TEFSİR KÂRİA Suresi Türkçe Okunuşu ve Tefsiri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
KÂRİA SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

KÂRİA Suresi 10-11. Ayet
KÂRİA Suresi 10-11. Ayet
Kâria Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz birinci, iniş sırasına göre otuzuncu sûredir. Kureyş sûresinden sonra, Kıyâmet sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Bu sûrenin Mekkî olduğu üzerinde hiç bir ihtilaf yoktur. Ayrıca muhtevasından, Mekke döneminin başlangıcında nazil olduğu anlaşılmaktadır.

Kâria Sûresi Hakkında

Kâria sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 11 âyettir. İsmini ilk âyette geçen ve “kapıyı çalan, dehşetten yürekleri hoplatan” mânasındaki اَلْقَارِعَةُ (kāria) kelimesinden alır. Kâria, kıyâmetin isimlerinden biridir. Mushaf tertîbine göre 101, iniş sırasına göre ise 30. sûredir. Kurân-ı Kerîm'in yüzbirinci suresi. Onbir âyetten meydana gelmiştir. Fâsılası; he, peltek se ve şın harfleridir.

Kâria Sûresi Konusu

Kıyâmetin dehşetli manzaraları tasvir edilir. İyilerle kötülerin âkıbeti haber verilerek, terazinin sevap kefesinin ağır basması için insan, daha çok iyilik yapmaya teşvik edilir.
Sûre: adını, ilk âyetini teşkil eden ve kıyamet isimlerinden biri olan "el-Kâria" kelimesinden almıştır. Bu kelime, yalnızca sûrenin ismi değil aynı zamanda konusudur. Zira sûrenin konusu tamamen kıyametle ilgilidir. Burada kıyametin birinci safhasından, ceza ve mükâfatın sonuna kadar, âhiret hayatının bir bütün olarak zikredilmiş olduğunu görüyoruz.

"Kâria" sözü; haddi zatında çarpan, bir şeyin birşeye çarpmasından çıkan sert ses. Korkunç olay, büyük felaket (er-Ra'd, 13/31) ve eziyet gibi manaları ifade eder. Ayrıca; "kâriatüddâr=evin sahası", "kâriatüttarık= yolun üst tarafı" vb. misaller de olduğu gibi, isim tamlaması halinde kullanıldığı zaman çeşitli anlamlara gelebilir (el-Cevherî, "es-Sihâh", Karaa mad.).

Bu sûredeki "el-Kâria" ise; "el-Hâkka", "et-Tâmme", "es-Sâhha", "el-Gâşiye" vb. gibi kıyamet isimlerinden birisidir (İbn Kesîr, "Tefsîrü'l Kur'âni'l-Azîm", VIII, 489).

Kıyametin, "el-Kâria" diye isimlendirilmesinin nedeni hususunda çeşitli görüşler vardır. Bunlar:

1- İnsanların aklını alacak, ödlerini patlatacak olan ilk "sayha"dır. "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna, göklerde ve yerde kim varsa düşüp ölmüş olacaktır" (ez-Zümer, 39/68). buyurulduğu üzere bu olay, "sa'k" nefhasında olacaktır. "Yalnızca bir tek sayhayı bekliyorlar " (Yâsın, 36/49) buyurulması da bunu te'yîd ediyor.

2- Âlemin altüst olması esnasında, gök cisimlerinin biribirleri ile şiddetle çarpışacaklarından dolayıdır.

3- "Kâria", insanları korkuyla ve şiddetli gürültülerle çarpan demektir. Bu ise; gökte çatlama ve yarılma, güneş ve ayda katlanıp dürülme, dağlarda parçalanıp ufalanma, arzda dürülme ve değişme iledir.

4- Hak düşmanlarını, rezil ve rüsvay ederek, azâb ve büyük bir dehşetle çarpacağından dolayıdır (M. Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili, IX, 6025).

Sûre, "el-Kâria"(l) diyerek, yalın bir kelime ile başlıyor. Bomba gibi bir tek kelime... Manası: "Felaket kapısını çalacak olan"(1). Maksat, ifadesi ve tonuyla bu korkunç ve devirici manayı vermek, böylece tüm dikkatleri kendine çekmek.

Ardından gelen soru dehşeti daha da arttırıyor: "Nedir o felâket kapısını çalacak olan? " (2) Bu soru ile dinleyenlerin merak ve korkusu büsbütün artıyor. Verilecek cevabı sabırsızlıkla fakat endişeyle bekliyorlar. Nihayet verilen cevap, meseleyi yine bilinmezliğe sürüklemekte: "Felâket kapısını çalacak olanın ne olduğunu bilir misin?" (3)

Hadise o kadar büyük ki, akıllar onu idrâk etmekten âciz, düşünceler onu tahayyül edemeyecek kadar zayıftır.

Bundan sonra gelen âyet, bu muazzam olayın mahiyetini anlatmak yerine, onun nasıl olacağını izah ediyor, Çünkü mahiyeti, idrak ve tasavvurun çok üstünde bir şey: "O gün insanlar, çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacak. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacak" (4-5).

Buraya kadar olan bölümde, kıyametin ilk merhalesi, yani dünya nizamının altüst olacağı, olayın dehşeti karşısında insanların, ışık karşısındaki kelebeklerin her tarafa dağılışı gibi sağa sola koşuşacakları, dağların hallaç pamuğu gibi atılacağı zikrediliyor.

Bundan sonraki bölümde, kıyametin ikinci safhasından, amellerine göre insanların âhiretteki akıbetinden söz edilmektedir: "Artık kimin tartıları ağır gelirse, o, hoşnut olacağı bir hayat içersindedir " (6-7).

A'râf suresinde de "O gün tartı tam doğrudur. Kimin tartıları ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir" (el-A'râf, 7/8) buyurulur.

Sûre, âhirette bedbaht olacakların acıklı sonunu şu şekilde dile getirmektedir: "Ama kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası hâviyedir" (8-9).

'Hâviye"; yüksek yerden aşağı düşmektir. Derin çukur veya uçurum manasına da gelir. Âyette geçen "ümmühü hâviye=anası hâviyedir " sözü iki şekilde anlaşılabilir. Biri, tartısı hafif gelenlerin cehenneme tepe taklak atılacakları manasına gelir. İkincisi; nasıl anne çocuk için bir sığınaksa, aynı şekilde "hâviye", tartıları hafif gelenler için anne kucağı gibi bir sığınaktır. Ne korkunç bir sığınak...

"Hâviye" kapalı bir ifade. Bundan sonra gelen iki âyet onun ne olduğunu net bir şekilde izah etmektedir: "Onun ne olduğunu bilir misin sen? Kızgın bir ateştir " (10-11).

Demek ki "hâviye" yalnızca bir çukur değil, aynı zamanda kor ateş ile dolu bir çukurdur. İşte, o tartısı hafif gelenlerin anası, varıp sığınacakları bir ana kucağıdır. Sûre, bu acı gerçekleri, zihinlere canlı bir tablo gibi naksederek son bulmaktadır.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
KÂRİA SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

1. Dehşetiyle kulakları ve kalpleri çarpacak ve sarsacak o felâket!

2. Çarpacak ve sarsacak o felâket nedir?

3. Rasûlüm! Çarpacak ve sarsacak o felâketin ne olduğunu bilir misin?

4. O gün insanlar, ateş etrafında çırpınarak düşen, etrafa saçılan kelebekler gibi olur.

5. Dağlar da atılmış rengârenk yünlere döner.


Kıyâmetin bir ismi اَلْقَارِعَةُ (Kāria)dır. Kâria, şiddetle çarpan, çarpmasıyla kulakları patlatan, kalpleri sarsan dehşetli bir hâdise demektir. Âniden gelip başlara çarpan büyük belâ ve felâketlere de kâria denilir. (bk. Ra‘d 13/31) Kıyâmet dehşet verici halleriyle kulakları çatlattığı, kalplere müthiş bir korku saldığı ve o gün suçlular cezalandırıldığı için bu isimle anılmıştır.

اَلْفَرَاشُ (ferâş), geceleri ışık veya ateşin çevresinde toplanan, kendilerini ateşe atıp yanan kelebekler demektir. İşte o gün öyle dehşetli bir gündür ki, insanlar korkudan etrafa yayılmış kelebekler gibi olurlar. Bu, o günün korkusundan duyulan şaşkınlık ve ıstıraba işarettir. İnsanlar mahşere çağırıldıkları sıra, çağıran davetçiye doğru uçuşmakta, düzensiz gelip gidişteki perişanlıkta, zayıflık ve düşkünlükte, çokluk ve yayılmada uçuşup çırpınan çeşitli kelebeklere benzetilmişlerdir. Nitekim bir başka âyette o gün insanların halleri yayılmış çekirgelere benzetilir: “O gün onlar, gözleri zillet ve dehşet içinde öne düşmüş olarak kabirlerinden çıkacak; yayılmış çekirgeler gibi dalga dalga her tarafı kaplayacaklar.” (Kamer 54/7) Dağlar da atılmış rengârenk yünler gibi olurlar. Yerlerinden sökülür, birbirine çarparak toz toprak olur, ağırlıklarını kaybeder, atılan yün gibi hafifleyip uçuşurlar. (bk. Müzzemmil 73/14; Fecr 89/21) Dağlar görünüş itibariyle siyah, beyaz, kırmızı gibi rengârenk oldukları için, parçalanıp uçuşurken de çeşitli renklerdeki yünlere benzerler.

Buraya kadar kıyametin birinci safhasından bahsedilmiştir. Sonraki âyetlerde ise yeniden dirilişle başlayan ikinci safha gelir:

6. Terazide kimin iyi amelleri ağır gelirse,

7. O, tam mânasıyla hoşnut olacağı bir hayatın içine girecektir.

8. Kimin de iyi amelleri hafif gelirse,

9. Onun sığınacağı yer, içine baş aşağı atılacağı Hâviye’dir.

10. Hâviye’nin ne olduğunu bilir misin?

11. O, son derece kızgın bir ateştir!


Mahşer günü adâlet terazileri konur. Terazinin bir kefesine sevaplar, diğer kefesine ise günahlar yerleştirilir. Böylece her insanın ameli o hassas terazide tartılır. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Gerçek tartı o gün olacaktır. Artık kimin iyilikleri tartıda ağır gelirse, işte onlar nihâî başarı ve kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin de iyilikleri tartıda hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize karşı çıkmaları yüzünden kendilerini ziyan edenlerdir.” (A‘râf 7/8-9)

“Kıyâmet günü biz adâlet terâzilerini kuracağız da hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacak. Yapılan iş hardal tanesi kadar bile olsa, biz onu getirip mizana koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz!” (Enbiyâ’ 21/47)

Tartı neticesinde sevapları fazla gelen cennete girer. Orada hoşnut ve mutlu olacağı bir hayata erişir. Sevapları hafif gelen ise cehenneme girer. Bir annenin çocuğunu kucaklayıp göğsüne basması gibi, onu cehennem göğsüne basar. Burada cehennemin bir ismi olarak هَاوِيَةٌ (Hâviye) geçer. Hâviye, kâfir ve günahkârların içine yuvarlandıkları derin çukur demektir. Peşinden gelen âyetler bunun “çok kızgın ateş” olduğunu izah eder. Ateş zaten kızgın iken, onun ayrıca حَامِيَةٌ (hâmiyeh) şeklinde “kızgın” sıfatıyla sıfatlanması, cehennem ateşinin çok kızgın olduğunu, ona nispetle dünya ateşinin soğuk bir şey gibi kalacağını bildirir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir gün:

“- Sizin şu dünyada yaktığınız ateş, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır” buyurunca sahâbe-i kirâm:

“- Yâ Rasûlallah! Cezalandırmak için dünya ateşi herhalde yeterlidir” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“- Cehennem ateşi dünya ateşlerinin üzerine altmış dokuz kat daha fazla kılındı. Bunlardan her birinin sıcaklığı, dünyadaki bütün ateşlerin sıcaklığı gibidir.” (Buhârî, Bed’u’l-halk 10; Müslim, Cennet 30)

Efendimiz (s.a.s.) bir diğer hadis-i şerifte şöyle buyurur:

“Cehennem;

«- Yâ Rabbi! Ben kendi kendimi yedim. Bir nefes almama izin ver» diye şikayette bulundu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, biri kışın diğeri yazın olmak üzere onun iki defa nefes almasına izin verdi. Kışın hissettiğiniz en acı soğuk ile, yazın hissettiğiniz en aşırı sıcak onun alıp verdiği bu nefes yüzündendir.”
(Buhârî, Bed’u’l-halk 10; Müslim, Mesâcid 185-187)

Şimdi, kıyâmetin dehşetli hallerinden ve cehenemin o son derece yakıcı ateşinden kurtulabilmek için neler yapılıp nelere dikkat edilmesi sorusuna cevap vermek üzere Tekâsür sûresi gelecektir:
 
Üst Alt