TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Kelime anlamı itibarı ile aslı ve Türkçesi Kam’dır, “Şaman” kelimesi ilk kez Sibirya da 8 yy. yabancı araştırmacıların ortaya attığı bir kelime olup ve Tunguzcadır.
Kamcılık çok eski Türk inanç ve kültürel yaşam biçimi olmakla beraber ilk görüldüğü yer Sibiryadır. Kamcılığın Gök-Tanrı ( Kök Tengri ), Tengricilik ile çok kuvvetli bağları olduğu görülmektedir. Kam ( Şaman ) diye adlandırılan kişi sanıldığı gibi sadece bir büyücü değildir. Aksine tabiat üstü kuvvetlerle temasa geçebilen, tedavi edebilen ( otacı, emici ), gelecekten haber verebilen ( kehanet ) ve çeşitli ritüeller ile tanrılara sunulan kurban ayinlerini yöneten insandır. Bu özelliklerinden hariç ruhsal tedaviler de yaparlardı.
Mahmut Kaşgari’nin çağdaşı olan Balasagunlu Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig”de Kam’ları otaçılar ( tabipler ) ile bir tutmuş, Kam’ların insan topluluğu için faydalı olduğuna işaret etmiştir.
Bir yerde şöyle diyor:
“Gerek hekim, tabip tut, gerek kam tut; Eceli gelene ilaç fayda vermez.”
( Kerek tut otaçı, kerek kam Ölügligke her giz asıġ ķılmaz em)
Bir başka yerde açgözlülüğün ilaçsız bir hastalık olduğunu anlatırken şöyle diyor:
“Aç gözlülük bir hastalıktır, ilacı yoktur. Bu hastalığı bütün dünya kamları tedavi edemezler.
(Bu suķluġ ig ol bir otı yoķ emi Anı emleyumez bu dünya kamı )
Kamcılık bir din olmanın ötesinde, tabir yerindeyse, içinde mistisizm barındıran bir nevi sihir ve kehanet gösterme şeklidir. Kam’lar ( Şamanlar) gelecekten haber verme, olacakları önceden bilme, hastalara şifa dağıtma, metafizik varlıklarla münasebet kurma, kötü ruhlardan insanları arındırma gibi olağanüstü durumları yöneten insan konumundadırlar. Bundan dolayı da halk arasında saygın yerleri vardır.
Kam’lara gösterilen tazim ve hürmet, diğer dinlerdeki din adamlarına gösterilen ve onları “rahip” statüsüne sokan yüceltme anlayışından farklıdır. Kam’lar her ne kadar halk arasında saygın bir konumda olsalar da bu anlayış, herhangi bir sınıf ayrımı ya da sosyal tabaka oluşturacak kadar derin bir farklılaşmaya varmamıştır.
Malumdur ki Kamcıların bilinen anlamda ibadet ve ayin esnasındaki merasimleri de kat’i ve muntazam bir usule tabi değildir. Kam’lar, yılın muayyen bir vaktinde kutsal addedilen yerlerde bir araya gelen insanlar ile birlikte birtakım ritüelleri yerine getirirlerdi.
Kendilerine özgü kıyafetleri, takıları, ayin malzemesi, davulu vs. olan Kam’lar diğer insanlardan hemen ayırt edilebilir. Şüphesiz ki Kamcılık’ta en büyük rol Kam’lara aitti. Kam’lar, Kamcılık inancından en yüksek rütbeye ve nüfuza sahip kişilerdi. Ancak Kamcılığın inancında herkesin Kam olması mümkün görünmemektedir.
Herkes Kam olamaz. Bu teknik, kendi kendine öğrenmekle de elde edilemez. Bunun yollarından biri irsiyettir. Belli bir Kamın neslinden gelmek gerekir. Bir başka yöntem, Kam olmaya doğal istidattır. Aslında kimse Kam olmaya hevesli olmaz. Hatta toplumda buna istidatlı olup da, bu konuda patolojik belirtiler göstermeye başlayanlara da engel olunmak istenir. Ayrıca, Kamlıkla ilgili bazı belirtiler göstermiş olmakla da hemen Kam olmak için yeterli değildir. Bunun için tecrübeli ve yaşlı bir Kamın yanında belli bir süre için eğitimden geçmek gerekir.
Kendisinin tanrılar tarafından Kam olarak tayin edildiğine, ruhların kendisinin hizmetinde bulunduklarına inanan Kam hayali geniş, mistik ve yaratılıştan zeki bir adamdır. Tabiattaki bazı sırlara da vakıftır. Kam ( Şaman ) olacak adam küçüklüğünden beri çok düşünceli olur; vakit vakit canı sıkılır; tab’an şairdir, irticalen şiirler, ilahiler söyler .
Kam’lar hizmet ettikleri güçlere bağlı olarak Ak Kam ve Kara Kam olarak ayrılmaktadırlar.
Altaylılar “Ak Kam” ve “Kara Kam” , Yakutlular ise “Ayı Oyun” ( iyi Kaman ) ve “Abası Uyun”
(Kara Kam) derler. Ak Kamlar halk tarafından çok sayılırlarken Kara Kamlar halk arasında daha yayıng bir korku ile karışık saygı duyurdu.
Konuya bir de Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cîhan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi Kitabından bir Derleme den bakalım, Türklerde Kam’ların bir çok görevleri ve büyük nüfuzları vardı. Bu Kam’lar arasında Oğuzların destansı Irkıl-Hocası ve Korkut Atası, Çingiz (Cengiz, Timuçin) Han’ın tarihi Gökçe’si çok kudretli şahsiyetlerdi.
Gerçekten bunlar, Tanrının cihan hakimiyetini Oğuz Han’a ve evlatlarına, Cengiz Han’a ihsan ettiğini müjdelemişlerdir.
Göktürk kitabeleri Kam’lar (Şamanlar) hakkında pek bir şey söylemiyorsa da Çin, Bizans ve Hıristiyan kaynakları Kam’ların (Şamanların) çeşitli dini görevleri ve etkileri hakkında önemli bilgiler verirlerdi.
İranlı tarihçi Cüveyni ” Uygurlarda sihir ilmini bilenlere Kam derler. Bunlar şeytanlara hükmettiklerini iddia ederler… Bugün şehzadeler, onların söz ve dualarına çok güvenirler ve fikirlerini almadan bir işe girişmezler. Hastaları da Kam’lar tedavi eder”. der.
Müslüman ve Hristiyan anlayışlarından farklı olarak Kamların Tanrı ile münasebette bulunduklarına dair inanışlar mevcuttu. Cüveyni , Cengiz adının kaynağını açıklarken “Muteber Moğollardan işittim ki şiddetli bir kışta, çıplak olarak, dağlara giden bir kimse vardı. O, “Tanrı ile konuştum, buyurdu ki, yeryüzünü Tümuçin’e ve oğullarına verdim; Adını da Çingiz Han koydum” demiş. Bu adama Tab Tangrı adını verilirdi”.
Reşidedtin de “Tab Tangrı lakabını taşıyan Gökçe’nin göğe çıktığından Tanrı ile görüştüğünden ve daima Cengiz Han’ın yanına gelip onun dünya hükümdarı olacağından ” behsederdi. kaydı ile bu konuyu teyid eder. (Cihân-güşâ, I, 28; Reşdettin, Cami ut-tevarih, I, s.307; Osman Turan, Çingiz Adı Hakkında, Belletten, XIX (1941), s.268) .
Kırgızların, yılın belirli bir gününde toplandıkları, müzisyenleri ve şarkı aletleri hazırlandıktan sonra içmeye ve raks etmeye başlayan kamların kendinden geçtiği, bu esnada ona gelecekte olacak olaylar hakkında soru sordukları, onun da o yıl içinde bolluk-kıtlık, yağmur-kuraklık, hastalık, barış-savaş durumu hakkında haberler verdiği ve bunların doğru çıkacağına inanıldığı rivayet ediliyor. ( Gerdizi, s.37; Mervezi, s.19).
Rubruck’a göre Kamlar, gök biliminde anlar, ay ve güneş tutulmalarını önceden haber verirler, tutulmalar olunca, halk evinde ayakta bekler ve kimse dışarı çıkmaz, tutulmalar sona erince de halk eğlenmeye başlar. Kamlar (Şamanlar) onlara gelecekteki iyi ve kötü olayları bildirirler, onların önerileri olmadan ordu toplanmaz ve savaşa gidilmezdi.
Mengü Han’ın sarayı karşısında baş şamanın evi bulunurdu. Kumanlar da Kamlar’a çok itibar eder; kehanetlerine, tebşirlerine ve sihirlerine güvenir ve verdikleri haberlerin Tanrı’dan geldiklerine inanırlardı.
Kamlar, çocukların doğuşunda da onların kaderlerini haber verirlerdi. (Rubruck, S. 239-244).
Nitekim Dede Korkut da çocuk doğunca davet edilir; o da dua eder, ismini koyar ve “Adını ben verdim, ömrünü Tanrı vere” dileğiyle görevini bitirirdi.
Kamların hastalık ve ölüm zamanlarında görevleri çok önem kazanırdı.Bir kimse hasta olunca ona evinin yakınında bir çadır kurulur; hastalık kötü ruhların eseri olduğu için hizmetine köle ve cariyeler bakar; çadır üzerine işaret konularak başkalarının yaklaşmamaları belirtilirdi. Sadece kam, hastanın yanına gider, kendince dua ve vasıtalarla tedaviye başlar; iyileşinceye kadar hasta yakınları, hastasını görmez, eğer hasta ölürse, orada törenle defin edilirdi.
Göktürkler ve halefleri yabancıların, beraberlerinde zararlı ruhları getirdiklerine veya sihir yaptıklarına inandıkları için sınırlara ve hakanların huzurlarına girişlerinde kamlar tarafından iki ateş arasından geçirilmek suretiyle bir merasime tabi tutuluyor ve temizleniyorlardı. Ateş fenalıkları da temizlediği için ölülerin eşyaları da onunla temizlenmeden kullanılmazdı. (Rubruck, s.9.240-241)
Kamcılık çok eski Türk inanç ve kültürel yaşam biçimi olmakla beraber ilk görüldüğü yer Sibiryadır. Kamcılığın Gök-Tanrı ( Kök Tengri ), Tengricilik ile çok kuvvetli bağları olduğu görülmektedir. Kam ( Şaman ) diye adlandırılan kişi sanıldığı gibi sadece bir büyücü değildir. Aksine tabiat üstü kuvvetlerle temasa geçebilen, tedavi edebilen ( otacı, emici ), gelecekten haber verebilen ( kehanet ) ve çeşitli ritüeller ile tanrılara sunulan kurban ayinlerini yöneten insandır. Bu özelliklerinden hariç ruhsal tedaviler de yaparlardı.
Mahmut Kaşgari’nin çağdaşı olan Balasagunlu Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig”de Kam’ları otaçılar ( tabipler ) ile bir tutmuş, Kam’ların insan topluluğu için faydalı olduğuna işaret etmiştir.
Bir yerde şöyle diyor:
“Gerek hekim, tabip tut, gerek kam tut; Eceli gelene ilaç fayda vermez.”
( Kerek tut otaçı, kerek kam Ölügligke her giz asıġ ķılmaz em)
Bir başka yerde açgözlülüğün ilaçsız bir hastalık olduğunu anlatırken şöyle diyor:
“Aç gözlülük bir hastalıktır, ilacı yoktur. Bu hastalığı bütün dünya kamları tedavi edemezler.
(Bu suķluġ ig ol bir otı yoķ emi Anı emleyumez bu dünya kamı )
Kamcılık bir din olmanın ötesinde, tabir yerindeyse, içinde mistisizm barındıran bir nevi sihir ve kehanet gösterme şeklidir. Kam’lar ( Şamanlar) gelecekten haber verme, olacakları önceden bilme, hastalara şifa dağıtma, metafizik varlıklarla münasebet kurma, kötü ruhlardan insanları arındırma gibi olağanüstü durumları yöneten insan konumundadırlar. Bundan dolayı da halk arasında saygın yerleri vardır.
Kam’lara gösterilen tazim ve hürmet, diğer dinlerdeki din adamlarına gösterilen ve onları “rahip” statüsüne sokan yüceltme anlayışından farklıdır. Kam’lar her ne kadar halk arasında saygın bir konumda olsalar da bu anlayış, herhangi bir sınıf ayrımı ya da sosyal tabaka oluşturacak kadar derin bir farklılaşmaya varmamıştır.
Malumdur ki Kamcıların bilinen anlamda ibadet ve ayin esnasındaki merasimleri de kat’i ve muntazam bir usule tabi değildir. Kam’lar, yılın muayyen bir vaktinde kutsal addedilen yerlerde bir araya gelen insanlar ile birlikte birtakım ritüelleri yerine getirirlerdi.
Kendilerine özgü kıyafetleri, takıları, ayin malzemesi, davulu vs. olan Kam’lar diğer insanlardan hemen ayırt edilebilir. Şüphesiz ki Kamcılık’ta en büyük rol Kam’lara aitti. Kam’lar, Kamcılık inancından en yüksek rütbeye ve nüfuza sahip kişilerdi. Ancak Kamcılığın inancında herkesin Kam olması mümkün görünmemektedir.
Herkes Kam olamaz. Bu teknik, kendi kendine öğrenmekle de elde edilemez. Bunun yollarından biri irsiyettir. Belli bir Kamın neslinden gelmek gerekir. Bir başka yöntem, Kam olmaya doğal istidattır. Aslında kimse Kam olmaya hevesli olmaz. Hatta toplumda buna istidatlı olup da, bu konuda patolojik belirtiler göstermeye başlayanlara da engel olunmak istenir. Ayrıca, Kamlıkla ilgili bazı belirtiler göstermiş olmakla da hemen Kam olmak için yeterli değildir. Bunun için tecrübeli ve yaşlı bir Kamın yanında belli bir süre için eğitimden geçmek gerekir.
Kendisinin tanrılar tarafından Kam olarak tayin edildiğine, ruhların kendisinin hizmetinde bulunduklarına inanan Kam hayali geniş, mistik ve yaratılıştan zeki bir adamdır. Tabiattaki bazı sırlara da vakıftır. Kam ( Şaman ) olacak adam küçüklüğünden beri çok düşünceli olur; vakit vakit canı sıkılır; tab’an şairdir, irticalen şiirler, ilahiler söyler .
Kam’lar hizmet ettikleri güçlere bağlı olarak Ak Kam ve Kara Kam olarak ayrılmaktadırlar.
Altaylılar “Ak Kam” ve “Kara Kam” , Yakutlular ise “Ayı Oyun” ( iyi Kaman ) ve “Abası Uyun”
(Kara Kam) derler. Ak Kamlar halk tarafından çok sayılırlarken Kara Kamlar halk arasında daha yayıng bir korku ile karışık saygı duyurdu.
Konuya bir de Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cîhan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi Kitabından bir Derleme den bakalım, Türklerde Kam’ların bir çok görevleri ve büyük nüfuzları vardı. Bu Kam’lar arasında Oğuzların destansı Irkıl-Hocası ve Korkut Atası, Çingiz (Cengiz, Timuçin) Han’ın tarihi Gökçe’si çok kudretli şahsiyetlerdi.
Gerçekten bunlar, Tanrının cihan hakimiyetini Oğuz Han’a ve evlatlarına, Cengiz Han’a ihsan ettiğini müjdelemişlerdir.
Göktürk kitabeleri Kam’lar (Şamanlar) hakkında pek bir şey söylemiyorsa da Çin, Bizans ve Hıristiyan kaynakları Kam’ların (Şamanların) çeşitli dini görevleri ve etkileri hakkında önemli bilgiler verirlerdi.
İranlı tarihçi Cüveyni ” Uygurlarda sihir ilmini bilenlere Kam derler. Bunlar şeytanlara hükmettiklerini iddia ederler… Bugün şehzadeler, onların söz ve dualarına çok güvenirler ve fikirlerini almadan bir işe girişmezler. Hastaları da Kam’lar tedavi eder”. der.
Müslüman ve Hristiyan anlayışlarından farklı olarak Kamların Tanrı ile münasebette bulunduklarına dair inanışlar mevcuttu. Cüveyni , Cengiz adının kaynağını açıklarken “Muteber Moğollardan işittim ki şiddetli bir kışta, çıplak olarak, dağlara giden bir kimse vardı. O, “Tanrı ile konuştum, buyurdu ki, yeryüzünü Tümuçin’e ve oğullarına verdim; Adını da Çingiz Han koydum” demiş. Bu adama Tab Tangrı adını verilirdi”.
Reşidedtin de “Tab Tangrı lakabını taşıyan Gökçe’nin göğe çıktığından Tanrı ile görüştüğünden ve daima Cengiz Han’ın yanına gelip onun dünya hükümdarı olacağından ” behsederdi. kaydı ile bu konuyu teyid eder. (Cihân-güşâ, I, 28; Reşdettin, Cami ut-tevarih, I, s.307; Osman Turan, Çingiz Adı Hakkında, Belletten, XIX (1941), s.268) .
Kırgızların, yılın belirli bir gününde toplandıkları, müzisyenleri ve şarkı aletleri hazırlandıktan sonra içmeye ve raks etmeye başlayan kamların kendinden geçtiği, bu esnada ona gelecekte olacak olaylar hakkında soru sordukları, onun da o yıl içinde bolluk-kıtlık, yağmur-kuraklık, hastalık, barış-savaş durumu hakkında haberler verdiği ve bunların doğru çıkacağına inanıldığı rivayet ediliyor. ( Gerdizi, s.37; Mervezi, s.19).
Rubruck’a göre Kamlar, gök biliminde anlar, ay ve güneş tutulmalarını önceden haber verirler, tutulmalar olunca, halk evinde ayakta bekler ve kimse dışarı çıkmaz, tutulmalar sona erince de halk eğlenmeye başlar. Kamlar (Şamanlar) onlara gelecekteki iyi ve kötü olayları bildirirler, onların önerileri olmadan ordu toplanmaz ve savaşa gidilmezdi.
Mengü Han’ın sarayı karşısında baş şamanın evi bulunurdu. Kumanlar da Kamlar’a çok itibar eder; kehanetlerine, tebşirlerine ve sihirlerine güvenir ve verdikleri haberlerin Tanrı’dan geldiklerine inanırlardı.
Kamlar, çocukların doğuşunda da onların kaderlerini haber verirlerdi. (Rubruck, S. 239-244).
Nitekim Dede Korkut da çocuk doğunca davet edilir; o da dua eder, ismini koyar ve “Adını ben verdim, ömrünü Tanrı vere” dileğiyle görevini bitirirdi.
Kamların hastalık ve ölüm zamanlarında görevleri çok önem kazanırdı.Bir kimse hasta olunca ona evinin yakınında bir çadır kurulur; hastalık kötü ruhların eseri olduğu için hizmetine köle ve cariyeler bakar; çadır üzerine işaret konularak başkalarının yaklaşmamaları belirtilirdi. Sadece kam, hastanın yanına gider, kendince dua ve vasıtalarla tedaviye başlar; iyileşinceye kadar hasta yakınları, hastasını görmez, eğer hasta ölürse, orada törenle defin edilirdi.
Göktürkler ve halefleri yabancıların, beraberlerinde zararlı ruhları getirdiklerine veya sihir yaptıklarına inandıkları için sınırlara ve hakanların huzurlarına girişlerinde kamlar tarafından iki ateş arasından geçirilmek suretiyle bir merasime tabi tutuluyor ve temizleniyorlardı. Ateş fenalıkları da temizlediği için ölülerin eşyaları da onunla temizlenmeden kullanılmazdı. (Rubruck, s.9.240-241)