Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Bir tek kapının kapalı
kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez.
Şeytan ise, bazı esbaba (sebeplere) binaen,
ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir;
ispat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor.
'İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde bir şey yoktur' der,
kandırır." (Lem'alar, s. 92)
Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi kâinatta her nereye baksak, baktığımız ‘şey’ bizim için iman sarayına varmaya vesile olacak bir kapı ya da bir penceredir. Biz bu sayısız kapıdan bir kısmını aralayamasak ya da şeytana ve nefsimize kanıp, kuşkuya kapılsak, gaflete düşsek de, diğer bütün kapılar açıktır. Yapacağımız tek şey, yine O’nun dilemesiyle kapılardan girmektir. Kapıdan girdiğimizde karşımıza çıkan ve tefekkürle okuduğumuz her ‘şey’ ise o ‘şey’in nakkaşını işaret eder.
Ne görür insan, kapılardan geçince? “Başını kaldır, gözünü aç!” diyor Bediüzzaman. “Şu kâinat kitab-ı kebîrine bir bak; göreceksin ki; o kâinat hey'et-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh (netlik) ile hatem-i vahdeti (birliğin mührünü) gösteriyor.”
"...kâinat baştan başa gayet mânidar bir kitab-ı Samedânî ve mevcudat ferşten Arşa kadar gayet mucîzane bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye ve mahlûkatın bütün taifeleri gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbânî ve masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyârâta kadar Sultan-ı Ezelinin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve her şey, aynadarlık ve intisap cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları ve 'Seyl-i mevcudat ve kafile-i mahlûkat nereden geliyor ve nereye gidecek ve niçin gelmişler ve ne yapıyorlar?' diye halledilmeyen tılsımlı suallerin mânâları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak sırr-ı tevhid iledir. Yoksa, kâinatın bu mezkûr yüksek kemâlâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî hakikatleri zıtlarına inkılâp edecek."
Ay'a bakıyor Üstad. “'Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)' âyetinin gayet parlak bir nur-u i'câzı [mu’cizelik nurunu] ifade ettiğini gördüm. Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayretfezâ, o derece harikadır ki, 'Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîr'e hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan herşeyi yapabilir' fikrini, temâşâ eden herbir zîşuura ders verir” diyor.
“Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki, bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana, 'Sübhane men tahayyara fî sun'ihi'l-ukûl (İşlerinde, akılların hayrette kaldığı Zât, her türlü kusurdan münezzehtir)' dedirtiyor.”
Dünya bir imtihan mekânı olduğu için, insanları iman etmeye zorlayacak, kişinin vicdanıyla imanı tercih etmesine fırsat bırakmayacak derecede bir mu’cize beklemek yanlış olur elbette. Toprağa atılan bir tohumun bir anda ağaca dönüşmesi, şahit olan insan için muhteşem bir mu’cize olurdu. Ancak her ağaç, bu değişimi sebeplere ve zamana bağlı olarak geçirdiği için, bu durum insan aklının ihtiyarını kaldıracak gibi mu’cize bir etki uyandırmaz.
Ancak sebeplere bağlı olarak ve belli bir süreç içinde de olsa kuru bir tahta parçası olan tohumun toprakta canlanarak, bir ağaca dönüşmesi, görebilen gözler için apaçık bir mu’cizedir. Kâinatta her noktada kendini gösteren sayısız mu’cizeler zinciri ise Allah'ın varlığına ve sonsuz kudretine delildir.
Kimileri ise en açık mu’cizeyle dahi karşılaşsalar, ön yargıları ve büyüklenmeleri sebebiyle bunun mu’cize olduğunu kabullenemez, görmezden gelirler. Örtbas etmeye ve sıradan göstermeye çalışırlar. Akıl ve şuurdan yoksun oldukları için etraflarını çepeçevre saran mu’cizeleri kavrayamazlar. "'Bu, süregelen bir büyüdür' derler." (Kamer Sûresi, 2)
İşte insan kapılardan girmeli ki yaşadığı dört duvardan, dar kalıplardan, basit mantıktan kurtulup, mu’cizeleri görmeli, manevî derinlik ve kavrayış kazanmalı. Kâinata vicdanı ve kalbiyle bakmalı. İşte o zaman önündeki gaflet perdesi--Allah’ın dilemesiyle--kalkar, aklı hayrette kalır, ibret alır, kâinat üzerindeki birlik mührünü görür ve gözleri Rabbine döner.
"...Kulları içinde ise Allah'tan ancak âlim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır." (Fatır Sûresi, 28)
Yazar:
Elifce