Ortak Yaşam
Ortak Yaşam
Canlılardaki yaratılış delillerini incelerken kullanılması gereken temel bir mantık vardır. Bu mantığı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Issız bir arazide ilerlerken birden yerde metal bir anahtar bulduğunuzu düşünün. Bu anahtarı, ne işe yarayacağını bilmeden aldığınızı ve yola devam ettiğinizi varsayın. Ve farzedin ki, bu anahtarı bulduğunuz yerden bir kaç yüz metre ilerde terk edilmiş, boş bir eve rastladınız. Ve yine farzedin ki, anahtarı, belki işe yarar diye, bu evin kapısının kilidinin içine soktunuz.
Eğer anahtar bu evin kapısını hiç zorlanmadan hemen açıverirse, bu durumda mantıksal olarak ne sonuca varırsınız?
Cevap açıktır: Hiç tereddüt etmeden, bu anahtarın bu evin kapısının kilidine ait olduğunu, yani bir başka deyişle, bu kilidi açması için bilinçli bir biçimde tasarlanmış bir araç olduğu sonucuna varırsınız. Açıktır ki, anahtarı da kilidi de aynı usta ya da aynı tezgah üretmiştir. Dolayısıyla aralarındaki uyum da bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
Buna karşılık eğer birisi çıkar da size “hayır yanılıyorsun, o bulduğun anahtarın o kilitle ilgisi yok, o anahtarın o kilide uyması tamamen tesadüfi bir durum” derse, buna karşı ne düşünürsünüz? Elbette, doğal olarak, bu ihtimali hiç akılcı bulmayacaksınızdır. Çünkü dünyada hiç biri birbirini açmayan milyonlarca kilit ve milyonlarca anahtar vardır. Bu milyonlarca farklı parça içinde birbirine tamamen uygun olan iki tanesinin birbirlerine çok yakın bir biçimde yer almalarının bir tesadüf olduğu fikrinin anlamsızlığı da açıktır.
Üstelik eğer sözkonusu anahtar son derece girintili-çıkıntılı, karmaşık bir yapıya sahipse -yani bir oda anahtarı gibi düz ve yalın değil de güvenlik için özel geliştirilmiş bir anahtarsa- sözkonusu “tesadüf” iddiasının saçmalığı daha da iyi anlaşılır. Çünkü anahtarın üzerindeki her detay, bu detayın karşılığının kilitte de yer alması zorunluluğunu doğuracak ve böylece tesadüf ihtimalini milyonlarca kez daha azaltacaktır.
Hele bir de kapının bir değil, üç kilidi varsa ve siz de tek bir anahtar değil, yanyana üç anahtar bulmuşsanız ve bu anahtarların herbiri kilitlerin birini açmışsa... Bu anahtarların kilitlere tesadüfen uygunluk göstermiş birer metal parçası olduğu gibi bir iddiaya hiç ihtimal verir misiniz? Dahası, bu tür bir iddiada bulunan bir kişinin ya aklından zoru olduğuna ya da sizi aldatmaya, sizden bir şeyleri gizlemeye çalıştığına karar vermez misiniz?
Bu örneğin bize anlattığı mantıksal sonuç, basit ama son derece önemlidir: Eğer birbirinden bağımsız olan iki ayrı parça arasında “birebir” uyum varsa, yani bu iki parçanın tüm detayları birbirlerine tam bir uyum gösteriyorsa, bu durum, ortada bilinçli bir işlemin var olduğunu ispatlar. Anahtar kilide uyumludur, çünkü bu işin ehli bir usta tarafından bu iş için özel olarak üretilmiştir. Bir video kaset bir video cihazının içine kolayca girer ve oturur, çünkü biri tarafından bu iş için dizayn edilmiştir.
Tüm bunlara dayanarak da şu genel sonuca varılabilir: Eğer iki canlının arasında, farklı organlarının birbirlerine tamı tamına uymaları ile gerçekleşen bir uyum varsa, bu uyumun yaratılışın açık bir delili olduğunu söyleyebiliriz. Var olan uyum tesadüflerle açıklanamayacak bir bilinci gösterdiğine ve bu bilincin kaynağı bu hayvanlar olamayacağına göre, bu durum hayvanları var eden bir Yaratıcı’nın varlığını gösterir. Bu Yaratıcı üstün güç sahibi Allah'tır. Bir ayette Allah'ın herşeyin Rabbi olduğu şöyle bildirilmektedir:
"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)
Bu bölümdeki konumuz, karıncalarla ortak yaşayan -ve onlarla çok çarpıcı bir uyum gösteren- bazı canlılardır.
Karıncalarla Ortak Yaşayan Hayvanlar
Karıncalarla beraber yaşayan pek çok böcek türünün var olduğu ve aralarında 'simbiyotik' ilişkiler bulunduğu bir yüzyılı aşkın süredir biliniyor. Bunların çoğu bunu bir “yağmacı” olarak yapar. Diğer bölümü ise, yaşamlarının bir bölümünde veya tamamında karınca topluluğuna bağımlı halde yaşarlar. Bu karınca ziyaretçileri arasında çeşitli pislikböcekleri, keneler, asalaklar, sinekler ve yaban arıları vardır.
Bunların bir kısmı, karıncaların yuvalarında yaşayıp tüm sosyal haklardan faydalanabilirler. Bazı durumlarda ev sahiplerinin larvalarını ve yumurtalarını yemelerine rağmen, karıncalar misafirlerine inanılmaz derecede toleranslı davranır, saldırganları yuvaya kabul etmekle kalmayıp larvalarını sanki kendi genç nesilleriymiş gibi besler ve yetiştirirler.
Peki karıncalar böyle bir saldırganlığa neden izin veriyor ve nasıl oluyor da bu böcekler senelerce üstün bir savunma sistemine sahip olan karıncanın yuvasında rahatça kalabiliyorlar? Şimdi bu anlaşılmaz olayın aşamalarını inceleyelim.
Bilindiği gibi karınca kolonisinde karmaşık bir iletişim sistemi vardır. Bu sistem sayesinde karıncalar, kendi kolonilerine ait üyeleri, yabancılardan ayırdedebilirler. Bu ayırdedebilme bir “sosyal savunma sistemi” gibi işler. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz ziyaretçiler çeşitli tekniklerle karınca yuvalarına girmeyi başarırlar. Bu da onların, karıncaların iletişim ve ayırdedebilme şifrelerini bir şekilde çözdüklerini göstermektedir. Diğer bir deyişle de, mekanik ve kimyasal metodlarla karıncaların dillerini konuşabilme yeteneğine sahip olduklarını...
Taklitçilik
Bir karıncanın başka bir karıncayla karşılaştığı zaman yaptığı tipik bir hareket vardır: Anteniyle karşısındaki karıncaya yavaşça dokunmak ve onun feromenini kontrol etmek. Sonra her iki karınca da yollarına devam ederler. Bu hareketi birbirlerini tanımak ve yabancı canlılardan korunmak için yaptıkları bilinmektedir.
İşçi karıncalar yuvalarında yaşayan böceklerle karşılaştıklarında da aynı hareketi yaparlar. Kimi zaman karşılarındakinin farklı biri olduğunu anlayarak onu derhal yuvadan atarlar. Ama kimi zaman da, karşılarındaki böceğe sanki bir karıncaymış muamelesi yaparlar. Bu kabullenme, bahsedilen böceklerin “kimyasal taklitçiliği” sayesinde gerçekleşebilmektedir.
Böceklerin bu taklitçiliği tamamen kimyasal olarak gerçekleştirdikleri, kesin kabul görmüştür. Çünkü karıncalar kendilerine fiziksel olarak çok benzeyen böcekleri, kimyasal açıdan yabancı bulduklarında hemen yuvadan dışarı atmışlardır. Oysa karıncalarla hiçbir benzerliği olmayan bir takım asalaklar, karınca yuvasının bir elemanı gibi kabul görmüşlerdir.44
Bu böcek türlerinin, karıncaların kimyasal özelliklerini nasıl öğrendiğini ve nasıl taklit ettiğini izah etmek ise çok güçtür. Böyle bir şey ancak bu feromenlerin böceklere bilinçli olarak eklenmiş olmalarıyla açıklanabilir. Bir böcek, milyonlarca yıl da yaşasa, bir kimyevi olayı çözemez ve uygulayamaz. Bu özelliği ona veren herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.
Hidrokarbon Üreten Böcek ve Ateş Karıncaları
Bir böcek türü olan Scarabaeid ile ateş karıncaları, taşıdıkları hidrokarbonların aynı olması nedeniyle birlikte yaşayabilmektedirler. Böceklerin karınca düşmanı olduğu düşünülürse, bu iki canlı arasında uyumlu bir ilişki bulunması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Peki bu anlaşma nasıl açıklanabilir?
Bu böcekler, hem ateş karıncalarının sahip olduğu hidrokarbonlara sahiptirler, hem de sadece kendilerine has olarak vücutlarında, molekül ağırlığı yüksek olan başka hidrokarbon serileri bulunmaktadır. Böcekler ateş karıncalarının yuvasından ayrıldıklarında, karıncalarla ortak olan bileşimleri kaybolurken kendilerine has ağır hidrokarbonlar kalmaktadır. Sonradan başka bir ateş karıncası türünün kolonisine gittiklerinde, bu sefer de bu koloninin kokusunu oluşturmaktadırlar.45
Böcek, ateş karıncalarının yuvasına ilk geldiğinde kalın dış kabuğuna güvenir ve ölü taklidi yaparak kendisini korumaya çalışır. Birkaç gün içinde, karıncaların hidrokarbonunu taklit ederek oluşturduktan sonra karınca yuvasına tam anlamıyla kabul edilir.46
Peki bu böcek türü, bir kokuyu nasıl taklit ederek kendi vücudunda salgılayabilir? Bu kokuyu oluşturarak karıncaları kandırabileceğini ve yuvalarına kabul edilebileceğini nereden bilir? Bir böcek bunları tek başına başarabilir mi?
Elbette ki başaramaz. Karıncaları kimyevi ve fiziki yönleriyle tanıması, bir böceğin kendi başına başarabileceği bir olay değildir. Bu böceklerin karıncalarla uzun süre yaşayarak bir evrim geçirdiklerini ve sonunda da karıncaların kokusunu kimyasal olarak oluşturabildiklerini söylemek ise çok saçma bir iddia olacaktır. Zira hiçbir mutasyon ya da hiçbir tesadüf, böyle hassas ve karmaşık bir özellik oluşturamaz. Buradan çıkabilecek tek sonuç; tanıma ve taklit etme yeteneğini bu böceğe veren bir Yaratıcı'nın varlığıdır. Karıncaların ve böceklerin uyum içinde birarada yaşamalarını sağlayan, birbirlerine düşmanca davranmalarını engelleyici kimyevi olayları gerçekleştiren de yine her iki hayvan türünü yaratandır. Bu Allah'ın kusursuz yaratmasıdır.
Ordu Karıncalarının Ziyaretçileri
Ordu karıncalarının vücutları üzerinde yaşayan keneler vardır. Bu kene türleri, üzerinde yaşadıkları karıncanın arka kısmında yer alan zarımsı bölgeden aldıkları kanla veya ev sahiplerinin vücutlarındaki yağlı salgılarla beslenirler. Kimi zaman bu keneler karıncanın arka ayağının ucuna yerleşirler. Gerektiğinde de tüm vücutlarının, karıncanın ayağının uç kısmı olarak “vekaleten” kullanılmasına izin verirler.
Ordu karıncaları, daha önce de anlatıldığı gibi, birbirlerine bacaklarından tutunarak zincirler oluştururlar. Bu zincirlerden de geçici yuvalar meydana getirirler. Yapılan laboratuvar incelemelerinde, ayağındaki keneyle diğer işçiye tutunan karıncalarda, kenenin arka bacaklarının tıpkı karıncanın pençeleri gibi şekil aldığı ve aynı görevi yerine getirdiği görülmüştür. Bu keneler bazı özel kenetlenme mekanizmalarıyla, örneğin; sırtlarında dişlerle ya da uygun sırt yapılarıyla karıncanın vücuduna adapte olabilecek şekilde donanmışlardır.47
Adeta birbirlerini tamamlayan bu iki varlığın, doğada yaşamakta olan binlerce türün arasından birbirlerini bulmuş olmalarının bir takım rastlantılara bağlanması imkansızdır. Yaşamlarını sürdürmeleri büyük ölçüde birbirlerine bağlı olan bu iki canlı türünün, günün birinde karşılaşarak, vücutlarının ortak yaşama uyumlu olduğunu görmeleri ve daha sonra da sembiyoza karar vermeleri gibi bir “tesadüf”, matematiksel olarak pratikte sıfır olasılığa sahiptir. Dolayısıyla bu mükemmel uyum da, Allah’ın eksiksiz yaratışını gösteren detaylardan yalnızca biridir. Fakat bu küçük detaylar, atlanıp geçilemeyecek kadar da kıymetlidirler. Yeryüzünde, milyonlarcasına, her gün şahit olabileceğimiz bu örnekler, insanın Allah’ın sınırsız güç ve bilgisini, ince sanatını görebilmesi için yaratılmışlardır.
Kurnaz Sinek Larvası
Karıncaların vücutları, parazit canlılar için çok uygun bir alan oluşturmaktadır. Bu yüzden de pek çok parazit türü, kendisine “ev” olarak karıncaların vücutlarını seçer. Bir sinek türü olan Strongygaster globula, bu konuda özel olarak anılmaya değerdir.
Bu sineğin larvası, karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde “endoparazit” (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları, yumurtlamayı kesmesi dışında, farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası, ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra, pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak, uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise, parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.48
Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir. Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise, karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde, sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek, bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir. Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın, bu küçük hayvanın kendi “ileri görüşlülüğü”nün değil, kendisine yerleştirilen bir programın, daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle, larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren, sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç Allah’tır. Çünkü Allah, tüm canlıların Yaratıcısı, Sahibi ve Hakimi’dir.
Mavi Kelebeklerin Sırrı
Mavi Kelebek adı verilen ve İngiltere’de yaşayan bir tür, yüzyılın ikinci yarısında esrarengiz bir biçimde azalmaya başladı ve 1979 yılında türün son üyeleri de ortadan kalktılar. Bu kelebek türü üzerine çalışma yapan araştırmacılar kelebeğin, bitkiler üzerine çok sayıda yumurta bırakmasına rağmen neden yok olduğunu uzun süre bulamadılar. Aslında bu sır, kelebeğin çok şaşırtıcı olan hayat tarzı içinde gizliydi.
Mavi kelebek tırtılları, yumurtadan çıktıktan sonra 3 hafta süreyle kekikle beslenirler. Bundan sonra yere düşerek kırmızı karıncalar için çok çekici olan bir sıvı salgılamaya başlarlar. Kırmızı karıncalar etrafta belirmeye başlayınca, tırtıl şahlanarak kafasının arkasındaki deriyi şişirir ve karıncayı bile kandırabilecek şekilde “karınca” şekline girer. Bu olağanüstü taklit yeteneğine aldanan kırmızı karıncalar, tırtılı kendi yuvalarına taşırlar ve larvalarının bulunduğu en korunaklı yere yerleştirirler. Mavi kelebek tırtılı, burada karınca larvalarıyla beslenerek bütün kışı geçirir. Baharda ipek kozasını yaparak erişkin bir kelebeğe dönüşünce de, karınca yuvasını tamamen terkeder.
Kurnaz Sinek Larvası
Karıncaların vücutları, parazit canlılar için çok uygun bir alan oluşturmaktadır. Bu yüzden de pek çok parazit türü, kendisine “ev” olarak karıncaların vücutlarını seçer. Bir sinek türü olan Strongygaster globula, bu konuda özel olarak anılmaya değerdir.
Bu sineğin larvası, karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde “endoparazit” (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları, yumurtlamayı kesmesi dışında, farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası, ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra, pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak, uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise, parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.48
Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir. Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise, karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde, sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek, bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir. Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın, bu küçük hayvanın kendi “ileri görüşlülüğü”nün değil, kendisine yerleştirilen bir programın, daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle, larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren, sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç Allah’tır. Çünkü Allah, tüm canlıların Yaratıcısı, Sahibi ve Hakimi’dir.
Bu ortak yaşamın keşfedilmesi kelebeklerin soyunun tükenmesindeki sır perdesini de ortadan kaldırmıştır. Şöyle ki; bölgedeki ekolojik değişim nedeniyle, kırmızı karıncalar oradan uzaklaşmışlardır. Yumurtadan çıkan tırtıllar da yere düştükten sonra kendilerine aldanmayan diğer karınca türleri tarafından öldürülmüşlerdir.49
Şimdi cevap aranması gereken sorular şunlardır: İnsanı şaşırtan bu yaşam ortaklığı “tesadüfen” orataya çıkmış olabilir mi? Kelebek -üstelik henüz yetişkin bir kelebek haline gelmemiş bir tırtıl olduğu halde-karıncayı nasıl kandırabileceğini nereden bilmektedir? Kuyruk kısmını şişirdiğinde karıncaya benzemesini sağlayan organlar nasıl ortaya çıkmıştır? Evrim teorisi, bu organların tesadüfen ortaya çıktığını öne sürecektir. Oysa bir tesadüf bu denli kusursuz bir benzerlik oluşturamaz. Bu tür bir benzerliğin zaman içinde aşama aşama elde edilmiş olması da imkansızdır; çünkü bu benzerliği tam olarak kazanmamış olan bir tırtıl, karıncalar tarafından avlanacak, bu nedenle de soyunu devam ettiremeyecektir. Tırtılın kendi bedenini bilinçli olarak şekillendirmesi de mümkün olmadığına göre, tek cevap, bu hayvanın yaratıcı bir irade tarafından şekillendirildiği ve karıncaya benzer hale sokulduğudur.
Karıncanın Ağzından Beslenen Asalaklar
Bir asalak türü olan Dinarda, koloni yuvasının etrafında dolaşır ve ev sahibi olan karıncanın getirdiği avlarla beslenir. Ayrıca, ev sahibinin besin sıvılarından da yararlanır. Dolayısıyla bu asalak, yeni gelen işçi ve avcıların besin paylaştıkları yer olan yuva odalarının etrafında gezinir. Taktiği, karıncayı gördüğü zaman kendisine bir damla besin vermesi için dudağının kenarına dokunmaktır. Bu beslenme metodu ile aslında kendisini büyük bir tehlikeye de atmaktadır. Zira karınca asalağın bir yabancı olduğunu farkederse hemen saldırma pozisyonuna geçecektir. Ama asalak böyle bir duruma karşı tedbirini çoktan almıştır. Karıncanın saldırı hazırlığını gören asalak, hemen karnını yukarı kaldırır ve karıncaya sakinleştirici bir sıvı püskürtür. Bu sıvı sayesinde saldırı sona erer ve asalak kaçar.50
Zeki Göçmenler
Bazı böcek türleri (Atemeles), yazın yetiştirildikleri karınca (formica) yuvasından çıkıp, başka tür bir karıncanın (myrmica) yuvasına göç ederler. Kışı orada geçirip, yazın yine ilk çıktıkları yuvaya dönerler. Bu sezonluk değişimlerin elbette bir sebebi vardır: Kış aylarında Formica yuvasında gelişim dönemi görülmez. Bu yüzden de yemek akışı azalır. Bunun aksine Myrmica türünde kışın kuluçka dönemi vardır ve besin kaynakları burada çok zengindir.51
Bu göç sırasında göçmenlerin, eski yuvalarının yolunu bulmada zorlanmaları beklenebilir. Oysa bu konuda hiçbir zorluk çekmezler. Formica yuvaları ormanlık bölgede, Myrmica yuvaları ise yeşil otluk bölgede bulunur. Formica yuvasını terk eden göçmenler, yol bulmada çok önemli bir metod keşfetmişlerdir; ışığa yönelerek otluk araziyi yani yerleşecekleri yuvanın yerini bulurlar. Ama buraya ulaştıklarında da, onları farklı bir problem beklemektedir. Myrmica karıncalarını, diğer karınca kolonilerinden ayırdetmeleri gerekir. Yapılan araştırmalar, göçmenlerin, Myrmica yuvasından yayılan koku sayesinde doğru ev sahibini bulduklarını göstermektedir.52 Kısacası bu göçmenler, gidecekleri yönü ışık yardımıyla bulma yeteneklerinin yanında, karınca kolonilerinin kokularını da birbirinden ayırtedebilme yeteneğine sahiptirler.
Senede iki kere yuva değiştiren bu göçmenlerin, her iki karınca türü tarafından da kabul edilebilmeleri ve hemen yuva ortamına adapte olabilmeleri gerçekten çok ilgi çekicidir. Uzun yıllar karıncalar üzerine araştırma yapmış olan Wasmann , bu türün, henüz tam çözülememiş adaptasyon yöntemiyle, en gelişmiş ortakyaşar olduğuna inanmaktadır. Zira göç ettikleri yuvaya kendilerini kabul ettirmede kullandıkları çok hayret uyandırıcı bir özellikleri vardır: Bu göçmenlerin savunma maddesi üreten bir bezleri bulunur ve burada ürettikleri güçlü bir kimyasal salgıyı, karınca saldırısına uğradıkları zaman düşmanlarını sakinleştirmek için kullanırlar. Bu, kimyasal açıdan o kadar güçlü bir salgıdır ki; göçmenler, bu salgıyı uzun süre yuvasında yaşadıkları karıncalara sunduklarında, karıncaların asalağa karşı çok daha “kibar” davrandıkları gözlenmiştir.53
Göçmen böceklerin bu son derece bilinçli faaliyetleri insanı düşündürmektedir. Bu böcek hangi mevsimde hangi yuvaya “taşınması” gerektiğini bildiğine göre, karıncaları her yönleriyle çok iyi tanıyor olmalıdır. Peki bu ilgi çekici göç serüveni nasıl başlamıştır? İlk olarak pekçok böcek türü içinden seçim yaparak, bir karınca yuvasına yerleşmeye karar vermelidir. Yüzbinlerce böcek çeşidi içinden bu zorlu seçimi yaptıktan sonra, 8000 tür karıncanın içinden kendine uygun gördüğünü seçmeli ve daha sonra buradaki yiyeceklerin kış süresince azaldığını farketmelidir. Bunu farkettikten sonra yine binlerce çeşit karınca içinden kışın yiyeceğin bol olduğu yuvayı keşfetmelidir. Sayılan kararları vermesi gereken belki hayatımızda hiç rastlamadığımız bir böcektir. Bir böcekten bu tür kararlar almasını ummak ise oldukça mantıksızdır.
Yine de bu sistemin bir şekilde varolduğunu düşünsek bile karşımıza çıkan sorular tükenmemektedir. Bu böcek bir yuvadan diğerine taşınırken yuvaya nasıl ulaşmaktadır? Ormanda yol bulabilmek akıl sahibi bir insan için bile zorken, insanın binde biri küçüklüğündeki göçmen böcek koskoca orman içindeki bir karınca yuvasını bulmayı nasıl başarmaktadır?
“Işığa yönelerek bulmaktadır” cevabı bu konuya hiçbir açıklık getirmemektedir aslında. Çünkü ışık en az 2-3 farklı cepheden gelebilmektedir. Işığa yönelerek ulaştığı noktada da aradığı yuvanın bulunabileceği metrekarelerce alan vardır. (Unutmayalım ki, bir böceğin büyüklüğüne göre metrekarelerce alan bizim için kilometrelerce kareyle ifade edilebilir.) Burada koku tanıma süreci başlıyor ama bu süreç oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü yüzlerce karınca kolonisinin yaşadığı ayrıca onların koloni kokuları dışında birbirinden farklı binlerce çeşit kokunun bulanabildiği bir ormanda, tek bir kokuyu diğerlerinden ayırtetmek oldukça zordur. Üstelik bütün bir yazı başka bir yerde geçiren böceğin, böyle bir kokuyu hafızasında tutabilmesi ilginçtir.
Son olarak şunu düşünelim. Bu böceği alıp kendimiz uygun karınca yuvasının kapısına koysak bile, yuvaya kabul edilip orada yaşaması çok zor olacaktır. Çünkü bilindiği gibi karıncaların oldukça güçlü bir tanıma yetenekleri vardır. Kendi kolonilerinden olmayan bir karıncayı bile yuvalarına kabul etmezlerken, bu böceğe elbette düşmanca davranacaklardır ve onu yuvadan hemen atacaklardır. Ama sonuç hiç de bu şekilde olmamakta, aksine böcek çok misafirperver bir şekilde karşılanmaktadır. Bunun da, vücudunda salgıladığı bir kimyasal maddenin karıncalar üzerinde bıraktığı olumlu etkiyle olduğu söylenmektedir. Acaba göçmen böcek bu madde ile karıncaları etkileyebileceğini ve düşmanca hareketlerini tam tersine döndürebileceğini nasıl anlamıştır? Yoksa böyle bir madde üretmeyi akledip uzun süren çalışmaları sonucunda ideal maddeyi üretmeyi kendi mi başarmıştır?
Şüphesiz bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değildir. Ortada açık bir tablo vardır: Söz konusu böcek, ciddi bir akıl ve muhakeme yeteneği gerektiren işler yapmaktadır. Oysa beyni bile olmayan bu canlı için düşünme ve muhakeme yeteneğinden bahsetmek oldukça mantıksız olacaktır. Dolayısıyla hayvanın yaptığı işlerdeki aklın kaynağının hayvanın “dışındaki” bir başka güç olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Evrimciler karşı karşıya oldukları bu çıkmazı aşabilmek için “içgüdü” terimini üretmişler, hayvanın hareketlerinin kaynağı belli olmayan bir takım “güdü”lerden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Oysa bu terim, sadece bir göz boyamadan ibarettir ve gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Hayvana hükmeden ve akılcı bir planlamanın ürünü olan “güdü”ler vardır. Hayvanda akılcı planlama yapma özelliği olmadığına göre de, bu güdülerin kaynağı hayvana hükmeden bir başka güç olmalıdır. Kendisi görünmeyen, tüm dünyaya hükmeden bu güç sahibi Allah'tır. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)
Ölü Taklidi Yapan Böcek
Karınca yuvaları, ABD’nin güney çölleri ve Meksika’da bulunan bir böcek türü için yüksek miktarda besin kaynağı, diğer yırtıcı hayvanlara karşı bir sığınak ve uygun iklim şartları sağlar. Sözkonusu böcekler karınca yuvasına girmeyi bir kere başardıktan sonra, doğruca kuluçka odasına giderek karınca larvalarıyla beslenirler.
Karınca yuvasına girebilmek için her yolu deneyen bu canlı, şimdi de ölü taklidi yaparak karıncayı kendinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Karıncanın yuvasına girmek için farklı yöntemler geliştirmişlerdir: Bazı türler direkt olarak karınca yuvasının girişine yürür, bitkisel saplarla kaplanmış yığınları içeri doğru yararak yuvaya girerler. Bu böceklerin çok iyi korunmalarını sağlayacak kabukları vardır, bu yüzden de karıncalar onları öldüremezler. Sadece hep beraber saldırıp zorla yuvadan dışarı atarlar.
Başarılı olamayan böcekler, asla vazgeçmezler. Bu sefer de ölü taklidi yaparak karıncalara cazip görünürler ve bu sayede karıncalar da yiyecek olarak onları yuvalarına götürürler. Bu böcekler, o kadar iyi ölü taklidi yaparlar ki antenlerini oluklarına geri çekerler ve bacaklarını da kaskatı hale getirerek karıncaları aldatırlar.54
Yumurta odalarına ulaştıktan sonra, anlaşılmaz bir şekilde, karıncalar bu böcekleri gözardı ederler. Araştırmalar sözkonusu canlılar karınca kuluçkaları ile beslenirken, tüylerinden salgılanan salgının da karıncaların dikkatini başka yöne çektiğini göstermiştir. Böylece, karıncaların saldırganlıkları azalmakta ve kuluçkalarını korumaları engellenmektedir.55
Ayrıca bu “zeki” böcekler, kendi larvalarını da karınca yuvasına bırakırlar. Böcek larvaları burada sebze parçacıklarının yığınları arasında beslenerek gelişirler. Karıncalara karşı hiçbir savunma mekanizmasına sahip olmamalarına rağmen, karıncalar tarafından bir saldırıya uğramazlar. Zamanla da kendilerini karıncalara karşı savunabilecek ve usta manevralarla kaçabilecek hale gelirler.56
ZEHİR ÜRETEN ASALAK
Ateş karıncasının yuvasının yanında yaşayan ilginç bir asalak türü de (Acanthaspis concinnula), işçi karıncaları ele geçirir ve zehir şırınga ederek onları etkisiz hale getirir. Sonra karıncaların yuvasına girerken, bu cesedi sırtına alır ve onu bir zırh gibi saklanmak için kullanır.57
Karıncaları Tanıyan Sinek Larvaları
Aşağıda, yine son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneği göreceğiz; taklit yeteneğine sahip sinek larvalarını.
Çiçek sineklerinin (Microdon) larvaları karınca yuvasının derinliklerinde kışı geçirirler. Baharda da pupa olmak için yuvanın yüzeyine çıkarlar. Yapılan bir incelemede, larvaların ilk pupa aşamalarında gözden kayboldukları görülmüş ve öldükleri sanılmıştı. Kalan bir larva ise bir karınca kozasının yüzeyine asılmıştı. Büyütülerek bakıldığında larvanın şişerek büyümekte olduğu, derken birdenbire yok olduğu görüldü. Larva karıncanın ipeksi kozasını delmiş ve içine girebileceği kadar bir delik oluşturmuştu. Gözden kaybolan larvalar kozaların içindeydiler ve karınca pupasıyla besleniyorlardı. Daha sonra larvalar uzunlamasına katlanarak kendilerini karınca kozasına benzettiler. İşçi karıncalar da bunların kendi kozaları olduğunu sanıp, onları yuvanın güvenlikli bir yerine yerleştirdiler.
Bu çok sıradışı bir taklitçilik örneğiydi. Karıncalar sinek larvalarını karınca kozası sanmışlardı. Yapılan araştırmada larva sineklerin ve larva karıncaların dıştaki katı kabuklarının kimyasının birbirine uymakta olduğu farkedildi. Bir başka deyişle, sinek larvaları karınca kozalarını kimyasal olarak da taklit edebiliyorlardı.
Yapılan kimyasal analizler sonucu bunun gerçek bir kimyasal taklit vakası olduğu ortaya çıktı. Peki Microdon larvaları bu taklidi nasıl yapıyorlardı?
Larvaların bedenlerinin alt kısmındaki bölgede karıncanın kimyasallarını taklit edebildikleri bezler vardı.58
Peki böylesine detaylı bir taklidi, “kimya” kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir varlık nasıl yapabilmektedir? Üstelik Microdon sineklerinin sadece larvaları böyle bir savunma sistemine sahiptirler. Yetişkinleri için böyle bir olay söz konusu değildir. Bu taklitçilik yetişkin sinekler tarafından bilinmediğine göre öğretilemez de. O halde larvalar, bahsedilen taklit yeteneğine doğuştan sahiptirler.
Hiç bir tesadüf, bir larvanın bedenine karınca taklidi yapmasını sağlayacak bir kimyasal düzenek yerleştiremez. Bu olaydan çıkarılabilecek tek sonuç larvaların, herşeyin Yaratıcısı olan Allah tarafından bu özellikle donatılarak dünyaya geldikleridir.