Karınca mucizesi

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Odun Karıncaları

[SOLAAL]
wood_ants.jpg
[/SOLAAL]Resimde bir odun karıncası yuvası görülmektedir. Odun karıncalarının çam iğneleri ve ince dallarla inşa ettikleri bu yuvaların yüksekliği yaklaşık 2 metreye kadar varabilir.

Odun karıncaları yeraltındaki yuvalarının üzerine, çam iğnesi ve ince dallarla inşa ettikleri tepeciklerle ünlüdürler. Yuva genellikle bir ağaç kütüğü etrafında kurulur. Yuvanın yerin üstündeki bölümü, küçük ve ince dallardan, yaprak saplarından ya da çam iğnelerinden yapılmıştır ve bu kısım yuvanın çatısıdır. Bu çatı 2 m. yüksekliğe kadar ulaşabilir. Çatı aynı zamanda yağmurun içeri girmesini önler ve çok sıcak ya da soğuk havada, yuvanın ısısının düzenini sağlar.32
Odun karıncaları da diğerleri gibi çok çalışkandırlar, sürekli olarak yuvalarında değişiklik yaparlar. Orjinal yüzey katmanını aşama aşama alt katmanlara aktarırlar, üst yüzeyin yerine de alt katmanlardan malzeme getirirler. Karıncaların yuvada yaptıkları değişikliklerle ilgili şöyle bir gözlem yapılmıştır: Karınca yuvasının tepeciğine mavi sprey sıkılmış, dört gün sonra tepeciğin yeniden kahverengi olduğu görülmüştür. Mavi parçacıklar ise yüzeyden 8-10 cm. aşağıda bulunmuştur. 1 aylık sürede ise, bu parçacıklar 40 cm. derinliğe kadar inmişlerdir. Daha sonra da bu mavi parçacıklar yeniden yüzeye çıkmışlardır.
Peki, acaba karıncalar sürekli taşıma işlemini boş yere, “iş olsun” diye mi yapmaktadırlar? Hayır... Araştırmacılar, odun karıncalarının neden böyle daimi bir hareket halinde bulunduklarını şu şekilde açıklamaktadırlar: Sürekli olan devr-i daim, içteki nemli maddeleri yüzeyde düzenli olarak kurutmakta ve mantar oluşumunu engellemektedir. Aksi takdirde, karıncalar zararlı mantarlar tarafından işgal edilmiş bir yuvaya sahip olacaklardır.
Böyle bir durumda iki ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimal, insanların uzun süren bilimsel araştırmalar neticesinde keşfettikleri, mantarın nemli ortamlarda oluştuğu sonucunu, karıncaların kendi araştırmaları neticesinde çok daha önce keşfedip, bu sorunu gidermek için olabilecek en akılcı metodu geliştirmiş olmalarıdır! İkinci ihtimal ise, bu mükemmel işlemi yürütebilmenin, ancak üstün bir aklın ilhamı ile mümkün olabileceğidir. Birinci ihtimalin imkansızlığı ortadadır. Karıncalara zararlı mantarlardan korunmaları gerektiğini ve ne şekilde korunabileceklerini ilham eden, elbette sonsuz kudret sahibi Allah’tır.

Odun Karıncalarının Farklı Üreme Metodları
Odun karıncalarının erkekleri ve kraliçeleri kanatlıdır fakat diğer küçük karınca türlerinde olduğu gibi bir çiftleşme uçuşu yapmazlar. Çiftleşme, yuvanın yüzeyinde ya da yakın çevrede bir yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra, kraliçe kanatlarını kopartır ve şu 3 hareketten birini yapar:
1. Genellikle daha önce larva olarak yaşadığı yuvasına geri döner ve yumurtalarını oraya bırakır.
2. Bazen çiftleşmeden sonra, kendisini taşıyan işçilerle birlikte yuvadan ayrılır ve yeni yuva yapacak bir yer arar.
3. Eğer tek başına ayrılırsa, akrabalığı olan ama daha küçük türlerin, örneğin siyah karınca Formica Fusca’nın yuvasına girip oradaki kraliçeyi devre dışı bırakır. Kraliçe, Fusca işçilerinin bakacağı yumurtalarını buraya yumurtlar. Bir süre için yuvada hem misafir işçiler, hem de ev sahibi işçiler vardır. Ancak ev sahiplerinin kraliçesi olmadığı için bir süre sonra işçileri ölür ve böylece oduncu kraliçeler de, hiç bir şey yapmadan kurulu bir odun yuva elde etmiş olurlar.33
Kraliçe odun karıncalarının, üçüncü maddede bahsedilen taktiklerinde açık bir şuur görülmektedir. Ancak bu şuurun karıncanın kendisine ait olamayacağı alenen ortadadır. Çünkü kendi yuvasının içindeki bir kaç metre karelik alandan başka bir yer görmemiş olan kraliçe karıncanın, hiçbir zaman görmediği, yapısını, düzenini bilmediği bambaşka bir koloninin içine girip, bu kolonide kimi saf dışı bırakacağını anlayıp, tüm engelleri aşarak bunu başarması... Bütün bunlar kraliçe karıncanın, ilhamla hareket ettiğini, şüphe götürmez bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bahsedilen olay, Allah’ın tüm canlılar üzerindeki kudret ve hakimiyetini gösteren çok açık bir delildir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Odun Karıncalarının Kimyasal Silah Üretimi

wood_ants2.jpg

Odun karıncaları kimyasal savaş için çok iyi silahlanmışlardır. Tehlikeyle karşı karşıya kalan odun karıncası, karnının alt kısmını bacaklarının arasından öne doğru büker ve düşmanına formik asit fışkırtır. Veya dövüş sırasında sivri çenesiyle düşmanını ısırır ve yaranın içine asit enjekte eder. Bu özellikleriyle, canlı bir kimyasal silah gibi görev görür.
Formik asit gibi kimyasal bir maddeyi karıncanın kendisine hiçbir zarar vermeden üretebilmesi ve en uygun şekilde kullanabilmeyi başarması, elbette tesadüfen oluşacak bir durum değildir. Bu, kusursuz bir yaratılışın göstergesidir.
Allah tüm canlılara ihtiyaçları olan sistemleri veren ve onları nasıl kullanacaklarını ilham edendir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Lejyoner Karıncalar

Lejyoner Karıncalar
[SOLAAL]
legionary_ants.jpg
[/SOLAAL]Yandaki resimde birbirlerine ayaklarından tutunarak geçici bir yuva oluşturmuş olan lejyoner karıncalar görülüyor.

Ormanların en korkulan hayvanlarından biri lejyoner karıncalardır. Bu karınca topluluğuna "ordu" lakabının yakıştırılmasının sebebi, yüzbinlerce askeri olan gerçek bir ordu disipliniyle hareket etmeleridir.
Lejyonerler etoburdurlar ve önlerindeki herşeyi silip süpürürler. Her bir karınca 6-12 milimetre boyundadır. Fakat inanılmaz sayıları ve disiplinleri, küçük boyutlarının dezavantajını fazlasıyla telafi eder.
Lejyonerlerin üzerine doğrudan gün ışığının gelmesi, onları kısa zamanda öldürebilir. Bu yüzden çoğunlukla geceleyin ya da gölgede yolculuk yaparlar. Işığa duyarlı olmaları nedeniyle ilerlerken uzun tüneller inşa ederler. Karıncaların büyük kısmı bu tünellerde, dışarıya çıkmadan ilerlerler. Bu, hızlarını azaltmaz, zira güçlü çeneleri sayesinde tünelleri son derece hızlı bir şekilde kazabilirler. Böylece yürüyüş hem hızlı hem de gizli olarak devam eder. Lejyonerler tamamen kör olmalarına rağmen, çok büyük ordular halinde, ateş ve su dışında tüm engelleri aşarak ilerlerler.34

Lejyoner karıncalar vücutlarıyla zincir yaparak yaşanacak bir yuva oluştururlar. Sürekli hareket eden lejyoner karınca kolonisi, toprağa veya ağaçlara yuva kurmaz. Ama her gece işçiler kendi vücutlarıyla bir sığınak oluştururlar. Önce birkaç karınca toprağın yanında bir obje seçer ve pençeleriyle onu kavrar. Diğer karıncalar gelirler, arkadaşlarının oluşturduğu ipten aşağı kayarak ipleri bir yığın haline getirene dek bağlayıp 1 metre uzunluğunda, 200.000 ile 750.000 bireyden oluşabilen, bir ordugah oluştururlar. Ortada kraliçe ve yumurtaları vardır. Sabahleyin karıncalar çözülür ve tekrar hareket etmeye ve savaşmaya başlarlar.

legionary_ants1.jpg



Lejyoner karıncalar, avlarını buldukları yerde parçalar ve bu parçaları geçici yuvalarına taşırlar. Bir lejyoner karınca kolonisi için fazla miktarda yiyeceğe ihtiyaç vardır. Tahminlere göre, 80.000 kadar ergin karınca ve 30.000 larvadan oluşan orta boyutlu bir koloninin günlük ihtiyacı, yarım galonluk (2.27 litre) hayvansal yiyecektir.35
Lejyoner karıncaların sabit bir yuvaları olmadığı için sürekli hareket halindedirler. Kolonilerin hareketleri ve göçleri, üreme devresine bağlıdır. Kraliçe, her ay 2 gün boyunca tahminen 25-35 bin yumurta üretir. Yumurtlamadan birkaç gün önce koloni hareketini durdurur ve geniş bir alanda toplanır. Karıncalar çengel şeklindeki bacaklarıyla birbirlerine tutunurlar ve aşağıdaki resimde görüldüğü gibi geçici bir yuva oluştururlar. Ortadaki boş alan, kraliçe ve yeni nesil için hazır oda görevini görür. Burada, doğal olarak en yukarıdaki karıncanın bacak ve eklemlerine aşırı bir yüklenme olur. Ama kendi ağırlıklarının birkaç yüz katı ağırlığa dayanabilecek şekilde yaratılmış oldukları için, bütün koloniyi zorlanmadan tutabilirler.36
Lejyoner karıncalar, gelişmekte olan yavruların ihtiyacına göre gerektiğinde durur, gerektiğinde de göçebe hayatına devam ederler. 20 gün kadar süren dinlenme süresinde, hareketsiz kraliçe 50.000-100.000 yumurta üretir. Bu sırada diğer yeni karınca nesli pupa evresindedir. Kendileri ve kraliçe için yiyecek arayan işçiler çoğu günler, yuva merkez olacak şekilde çevreye kısa süren akınlar yaparlar ve avlanırlar. Her akında, çok şaşırtıcı bir şekilde yönlerini ortalama 123 derece değiştirerek, sürekli aynı yeri taramanın önüne geçmiş olurlar.37
Karıncalar, insanların bir alet olmadan hesaplayamayacağı 123 dereceyi tek başlarına, hiç hata yapmadan hesaplayabilirler. Bu, ciddi bir matematik bilgisine işaret etmektedir. Oysa, karıncalar değil matematik; sayı saymayı dahi bilmezler. Bu da onların yaptıkları bu işi, bilinçli olarak değil, özel bir ilhamla yaptıklarını göstermektedir.
İlk larvalar yumurtadan çıktıktan sonra, işçiler yiyecek toplarlar ve bu arada topluluk durağan kalır. Yiyecek parçaları, doğrudan larvalara verilir. Kraliçenin tekrar yumurtlamaya hazır olması, genellikle önceki larvaların pupa devresine geçmeleriyle aynı zamana rastlar. Bu dönemde topluluk bir kez daha durur. Kraliçenin yumurtlamasıyla, larvaların pupa devresine girmelerinin aynı döneme denk gelmesi, ordunun durduğu süreyi azaltması itibariyle bilinçli bir planlama izlenimi vermektedir.
Larvaların gelişimi, yaşlı karıncaları yeni bir göçebe devresi başlatmaya teşvik eder. Bu da şöyle olur: Larvalar, işçiler tarafından yalanıp temizlendiklerinde bir salgı sızdırırlar. Yapılan araştırmalar, göç kararında bu sıvının etkili olduğunu göstermiştir.38
Henüz bir karınca kimliği bile kazanamamış olan larvaların, böyle bir sıvı salgılamayı aklederek bütün koloniyi kendi ihtiyaçları lehinde yönlendirdiklerini iddia etmek, mantıksal bir zaaf olacaktır. Akıllı bir gözlemcinin bu olayda görebileceği tek şey, üstün bir Yaratıcı olan Yüce Allah'ın varlığı ve herşeyi kuşatan bilgi ve hakimiyetidir.

Kadife Karıncalar
Yaşamlarını çöllerde sürdüren kadife karıncalar, aşırı kıllı bir vücut yapısına sahiptirler. Üzerlerindeki doğal palto, ısıyı izole edici bir tabaka görevi görür; çöldeki soğuk gecelerde ısıyı içerde tutup, gün içinde de onları sıcaktan korur. Diğer birçok karınca türünde olduğu gibi erkek kadife karıncalar kanatları sayesinde, havada uçarak kumun sıcağından korunabilmektedirler. Ama dişi kadife karıncalar, kanatları olmadığı için gün içinde sıcak kumun üzerinde dolaşmak zorundadırlar. Bu paltoya, güneşten olduğu kadar yerden gelen sıcaklıktan korunmak için de ihtiyaçları vardır.
Peki hayvanın uygunsuz hava koşullarından korunabilmek için böyle bir “palto”ya sahip olmasının açıklaması nedir? Hayvanın bunu bir “evrim süreci” içinde doğaya adaptasyon sağlayarak kazandığını öne sürmek imkansızdır. Çünkü bu durumda pek çok soru cevapsız kalır: Böyle bir giysiye sahip olmadan önce, dişi kadife karıncalar sürekli yüksek ısı sebebiyle ölüyorlar mıydı? Eğer durum buysa, nasıl olup da “tesadüfen” bir palto edinmek için nesiller boyu beklediler? Nasıl bir “tesadüfle” bu vücuda sahip oldular?
Sorular elbette cevapsızdır. Çünkü bu havyanların kendilerini sıcaktan koruyacak olan “palto”larını evrimcilerin her zaman öne sürdükleri evrim mekanizmaları ile elde etmiş olmaları imkansızdır. Çünkü bu karıncalar, söz konusu “palto” olmadan yaşayamazlar ve çok nadir gerçekleşen -ve hemen hepsi zararlı olan- mutasyonları bekleyecek zamanları yoktur. Havyanların, içinde yaşadıkları iklimin koşullarına göre tasarlandıkları açıktır.
Aşağıdaki iki resimde birbirinden farklı türdeki iki kadife karınca görülüyor. Kadife karıncaların ortak özellikleri, resimlerde de görüldüğü gibi bulundukları ortamın sıcıklığından kendilerini izole edebilecek bir "palto" ya sahip olmalarıdır.

Dişi kadife karıncalar çiftleşmeden sonra bulundukları yerden uzaklaşarak, faydalanabilecekleri herhangi bir tür böcek veya arı yuvası ararlar. Bulduklarında yuvanın içine girerler. Yuvadan dışarı atılma girişimlerinin her türlüsüne karşı tedbirlidirler ve sonuçta yuvada kalırlar. Zira kadife karınca, arıların kovanlarına girebilecek şekilde güçlü silah ve bir de zırha sahiptir. Dış kabukları olağanüstü denecek kadar kalın ve serttir. Zoologlar, çelik bir iğneyi bile, kadife karıncanın göğsüne batırmakta zorluk çektiklerini söylemektedirler.39
Arı yuvalarına yerleşebilmek için her türlü donanıma sahip bir kadife karınca kraliçesi, bir kez yuvaya girdikten sonra artık onların bal stoğuyla beslenir. Ayrıca her hücrede bir yumurta olacak şekilde yumurtalarını, arıların pupa hücrelerine ya da kozalarına bırakır. Bu yumurtalardan çıkan karınca larvaları, ev sahibi pupalarla beslenir ve daha sonra kendileri de pupa evresine geçerler. Arılar yazın sonunda yuvalarını terkederler. Kadife karıncalar ise, kışı bu yuvada pupa olarak geçirirler. Bir kayda göre, çıkarılan bir hezen arısı yuvasında 76 kadife karınca ve sadece iki hezen arısı bulunmuştur.40 Bu örnek, dişi kadife karıncanın, dişi hezen arısıyla baş etmede ne kadar etkili ve başarılı olduğunu göstermektedir. Kraliçe kadife karınca, burada da ince bir taktik güderek, yuvayı içten fethetmekte ve kendisini yuvanın sahibi konumuna getirebilmektedir.
Şu durumda söylenecek şey kadife karıncanın hezen arılarını çok iyi tanıdığı ve onları nasıl kandırabileceğini çok iyi bildiğidir. Elbette ki bunu karıncanın kendisi keşfetmemiştir. Bütün bunları ona ilham eden, arının fiziksel özelliklerini, yaşam tarzını, yuva yapısını bilen yani arıyı da yaratan Allah'tır. Herşeyin Rabbi, üstün güç sahibi olan Yüce Allah herşeyi yaratandır.

Ateş Karıncaları
Ateş karıncaları küçük, kırmızı böceklerdir. Ama bu küçüklüklerine rağmen, çok büyük işler becerebilirler. Sadece Amerika’da 20 çeşidi bulunan bu karıncaların kraliçeleri, günde 5.000 yumurta üretebilir. Birçok karınca türü kolonisinin birkaç yüz işçisi varken, bu türün kolonilerinin sadece işçi sayısı yarım milyon kadardır. Ateş karıncalarının çiftleşmiş tek bir kraliçesi, 240.000 işçilik bir koloni üretebilir.41
Çok saldırgan olan ateş karıncalarının işçileri, avlarına zehirli iğneleriyle hırçınca saldırırlar. Genç ateş karıncalarının, sürüngenleri ve geyik yavrularını öldürdükleri ya da sakatladıkları görülmüştür. Ayrıca bu saldırgan karıncalar, kimi zaman elektrik kablolarını parçalayarak elektrik kesintilerine de sebep olabilirler. Bir dönem Güney Amerika’yı istila etmişler ve insanları dehşete düşürecek zararlara sebep olmuşlardır. O yılın bütün tanınmış gazete ve dergilerinden anlaşılan, elektrik kablolarını keserek elektrik kesintilerine sebep olan, ekinlere milyarlarca dolar zarar veren, asfaltları çöküntüye uğratan, insanları sokarak alerji şoklarına sebep olan bu karıncaların, insanları açıkça çaresiz bıraktığıdır. Güçlü çeneleri sayesinde açtıkları tünellerle asfaltların, yolların çökmesine sebep olmuşlar ve ayrıca çevreyi de yukarıda bahsedildiği şekilde tahrip etmişlerdir.

Mikroplardan korunma
Amerikalı uzmanlar ateş karıncalarının sözkonusu istilalarını engelleyebilmek için çok çeşitli metodlar denediler. Bu amaçla karıncaların yedikleri sineklere mikrop vererek koloni içinde bulaşıcı bir hastalık yaymayı düşündüler. Ama hayret verici bir şekilde mikroplu sineklerin karıncalara hiçbir zarar veremediği görüldü. Yapılan incelemelerde ise karıncaların, canlılar dünyasındaki ilginç savunma sistemlerinden birine sahip oldukları fark edildi: Boğazlarında yer alan mikroplardan koruyucu bir yapı... Bu yapı sayesinde karıncaların yedikleri herhangi bir şeyde bulunan bakteriler vücuda giremeden boğazda takılıyordu.
Ateş karıncalarının üstün bir aklın ürünü olan korunma sistemleri bununla da bitmez. Yuvanın çevresine ve larvaların üstüne zehir keselerinde üretilen anti-mikrobik bir sıvıyı püskürtürler. Bu sayede de yuvayı ve larvaları tamamen dezenfekte etmiş olurlar.42
Son derece olağanüstü bir savunma sistemi ile donanmış bu karıncalar, muhakkak ki, bunun farkında bile değildirler. Vicdan sahibi bir insan, böyle bir sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia edebilir mi? Karıncaların böyle bir sistemi kendi başlarına kurdukları da söylenemez. O halde bu filtreyi karıncaların boğazlarına yerleştiren ve anti-mikrobik bir sıvı üretmeyi ilham eden kimdir? Şüphesiz insanların, karıncaların ve başıboş tesadüflerin üretemeyeceği bu özellikleri yaratan, sonsuz ilim sahibi Allah’tır.

Çalışkan karıncalar
Savunma ustası ateş karıncaları, aynı zamanda çok da becerikli ve çalışkandırlar. 30 cm. yüksekliğe ve 60 cm. genişliğe varan tepecikler inşa edip, yerin altında 1.5 m. derinliğe inebilen labirent tüneller oluşturabilirler. Bazı alanlarda ateş karıncaları, sayısı 350’ye varan tepecikler inşa etmişlerdir. Bu kadar küçük canlıların, böylesine büyük yuvalar kurabilmesi elbette çalışkanlıkları sayesindedir. Peki karıncaları dünyanın en çalışkan canlılarından biri yapan güç nedir? Gün boyunca hiç durmadan dinlenmeden çalışmaları ve son derece geniş alanlara yayılmış yuvalar kurmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Tek bir tanesi bile “ben bugün çok çalıştım biraz dinleneyim” veya “bugün de canım hiç çalışmak istemiyor en iyisi bir köşede oturayım” demez. Bu, gerçekten de düşünülmesi gereken bir konudur. Unutmamak gerekir ki, insanlar bir işi sonuçlandırmaları zaruri olduğu durumlarda bile yoruldukları veya üşendikleri için irade kullanamadıkları zamanlar olur. Oysa karıncalar son derece büyük bir çaba ve irade gösterip başladıkları işi mutlaka sonuçlandırırlar. Karıncalara bu güçlü iradeyi ve azmi veren, şüphesiz tüm varlıkların tek sahibi olan Allah’tır.

Savunma sistemini delebilen taktik ustası
Ateş karıncalarının en korkunç düşmanı, asalak bir karınca cinsi olan Solenopsis davgeri’dir. İnsanların anlamakta bile zorlandığı çok yönlü savunma sistemini delebilen bu canlı, yine bir başka karınca cinsidir. Bu parazit karıncanın, ateş karıncasının yuvasına nasıl "sızdığı" bilinmemektedir. Ama bir kez yuvaya kabul edildi mi, asalak karınca hemen kraliçeye saldırır ve antenine, bacağına ya da boğazına kenetlenir. İşçi karıncaların, doğal olarak bu saldırganı yoketmesi gerekirken hiçbir şey yapmamaları, açıklama getirilmesi çok zor gibi görünen bir konudur. Oysa bunun cevabı basittir. Parazit boğazına kenetlenerek kraliçenin feromenini taklit etmektedir. Bundan sonra işçiler, farkında olmadan bütün güçlerini, kraliçeyi boyunduruğu altına alan bu asalağı beslemeye harcarlar. Çünkü feromenlerini taklit eden bu asalağı, kendi kraliçeleri sanmaktadırlar. Kraliçeleri ise, işçiler onu beslediklerini zannederken ölür.43

Çöl Karıncaları
Çöllerde kimi zaman 50-60 0C'ye varan sıcaklıklardaki kavurucu kumda yaşayabilmek, başta insanlar olmak üzere çoğu canlı için imkansızdır. Ama bu sıcaklıkta yaşamını sürdüren karıncalar vardır. Uzun bacaklı, siyah çöl karıncası Namib Ocymyrmex, bu kadar şiddetli sıcaklıkta nasıl yaşayabilir?
Namib karıncaları için çöldeki tipik bir gün belli bir saatte başlamaz. Günü başlatan, standart kum yüzeyi sıcaklığıdır ki bu da 30 0C'dir. Karıncalar, yeraltı yuvalarından çıkmaya ve yiyecek aramaya başlarlar. Vücutları çok soğuk olduğu için muntazam hareket edemez ve sendeleyerek yürürler. Fakat sıcaklık arttıkça, daha fazla karınca ortaya çıkar ve daha düzgün, daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Yuvanın iç ve dış trafiğinin en yoğun olduğu sıcaklık 50 0C'nin üstündedir. Sıcaklık artmaya başladıkça hareket devam eder, fakat ısı 60 0C'ye dereceye ulaştığında trafik durur. Bu sıcaklığa öğleden yaklaşık bir saat kadar önce ulaşılır. Sıcaklığın düşmeye başladığı öğle sonrasında yemek arayışı yeniden başlar ve yüzey sıcaklığı 30 dereceye düşene kadar devam eder.
Bu karıncalar yaklaşık 6 gün boyunca yuvadan uzak bir şekilde, hiçbir hayvana yem olmadan yiyecek arayabilirler. Bu süre zarfında eve, 15-20 kez kendi ağırlıklarınca yiyecek taşırlar.
Çölde sıcaklık karıncaların yaşayamayacağı dereceye ulaştığında yuvaya dönme imkanı bulamayan karıncalar, sıcaktan korunmak için oldukça değişik bir metod kullanırlar. Hava sıcaklığı kumdan yükseldikçe azalır. Bu yüzden, kum yüzeyi belli bir dereceden fazla olduğunda, karıncalar bitki gövdesi gibi nesnelere tırmanır ve serinlemek için bir süre burada kalırlar. Karıncanın küçük vücudunun sıcaklığı, kısa sürede çevresindeki sıcaklık derecesine düşer. Ağaç gövdelerinde ise, sıcaklık kuma göre daha azdır. Bu serinleme araları karıncanın kavurucu sıcakta kesik kesik de olsa yiyecek aramasını olanaklı kılar.
Hava sıcaklığının artmasıyla birlikte karınca bir kaç saniye içinde serin bir yer bulmak zorundadır aksi takdirde ölecektir. Aslında yüksek kum sıcaklıklarında, çöl karıncaları her yuvadan çıkışlarında böyle bir riske girerler. Peki ilk çöl karıncaları bu kaçınılmaz sondan nasıl kurtulmuşlardır? Bir termometre ile havanın sıcaklığını ölçmediklerine göre, hangi ısıda ne yapmaları gerektiğini nasıl anlamışlardır?
Çöl karıncaları bu özelliklere sahip olarak bir anda var olmuşlardır. Bu canlılar çölde yaşayabilecek şekilde yaratılmış ve gerekli özelliklerle donatılmıştır. Yaprak kesen karıncayı keskin bir çeneyle yaratan Yüce Allah, çöl karıncasına da sıcaklıkta kendisini nasıl koruması gerektiğini ilham etmiştir.

DİPNOTLAR
19 National Geographic, July 1995, sf.100
20 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf. 597-598
21 The Insects, by Peter Farb and the Editors of Time-Life Books, sf.164
22 National Geographic, July 1995, sf.104
23 National Geographic, July 1995, sf.100
24 National Geographic, July 1995, sf.104
25 National Geographic, July 1995, sf.100
26 National Geographic, July 1995, sf.100
27 Cavit Yalçın, Düşünen İnsanlar İçin, Vural Yayıncılık, 1997, sf.126-127
28 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, Sf. 626
29 The Insects, by Peter Farb and the Editors of Time-Life Books, sf.163
30 National Geographic, June 1984, sf.803
31 Bilim ve Teknik, Haziran 1978, sayı: 127, s.44
32 National Geographic, June 1984, sf.813
33 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.176-177, 450
34 The Insects, by Peter Farb and the Editors of Time-Life Books, sf.164
35 Hayvanlar Ansiklopedisi, Maurice-Robert Burton, C.P.B.C Publishing Ltd., sf.14
36 National Geographic, June 1984, sf.797
37 National Geographic, June 1984, sf.801
38 Hayvanlar Ansiklopedisi, Maurice-Robert Burton, C.P.B.C Publishing Ltd., sf.15
39 Hayvanlar Ansiklopedisi, Maurice-Robert Burton, C.P.B.C Publishing Ltd., sf.199
40 Hayvanlar Ansiklopedisi, Maurice-Robert Burton, C.P.B.C Publishing Ltd., sf.199
41 New Scientist, November 4, 1995, sf.29
42 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, Journey to The Ants, Harvard University Press, Cambridge, 1994, sf.6
43 Science, Vol.263, 18.03.94
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ortak Yaşam

Ortak Yaşam
Canlılardaki yaratılış delillerini incelerken kullanılması gereken temel bir mantık vardır. Bu mantığı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Issız bir arazide ilerlerken birden yerde metal bir anahtar bulduğunuzu düşünün. Bu anahtarı, ne işe yarayacağını bilmeden aldığınızı ve yola devam ettiğinizi varsayın. Ve farzedin ki, bu anahtarı bulduğunuz yerden bir kaç yüz metre ilerde terk edilmiş, boş bir eve rastladınız. Ve yine farzedin ki, anahtarı, belki işe yarar diye, bu evin kapısının kilidinin içine soktunuz.
Eğer anahtar bu evin kapısını hiç zorlanmadan hemen açıverirse, bu durumda mantıksal olarak ne sonuca varırsınız?
Cevap açıktır: Hiç tereddüt etmeden, bu anahtarın bu evin kapısının kilidine ait olduğunu, yani bir başka deyişle, bu kilidi açması için bilinçli bir biçimde tasarlanmış bir araç olduğu sonucuna varırsınız. Açıktır ki, anahtarı da kilidi de aynı usta ya da aynı tezgah üretmiştir. Dolayısıyla aralarındaki uyum da bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
Buna karşılık eğer birisi çıkar da size “hayır yanılıyorsun, o bulduğun anahtarın o kilitle ilgisi yok, o anahtarın o kilide uyması tamamen tesadüfi bir durum” derse, buna karşı ne düşünürsünüz? Elbette, doğal olarak, bu ihtimali hiç akılcı bulmayacaksınızdır. Çünkü dünyada hiç biri birbirini açmayan milyonlarca kilit ve milyonlarca anahtar vardır. Bu milyonlarca farklı parça içinde birbirine tamamen uygun olan iki tanesinin birbirlerine çok yakın bir biçimde yer almalarının bir tesadüf olduğu fikrinin anlamsızlığı da açıktır.
Üstelik eğer sözkonusu anahtar son derece girintili-çıkıntılı, karmaşık bir yapıya sahipse -yani bir oda anahtarı gibi düz ve yalın değil de güvenlik için özel geliştirilmiş bir anahtarsa- sözkonusu “tesadüf” iddiasının saçmalığı daha da iyi anlaşılır. Çünkü anahtarın üzerindeki her detay, bu detayın karşılığının kilitte de yer alması zorunluluğunu doğuracak ve böylece tesadüf ihtimalini milyonlarca kez daha azaltacaktır.
Hele bir de kapının bir değil, üç kilidi varsa ve siz de tek bir anahtar değil, yanyana üç anahtar bulmuşsanız ve bu anahtarların herbiri kilitlerin birini açmışsa... Bu anahtarların kilitlere tesadüfen uygunluk göstermiş birer metal parçası olduğu gibi bir iddiaya hiç ihtimal verir misiniz? Dahası, bu tür bir iddiada bulunan bir kişinin ya aklından zoru olduğuna ya da sizi aldatmaya, sizden bir şeyleri gizlemeye çalıştığına karar vermez misiniz?
Bu örneğin bize anlattığı mantıksal sonuç, basit ama son derece önemlidir: Eğer birbirinden bağımsız olan iki ayrı parça arasında “birebir” uyum varsa, yani bu iki parçanın tüm detayları birbirlerine tam bir uyum gösteriyorsa, bu durum, ortada bilinçli bir işlemin var olduğunu ispatlar. Anahtar kilide uyumludur, çünkü bu işin ehli bir usta tarafından bu iş için özel olarak üretilmiştir. Bir video kaset bir video cihazının içine kolayca girer ve oturur, çünkü biri tarafından bu iş için dizayn edilmiştir.
Tüm bunlara dayanarak da şu genel sonuca varılabilir: Eğer iki canlının arasında, farklı organlarının birbirlerine tamı tamına uymaları ile gerçekleşen bir uyum varsa, bu uyumun yaratılışın açık bir delili olduğunu söyleyebiliriz. Var olan uyum tesadüflerle açıklanamayacak bir bilinci gösterdiğine ve bu bilincin kaynağı bu hayvanlar olamayacağına göre, bu durum hayvanları var eden bir Yaratıcı’nın varlığını gösterir. Bu Yaratıcı üstün güç sahibi Allah'tır. Bir ayette Allah'ın herşeyin Rabbi olduğu şöyle bildirilmektedir:

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)

Bu bölümdeki konumuz, karıncalarla ortak yaşayan -ve onlarla çok çarpıcı bir uyum gösteren- bazı canlılardır.

Karıncalarla Ortak Yaşayan Hayvanlar
Karıncalarla beraber yaşayan pek çok böcek türünün var olduğu ve aralarında 'simbiyotik' ilişkiler bulunduğu bir yüzyılı aşkın süredir biliniyor. Bunların çoğu bunu bir “yağmacı” olarak yapar. Diğer bölümü ise, yaşamlarının bir bölümünde veya tamamında karınca topluluğuna bağımlı halde yaşarlar. Bu karınca ziyaretçileri arasında çeşitli pislikböcekleri, keneler, asalaklar, sinekler ve yaban arıları vardır.
Bunların bir kısmı, karıncaların yuvalarında yaşayıp tüm sosyal haklardan faydalanabilirler. Bazı durumlarda ev sahiplerinin larvalarını ve yumurtalarını yemelerine rağmen, karıncalar misafirlerine inanılmaz derecede toleranslı davranır, saldırganları yuvaya kabul etmekle kalmayıp larvalarını sanki kendi genç nesilleriymiş gibi besler ve yetiştirirler.
Peki karıncalar böyle bir saldırganlığa neden izin veriyor ve nasıl oluyor da bu böcekler senelerce üstün bir savunma sistemine sahip olan karıncanın yuvasında rahatça kalabiliyorlar? Şimdi bu anlaşılmaz olayın aşamalarını inceleyelim.
Bilindiği gibi karınca kolonisinde karmaşık bir iletişim sistemi vardır. Bu sistem sayesinde karıncalar, kendi kolonilerine ait üyeleri, yabancılardan ayırdedebilirler. Bu ayırdedebilme bir “sosyal savunma sistemi” gibi işler. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz ziyaretçiler çeşitli tekniklerle karınca yuvalarına girmeyi başarırlar. Bu da onların, karıncaların iletişim ve ayırdedebilme şifrelerini bir şekilde çözdüklerini göstermektedir. Diğer bir deyişle de, mekanik ve kimyasal metodlarla karıncaların dillerini konuşabilme yeteneğine sahip olduklarını...

Taklitçilik
Bir karıncanın başka bir karıncayla karşılaştığı zaman yaptığı tipik bir hareket vardır: Anteniyle karşısındaki karıncaya yavaşça dokunmak ve onun feromenini kontrol etmek. Sonra her iki karınca da yollarına devam ederler. Bu hareketi birbirlerini tanımak ve yabancı canlılardan korunmak için yaptıkları bilinmektedir.
İşçi karıncalar yuvalarında yaşayan böceklerle karşılaştıklarında da aynı hareketi yaparlar. Kimi zaman karşılarındakinin farklı biri olduğunu anlayarak onu derhal yuvadan atarlar. Ama kimi zaman da, karşılarındaki böceğe sanki bir karıncaymış muamelesi yaparlar. Bu kabullenme, bahsedilen böceklerin “kimyasal taklitçiliği” sayesinde gerçekleşebilmektedir.
Böceklerin bu taklitçiliği tamamen kimyasal olarak gerçekleştirdikleri, kesin kabul görmüştür. Çünkü karıncalar kendilerine fiziksel olarak çok benzeyen böcekleri, kimyasal açıdan yabancı bulduklarında hemen yuvadan dışarı atmışlardır. Oysa karıncalarla hiçbir benzerliği olmayan bir takım asalaklar, karınca yuvasının bir elemanı gibi kabul görmüşlerdir.44
Bu böcek türlerinin, karıncaların kimyasal özelliklerini nasıl öğrendiğini ve nasıl taklit ettiğini izah etmek ise çok güçtür. Böyle bir şey ancak bu feromenlerin böceklere bilinçli olarak eklenmiş olmalarıyla açıklanabilir. Bir böcek, milyonlarca yıl da yaşasa, bir kimyevi olayı çözemez ve uygulayamaz. Bu özelliği ona veren herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.

Hidrokarbon Üreten Böcek ve Ateş Karıncaları
Bir böcek türü olan Scarabaeid ile ateş karıncaları, taşıdıkları hidrokarbonların aynı olması nedeniyle birlikte yaşayabilmektedirler. Böceklerin karınca düşmanı olduğu düşünülürse, bu iki canlı arasında uyumlu bir ilişki bulunması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Peki bu anlaşma nasıl açıklanabilir?
Bu böcekler, hem ateş karıncalarının sahip olduğu hidrokarbonlara sahiptirler, hem de sadece kendilerine has olarak vücutlarında, molekül ağırlığı yüksek olan başka hidrokarbon serileri bulunmaktadır. Böcekler ateş karıncalarının yuvasından ayrıldıklarında, karıncalarla ortak olan bileşimleri kaybolurken kendilerine has ağır hidrokarbonlar kalmaktadır. Sonradan başka bir ateş karıncası türünün kolonisine gittiklerinde, bu sefer de bu koloninin kokusunu oluşturmaktadırlar.45
Böcek, ateş karıncalarının yuvasına ilk geldiğinde kalın dış kabuğuna güvenir ve ölü taklidi yaparak kendisini korumaya çalışır. Birkaç gün içinde, karıncaların hidrokarbonunu taklit ederek oluşturduktan sonra karınca yuvasına tam anlamıyla kabul edilir.46
Peki bu böcek türü, bir kokuyu nasıl taklit ederek kendi vücudunda salgılayabilir? Bu kokuyu oluşturarak karıncaları kandırabileceğini ve yuvalarına kabul edilebileceğini nereden bilir? Bir böcek bunları tek başına başarabilir mi?
Elbette ki başaramaz. Karıncaları kimyevi ve fiziki yönleriyle tanıması, bir böceğin kendi başına başarabileceği bir olay değildir. Bu böceklerin karıncalarla uzun süre yaşayarak bir evrim geçirdiklerini ve sonunda da karıncaların kokusunu kimyasal olarak oluşturabildiklerini söylemek ise çok saçma bir iddia olacaktır. Zira hiçbir mutasyon ya da hiçbir tesadüf, böyle hassas ve karmaşık bir özellik oluşturamaz. Buradan çıkabilecek tek sonuç; tanıma ve taklit etme yeteneğini bu böceğe veren bir Yaratıcı'nın varlığıdır. Karıncaların ve böceklerin uyum içinde birarada yaşamalarını sağlayan, birbirlerine düşmanca davranmalarını engelleyici kimyevi olayları gerçekleştiren de yine her iki hayvan türünü yaratandır. Bu Allah'ın kusursuz yaratmasıdır.

Ordu Karıncalarının Ziyaretçileri
Ordu karıncalarının vücutları üzerinde yaşayan keneler vardır. Bu kene türleri, üzerinde yaşadıkları karıncanın arka kısmında yer alan zarımsı bölgeden aldıkları kanla veya ev sahiplerinin vücutlarındaki yağlı salgılarla beslenirler. Kimi zaman bu keneler karıncanın arka ayağının ucuna yerleşirler. Gerektiğinde de tüm vücutlarının, karıncanın ayağının uç kısmı olarak “vekaleten” kullanılmasına izin verirler.
Ordu karıncaları, daha önce de anlatıldığı gibi, birbirlerine bacaklarından tutunarak zincirler oluştururlar. Bu zincirlerden de geçici yuvalar meydana getirirler. Yapılan laboratuvar incelemelerinde, ayağındaki keneyle diğer işçiye tutunan karıncalarda, kenenin arka bacaklarının tıpkı karıncanın pençeleri gibi şekil aldığı ve aynı görevi yerine getirdiği görülmüştür. Bu keneler bazı özel kenetlenme mekanizmalarıyla, örneğin; sırtlarında dişlerle ya da uygun sırt yapılarıyla karıncanın vücuduna adapte olabilecek şekilde donanmışlardır.47
Adeta birbirlerini tamamlayan bu iki varlığın, doğada yaşamakta olan binlerce türün arasından birbirlerini bulmuş olmalarının bir takım rastlantılara bağlanması imkansızdır. Yaşamlarını sürdürmeleri büyük ölçüde birbirlerine bağlı olan bu iki canlı türünün, günün birinde karşılaşarak, vücutlarının ortak yaşama uyumlu olduğunu görmeleri ve daha sonra da sembiyoza karar vermeleri gibi bir “tesadüf”, matematiksel olarak pratikte sıfır olasılığa sahiptir. Dolayısıyla bu mükemmel uyum da, Allah’ın eksiksiz yaratışını gösteren detaylardan yalnızca biridir. Fakat bu küçük detaylar, atlanıp geçilemeyecek kadar da kıymetlidirler. Yeryüzünde, milyonlarcasına, her gün şahit olabileceğimiz bu örnekler, insanın Allah’ın sınırsız güç ve bilgisini, ince sanatını görebilmesi için yaratılmışlardır.
army_ants_ticks.jpg




Kurnaz Sinek Larvası
Karıncaların vücutları, parazit canlılar için çok uygun bir alan oluşturmaktadır. Bu yüzden de pek çok parazit türü, kendisine “ev” olarak karıncaların vücutlarını seçer. Bir sinek türü olan Strongygaster globula, bu konuda özel olarak anılmaya değerdir.
Bu sineğin larvası, karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde “endoparazit” (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları, yumurtlamayı kesmesi dışında, farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası, ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra, pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak, uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise, parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.48
Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir. Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise, karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde, sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek, bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir. Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın, bu küçük hayvanın kendi “ileri görüşlülüğü”nün değil, kendisine yerleştirilen bir programın, daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle, larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren, sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç Allah’tır. Çünkü Allah, tüm canlıların Yaratıcısı, Sahibi ve Hakimi’dir.

Mavi Kelebeklerin Sırrı
Mavi Kelebek adı verilen ve İngiltere’de yaşayan bir tür, yüzyılın ikinci yarısında esrarengiz bir biçimde azalmaya başladı ve 1979 yılında türün son üyeleri de ortadan kalktılar. Bu kelebek türü üzerine çalışma yapan araştırmacılar kelebeğin, bitkiler üzerine çok sayıda yumurta bırakmasına rağmen neden yok olduğunu uzun süre bulamadılar. Aslında bu sır, kelebeğin çok şaşırtıcı olan hayat tarzı içinde gizliydi.
Mavi kelebek tırtılları, yumurtadan çıktıktan sonra 3 hafta süreyle kekikle beslenirler. Bundan sonra yere düşerek kırmızı karıncalar için çok çekici olan bir sıvı salgılamaya başlarlar. Kırmızı karıncalar etrafta belirmeye başlayınca, tırtıl şahlanarak kafasının arkasındaki deriyi şişirir ve karıncayı bile kandırabilecek şekilde “karınca” şekline girer. Bu olağanüstü taklit yeteneğine aldanan kırmızı karıncalar, tırtılı kendi yuvalarına taşırlar ve larvalarının bulunduğu en korunaklı yere yerleştirirler. Mavi kelebek tırtılı, burada karınca larvalarıyla beslenerek bütün kışı geçirir. Baharda ipek kozasını yaparak erişkin bir kelebeğe dönüşünce de, karınca yuvasını tamamen terkeder.

Kurnaz Sinek Larvası
Karıncaların vücutları, parazit canlılar için çok uygun bir alan oluşturmaktadır. Bu yüzden de pek çok parazit türü, kendisine “ev” olarak karıncaların vücutlarını seçer. Bir sinek türü olan Strongygaster globula, bu konuda özel olarak anılmaya değerdir.
Bu sineğin larvası, karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde “endoparazit” (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları, yumurtlamayı kesmesi dışında, farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası, ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra, pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak, uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise, parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.48
Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir. Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise, karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde, sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek, bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir. Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın, bu küçük hayvanın kendi “ileri görüşlülüğü”nün değil, kendisine yerleştirilen bir programın, daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle, larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren, sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç Allah’tır. Çünkü Allah, tüm canlıların Yaratıcısı, Sahibi ve Hakimi’dir.

blue_butterflys.jpg


Bu ortak yaşamın keşfedilmesi kelebeklerin soyunun tükenmesindeki sır perdesini de ortadan kaldırmıştır. Şöyle ki; bölgedeki ekolojik değişim nedeniyle, kırmızı karıncalar oradan uzaklaşmışlardır. Yumurtadan çıkan tırtıllar da yere düştükten sonra kendilerine aldanmayan diğer karınca türleri tarafından öldürülmüşlerdir.49
Şimdi cevap aranması gereken sorular şunlardır: İnsanı şaşırtan bu yaşam ortaklığı “tesadüfen” orataya çıkmış olabilir mi? Kelebek -üstelik henüz yetişkin bir kelebek haline gelmemiş bir tırtıl olduğu halde-karıncayı nasıl kandırabileceğini nereden bilmektedir? Kuyruk kısmını şişirdiğinde karıncaya benzemesini sağlayan organlar nasıl ortaya çıkmıştır? Evrim teorisi, bu organların tesadüfen ortaya çıktığını öne sürecektir. Oysa bir tesadüf bu denli kusursuz bir benzerlik oluşturamaz. Bu tür bir benzerliğin zaman içinde aşama aşama elde edilmiş olması da imkansızdır; çünkü bu benzerliği tam olarak kazanmamış olan bir tırtıl, karıncalar tarafından avlanacak, bu nedenle de soyunu devam ettiremeyecektir. Tırtılın kendi bedenini bilinçli olarak şekillendirmesi de mümkün olmadığına göre, tek cevap, bu hayvanın yaratıcı bir irade tarafından şekillendirildiği ve karıncaya benzer hale sokulduğudur.
Karıncanın Ağzından Beslenen Asalaklar
Bir asalak türü olan Dinarda, koloni yuvasının etrafında dolaşır ve ev sahibi olan karıncanın getirdiği avlarla beslenir. Ayrıca, ev sahibinin besin sıvılarından da yararlanır. Dolayısıyla bu asalak, yeni gelen işçi ve avcıların besin paylaştıkları yer olan yuva odalarının etrafında gezinir. Taktiği, karıncayı gördüğü zaman kendisine bir damla besin vermesi için dudağının kenarına dokunmaktır. Bu beslenme metodu ile aslında kendisini büyük bir tehlikeye de atmaktadır. Zira karınca asalağın bir yabancı olduğunu farkederse hemen saldırma pozisyonuna geçecektir. Ama asalak böyle bir duruma karşı tedbirini çoktan almıştır. Karıncanın saldırı hazırlığını gören asalak, hemen karnını yukarı kaldırır ve karıncaya sakinleştirici bir sıvı püskürtür. Bu sıvı sayesinde saldırı sona erer ve asalak kaçar.50

food_exchange_bug_ant.jpg


Zeki Göçmenler
Bazı böcek türleri (Atemeles), yazın yetiştirildikleri karınca (formica) yuvasından çıkıp, başka tür bir karıncanın (myrmica) yuvasına göç ederler. Kışı orada geçirip, yazın yine ilk çıktıkları yuvaya dönerler. Bu sezonluk değişimlerin elbette bir sebebi vardır: Kış aylarında Formica yuvasında gelişim dönemi görülmez. Bu yüzden de yemek akışı azalır. Bunun aksine Myrmica türünde kışın kuluçka dönemi vardır ve besin kaynakları burada çok zengindir.51
Bu göç sırasında göçmenlerin, eski yuvalarının yolunu bulmada zorlanmaları beklenebilir. Oysa bu konuda hiçbir zorluk çekmezler. Formica yuvaları ormanlık bölgede, Myrmica yuvaları ise yeşil otluk bölgede bulunur. Formica yuvasını terk eden göçmenler, yol bulmada çok önemli bir metod keşfetmişlerdir; ışığa yönelerek otluk araziyi yani yerleşecekleri yuvanın yerini bulurlar. Ama buraya ulaştıklarında da, onları farklı bir problem beklemektedir. Myrmica karıncalarını, diğer karınca kolonilerinden ayırdetmeleri gerekir. Yapılan araştırmalar, göçmenlerin, Myrmica yuvasından yayılan koku sayesinde doğru ev sahibini bulduklarını göstermektedir.52 Kısacası bu göçmenler, gidecekleri yönü ışık yardımıyla bulma yeteneklerinin yanında, karınca kolonilerinin kokularını da birbirinden ayırtedebilme yeteneğine sahiptirler.

atemeles_bug_ant.jpg


Senede iki kere yuva değiştiren bu göçmenlerin, her iki karınca türü tarafından da kabul edilebilmeleri ve hemen yuva ortamına adapte olabilmeleri gerçekten çok ilgi çekicidir. Uzun yıllar karıncalar üzerine araştırma yapmış olan Wasmann , bu türün, henüz tam çözülememiş adaptasyon yöntemiyle, en gelişmiş ortakyaşar olduğuna inanmaktadır. Zira göç ettikleri yuvaya kendilerini kabul ettirmede kullandıkları çok hayret uyandırıcı bir özellikleri vardır: Bu göçmenlerin savunma maddesi üreten bir bezleri bulunur ve burada ürettikleri güçlü bir kimyasal salgıyı, karınca saldırısına uğradıkları zaman düşmanlarını sakinleştirmek için kullanırlar. Bu, kimyasal açıdan o kadar güçlü bir salgıdır ki; göçmenler, bu salgıyı uzun süre yuvasında yaşadıkları karıncalara sunduklarında, karıncaların asalağa karşı çok daha “kibar” davrandıkları gözlenmiştir.53
Göçmen böceklerin bu son derece bilinçli faaliyetleri insanı düşündürmektedir. Bu böcek hangi mevsimde hangi yuvaya “taşınması” gerektiğini bildiğine göre, karıncaları her yönleriyle çok iyi tanıyor olmalıdır. Peki bu ilgi çekici göç serüveni nasıl başlamıştır? İlk olarak pekçok böcek türü içinden seçim yaparak, bir karınca yuvasına yerleşmeye karar vermelidir. Yüzbinlerce böcek çeşidi içinden bu zorlu seçimi yaptıktan sonra, 8000 tür karıncanın içinden kendine uygun gördüğünü seçmeli ve daha sonra buradaki yiyeceklerin kış süresince azaldığını farketmelidir. Bunu farkettikten sonra yine binlerce çeşit karınca içinden kışın yiyeceğin bol olduğu yuvayı keşfetmelidir. Sayılan kararları vermesi gereken belki hayatımızda hiç rastlamadığımız bir böcektir. Bir böcekten bu tür kararlar almasını ummak ise oldukça mantıksızdır.
Yine de bu sistemin bir şekilde varolduğunu düşünsek bile karşımıza çıkan sorular tükenmemektedir. Bu böcek bir yuvadan diğerine taşınırken yuvaya nasıl ulaşmaktadır? Ormanda yol bulabilmek akıl sahibi bir insan için bile zorken, insanın binde biri küçüklüğündeki göçmen böcek koskoca orman içindeki bir karınca yuvasını bulmayı nasıl başarmaktadır?
“Işığa yönelerek bulmaktadır” cevabı bu konuya hiçbir açıklık getirmemektedir aslında. Çünkü ışık en az 2-3 farklı cepheden gelebilmektedir. Işığa yönelerek ulaştığı noktada da aradığı yuvanın bulunabileceği metrekarelerce alan vardır. (Unutmayalım ki, bir böceğin büyüklüğüne göre metrekarelerce alan bizim için kilometrelerce kareyle ifade edilebilir.) Burada koku tanıma süreci başlıyor ama bu süreç oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü yüzlerce karınca kolonisinin yaşadığı ayrıca onların koloni kokuları dışında birbirinden farklı binlerce çeşit kokunun bulanabildiği bir ormanda, tek bir kokuyu diğerlerinden ayırtetmek oldukça zordur. Üstelik bütün bir yazı başka bir yerde geçiren böceğin, böyle bir kokuyu hafızasında tutabilmesi ilginçtir.
Son olarak şunu düşünelim. Bu böceği alıp kendimiz uygun karınca yuvasının kapısına koysak bile, yuvaya kabul edilip orada yaşaması çok zor olacaktır. Çünkü bilindiği gibi karıncaların oldukça güçlü bir tanıma yetenekleri vardır. Kendi kolonilerinden olmayan bir karıncayı bile yuvalarına kabul etmezlerken, bu böceğe elbette düşmanca davranacaklardır ve onu yuvadan hemen atacaklardır. Ama sonuç hiç de bu şekilde olmamakta, aksine böcek çok misafirperver bir şekilde karşılanmaktadır. Bunun da, vücudunda salgıladığı bir kimyasal maddenin karıncalar üzerinde bıraktığı olumlu etkiyle olduğu söylenmektedir. Acaba göçmen böcek bu madde ile karıncaları etkileyebileceğini ve düşmanca hareketlerini tam tersine döndürebileceğini nasıl anlamıştır? Yoksa böyle bir madde üretmeyi akledip uzun süren çalışmaları sonucunda ideal maddeyi üretmeyi kendi mi başarmıştır?
Şüphesiz bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değildir. Ortada açık bir tablo vardır: Söz konusu böcek, ciddi bir akıl ve muhakeme yeteneği gerektiren işler yapmaktadır. Oysa beyni bile olmayan bu canlı için düşünme ve muhakeme yeteneğinden bahsetmek oldukça mantıksız olacaktır. Dolayısıyla hayvanın yaptığı işlerdeki aklın kaynağının hayvanın “dışındaki” bir başka güç olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Evrimciler karşı karşıya oldukları bu çıkmazı aşabilmek için “içgüdü” terimini üretmişler, hayvanın hareketlerinin kaynağı belli olmayan bir takım “güdü”lerden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Oysa bu terim, sadece bir göz boyamadan ibarettir ve gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Hayvana hükmeden ve akılcı bir planlamanın ürünü olan “güdü”ler vardır. Hayvanda akılcı planlama yapma özelliği olmadığına göre de, bu güdülerin kaynağı hayvana hükmeden bir başka güç olmalıdır. Kendisi görünmeyen, tüm dünyaya hükmeden bu güç sahibi Allah'tır. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)

Ölü Taklidi Yapan Böcek

insect_imitates_dead.jpg


Karınca yuvaları, ABD’nin güney çölleri ve Meksika’da bulunan bir böcek türü için yüksek miktarda besin kaynağı, diğer yırtıcı hayvanlara karşı bir sığınak ve uygun iklim şartları sağlar. Sözkonusu böcekler karınca yuvasına girmeyi bir kere başardıktan sonra, doğruca kuluçka odasına giderek karınca larvalarıyla beslenirler.

Karınca yuvasına girebilmek için her yolu deneyen bu canlı, şimdi de ölü taklidi yaparak karıncayı kendinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Karıncanın yuvasına girmek için farklı yöntemler geliştirmişlerdir: Bazı türler direkt olarak karınca yuvasının girişine yürür, bitkisel saplarla kaplanmış yığınları içeri doğru yararak yuvaya girerler. Bu böceklerin çok iyi korunmalarını sağlayacak kabukları vardır, bu yüzden de karıncalar onları öldüremezler. Sadece hep beraber saldırıp zorla yuvadan dışarı atarlar.
Başarılı olamayan böcekler, asla vazgeçmezler. Bu sefer de ölü taklidi yaparak karıncalara cazip görünürler ve bu sayede karıncalar da yiyecek olarak onları yuvalarına götürürler. Bu böcekler, o kadar iyi ölü taklidi yaparlar ki antenlerini oluklarına geri çekerler ve bacaklarını da kaskatı hale getirerek karıncaları aldatırlar.54
Yumurta odalarına ulaştıktan sonra, anlaşılmaz bir şekilde, karıncalar bu böcekleri gözardı ederler. Araştırmalar sözkonusu canlılar karınca kuluçkaları ile beslenirken, tüylerinden salgılanan salgının da karıncaların dikkatini başka yöne çektiğini göstermiştir. Böylece, karıncaların saldırganlıkları azalmakta ve kuluçkalarını korumaları engellenmektedir.55
Ayrıca bu “zeki” böcekler, kendi larvalarını da karınca yuvasına bırakırlar. Böcek larvaları burada sebze parçacıklarının yığınları arasında beslenerek gelişirler. Karıncalara karşı hiçbir savunma mekanizmasına sahip olmamalarına rağmen, karıncalar tarafından bir saldırıya uğramazlar. Zamanla da kendilerini karıncalara karşı savunabilecek ve usta manevralarla kaçabilecek hale gelirler.56
ZEHİR ÜRETEN ASALAK
Ateş karıncasının yuvasının yanında yaşayan ilginç bir asalak türü de (Acanthaspis concinnula), işçi karıncaları ele geçirir ve zehir şırınga ederek onları etkisiz hale getirir. Sonra karıncaların yuvasına girerken, bu cesedi sırtına alır ve onu bir zırh gibi saklanmak için kullanır.57
Karıncaları Tanıyan Sinek Larvaları
Aşağıda, yine son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneği göreceğiz; taklit yeteneğine sahip sinek larvalarını.
Çiçek sineklerinin (Microdon) larvaları karınca yuvasının derinliklerinde kışı geçirirler. Baharda da pupa olmak için yuvanın yüzeyine çıkarlar. Yapılan bir incelemede, larvaların ilk pupa aşamalarında gözden kayboldukları görülmüş ve öldükleri sanılmıştı. Kalan bir larva ise bir karınca kozasının yüzeyine asılmıştı. Büyütülerek bakıldığında larvanın şişerek büyümekte olduğu, derken birdenbire yok olduğu görüldü. Larva karıncanın ipeksi kozasını delmiş ve içine girebileceği kadar bir delik oluşturmuştu. Gözden kaybolan larvalar kozaların içindeydiler ve karınca pupasıyla besleniyorlardı. Daha sonra larvalar uzunlamasına katlanarak kendilerini karınca kozasına benzettiler. İşçi karıncalar da bunların kendi kozaları olduğunu sanıp, onları yuvanın güvenlikli bir yerine yerleştirdiler.
Bu çok sıradışı bir taklitçilik örneğiydi. Karıncalar sinek larvalarını karınca kozası sanmışlardı. Yapılan araştırmada larva sineklerin ve larva karıncaların dıştaki katı kabuklarının kimyasının birbirine uymakta olduğu farkedildi. Bir başka deyişle, sinek larvaları karınca kozalarını kimyasal olarak da taklit edebiliyorlardı.
Yapılan kimyasal analizler sonucu bunun gerçek bir kimyasal taklit vakası olduğu ortaya çıktı. Peki Microdon larvaları bu taklidi nasıl yapıyorlardı?
Larvaların bedenlerinin alt kısmındaki bölgede karıncanın kimyasallarını taklit edebildikleri bezler vardı.58
Peki böylesine detaylı bir taklidi, “kimya” kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir varlık nasıl yapabilmektedir? Üstelik Microdon sineklerinin sadece larvaları böyle bir savunma sistemine sahiptirler. Yetişkinleri için böyle bir olay söz konusu değildir. Bu taklitçilik yetişkin sinekler tarafından bilinmediğine göre öğretilemez de. O halde larvalar, bahsedilen taklit yeteneğine doğuştan sahiptirler.
Hiç bir tesadüf, bir larvanın bedenine karınca taklidi yapmasını sağlayacak bir kimyasal düzenek yerleştiremez. Bu olaydan çıkarılabilecek tek sonuç larvaların, herşeyin Yaratıcısı olan Allah tarafından bu özellikle donatılarak dünyaya geldikleridir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
pitcher_plant1.jpg


Peki karıncaları bitkiler üzerinde yaşamaya yönelten nedir?
Karıncaların bitkilere yerleşme eğilimi, bitkiler tarafından salgılanan ve “artık nektar” diye isimlendirilen bir sıvı sayesinde oluşur. Artık nektar sıvısı, adeta karıncaları bitkiye çağıran bir davetiye görevi görmektedir. Bitkilerin bu sıvıları belli zamanlara göre ayarladığına dair deliller vardır. Örneğin, kara kiraz ağacı yılın sadece üç haftasında çok aktif bir halde bu sıvıyı salgılar. Bu zamanlamanın tesadüfen olmadığı kesindir, çünkü bu üç haftalık zaman otağ tırtılının kara kiraza zarar verdiği tek dönemdir ve karıncalar bu tırtılları çok rahat öldürerek bitkiyi koruyabilirler.61
Bunun ne denli açık bir yaratılış delili olduğunu görmek içinse, normal bir sağduyudan başka hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Ağacın en çok zarar gördüğü dönemi hesapladığını, bu dönemde korunmanın yolunun karıncaları cezbetmek olduğuna karar verdiğini, buna göre kendi kimyasında yapısal bir değişiklik meydana getirdiğini kabul etmek elbette mümkün değildir. Ağacın bir beyni yoktur ve dolayısıyla düşünemez, hesaplayamaz ve kendi kimyasını ayarlayamaz. Yaptığı akılcı işin bir tesadüf sonucunda kazanılmış bir özellik olduğunu -ki evrimin mantığı budur- kabul etmek de tamamen saçma bir düşüncedir. Ağaç, çok açık bir biçimde, bir akıl ve bilinç ürünü olan bir iş yapmaktadır.
Dolayısıyla bundan çıkarılabilecek tek sonuç, ağacın bu özelliğinin, ağacı yaratan irade tarafından oluşturulduğudur. Bu iradenin sadece ağacı yarattığını düşünmek de anlamsızdır, çünkü yaptığı düzenlemelerden yalnızca ağaca değil, karıncalara ve tırtıllara da vakıf ve hakim olduğu anlaşılmaktadır. İnceleme biraz daha genişletilirse, aslında tüm doğaya hakim olduğu, doğanın her parçasını ayrı ayrı ama birbirine uygun ve uyumlu bir biçimde düzenlediği, “ekolojik denge” dediğimiz kusursuz sistemi kurduğu anlaşılır. İlerlemeyi daha da genişletip jeolojinin, astronominin alanlarına da girebiliriz; her yerde karşılaşacağımız tablo aynıdır.
Kusursuz bir düzen içinde birbirleriyle uyum içinde işleyen sistemler vardır. Bu sistemlerin hepsi bir düzenleyicinin varlığına işaret ederler, ama hiçbiri birer düzenleyici değildirler:

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)

O halde o düzenleyici, tüm evrene vakıf ve hakim, ama evrendeki her şeyin ötesinde, üstün ve güçlü bir Yaratıcı olan Allah'tır. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Akasya Ağacı ve Karıncalar
Akasya ağaçları tropikal ve subtropikal bölgelerde yetişirler ve dikenli çalılar tarafından korunurlar. Afrika türü akasyada yaşayan bir karınca cinsi, dikenleri kemirerek kendisine bir giriş deliği açar ve sürekli akasya ağacında yaşar. Her karınca kolonisi bir veya birkaç ağacın üzerinde yaşar ve akasyanın yapraklarındaki nektarlarla beslenir. Ayrıca bu koloniler, ağacın üzerinde buldukları tırtılları ve diğer organizmaları yerler.
Akasyanın gövdesinde yer alan nektar, yağ ve protein yönünden çok zengindir. Bu gövdeleri ilk tanımlayan Thomas Belt, bunların bilinen tek işlevlerinin karıncaları beslemek olduğunu açıklamıştı. Karıncalar bu ağaçlarda yaşarlar, gövdelerinden salgılanan nektardaki şekeri alırlar ve larvalarını beslemek için kullanırlar.62

[SOLAAL]
acacias_ant1.jpg
[/SOLAAL]

Peki bu üretimin karşılığında, ağacın karıncalardan beklediği nedir?
İşçi karıncalar bitkinin yüzeyinde yaşarlar; diğer böceklere hatta ne büyüklükte olursa olsun diğer canlılara karşı oldukça saldırgandırlar. Bitkiye yönelik herhangi bir saldırı durumunda ağaçtan iner ve karşı tarafa bir saldırıda bulunarak, acı verecek şekilde ısırırlar. Daha da ötesi, akasyaya bir metre yakınlıkta filiz veren diğer tüm bitkileri çiğner ve hırpalarlar. Karınca kolonisinin yerleştiği bir akasyaya dokunan diğer ağaçların dalları da aynı şekilde bozulmaya uğrar.63

acacias_ant2.jpg


Nitekim karıncasız akasya ağaçlarının, karınca kolonilerine barınaklık eden diğerlerine göre böcekler tarafından daha fazla saldırı ve zarara uğradıkları görülmüştür. Yapılan bir deneyde, 40 metre çapındaki istila edilmiş, akasya gövdesinden fışkıran yabani bitkiler, karıncalar tarafından tamamen yok olana kadar çiğnenmiş ve ezilmişlerdir. Ayrıca karıncalar akasyanın gölgeliğine değen diğer bitki dal ve yapraklarına da saldırmışlardır. Bütün karınca topluluğu, bitkiyi temizleyerek ve üzerinde devriye gezerek aktif haldedirler. Araştırmacıların vardıkları sonuç şudur: Karıncalar akasya tarafından kiralanmış bir “özel ordu” gibi çalışmaktadırlar.64 Böyle bir pazarlığı gerçekleştirecek bilinç her iki tarafta da bulunmadığına göre de, bu dengenin her iki tarafı da yaratan bir irade tarafından kurulduğunu kabul etmek gerekir. Her iki canlıyı da yaratan Allah'tır.

 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Savunma ve Savaş Taktikleri

Savunma ve Savaş Taktikleri
Daha önceki bölümlerde, karıncaların sosyal düzenlerinin son derece gelişmiş olduğunu gördük. Bu çalışkan, üretici ve özverili canlıların bir başka özellikleri daha vardır: Düşmanlarına karşı kendilerini çok başarılı bir biçimde savunmaları ve koloninin devamı uğruna savaşmak için çok ilgi çekici yöntemler kullanmaları.
Karıncaların küçük oluşları, ilk bakışta savunmasız oldukları izlenimini verir. Üzerine basarak rahatlıkla ezilebilecek bu canlıların, kendilerinden beklenmeyecek derecede büyük işler yapabilecekleri tahmin bile edilemez. Ama Allah yeryüzünde yarattığı eşsiz ekolojik düzen içerisinde, onların da yerini belirlemiş ve onları gerekli savunma mekanizmalarıyla birlikte yaratmıştır.
Karıncalar, Allah’ın ilhamıyla, akıllara durgunluk verecek taktik ve stratejilerini, kolonilerini korumak ve yiyecek ararken karşılarına çıkan düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için kullanırlar. Av stratejileri geliştirirken, kendileri de başkalarına av olmamak için mücadele ederler. Bu mücadelenin bir türü, karınca kolonileri arasında yaşanandır.

Koloniler Arası Savaş
Koloniler arası savaşın en önemli sebeplerinden biri, besin kaynaklarının bölüşülememesidir. Bu savaşlarda yiyecek kaynağını ilk bulan karınca türü genellikle savaşı kazanır. Çünkü kaşif karıncalar besinin etrafını çevirerek, diğerlerinin yiyecekten alıp çevreye kendi kokularını bırakmalarını engellerler. Bu yüzden de arkadan gelen koloninin üyeleri, koku izleri ile arkadaşlarına yol gösteremezler.

ant_war.jpg


Yiyecek kaynağına ilk gelen işçilerin bir kısmı kuşatma faaliyetini sürdürürken bir kısmı da, savaşa hemen katılmayıp koku izi bırakarak yuvalarına dönmeyi tercih ederler. Yuvaya varınca vücutlarını ileri geri hareket ettirip, antenlerini diğer karıncaların antenlerine değdirerek, yuva arkadaşlarını uyarırlar. Bu zekice taktikle savaşan işçilere, takviye güç toplanmış olur. Günlük sıradan kuşatmalar dışında, besin kıtlığı zamanlarında karıncalar o kadar saldırgan olurlar ki, birbirlerini tamamen imha edebilirler. Bir koloni 10-14 gün içinde diğer bir koloniyi tamamen yokedebilir. Diğer bir savaş nedeni ise, bir koloninin başka bir koloninin bölgesine girmesidir. Karıncalar yaşadıkları bölgeleri bir feromenle işaretlerler. Başka bir koloni bölgeye geldiğinde bu feromeni farkedip buraya yerleşmez. Eğer yerleşirse de bu bir savaş nedeni olur. Böyle bir durumda, örneğin dokumacı karıncalar bir salgı bırakarak en yakın yaprağa koşarlar. Yuva arkadaşlarını bulunca kavgayı anlatan hareketler yaparlar. Arkadaşları bu davetin karşısında hareketlenir ve işçileri takip ederek savaş alanına doğru yol alırlar. Yarım saat içinde yüzden fazla karınca savaş alanına ulaşmış olur.


ant_war1.jpg


Kısacası karınca kolonileri, doğal sınırları, tehlikelere karşı güvenlik ve istihbarat sistemleri ve bunun yanısıra tüm koloniyi savunacak güçte orduları ile gelişmiş bir sisteme sahiptirler. Böyle bir sistemi oluşturabilmek içinse, bu sistemi planlayacak akıllı ve bilinçli bir irade ve sistemi koloni üyelerine benimsetecek bir eğitim gerekir. Oysa, ortada görünür bir planlayıcı ve görünür bir eğitim yoktur. Sistem gözle görünmeyen bir irade tarafından planlanmıştır ve tüm karıncalara da henüz dünyaya ilk geldikleri anda öğretilmiştir. Bir başka deyişle, karıncaları yaratan Allah, onlar için karmaşık bir savunma sistemi belirlemiş ve bu sistemin işlemesi için gereken programı karıncalara ilham etmiştir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Savunma Taktikleri
Farklı koloniler arasındaki savaşlarda, karıncaların uyguladıkları bir takım taktikler vardır. Bunlardan en yaygın olarak uygulananı karıncaların kendilerini daha uzun ve büyük göstermeye çalışmalarıdır. Yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi karıncalar bacaklarını mümkün olduğu kadar düzleştirerek ve kafalarını kaldırarak daha uzun boylu ve daha “caydırıcı” görünmeye çalışırlar.72

ants_defence_tactics.jpg


Kullandıkları bir başka savunma taktiği ise, “düşmanı sakinleştirme”dir. Bir karınca türü (S.Invoila), kavgaya girdiğinde karnını titreterek bir zehir çıkarır ve yavaşça çene kemiğini açar. Bu sırada zehirden zarar görmemeye çalışan düşmanları, çene kemiklerini açıp ağızlarından bir damla şekerli suyu zehir çıkaran karıncanın açık çenesine aktarırlar. Bunu yapmalarının nedeni, zehir çıkaran karıncaların besine ulaştıklarında saldırganlıklarının azalmasıdır. Kısacası karşı tarafın dikkatini başka bir yöne çekerek, onu sakinleştirmektir.
Taktikler elbette bunlarla sınırlı değildir. Karıncalar sahip oldukları hayret verici fiziksel özellikleri ve kendilerine ilham edilen “zekaları” ile, “savaş meydanlarında” çok daha karmaşık taktikler kullanmaktadırlar.

Asit Üretim Merkezleri
Karıncaların çok önemli bir savunma tekniği, vücutlarındaki zehir keselerinde gerektiğinde zehir, gerektiğinde de formik asit üretmeleridir. Ürettikleri zehiri düşmanlarına karşı çok başarılı bir biçimde kullanırlar. Hatta zehirleriyle, insanlar üzerinde dahi bir etkiye sahip olabilirler. Soktukları zaman bazı insanlarda alerji şokları meydana getirirler. Formik asit de yine düşmanların uzaklaştırılmasında etkili bir şekilde kullanılır.
Evrim teorisinin iddiaları kabul edildiğinde, ilk ortaya çıkan karıncaların kendi bedenleri içinde bir zehirleme sistemine sahip olmadıklarını, ancak bu sistemin hayali evrim süreci içinde sonradan bir şekilde oluştuğunu da kabul etmek gerekir. Ancak bu, mantığa aykırı bir kabuldür. Çünkü zehirleme sisteminin çalışması için, hem zehirin kendisinin, hem de zehiri muhafaza edecek organın oluşması gerekir. Bu organın izole bir yapıya sahip olması ve böylece zehirin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını da engellemesi şarttır. Dahası, bu organdan karıncanın ağız kısmına doğru uzanan izole bir borunun da var olması gerekir. Ayrıca hayvanın düşmanına zehiri fışkırtmasını sağlayacak bir kas sistemi ya da mekanik bir düzen vs. olması gerekir. (Hatta, hayvanın içinden zehiri fışkırttığı karın bölgesinin dönmesini kolaylaştırmak için o bölgeyi “yağlayan” ayrı bir bez bile gerekmektedir.)
Bu organeller, evrimcilerin iddia ettikleri gibi yavaş yavaş gelişmiş olamazlar. Çünkü tek bir parçanın eksik olması bile sistemi işlemez hale getirecek ve dahası karıncanın ölümüne neden olacaktır. Dolayısıyla tek bir açıklama vardır: Söz konusu “kimyasal silah sistemi”, ilk kez hangi karınca türünde var olmuşsa, bir anda var olmuştur. Bu ise, canlının tesadüfen ortaya çıkamayacağını yani bir anda yaratılmış olduğunu kanıtlar.
Bahsedilen zehiri kendilerine hiçbir zarar vermeden kullanmaları yanında, vücutları içinde (zehir keselerinde) böyle bir zehiri üretmeyi nasıl öğrendikleri, evrimcilerin cevabını arayıp bulamadıkları bir diğer sorudur. Oysa ki bunun yanıtı çok açık ve nettir: Evrendeki her varlık gibi bu karıncalar da kusursuz sistemleriyle bir anda yaratılmışlardır. Vücutları içindeki zehir üretim merkezini kuran da, bunu en akılcı şekilde kullanmayı onlara ilham eden de, “Alemlerin Rabbi” olan Allah’tır.

Sayı Saymayı Bilen Karıncalar
Küçük bir karınca düşmanının gücünü nasıl anlayıp değerlendirebilir? İlginçtir ki bu, karıncanın matematik bilgisinin devreye girmesiyle gerçekleşir.
Karıncalar, bilimadamlarının henüz anlamadığı bir metodla, “kafa sayımı” yaparlar. Eğer yuva arkadaşları düşmanlarından daha fazlaysa -mesela 3’e 1 gibi- daha şiddetle saldırıya geçerler. Eğer tersi söz konusuysa, hemen geri çekilirler. Ayrıca karşılarındaki düşman kuvvetlerini, büyüklük ve küçüklüklerine göre de inceleyerek farklı taktikler uygularlar.73

Yürüyen Bombalar
Karıncaların zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna intihar ederek, düşmanlarına zarar vermeye çalışmaktır. Birçok karınca türü, bu intihar hücumunu çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Fakat bunlardan hiçbirinin intihar saldırısı, Malezya’nın yağmur ormanlarında yaşayan bir karınca türününki (Saundersi camponotus) kadar ilginç değildir.
1970’li yıllarda araştırma yapan iki entomolog bu karıncaların, anatomileri ve davranışları açısından birer “yürüyen bomba” olduklarını ortaya çıkardılar. Zehirle dolu iki büyük salgı bezi, karıncanın çenesinden vücudunun arkasına kadar uzanmaktaydı. Mücadele sırasında karınca, başka bir düşman karınca ya da saldırgan hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtıyor ve zehiri düşmanının üstüne püskürtüyordu.74
Karıncaların böylesine ciddi bir fedakarlığı uygulamaları elbette ki ne doğal seleksiyonla, ne de “evrimsel sosyalleşme süreci” ile açıklanabilecek şeyler değildir. Birçok kez vurgulandığı gibi, bu son derece mühim fedakarlığı yerine getiren, belirli bir zeka, eğitim, duygu ve vicdan sahibi olan bir insan değil, bir karıncadır. Karıncaların fiziksel açıdan değişiklik geçirdiği düşünülse bile -ki 80 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış karınca fosili de mevcuttur- fiziksel değişimlerin, ona buradaki gibi bir özellik yükleyemeyeceği çok açıktır. Bir canlının geçirdiği hiçbir mutasyon onun aniden, düşünebilen, karar verebilen, hissedebilen, duyguları olan bir varlığa dönüşmesini sağlayamaz.
Kaldı ki bir zamanlar kendini feda edip böyle bir savunma yapmaya karar veren bir karınca olduğunu varsaysak bile, bu karıncanın dahiyane düşüncesini (!) genlerine yükleyip başka bir karıncaya aktarması, elbette imkansızdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Köleci Karıncalar

[SAGAAL]
slave_trading_ants.jpg
[/SAGAAL]

Köleci karıncaların en önemli özelliği, savaştıkları koloninin larvalarını çalmak ve bu larvaları kendi kolonileri için bir 'köle' durumuna getirmektir. Yanda rakip koloninin larvasını kaçıran bir karınca görülmektedir.

Asalak karınca (Formica subintegra) ve kölesi (Formica subserica) arasındaki ilişki, kimyasal sinyallerin karıncaların toplu yaşamlarına etkisini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Daha da önemlisi “kölecilik”, karıncaların kullandığı zekice savaş taktiklerinden biri ve belki de en ilgincidir.75
Bazen, bir koloninin askerleri başka bir koloniyi rahatça ezebileceklerini farkederlerse, “köle” avına girişirler. Karşı koloninin yuvasını işgal eder, kraliçeyi öldürür ve nektar dolu “bal fıçılarını” -yani bedenlerini nektarla şişirip dolduran karıncaları- ganimet olarak alırlar. En önemlisi, kraliçenin kuluçkadaki larvalarını çalmalarıdır. Bu larvalar daha sonra genç karıncalara dönüşerek, egemen koloni için yiyecek arayan veya depolayan, koloni kraliçesinin çocuklarının yetişmesine yardımcı olan ve böylece genin devam etmesini sağlayan “köle” karıncalar haline geleceklerdir.
Asalak karıncalar başka bir karınca kolonisine hücum ettiklerinde, saldırdıkları koloni askerlerinin yumurta ve kozalarının çalınmasına engel olamamalarının nedeni, asalak karıncaların yaydığı bir tür feromendir. Bu feromen o kolonide bulunan bir alarm maddesine benzemekte ve asalak karıncalar tarafından fazla miktarda salgılandığında, karıncaların toplanıp kolonilerini korumak yerine paniğe kapılıp kaçmalarına neden olmaktadır.
Bilindiği gibi her karınca türünün salgıladığı farklı bir feromen bulunmaktadır. Bu feromenlerin karıncalar için sınır belirleme, düşmanın yerini ve sayısını haber verme, savaş için saldırıya geçme, alarm durumu gibi çeşitli anlamlar ifade ettiği bilim adamlarınca belirlenmiştir.
Burada çok ilginç bir nokta vardır. Asalak karıncalar düşman karınca kolonisinin panik alarmını bilmekte, bu alarmı taklit etmekte ve bu alarmı belirli bir amaç için kullanmaktadırlar. Sonuç olarak da düşman koloni asalak karıncanın salgıladığı taklit feromen yüzünden mevcut disiplinini bozmakta, savunma sistemlerini terk edip panik içinde kaçmaktadır. Yani asalak karıncalar çok akıllıca bir taktik kullanarak düşmanın savunma sistemini içten çökertmektedirler. Ortada son derece ustaca hazırlanmış bir savaş stratejisi vardır. Dahası bu stratejinin uygulanabilmesi için gerekli olan bütün kimyasal üretim ve kimyasal bilgi alt yapısına asalak karıncalar doğuştan -yaratılıştan- sahiptirler.

[SOLAAL]
slave_trading_ants2.jpg
[/SOLAAL]

Bazı karınca cinsleri, işlerini tamamen kölelerine yaptırarak yaşarlar. Kırmızı Amazon karıncası (Polyergus) buna bir örnektir. Amazon karıncalarının tümü askerdir. Savaş için yaratılmış büyük, keskin çene kemikleri vardır. Besin toplayamaz ve yavrulara bakamazlar. Bu karıncalar, bazı küçük yapılı kara karınca türlerinin yuvalarına saldırır, koza ve larvalarını çalarlar. Yuvalarına taşıdıkları kozalardan çıkan karıncalar, Amazon karıncalarının işlerini üstlenir, kendi yuvaları çok yakında olsa bile Amazon kolonisinde kalırlar. Hatta Amazon karıncaları göç etmeleri gerektiğinde, tüm taşıma işlemlerini bu kölelerine yaptırır; bu şekilde çok hızlı bir taşınma gerçekleştirirler.76
Karıncalar iz bırakma özellikleri sayesinde, çok büyük canlılara karşı bile kendilerini savunabilirler. Buna güzel bir örnek, karıncaların yusufçuk böceğine karşı olan mücadelesidir. Yusufçuğu gören karıncalar, iz bırakma metodları sayesinde biraraya toplanarak, yusufçuğa hep beraber saldırırlar ve onu öldürürler. Yine bir diğer örnekte de, koloninin diğer bir üyesine saldıran bir tırtılı - kendilerinden çok daha büyük de olsa - aynı metodla yenilgiye uğratmaktadırlar.
Bir canlının hayatını korumak veya beslenmek amacıyla başka bir canlıya saldırması veya kavga etmesi normal karşılanabilir. Ancak bir canlı, düşmanına karşı savaşırken, kendi benzerleriyle birlikte hareket ediyorsa ve bu savaş sırasında izledikleri taktikleri bir iletişim yoluyla belirliyorlarsa, kaçınılmaz olarak bu konunun üzerinde yoğunlaşmak gerekir.
Bir taktik belirlemek, bu taktik doğrultusunda belirli bir düzen ve disiplin içinde savaşmak, düzen ve disiplini korumak için bir iletişim sistemi kullanmak. Bütün bunlar ancak akıl, planlama ve muhakeme sonucunda gerçekleşecek işlerdir. Örneğin bugünkü savaş stratejileri, insanoğlunun yıllar süren deneyimleri sonucunda belirlenmiştir. Askerler bu taktikleri öğrenmek için akademilerde eğitimden geçerler. Stratejilerin savaş sırasında uygulanması için yine özel olarak geliştirilmiş iletişim sistemlerine ihtiyaç vardır. Ancak kimyasal iletişim sistemleri kullanarak disiplini ve saldırı taktiğini belirleyen, düşmana toplu olarak saldıran, gerektiğinde ordunun diğer bireyleri için kendini feda etmekten kaçınmayan askerler, ne bir eğitimden geçmişlerdir, ne de herhangi bir bilgi birikimine sahiptirler. Sözünü ettiğimiz canlılar bir kaç milimetre boyunda, düşünme yeteneği olmayan, karıncalardır. Karıncalara neler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.

Kamuflajın Ustaları
‘Basiceros’ cinsi karıncaların yakın zamana kadar sırrı çözülememişti. Araştırmacılar bu türe sadece bir kez rastlamış bir daha da onlara benzer başka bir karınca cinsi bulamamışlardı. Hatta bu yüzden dünyada çok ender rastlanan bir tür olduğunu düşünmeye başlamışlardı.
Ancak 1985’te bir araştırmacı bu karıncalar hakkındaki sırrı çözdü ve hiç de ender rastlanan bir tür olmadıklarını ortaya çıkardı. Bu sırrı çözen La Selva isimli araştırmacı Basiceros cinsi karıncaları ‘usta illüzyonistler’ olarak isimlendirmişti. Çünkü istedikleri zaman ‘görünmez’ olabiliyorlardı.
ant_camouflage1.jpg


Peki bu karıncaları ‘görünmez’ kılan neydi?
‘Basiceros’ türünün diğer karınca cinslerinden farklı olarak vücutlarının üzeri iki kat şeklinde ucu çatallanmış tüylerle kaplıdır. Toprak üzerinde ilerlerken yerdeki her türlü toz-toprak, çer-çöp bu tüylere yapışır. Bu cinsin diğer karıncalardan bir farkı da üzerlerindeki toprak, toz, çöp parçalarını sık sık temizlememeleridir. Bu sayede de resimlerde görüldüğü gibi bulundukları ortamla tam bir uyum sağlarlar. Dışarıdan bakıldığında varlıklarını farketmek adeta imkansızdır. Ancak yürümeye başladıkları zaman biraz farkedilir hale gelirler. Ama bu konuda da kendilerini kuş, kertenkele hatta insan gözünden saklayabilmek için bir tedbir uygularlar. Dünyanın en tembel karıncalarıdır ve ürkütüldükleri zaman dakikalarca hareketsiz olarak yerlerinde durdukları görülebilir.77
Bu karınca türünün uyguladığı kamuflaj tekniği gerçekten de oldukça etkileyicidir. Zira bir karıncanın tüm fizyolojik özelliklerini belirleyerek kendine bir savunma yöntemi geliştirmiş olması mümkün değildir. Tüm bu özellikler (vücudunun tüylerle kaplı yapısı, diğer karıncalardan farklı olarak sık sık temizlenmemesi ve çok yavaş hareket etmesi) önceden belirlenmiş ve karınca bahsedilen özellikleriyle birlikte dünyaya gelmiştir.
Sonuç olarak bu noktada yine karşımıza büyük bir gerçek çıkmaktadır. Tüm canlılar gibi bu karınca türü de tüm özellikleri belirlenmiş olarak Allah yaratmıştır ve bu canlılar Rabbimiz'in örneksiz yaratan sıfatını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

DİPNOTLAR
72 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, Journey to The Ants, Harvard University Press, Cambridge, 1994, Sf.70
73 A.g.e., Sf.71
74 A.g.e., sf.67
75 Venomous Animals of the World, by Roger Caras, sf.84
76 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.284
77 A.g.e., sf.185-186
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sonuç

Sonuç
Bu kitapta size, Allah’ın yaratma sanatının yalnızca birkaç santimlik bir canlı türü üzerindeki eserlerinden bazı örnekler verdik. “Bazı örnekler” demek en doğrusu çünkü karıncalarla ilgili verilebilecek daha yüzlerce örnek vardır. Ancak buradaki örneklerin her biri, insanları derin bir tefekküre sevk etmek için yeterlidir.
Rahman olan Allah’ın küçücük karıncalarda meydana getirdiği son derece sistemli bir düzene sahip olan yaşam yeryüzündeki diğer canlı türleri için de aynı mükemmellikte yaratılmıştır. Tek hücreliler, böcekler, vahşi hayvanlar ve bitkiler de karıncalarda olduğu gibi kompleks vücut yapılarıyla ve mükemmel sosyal düzenleriyle birlikte bir anda yaratılmıştır. Tüm bu yaratılış harikaları kimi insanların günlük hayatın akışı içerisinde, akıllarına dahi getirmedikleri ya da görüp geçtikleri mucizelerdir.
Bu kitabın hazırlanmasındaki amaç, yalnızca maddi menfaatlerini düşünen, tüm hayatı boyunca para-ev-iş üçlüsünün dışındaki konularla hiç ilgilenmeyen, çevresinde olup bitenleri, yeryüzündeki canlıların özelliklerini ve bunların nasıl ortaya çıktığını düşünmeyen ve bu nedenle de gaflete düşerek, Allah’ı unutan insanlara Rabbimiz’in varlığının delillerini hatırlatmaktır. Ayrıca iman edenlere de yeni bir tefekkür malzemesi sunmaktır. Allah'ı zikretmenin önemi Ankebut Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:

... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

İnsanın ebedi yaşamının kurtuluşu, bu kitapta ele alınana benzer yaratılış mucizelerini incelemekten ve bu mucizeler üzerinde düşünerek, bunların tesadüfen var olamayacağını anlayarak, tüm bunları Yaratan Rabbimiz’i tanımaktan geçer. Allah, yol göstericimiz olan Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Yeri de nasıl döşeyip yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda göz alıcı ve iç açıcı çiftten bitirdik. (Bunlar), içten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 7-8)

Amacımız, bu kitapta anlatılanların da okuyanlar için “hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikir” hükmüne geçmesidir. Bu nedenle okuyan kişiye düşen, bir süre sonra eskiye dönerek, “Allah’ı unutmuş” insanların yaptıkları gibi kendi sorunlarının içinde boğulması değil, Yüce Allah’ın varlığının ve gücünün üzerinde düşünmesi ve hayatını da bu gerçeğe uygun olarak düzenlemesidir.
Çünkü Allah tüm yarattıklarını Kendisi'ni bilip tanımamız için yaratmıştır. Buna rağmen O’ndan yüz çevirenler ise hem dünyada hem de ahirette büyük bir cezayı hak etmiş olurlar.
Ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:

O inkar edenler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır. (Fatır Suresi, 7)

Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azapla azaplandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)


 
Üst Alt