
Medine’ye ulaşan bazı haberlere göre, Mustalık kabilesi yoğun bir çabayla Müslümanlara yönelik bir saldırının hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Mustalıklar, Medine’ye saldırmak için önemli miktarda silah ve at satın almışlar, adam toplamışlardı. Resulüllah, haberlerin doğruluğundan emin olmak için Büreyde b. Husayb’ı bölgeye göndererek durumu araştırmasını istedi.
Büreyde, Resulüllah’tan aldığı izinle, bir müşrik kimliğiyle gidip Mustahklara misafir oldu. Durumlarını anlamaya çalıştı. Yine Resulüllah’tan aldığı izinle, Resulüllah’a yönelik önlem alınmasının zorunlu olduğunu, eğer önlem alınmazsa bütün bölgenin Müslümanların eline geçeceğini yakınarak dile getirdi. Bunu yapmadaki amacı Mustalık liderlerinin Müslümanlara karşı tutumlarının ne olduğunu anlamaya çalışmaktı. Mustalıklann liderleri oyuna geldiler ve gizli tuttukları hazırlıkları hakkında bilgi verip, Büreyde’nin de kendilerine katılmasını istediler.
Mustalıklar, Medine ile Mekke arasındaki Kudayd bölgesinde yaşayan bir kabileydi. Mekke-Şam ticaret yolunun üzerinde yer alan Kudayd, Mekke’ye 120, Medine’ye 420 kilometre mesafededir. Mekke-Şam ticaret yolu Mustalıklann en önemli gelir kaynağıydı. Bu yoldan geçen kervanlarla gerçekleştirdikleri ticarî ilişkiler sayesinde önemli kazançlar elde ederlerdi. Aynca birçok Arap’ın putu olan Menat da Kudayd’da bulunuyordu. Mustalıklar bu iki özellikten dolayı islâm davetinin sona erdirilmesini istiyorlardı. Müslümanların Medine’ye hicret edip ticaret yollarını kontrollerine almalarıyla artık Mekkelilerin ticaret kervanları Küdayd’dan geçmez olmuştu. Bu Mustalıklar için büyük bir ekonomik kayıptı. Ayrıca islâm daveti putperestliği yok etme amacına yönelik olduğundan Mustalıklar, itibarlarının ve ekonomilerinin önemli bir kaynağı olan Menat nedeniyle elde ettiklerinin yok olacağını fark ediyorlardı. Bu özellikleriyle de İslâm daveti karşısından Kureyş’in korku ve kuşkularını paylaşıyorlardı, islâm’a karşıtlıkta ve Müslümanlara düşmanlıkta Kureyş ile büyük oranda aynı gerekçelere sahiptiler ve bu nedenle aynı safta yer alıyorlardı. Kureyş’in en önemli müttefiki olarak Uhud savaşında yer almakta tereddüt etmemişlerdi.
Büreyde, gerekli bilgileri edindikten sonra Medine’ye döndü. Bütün görüp işittiklerini Resulüllah’a anlattı. Artık bir askerî harekât kaçınılmaz olmuştu. Muhtemel bir düşman baskınını karşı baskında önlemek gerekiyordu. Resulüllah, Müslümanlardan gerekli hazırlıkları yapmalarını istedi. Hazırlıklar çabucak tamamlandı ve Resulüllah’ın komutasındaki yedi yüz kişilik islâm ordusu Medine’den yola çıktı (28 Aralık 626). Böylelikle kaynaklarda Müreysi veya Ben-i Mustalık olarak isimlendirilen harekât başlamış oldu.
Gerçekleşen harekât ilk andan itibaren diğerlerinden farklı özelliklere sahip oldu. En önemli farklılık ise, ilk defa çok sayıda münafığın da orduya katılmış olmasıydı. Kendilerini Müslüman olarak takdim etmelerine rağmen, önceki harekâtlara katılmaktan hep kaçman, katılmamak için bahaneler uyduran münafıklar, bu sefer büyük bir istekle orduya katıldılar. Bu, son birkaç yıldır başarıyla sonuçlanan askerî harekâtların Müslümanların itibarını çok yükselttiğini göstermesi açısından önemlidir. Münafıklar eğer bu sefer de orduya katılmazlarsa iyice deşifre olmaktan korkmuş olmalıdırlar.
Mustalıklara yönelik harekâtı diğerlerinden farklı kılan özelliklerden birisi de, son ana kadar harekâtın nereye yapılacağının Resulüllah ve birkaç Müslüman dışında hiç kimsenin bilmemesiydi. Hatta, yalan bir haber uçurularak Şam taraflarına gidileceği duyuruldu. Harekâtın amacının Müslümanlardan dahi gizlenmiş olması, Resulüllah’m ani baskın taktiğini bu sefer daha da Önemsediğini göstermesi açısından önemlidir. Her zaman olduğu gibi, bu sefer de ani bir baskınla düşman topluluğunun dağıtılmasını kararlaştırmıştı. Ayrıca, Mekkelilerin Müslümanların aleyhine herhangi bir girişimde bulunmalarını ve Mustalıklara yardım etmelerini önlemek istiyordu.
Ordu, Medine’den yola çıktı. Ancak bir gün boyunca Şam tarafına doğru gidildi, ikinci gün ani bir dönüşle Mustalıklarm yaşadığı bölgeye yönelindi. Bir süre Mustalıklarm hiçbir şeyden haberleri olmadı. Medine’ye yönelik saldırı planlarından Müslümanların haberdar olunduğunu ve Müslümanların kendileri için yola çıktıklarını bilmiyorlardı. Yolculuk sırasında, Mustalıklar adına casusluk yapan bazı kimseler yakalandı. Mustalıklar bu casusları aracılığıyla Müslümanların kendilerine doğru geldiğini öğrenmişlerdi. Fakat artık çok geçti. Karşı koymak için hazırlık yapacak zamanlan yoktu. Bir çoğu panik içerisinde evini, mallarını bırakarak dağlara kaçtı. Kaçmayıp direnmeyi düşünenler toplanıp çatışmaya hazırlandılar, iki ordu karşı karşıya geldi. Savaş karşılıklı ok atışlarıyla başladı ve kısa sürede sonra sonuçlandı. Müslümanlardan bir kişi şehit olurken, Mustalıklardan on kişi öldü. Kaçamayan herkes esir alındı. Ayrıca Mustalıklarm bütün hayvan sürüleri de Müslümanların eline geçti. Ganimet olarak ele geçirilen hayvan sayısı çok fazlaydı. İki bin deve, beş bin koyun ele geçirildi. Elde edilen ganimet hayvanlarının sayısı çok fazla olduğu için, dönüş hazırlıkları birkaç gün vakit aldı. Ayrıca, Resulüllah’ın harekât bölgesinde birkaç gün beklemek gibi bir âdeti de olduğu için, ordu Müreysi olarak isimlendirilen kuyunun yanında konakladı. Bu harekâta farklılık kazandıran asıl olay da burada, kuyu başında konaklarken yaşandı.
Cahiliyenin Başkaldırısı
Müreysi kuyusunun yanında konaklarken, Hz. Ömer’in ücretli işçisi olarak çalışan Cahcah b. Mes’ud ile Hazreç’in eski müttefiklerinden bir aileye mensup olan Sinan b. Veber arasında kuyudan su çekme sırasıyla ilgili bir tartışma çıktı. Tartışmanın boyutu büyüdü ve kavgaya dönüştü. Cahcah ve Sinan birbirlerine vurmaya başladılar. Sinan tek başına Cahcah’ı alt edemeyeceğini anlayınca ‘Yetişin Ey Ensar topluluğu!’ diye bağırıp, Medineli Müslümanlardan yardım istedi. Münafıkların ileri gelenlerinden Abdullah b. Ubeyy’le birlikte kuyu başındaki kavgayı seyreden Ensara mensup bazı Müslümanlar, ‘Koşun adamınıza yardım edin’ diyen Abdullah b. Ubeyy’in de teşvikiyle Sinan’ın yardımına koştular. Ensardan bazılarının Sinan’ın yardımına koşması üzerine, Cahcah da ‘Yetişin Ey Muhacirleri’ diye bağırarak Mekkeli Müslümanları yardımına çağırdı. Orada bulunan bazı Muhacirler de Cahcah’a yardım etmek için kuyu başına koştular. Her bir taraf, kendisini çağıranın yanında toplandı. Böylelikle Muhacir ve Ensar Müslümanlarından bazı kimseler kavga için karşı karşıya gelmiş oldular. Aralarındaki sözlü atışmalar kısa sürede hakarete dönüştü. Hatta bazıları silahlarını çektiler. Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Resulüllah, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Öfkeliydi. Tanıklarının ifadesiyle, Resulüllah’ı o güne kadar hiç bu kadar öfkeli görmemişlerdi. Birbiriyle savaşmak için toplanmış iki topluluğun arasına giren Resulüllah öfke ve sitem dolu bir üslûpla, Müslüman olduktan sonra da cahiliye çağrısı öyle mi? Hâlâ cahiliye davasını sürdürüyorsunuz ha!’ diye çıkıştı. Artık bırakın şu cahiliye davalarını! Bu pisliktir, kötülüktür [175] dedi. Müslümanların bazı ileri gelenlerinin de araya girmesiyle, iki taraf yatıştırıldı ve kalabalık dağıldı.
Yaşanan olay küçük çaplı bir çatışma girişimi gibi görünüyorsa da, gerçekte hiç de öyle değildi. Yaşanan, Resulüllah’m tepkisinden de anlaşılacağı üzere, çok ciddi bir problemdi. Bunca yıldır Müslüman olanlar, omuz omuza onlarca savaşa giren ve bu savaşlarda canlarını, kanlarını verenler, islâm için mallarını harcayanlar hâlâ İslâm karşıtı bir davanın gereğine göre davranabiliyorlardı. Resulüllah’ın ‘cahiliye davası’, ‘pislik’ olarak tanımladığı kavmiyetçilik davasına taraftarlık yapabiliyorlardı. Resulûllah’ın kızdığı şey bu idi; kabul etmediği, anlamakta zorlandığı taraf bur asıydı. İslâm, iman kardeşliğini her çeşit bağm üstünde tuttuğu, iman kardeşliğine rağmen başka hiçbir bağın daha olumlu anlam ifade etmeyeceğini sürekli bildirdiği halde, Müslümanların İslâm’ın aşağılayıp reddettiği kavmiyetçilik davasını sürdürmelerini, bu dava için birbirlerine silah çekmelerini kabullenememişti. Kavmiyetçilik davası gereği, Medineli Müslümanların sırf Medineli oldukları için birbirlerini destekleyip Mekkeli Müslümanlarla, Mekkeli Müslümanların da sırf Mekkeli oldukları için birbirlerini destekleyip Medineli Müslümanlarla kavga etmelerini, hatta birbirleriyle savaşmaya kalkışmalarını izah etmek mümkün değildi. Bu, her şeyi alt üst eden bir durumdu; inşa edilen iman topluluğunun darmadağın olmasını ateşleyecek bir kıvılcımdı. İşte bunun anlaşılır, kabul edilir tarafı yoktu ve Resulüllah’ın tepkisi bu nedenle sert oldu. Resulûllah’ın ihtarları üzerine her iki taraf hatalarını anladılar ve birbirlerinden özür dilediler. Ancak bir kez olan olmuştu. Müslümanları birbirine düşürmek için fırsat kollayan münafıkların umutları depreşmişti.
Abdullah b. Ubeyy, iki kişinin kavgası nedeniyle Müslümanların birbirleriyle savaşma aşamasına gelişini büyük bir keyifle seyretmişti. Bazı girişimleriyle Medineli Müslümanlarla Mekkeli Müslümanların arasını kolayca açılabileceğini düşündü ve yaşanan olay bu düşüncesine dayanak oldu. Abdullah b. Ubeyy, Müslümanları birbirine düşürmek ve Medinelileri tekrar kendi çevresinde toplamak arzusuyla yeni bir girişimde bulundu. Bazı Medineli Müslümanlara, ‘Gördünüz mü şu çulsuzların yaptıklarını? Geldiler bizim yurdumuzda bize kafa tutmaya başladılar. Vallahi bu ancak eskilerin dediği gibi ‘köpeği semirt seni parçalasın’ durumundan başka bir şey değil. îşte size yemin ediyorum. Vallahi! Medine’ye döndüğümüz zaman bu iş bitecek. Medine’ye döndüğümüzde Medine’nin izzetli ve kuvvetlileri bu çulsuzları, zelil ve aşağılıkları Medine’ye sokmayacak’ dedi. Bu arada Medineli Müslümanları daha da etkileyip, Mekkeli Müslümanların aleyhine harekete geçirmek için suçladı, kendilerine gelmelerini istedi: ‘Kimseyi suçlamayın. Bu işin suçu tamamen kendinize ait. Her şeyi ellerinizle onlara peşkeş çektiniz. Halbuki böyle yapmayıp, onlara harsı sert ve sıkı olsaydınız, başınıza çöreklenmez, daha başka yerlere çeker giderlerdi. Siz de mallarınızı, evlatlarınızı onlar için harcamaktan kurtulurdunuz Bakın, seyredin halinizi; siz azaldımz, çocuklarınızı savaş alanlarında teker teker kaybettiniz. Onlar ise hep çoğaldılar. Hiç değilse bundan sonra aklınızı başınıza alın; onlara yönelik yardımlarınızı kesin de çekip gitsinler.
Abdullah b. Ubeyy, bu konuşmaları kendisi gibi münafık veya kendisine yakınlık duyan imanı zayıf Müslümanlar arasında yaptığı için tepki görmedi. Çevresindekiler sessizce onun sözlerini dinliyorlardı. Hatta bazıları onu haklı bulduğunu dile getiren bir şeyler söylediler. Ancak, Abdullah b. Ubeyy’in yakınında oturan Zeyd b. Erkam duydukları karşısında şaşırmış bir haldeydi. Kendisi çocuk denebilecek yaşta olmasına rağmen, İslâm’ı anlamış ve kavramış birisiydi. Abdullah b Ubeyy’in sözlerini duyunca kulaklarına inanamadı. Hemen amcası Hz. Ömer’e gitti ve işittiklerini anlattı. Hz. Ömer, Zeyd b. Erkam’ı yanına alarak Resulüllah’a ötürdü. İşittiklerini Resulülîah’a anlatmasını istedi. O sırada Resulüllah bazı Müslümanlarla oturmuş kuyu başında yaşanan olayı konuşuyordu. Zeyd duyduklarını anlattı. Zeyd’in anlattıkları, kuyu başında yaşanan olay kadar önemliydi. Resulüllah kendisine söylenenlerin doğruluğundan emin olmak istedi. Zeyd’in, henüz çocuk denebilecek yaşta olması nedeniyle, yanlış anlamış olabileceğini veya Abdullah b. Ubeyy’e düşmanlık için yalan söyleyebileceğini düşündü. Bu nedenle Zeyd’e birçok kez söylediklerinden emin olup olmadığını, doğru söyleyip söylemediğini sordu. Zeyd, yalan söylemediğini, duyduklarından emin olduğunu, söylediklerinin aynen ifade ettiği gibi olduğunu yeminler ederek tekrar anlattı. Zeyd’in söyledikleri karşısında Resulüllah üzüldü ve öfkelendi. Abdullah b. Ubeyy’le görüşmeye karar verip onu yanma çağırttı. Durumunun açığa çıktığını anlayan Abdullah b. Ubeyy bazı yandaşlarını da yanına alarak, Resulûllah’ın yanına gelip oturdu. Resulüllah, duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Eğer böyle bir şey söylediyse hatasından dönmesini, tövbe etmesini istedi. Abdullah söylenen şeylerin tamamının yalan olduğunu, kesinlikle böyle şeyler söylemediğini ve söylemeyeceğini, kendisi gibi bir Müslüman’a böyle şeylerin yakışmayacağını ifade etti. Yandaşlarını da söylediklerinin doğruluğuna şahit tuttu. Resulüllah, Abdullah b. Ubeyy’in’kendisine şahit göstererek söylediklerini kabul etmek zorunda kaldı. Zeyd’e bir şey demedi.
Abdullah b. Ubeyy’in yalancı şahitlerinin de desteğinde söylediklerini inkar etmesi yüzünden Zeyd yalancı konuma düşmüştü. Yalancı konuma düşmesi nedeniyle çok üzüldü. Yalancı konuma düşmesini, üstelik Resulüllah’ı aldatan konumuna düşmesini bir türlü kabullenemiyordu. Ne yapacağını bilemez olmuştu. Fakat vahiy, çoğu zaman olduğu gibi bu sefer de sürece müdahale etti ve hem Resulüllah’ı olayın aslından haberdar etti ve hem de bir mümini sıkıntısından kurtardı. Durumu bütün boyutlarıyla açıklığa kavuşturan ayetler şöyleydi: ‘Münafıklar sana geldiklerinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin.
Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce İman edip, sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onlann canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin’ denildiği zaman başlarım çevirirler ve sen onlann büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemescn de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.[176] Resulüllah, münafıkların durumunu açıklayan bu ayetler vahyolununca, üzüntüsünden ne yapacağını bilemez hale gelmiş olan Zeyd’i yanına çağırttı ve ‘Zeyd! Allah seni doğruladı’ diyerek gönlünü aldı.
Ayet vahyolunup durum Resulüllah için açıklığa kavuşturuluncaya ve Resulüllah, Zeyd ile konuşup onun üzüntüsünü giderinceye kadar, Abdullah b, Ubeyy’in konuşmaları orduya yayılmıştı. Herkes o konuşmayı bir şekilde tartışmaya başlamıştı. Bazıları oldukça sert tepkiyle Abdullah b. Ubeyy’in konuşmasına karşı çıkıp, bunların yanlış olduğunu söylerken; diğer bazıları ise belirgin bir tepki vermemişti. Ordunun gündemini Abdullah b. Ubeyy’in sözleri oluşturuyordu.
Hz. Ömer öfkesinden yerinde duramıyordu. Israrla, ‘Ey Allah’ın Resulü/ Yeter bu kadar sabır! İzin ver şu münafığı öldüreyim!’ deyip duruyordu. Resulüllah bu teklifi kabul etmedi. Ömer, Abdullah b. Ubeyy’i öldürmesi durumunda, Muhacirle Ensar arasında yeni bir çatışma çıkacağı düşüncesiyle teklifinin reddedildiğini düşündü. Çünkü kendisi bir Muhacirdi. Bu nedenle ‘Bana izin vermiyorsan, emret Ensar’dan Sâ’d b. Muaz, Muhammed b. Mesleme veya Abbaâ b. Bişr bu işi yapsın’ dedi. Oradaki Ensara mensup Müslümanlar da böylesi bir emri yerine getirmeye hazır olduklarını bildirdiler. Ancak Resulüllah, Abdullah b. Ubeyy’in öldürülmesini doğru bulmuyordu. Bu konudaki düşüncesini şöyle açıkladı: ‘Biliyorum. Müslümanlardan onu öldürmelerini istersem bunu hemen yaparlar. Ancak olmaz ya Ömer! İşin içyüzünü bilmeyen halk durumu yanlış anlar; Muhammed kuvvetlendi de adamlarını öldürmeye başladı’ derler. Yapamayız! [177] dedi. Sonra ani bir emirle, ordunun hemen Medine’ye doğru hareket etmesini emretti. Emir, günün en sıcak vaktinde, yolculuk yapılmayacak bir saatte verilmişti. Herkes şaşkın bir hâlde eşyalarını toplamaya başladı. Ancak hareket isteği çok açıktı; hemen yola çıkılacaktı. Bu nedenle öylesine ani bir hareket gerçekleşti ki Müslümanların bir çoğu eşyalarının tamamını toplamaya dahi fırsat bulmadı.
Bazı Müslümanlar hem günün en sıcak vaktinde yapılan yolculuğun orduyu perişan edeceğini ve hem de Abdullah b. Ubeyy’i kabul etmediklerini bildirmek için Resulüllah’ın yanına gelip-gitmeye başladılar. ‘Ey Allah’ın Resulü. Emret onu öldürelim’ veya ıEmret onu Medine’den sürelim’ tekliflerini dile getirdiler. Resulüllah ordunun hareket saatini erteleme tekliflerini kabul etmeyip emrini yenilediği gibi Abdullah b. Ubeyy’in öldürülme veya Medine’den sürülme tekliflerini de kabul etmedi. Ordu, dayanılmaz bir sıcakta, yolculuk için hiçbir hazırlık yapmamış bir hâlde yürümeye devam ediyordu. O gün akşama kadar hiç mola verilmeden yola devam edildi. Herkes bitkin düştü. Hiç kimsede yürüyecek bir takat, yola devam etmesini sağlayacak bir güç kalmadı. Herkes, akşamın serinliğinde mola verileceği ve dinlenecekleri hayaliyle zorla yürüyordu. Akşam oldu fakat mola verilmedi. Gece oldu mola verilmedi. Gece yarısı geçti, sabah oldu yine mola verilmedi. Güneş yükseldi, herkes sıcaktan ve yorgunluktan perişan hâlde adım atamaz durumdaydı, işte böylesi bir anda mola izni geldi. Ordu durdu. Herkes yorgunluktan, uykusuzluktan, sıcaktan olduğu yere düştü. Ve ordudaki herkes derin bir uykuya daldı. Ayakta hiç kimse yoktu.
Yolculuk için uygun olmayan bir vakitte başlayan ve bütün gece süren yolculuk Resulüllah’ın yaşanan problem için düşündüğü bir çözümdü. Resulüllah bu son derece yorucu yolculukla Abdullah b. Ubeyy’in gündemi belirlemesini, Müslümanların onun sözleri üzerinde yorumlar yapmasını önlemiş oldu. Artık hiç kimse Abdullah b. Ubeyy’i konuşacak, değerlendirecek hâlde değildi. Gündemi Abdullah b. Ubeyy veya sözleri oluşturmuyordu.
İzzet Ve Kuvvetin Sahipleri
Abdullah b. Ubeyy’in münafıklığına, münafıkların liderliğini yapmasına rağmen, oğlu Abdullah son derece samimi bir Müslümandı. Babasının yaptıklarından hep rahatsız olmasına, her zaman babasına karşı bir öfke duymasına rağmen, İslâm’ın emri gereği babası olduğu için Abdullah b. Ubeyy’e karşı kötü davranmaktan kaçınıyor; babasının kendisine yönelik aşağılayıcı sözlerini duymazlıktan geliyordu. Ancak bu son yaşanan olay ve sözlerle sabrı sona erdi. Babasının Müslümanlara bu kadar zarar vermesini kabul edemedi. Resulüllah’ın yanma gelip ‘Ey Allah’ın Resulü! Bana izin ver. Babamı ellerimle öldüreyim. Hem böylelikle bir düşman temizlenir ve hem de olur ki Müslümanlardan birisi bu işi yapacak olursa kalbimde ona karşı kin beslememiş olurum [178]dedi. Ancak istediği izni alamadı.
Ordu bir süre dinlendikten sonra yoluna devam etti. Medine’ye yaklaşıldı. Medine’ye girilmek üzereydi. Abdullah, devesini sürüp ordunun önüne geçti. Tam önünden geçerken kılıcını sıyırıp babasını durdurdu. Abdullah b. Ubeyy şaşırdı. Oğlundan bu davranışının sebebini sordu. Oğlunun cevabı son derece anlamlı ve açıktı. Sözlerinde babasının kuyu başındaki sözlerini tekrar etmişti; ‘Bugün bu şehre ancak izzetli ve kuvvetli olanlar girecek; zelil ve aşağılık olanların girmesine izin verilmeyecek’. Abdullah b. Ubeyy, oğlunun sözlerini duyunca daha da şaşırdı, oğlunu bu yaptığından vazgeçirmek istedi. Bu arada Müslümanlardan bir çoğu etraflarını sarmış kendilerini seyrediyorlardı. Abdullah b. Ubeyy bütün foyasının açığa çıktığını, rezil ve aşağılık bir konuma düştüğünü, itibarının yok olduğunu gördü. Oğlundan rica etti. Kendisini bırakmasını istedi. Ancak Abdullah kararlıydı ve kendisine ancak bir şartla dokunmayıp Medine’ye girmesine müsaade edeceğini söyledi: İzzet ve kuvvetin kime ait olduğunu söylemeden ve Resulüllah bana izin vermeden seni bırakmam. Abdullah b. Ubeyy işin ciddi olduğunu anlamıştı; ‘Şahitlik ederim ki izzet ve kuvvet Allah’a, Resulüne ve müminlere aittir’ demekten başka çaresi yoktu. Gerçeği istemeden de olsa ifade etti. Böylelikle, kendisine yönelik saygı ve sevgi sahibi oldukları için oyununa gelenlere Abdullah b. Ubeyy’in ağzıyla bir hakikat ifade edilmiş oldu.
Ordunun önünde bunlar olurken, Resulüllah ordunun gerilerindeydi. Kalabalığı fark etti ve niçin toplanıldığını sordu. Olanlar kendisine anlatıldı. Duydukları Resulüllah’ı memnun etti. Müslümanlar arasındaki cahiliye fitnesinin münafık baba ile Müslüman oğlu arasındaki bu olay ile kaybolup, asıl olması gereken iman bağının ön plana çıkmasına son derece sevindi. Abdullah’a yaklaşarak babasını serbest bırakmasını istedi.
Müslümanlar, Mustalık harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri cahiliye inanç ve eğilimlerinin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Ayrıca, gerçekleşenlerle münafıkların deşifre olmasını ve böylelikle münafıkların bazı Müslümanlar üzerindeki etkisinin daha da azalmasını önemli bir kazanç olarak değerlendirdiler. Münafıkların liderinin hepten aşağılık bir konuma düştüğünü ve çevresindeki kimseleri bundan böyle zor etkileyeceğini gördükleri için de sevindiler.
[174] Münafıkûn sûresi, 63:1,2, 6-8
[175] Buharı, Tefsir, 63; Müslim, Birr, 64.
[176] Münafıkün, 63:1-8
[177] ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 111/303; Vakıdî, Meğazi, U/417, 418.
[178] Ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 111/305; Koksal, İslâm Tarihî-Medine Devri, V/49.
Münafıklar sana geldiklerinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!… Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. [174]
Medine’ye ulaşan bazı haberlere göre, Mustalık kabilesi yoğun bir çabayla Müslümanlara yönelik bir saldırının hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Mustalıklar, Medine’ye saldırmak için önemli miktarda silah ve at satın almışlar, adam toplamışlardı. Resulüllah, haberlerin doğruluğundan emin olmak için Büreyde b. Husayb’ı bölgeye göndererek durumu araştırmasını istedi.
Büreyde, Resulüllah’tan aldığı izinle, bir müşrik kimliğiyle gidip Mustahklara misafir oldu. Durumlarını anlamaya çalıştı. Yine Resulüllah’tan aldığı izinle, Resulüllah’a yönelik önlem alınmasının zorunlu olduğunu, eğer önlem alınmazsa bütün bölgenin Müslümanların eline geçeceğini yakınarak dile getirdi. Bunu yapmadaki amacı Mustalık liderlerinin Müslümanlara karşı tutumlarının ne olduğunu anlamaya çalışmaktı. Mustalıklann liderleri oyuna geldiler ve gizli tuttukları hazırlıkları hakkında bilgi verip, Büreyde’nin de kendilerine katılmasını istediler.
Mustalıklar, Medine ile Mekke arasındaki Kudayd bölgesinde yaşayan bir kabileydi. Mekke-Şam ticaret yolunun üzerinde yer alan Kudayd, Mekke’ye 120, Medine’ye 420 kilometre mesafededir. Mekke-Şam ticaret yolu Mustalıklann en önemli gelir kaynağıydı. Bu yoldan geçen kervanlarla gerçekleştirdikleri ticarî ilişkiler sayesinde önemli kazançlar elde ederlerdi. Aynca birçok Arap’ın putu olan Menat da Kudayd’da bulunuyordu. Mustalıklar bu iki özellikten dolayı islâm davetinin sona erdirilmesini istiyorlardı. Müslümanların Medine’ye hicret edip ticaret yollarını kontrollerine almalarıyla artık Mekkelilerin ticaret kervanları Küdayd’dan geçmez olmuştu. Bu Mustalıklar için büyük bir ekonomik kayıptı. Ayrıca islâm daveti putperestliği yok etme amacına yönelik olduğundan Mustalıklar, itibarlarının ve ekonomilerinin önemli bir kaynağı olan Menat nedeniyle elde ettiklerinin yok olacağını fark ediyorlardı. Bu özellikleriyle de İslâm daveti karşısından Kureyş’in korku ve kuşkularını paylaşıyorlardı, islâm’a karşıtlıkta ve Müslümanlara düşmanlıkta Kureyş ile büyük oranda aynı gerekçelere sahiptiler ve bu nedenle aynı safta yer alıyorlardı. Kureyş’in en önemli müttefiki olarak Uhud savaşında yer almakta tereddüt etmemişlerdi.
Büreyde, gerekli bilgileri edindikten sonra Medine’ye döndü. Bütün görüp işittiklerini Resulüllah’a anlattı. Artık bir askerî harekât kaçınılmaz olmuştu. Muhtemel bir düşman baskınını karşı baskında önlemek gerekiyordu. Resulüllah, Müslümanlardan gerekli hazırlıkları yapmalarını istedi. Hazırlıklar çabucak tamamlandı ve Resulüllah’ın komutasındaki yedi yüz kişilik islâm ordusu Medine’den yola çıktı (28 Aralık 626). Böylelikle kaynaklarda Müreysi veya Ben-i Mustalık olarak isimlendirilen harekât başlamış oldu.
Gerçekleşen harekât ilk andan itibaren diğerlerinden farklı özelliklere sahip oldu. En önemli farklılık ise, ilk defa çok sayıda münafığın da orduya katılmış olmasıydı. Kendilerini Müslüman olarak takdim etmelerine rağmen, önceki harekâtlara katılmaktan hep kaçman, katılmamak için bahaneler uyduran münafıklar, bu sefer büyük bir istekle orduya katıldılar. Bu, son birkaç yıldır başarıyla sonuçlanan askerî harekâtların Müslümanların itibarını çok yükselttiğini göstermesi açısından önemlidir. Münafıklar eğer bu sefer de orduya katılmazlarsa iyice deşifre olmaktan korkmuş olmalıdırlar.
Mustalıklara yönelik harekâtı diğerlerinden farklı kılan özelliklerden birisi de, son ana kadar harekâtın nereye yapılacağının Resulüllah ve birkaç Müslüman dışında hiç kimsenin bilmemesiydi. Hatta, yalan bir haber uçurularak Şam taraflarına gidileceği duyuruldu. Harekâtın amacının Müslümanlardan dahi gizlenmiş olması, Resulüllah’m ani baskın taktiğini bu sefer daha da Önemsediğini göstermesi açısından önemlidir. Her zaman olduğu gibi, bu sefer de ani bir baskınla düşman topluluğunun dağıtılmasını kararlaştırmıştı. Ayrıca, Mekkelilerin Müslümanların aleyhine herhangi bir girişimde bulunmalarını ve Mustalıklara yardım etmelerini önlemek istiyordu.
Ordu, Medine’den yola çıktı. Ancak bir gün boyunca Şam tarafına doğru gidildi, ikinci gün ani bir dönüşle Mustalıklarm yaşadığı bölgeye yönelindi. Bir süre Mustalıklarm hiçbir şeyden haberleri olmadı. Medine’ye yönelik saldırı planlarından Müslümanların haberdar olunduğunu ve Müslümanların kendileri için yola çıktıklarını bilmiyorlardı. Yolculuk sırasında, Mustalıklar adına casusluk yapan bazı kimseler yakalandı. Mustalıklar bu casusları aracılığıyla Müslümanların kendilerine doğru geldiğini öğrenmişlerdi. Fakat artık çok geçti. Karşı koymak için hazırlık yapacak zamanlan yoktu. Bir çoğu panik içerisinde evini, mallarını bırakarak dağlara kaçtı. Kaçmayıp direnmeyi düşünenler toplanıp çatışmaya hazırlandılar, iki ordu karşı karşıya geldi. Savaş karşılıklı ok atışlarıyla başladı ve kısa sürede sonra sonuçlandı. Müslümanlardan bir kişi şehit olurken, Mustalıklardan on kişi öldü. Kaçamayan herkes esir alındı. Ayrıca Mustalıklarm bütün hayvan sürüleri de Müslümanların eline geçti. Ganimet olarak ele geçirilen hayvan sayısı çok fazlaydı. İki bin deve, beş bin koyun ele geçirildi. Elde edilen ganimet hayvanlarının sayısı çok fazla olduğu için, dönüş hazırlıkları birkaç gün vakit aldı. Ayrıca, Resulüllah’ın harekât bölgesinde birkaç gün beklemek gibi bir âdeti de olduğu için, ordu Müreysi olarak isimlendirilen kuyunun yanında konakladı. Bu harekâta farklılık kazandıran asıl olay da burada, kuyu başında konaklarken yaşandı.
Cahiliyenin Başkaldırısı
Müreysi kuyusunun yanında konaklarken, Hz. Ömer’in ücretli işçisi olarak çalışan Cahcah b. Mes’ud ile Hazreç’in eski müttefiklerinden bir aileye mensup olan Sinan b. Veber arasında kuyudan su çekme sırasıyla ilgili bir tartışma çıktı. Tartışmanın boyutu büyüdü ve kavgaya dönüştü. Cahcah ve Sinan birbirlerine vurmaya başladılar. Sinan tek başına Cahcah’ı alt edemeyeceğini anlayınca ‘Yetişin Ey Ensar topluluğu!’ diye bağırıp, Medineli Müslümanlardan yardım istedi. Münafıkların ileri gelenlerinden Abdullah b. Ubeyy’le birlikte kuyu başındaki kavgayı seyreden Ensara mensup bazı Müslümanlar, ‘Koşun adamınıza yardım edin’ diyen Abdullah b. Ubeyy’in de teşvikiyle Sinan’ın yardımına koştular. Ensardan bazılarının Sinan’ın yardımına koşması üzerine, Cahcah da ‘Yetişin Ey Muhacirleri’ diye bağırarak Mekkeli Müslümanları yardımına çağırdı. Orada bulunan bazı Muhacirler de Cahcah’a yardım etmek için kuyu başına koştular. Her bir taraf, kendisini çağıranın yanında toplandı. Böylelikle Muhacir ve Ensar Müslümanlarından bazı kimseler kavga için karşı karşıya gelmiş oldular. Aralarındaki sözlü atışmalar kısa sürede hakarete dönüştü. Hatta bazıları silahlarını çektiler. Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Resulüllah, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Öfkeliydi. Tanıklarının ifadesiyle, Resulüllah’ı o güne kadar hiç bu kadar öfkeli görmemişlerdi. Birbiriyle savaşmak için toplanmış iki topluluğun arasına giren Resulüllah öfke ve sitem dolu bir üslûpla, Müslüman olduktan sonra da cahiliye çağrısı öyle mi? Hâlâ cahiliye davasını sürdürüyorsunuz ha!’ diye çıkıştı. Artık bırakın şu cahiliye davalarını! Bu pisliktir, kötülüktür [175] dedi. Müslümanların bazı ileri gelenlerinin de araya girmesiyle, iki taraf yatıştırıldı ve kalabalık dağıldı.
Yaşanan olay küçük çaplı bir çatışma girişimi gibi görünüyorsa da, gerçekte hiç de öyle değildi. Yaşanan, Resulüllah’m tepkisinden de anlaşılacağı üzere, çok ciddi bir problemdi. Bunca yıldır Müslüman olanlar, omuz omuza onlarca savaşa giren ve bu savaşlarda canlarını, kanlarını verenler, islâm için mallarını harcayanlar hâlâ İslâm karşıtı bir davanın gereğine göre davranabiliyorlardı. Resulüllah’ın ‘cahiliye davası’, ‘pislik’ olarak tanımladığı kavmiyetçilik davasına taraftarlık yapabiliyorlardı. Resulûllah’ın kızdığı şey bu idi; kabul etmediği, anlamakta zorlandığı taraf bur asıydı. İslâm, iman kardeşliğini her çeşit bağm üstünde tuttuğu, iman kardeşliğine rağmen başka hiçbir bağın daha olumlu anlam ifade etmeyeceğini sürekli bildirdiği halde, Müslümanların İslâm’ın aşağılayıp reddettiği kavmiyetçilik davasını sürdürmelerini, bu dava için birbirlerine silah çekmelerini kabullenememişti. Kavmiyetçilik davası gereği, Medineli Müslümanların sırf Medineli oldukları için birbirlerini destekleyip Mekkeli Müslümanlarla, Mekkeli Müslümanların da sırf Mekkeli oldukları için birbirlerini destekleyip Medineli Müslümanlarla kavga etmelerini, hatta birbirleriyle savaşmaya kalkışmalarını izah etmek mümkün değildi. Bu, her şeyi alt üst eden bir durumdu; inşa edilen iman topluluğunun darmadağın olmasını ateşleyecek bir kıvılcımdı. İşte bunun anlaşılır, kabul edilir tarafı yoktu ve Resulüllah’ın tepkisi bu nedenle sert oldu. Resulûllah’ın ihtarları üzerine her iki taraf hatalarını anladılar ve birbirlerinden özür dilediler. Ancak bir kez olan olmuştu. Müslümanları birbirine düşürmek için fırsat kollayan münafıkların umutları depreşmişti.
Abdullah b. Ubeyy, iki kişinin kavgası nedeniyle Müslümanların birbirleriyle savaşma aşamasına gelişini büyük bir keyifle seyretmişti. Bazı girişimleriyle Medineli Müslümanlarla Mekkeli Müslümanların arasını kolayca açılabileceğini düşündü ve yaşanan olay bu düşüncesine dayanak oldu. Abdullah b. Ubeyy, Müslümanları birbirine düşürmek ve Medinelileri tekrar kendi çevresinde toplamak arzusuyla yeni bir girişimde bulundu. Bazı Medineli Müslümanlara, ‘Gördünüz mü şu çulsuzların yaptıklarını? Geldiler bizim yurdumuzda bize kafa tutmaya başladılar. Vallahi bu ancak eskilerin dediği gibi ‘köpeği semirt seni parçalasın’ durumundan başka bir şey değil. îşte size yemin ediyorum. Vallahi! Medine’ye döndüğümüz zaman bu iş bitecek. Medine’ye döndüğümüzde Medine’nin izzetli ve kuvvetlileri bu çulsuzları, zelil ve aşağılıkları Medine’ye sokmayacak’ dedi. Bu arada Medineli Müslümanları daha da etkileyip, Mekkeli Müslümanların aleyhine harekete geçirmek için suçladı, kendilerine gelmelerini istedi: ‘Kimseyi suçlamayın. Bu işin suçu tamamen kendinize ait. Her şeyi ellerinizle onlara peşkeş çektiniz. Halbuki böyle yapmayıp, onlara harsı sert ve sıkı olsaydınız, başınıza çöreklenmez, daha başka yerlere çeker giderlerdi. Siz de mallarınızı, evlatlarınızı onlar için harcamaktan kurtulurdunuz Bakın, seyredin halinizi; siz azaldımz, çocuklarınızı savaş alanlarında teker teker kaybettiniz. Onlar ise hep çoğaldılar. Hiç değilse bundan sonra aklınızı başınıza alın; onlara yönelik yardımlarınızı kesin de çekip gitsinler.
Abdullah b. Ubeyy, bu konuşmaları kendisi gibi münafık veya kendisine yakınlık duyan imanı zayıf Müslümanlar arasında yaptığı için tepki görmedi. Çevresindekiler sessizce onun sözlerini dinliyorlardı. Hatta bazıları onu haklı bulduğunu dile getiren bir şeyler söylediler. Ancak, Abdullah b. Ubeyy’in yakınında oturan Zeyd b. Erkam duydukları karşısında şaşırmış bir haldeydi. Kendisi çocuk denebilecek yaşta olmasına rağmen, İslâm’ı anlamış ve kavramış birisiydi. Abdullah b Ubeyy’in sözlerini duyunca kulaklarına inanamadı. Hemen amcası Hz. Ömer’e gitti ve işittiklerini anlattı. Hz. Ömer, Zeyd b. Erkam’ı yanına alarak Resulüllah’a ötürdü. İşittiklerini Resulülîah’a anlatmasını istedi. O sırada Resulüllah bazı Müslümanlarla oturmuş kuyu başında yaşanan olayı konuşuyordu. Zeyd duyduklarını anlattı. Zeyd’in anlattıkları, kuyu başında yaşanan olay kadar önemliydi. Resulüllah kendisine söylenenlerin doğruluğundan emin olmak istedi. Zeyd’in, henüz çocuk denebilecek yaşta olması nedeniyle, yanlış anlamış olabileceğini veya Abdullah b. Ubeyy’e düşmanlık için yalan söyleyebileceğini düşündü. Bu nedenle Zeyd’e birçok kez söylediklerinden emin olup olmadığını, doğru söyleyip söylemediğini sordu. Zeyd, yalan söylemediğini, duyduklarından emin olduğunu, söylediklerinin aynen ifade ettiği gibi olduğunu yeminler ederek tekrar anlattı. Zeyd’in söyledikleri karşısında Resulüllah üzüldü ve öfkelendi. Abdullah b. Ubeyy’le görüşmeye karar verip onu yanma çağırttı. Durumunun açığa çıktığını anlayan Abdullah b. Ubeyy bazı yandaşlarını da yanına alarak, Resulûllah’ın yanına gelip oturdu. Resulüllah, duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Eğer böyle bir şey söylediyse hatasından dönmesini, tövbe etmesini istedi. Abdullah söylenen şeylerin tamamının yalan olduğunu, kesinlikle böyle şeyler söylemediğini ve söylemeyeceğini, kendisi gibi bir Müslüman’a böyle şeylerin yakışmayacağını ifade etti. Yandaşlarını da söylediklerinin doğruluğuna şahit tuttu. Resulüllah, Abdullah b. Ubeyy’in’kendisine şahit göstererek söylediklerini kabul etmek zorunda kaldı. Zeyd’e bir şey demedi.
Abdullah b. Ubeyy’in yalancı şahitlerinin de desteğinde söylediklerini inkar etmesi yüzünden Zeyd yalancı konuma düşmüştü. Yalancı konuma düşmesi nedeniyle çok üzüldü. Yalancı konuma düşmesini, üstelik Resulüllah’ı aldatan konumuna düşmesini bir türlü kabullenemiyordu. Ne yapacağını bilemez olmuştu. Fakat vahiy, çoğu zaman olduğu gibi bu sefer de sürece müdahale etti ve hem Resulüllah’ı olayın aslından haberdar etti ve hem de bir mümini sıkıntısından kurtardı. Durumu bütün boyutlarıyla açıklığa kavuşturan ayetler şöyleydi: ‘Münafıklar sana geldiklerinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin.
Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce İman edip, sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onlann canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin’ denildiği zaman başlarım çevirirler ve sen onlann büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemescn de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.[176] Resulüllah, münafıkların durumunu açıklayan bu ayetler vahyolununca, üzüntüsünden ne yapacağını bilemez hale gelmiş olan Zeyd’i yanına çağırttı ve ‘Zeyd! Allah seni doğruladı’ diyerek gönlünü aldı.
Ayet vahyolunup durum Resulüllah için açıklığa kavuşturuluncaya ve Resulüllah, Zeyd ile konuşup onun üzüntüsünü giderinceye kadar, Abdullah b, Ubeyy’in konuşmaları orduya yayılmıştı. Herkes o konuşmayı bir şekilde tartışmaya başlamıştı. Bazıları oldukça sert tepkiyle Abdullah b. Ubeyy’in konuşmasına karşı çıkıp, bunların yanlış olduğunu söylerken; diğer bazıları ise belirgin bir tepki vermemişti. Ordunun gündemini Abdullah b. Ubeyy’in sözleri oluşturuyordu.
Hz. Ömer öfkesinden yerinde duramıyordu. Israrla, ‘Ey Allah’ın Resulü/ Yeter bu kadar sabır! İzin ver şu münafığı öldüreyim!’ deyip duruyordu. Resulüllah bu teklifi kabul etmedi. Ömer, Abdullah b. Ubeyy’i öldürmesi durumunda, Muhacirle Ensar arasında yeni bir çatışma çıkacağı düşüncesiyle teklifinin reddedildiğini düşündü. Çünkü kendisi bir Muhacirdi. Bu nedenle ‘Bana izin vermiyorsan, emret Ensar’dan Sâ’d b. Muaz, Muhammed b. Mesleme veya Abbaâ b. Bişr bu işi yapsın’ dedi. Oradaki Ensara mensup Müslümanlar da böylesi bir emri yerine getirmeye hazır olduklarını bildirdiler. Ancak Resulüllah, Abdullah b. Ubeyy’in öldürülmesini doğru bulmuyordu. Bu konudaki düşüncesini şöyle açıkladı: ‘Biliyorum. Müslümanlardan onu öldürmelerini istersem bunu hemen yaparlar. Ancak olmaz ya Ömer! İşin içyüzünü bilmeyen halk durumu yanlış anlar; Muhammed kuvvetlendi de adamlarını öldürmeye başladı’ derler. Yapamayız! [177] dedi. Sonra ani bir emirle, ordunun hemen Medine’ye doğru hareket etmesini emretti. Emir, günün en sıcak vaktinde, yolculuk yapılmayacak bir saatte verilmişti. Herkes şaşkın bir hâlde eşyalarını toplamaya başladı. Ancak hareket isteği çok açıktı; hemen yola çıkılacaktı. Bu nedenle öylesine ani bir hareket gerçekleşti ki Müslümanların bir çoğu eşyalarının tamamını toplamaya dahi fırsat bulmadı.
Bazı Müslümanlar hem günün en sıcak vaktinde yapılan yolculuğun orduyu perişan edeceğini ve hem de Abdullah b. Ubeyy’i kabul etmediklerini bildirmek için Resulüllah’ın yanına gelip-gitmeye başladılar. ‘Ey Allah’ın Resulü. Emret onu öldürelim’ veya ıEmret onu Medine’den sürelim’ tekliflerini dile getirdiler. Resulüllah ordunun hareket saatini erteleme tekliflerini kabul etmeyip emrini yenilediği gibi Abdullah b. Ubeyy’in öldürülme veya Medine’den sürülme tekliflerini de kabul etmedi. Ordu, dayanılmaz bir sıcakta, yolculuk için hiçbir hazırlık yapmamış bir hâlde yürümeye devam ediyordu. O gün akşama kadar hiç mola verilmeden yola devam edildi. Herkes bitkin düştü. Hiç kimsede yürüyecek bir takat, yola devam etmesini sağlayacak bir güç kalmadı. Herkes, akşamın serinliğinde mola verileceği ve dinlenecekleri hayaliyle zorla yürüyordu. Akşam oldu fakat mola verilmedi. Gece oldu mola verilmedi. Gece yarısı geçti, sabah oldu yine mola verilmedi. Güneş yükseldi, herkes sıcaktan ve yorgunluktan perişan hâlde adım atamaz durumdaydı, işte böylesi bir anda mola izni geldi. Ordu durdu. Herkes yorgunluktan, uykusuzluktan, sıcaktan olduğu yere düştü. Ve ordudaki herkes derin bir uykuya daldı. Ayakta hiç kimse yoktu.
Yolculuk için uygun olmayan bir vakitte başlayan ve bütün gece süren yolculuk Resulüllah’ın yaşanan problem için düşündüğü bir çözümdü. Resulüllah bu son derece yorucu yolculukla Abdullah b. Ubeyy’in gündemi belirlemesini, Müslümanların onun sözleri üzerinde yorumlar yapmasını önlemiş oldu. Artık hiç kimse Abdullah b. Ubeyy’i konuşacak, değerlendirecek hâlde değildi. Gündemi Abdullah b. Ubeyy veya sözleri oluşturmuyordu.
İzzet Ve Kuvvetin Sahipleri
Abdullah b. Ubeyy’in münafıklığına, münafıkların liderliğini yapmasına rağmen, oğlu Abdullah son derece samimi bir Müslümandı. Babasının yaptıklarından hep rahatsız olmasına, her zaman babasına karşı bir öfke duymasına rağmen, İslâm’ın emri gereği babası olduğu için Abdullah b. Ubeyy’e karşı kötü davranmaktan kaçınıyor; babasının kendisine yönelik aşağılayıcı sözlerini duymazlıktan geliyordu. Ancak bu son yaşanan olay ve sözlerle sabrı sona erdi. Babasının Müslümanlara bu kadar zarar vermesini kabul edemedi. Resulüllah’ın yanma gelip ‘Ey Allah’ın Resulü! Bana izin ver. Babamı ellerimle öldüreyim. Hem böylelikle bir düşman temizlenir ve hem de olur ki Müslümanlardan birisi bu işi yapacak olursa kalbimde ona karşı kin beslememiş olurum [178]dedi. Ancak istediği izni alamadı.
Ordu bir süre dinlendikten sonra yoluna devam etti. Medine’ye yaklaşıldı. Medine’ye girilmek üzereydi. Abdullah, devesini sürüp ordunun önüne geçti. Tam önünden geçerken kılıcını sıyırıp babasını durdurdu. Abdullah b. Ubeyy şaşırdı. Oğlundan bu davranışının sebebini sordu. Oğlunun cevabı son derece anlamlı ve açıktı. Sözlerinde babasının kuyu başındaki sözlerini tekrar etmişti; ‘Bugün bu şehre ancak izzetli ve kuvvetli olanlar girecek; zelil ve aşağılık olanların girmesine izin verilmeyecek’. Abdullah b. Ubeyy, oğlunun sözlerini duyunca daha da şaşırdı, oğlunu bu yaptığından vazgeçirmek istedi. Bu arada Müslümanlardan bir çoğu etraflarını sarmış kendilerini seyrediyorlardı. Abdullah b. Ubeyy bütün foyasının açığa çıktığını, rezil ve aşağılık bir konuma düştüğünü, itibarının yok olduğunu gördü. Oğlundan rica etti. Kendisini bırakmasını istedi. Ancak Abdullah kararlıydı ve kendisine ancak bir şartla dokunmayıp Medine’ye girmesine müsaade edeceğini söyledi: İzzet ve kuvvetin kime ait olduğunu söylemeden ve Resulüllah bana izin vermeden seni bırakmam. Abdullah b. Ubeyy işin ciddi olduğunu anlamıştı; ‘Şahitlik ederim ki izzet ve kuvvet Allah’a, Resulüne ve müminlere aittir’ demekten başka çaresi yoktu. Gerçeği istemeden de olsa ifade etti. Böylelikle, kendisine yönelik saygı ve sevgi sahibi oldukları için oyununa gelenlere Abdullah b. Ubeyy’in ağzıyla bir hakikat ifade edilmiş oldu.
Ordunun önünde bunlar olurken, Resulüllah ordunun gerilerindeydi. Kalabalığı fark etti ve niçin toplanıldığını sordu. Olanlar kendisine anlatıldı. Duydukları Resulüllah’ı memnun etti. Müslümanlar arasındaki cahiliye fitnesinin münafık baba ile Müslüman oğlu arasındaki bu olay ile kaybolup, asıl olması gereken iman bağının ön plana çıkmasına son derece sevindi. Abdullah’a yaklaşarak babasını serbest bırakmasını istedi.
Müslümanlar, Mustalık harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri cahiliye inanç ve eğilimlerinin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Ayrıca, gerçekleşenlerle münafıkların deşifre olmasını ve böylelikle münafıkların bazı Müslümanlar üzerindeki etkisinin daha da azalmasını önemli bir kazanç olarak değerlendirdiler. Münafıkların liderinin hepten aşağılık bir konuma düştüğünü ve çevresindeki kimseleri bundan böyle zor etkileyeceğini gördükleri için de sevindiler.
[174] Münafıkûn sûresi, 63:1,2, 6-8
[175] Buharı, Tefsir, 63; Müslim, Birr, 64.
[176] Münafıkün, 63:1-8
[177] ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 111/303; Vakıdî, Meğazi, U/417, 418.
[178] Ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 111/305; Koksal, İslâm Tarihî-Medine Devri, V/49.