Kavram Çalışmaları *DUA*
De-a” fiilinden türemiştir. Kelime manası itibariyle birisini çağırmak, birisini bir şeye sevk etmek, bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek manalarına gelir.
Müşrikler hak etmedikleri halde, putlara ‘ilah’ ismini verirler ve böylece şirk koşarlardı; bu şekilde ‘ilah’ olmayanlara ‘ilah’ demek, onları ‘ilah’ olarak isimlendirmek sahte ilahlara edilen duadır.
Müşrikler bu şekilde adlandırdıklarına yalvarırlar, onları yardıma çağırırlardı. Kuranın dua olarak nitelediği bu etmeleri onlara zarardan başka kazandıracağı bir şey yoktur.
“Ondan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardım edemezler ve kendilerine de yardım edecek değillerdir.” Araf – 197
“Allah’tan başka çağırıp yalvardıklarınız, onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar.” Hacc-73
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi duanın bir diğer manası da çağırmaktır. Tabi ki İlah’ı çağırmak ve O’na yalvarmak rasgele bir çağrı ve yalvarma değildir ve insanların birbirini çağırmaları gibi olmayacaktır. Resulullah’a hitap konusunda bile Müslümanlar uyarılmıştır.
“ Resulü çağırmayı aranızda bazınızın bazınızı çağırması gibi yapmayın.” Nur-63
“ Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstüne yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken amelleriniz boşa çıkar-gider.” Hucurat-2
Mertebe yönünden birbirine yakın insanların hitabıyla, uzak olanların hitabı değişirken Rabbe olan hitab nasıl farklı ve özel olmaz? Eğer O da insanlar gibi çağrılırsa makamının yüceliği anlaşılmaz ve kendisine mutlak itaat etmesi gerekenlerle bir eşitlik söz konusu olur. İşte üstün bir makamı çağırma hiçbir zaman sıradan bir çağırma değildir. Bu, önce o makamın üstünlüğünü kabul etmeyi ve o makamın karşısındaki aczin itirafını gerektirir. Bu gerek o zatın adını anmak için, gerekse bir hacet için yalvarmak için olsun böyledir. Bu anlamıyla dua; küçükten büyüğe, acizden muktedire bir rica, bir istektir ki sözle ve hareketle olur, aynı zamanda bir ihlas, ve tazarru ve uygun bir biçim gerektirir. Allah’a dua ederken ki tavrımız şöyle belirleniyor:
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Ona korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” Araf-55,56
“ Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” Araf-205
Aciz ve her şeyin yaratıcısı Allah’a muhtaç olan kula düşen duadır, Rabbe yaraşan ise bu duaya icabet etmektir.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“ Rabbiniz ‘bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.” Mümin-60
Bu ayetten duanın Kuran’da ibadet manasında da kullanıldığını görüyoruz. Aynı ayetin başında dua, devamında aynı şeyi kasten ibadet kelimesinin kullanılması bize dua-ibadet ilişkisinin derecesini göstermektedir.
‘Büyüklenerek bana kulluk etmekten yüz çevirenler’ ifadesiyle Allah’a yalvarmanın ve dua etmenin ibadet, ibadet etmenin de dua olduğu açığa çıkmaktadır. Yine Müminun-117’de de bu manasıyla kullanılmıştır:
“ Kim Allah ile beraber ona ilişkin kesin bir kanıt olmaksızın başka bir ilaha taparsa (çağırırsa), artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.”
Artık bu ayetle her şey o kadar net ki tapınmak dua etmekle eşdeğerdir.
İbadetlerimizi dua kılmak ve duamızı ibadet kılmak, içlerini bu şekilde doldurmak bize düşüyor. Bu ayetlerde dikkat çekilen husus sadece dua-ibadet ilişkisi değil elbet. Dua-tevhid boyutu da en az bu kadar önemli ve dikkate değerdir. Ancak kendini her bakımdan güçlü kuvvetli, Allah’ın kudretinden müstağni görenler Allah’a dua etmezler. Bu noktada duanın tevhidle olan, imanla olan ilişkisine geliyoruz; dua, imanın ve imanın nasıllığının, kimliğinin göstergesidir. O kadar direkt bir ilişki vardır ki, imanınız duanız kadardır ve imanınız dua ettiğinizedir.
“Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilaha dua etmezler...” Furkan-68
“Allah’la beraber başka ilahlara dua etme, O’ndan başka ilah yoktur.” Kassas-88
“Allah’la beraber başka bir ilaha dua etme, sonra azap edilenlerden olursun.” Şuara-213
“Onlar O’nu bırakıp da dişilere taparlar(dua ederler). Onlar, her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.” Nisa-117 ( diğer: Rad-14, Cin-19, Nuh-13, Muminun-117)
Bunlar gibi daha nice ayeti kerimede hem dua etmeyenler, hem de Allah’tan başkasına, Allah ile beraber olsa bile dua edenler küfürle niteleniyor. Hatta daha önce zikrettiğimiz Hacc-73 ve Araf-197 ayetlerinde Allah onlara meydan okuyarak duaya icabet edemeyeceklerini, güçlerinin hiçbir şeye yetmeyeceğini yüzlerine çarpıyor. Allah’ın affetmeyeceği günah yoktur ama kendisine karşı tekebbür ve kibir en çok gazaplandığı ve (tövbe edilmedikçe) asla affetmeyeceği bir tavırdır.
Böyleyken dua da işte O’nun büyüklüğünü, yüceliğini itirafın tek ve en güzel yoludur. Her İslami kavram ve eylem gibi dua da Allah’ın birliğine dayalı esastan neşet eder, yeryüzünde hakimiyet ve otorite hakkının yalnız Allah’a teslimini içeren tevhid anlayışı içinde manasına ulaşır.
İslam’ın duası, Allah’ın dışındaki tüm yerel güçlerden sıyrılarak Rabb’ine yönelen insanın duasıdır. Doğal olarak da bu olgu içerisinde Allah ile insan arasında kesintisiz bir istek ve ilişki söz konusudur. Kuran Allah’ın adıyla başlar ve sonunda insan kelimesiyle biter. İşte kuranın bütün dizisi bu başlangıç ve sonuç arasındaki bağlantıların, Yüce Allah’tan insanlara gelen, ve insanlardan Allah’a giden varlık ve hayat ilişkilerinin sonsuzluk zevkiyle anlatımı üzerine kurulmuştur. İnsan-Allah diyalogunun biri yukardan aşağı (Allah’tan kula), ötekisi aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a) iki görünümü, yönü vardır.
Birinci görünüm vahiy ve ilham iken, işte ikinci görünüm duadır ve dua da ancak birleme ile başlar. “İşte bu nedenlerle de duayı asıl geldiğimiz yerle bizim aramızda doğal bir bağlantı olarak algılamak, ve onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faaliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız. Bir başka deyimle; duaya ruh ve cismimizin doğal bir pratiği, bir faaliyeti gözüyle bakmalıyız.” A. Carrel
“ De ki ‘eğer duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi hiç?’”
furkan-77
Bu ayete baktığımızda da görürüz ki A. Carrel son derece haklı; insan olmamızla, iman sahibi olmamızla eşdeğer bir manası var dua etmenin, edebilmenin.
Ali bin Ebu Talha bu ayeti şu şekilde yorumluyor: “‘Duanız olmasaydı’ ifadesi ‘imanınız olmasaydı’ anlamıyla kullanılmıştır.”
Dua salt sözden ibaret değildir.
“Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de ‘asanla taşa vur’ demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı.” Bakara-60
Bu ayette dikkat edilirse Hz. Musa kavmi için su istediğinde kendisine ‘asanı taşa vur’ denmiştir. İşte bu emir bize dua konusunda önemli bir açılım kazandırmaktadır ve “duanın bir eylemle/amelle birlikte olması gerektiği” gerçeğini vurgulamaktadır.
Yani dua,eylemle tamamlanır, Allah'ın çizdiği sınırlar içinde kalmayı gerektirir ve kula isteği doğrultusunda bir sorumluluk yükler. Yoksa Hz. Musa’nın isteği karşısında Allah (c.c) hemen yağmur yağdırıp veya yanı başında bir pınar var edip su gönderebilirdi, fakat ‘asanı taşa vur’ emrini verdi. O sırada Hz. Musa, varsayalım bu ilahi emre derhal uymayıp da ‘asayı taşa vurmanın suyla ne ilişkisi var?’ gibi bir akıl yürütmeye ve kendi kendine kıyas yapmaya kalkışsaydı, bu nimet tecelli etmeyecekti, dualarda boşa çıkacaktı. Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah istenen suyu doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir duayla bir maddi sebebe girişmek üzerine ihsan ediyor. Buna benzer bir olay da Hz. Meryem’le alakalıdır.
Meryem, Hz. İsa’ya hamiledir ve hareket edemeyecek kadar ağır durumdadır. Böyle bir anda kendisine şöyle seslenilir: “Hurma ağacını kendine doğru silkele.”Meryem-25. İşte bütün sır burada ve bu Allah'ın kulunun işe karışmasını istemesidir, ve dikkatten kaçmamalı ki mutlak teslimiyettir. Hz. Musa taştan su çıkar mı diye şüphelenmeden emri yerine getirmiştir.
Müslümanların bazıları duayı teskin edici bir ilaç ya da uyuşturucu gibi algılıyorlar, öyle olmadığını düşünseler de! Güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik ve tehlikelerden uzak kalmak, yaşama karşı direnme ve toplumsal sorumluluk bilincinin yokluğu gibi eksiklikleri ve zayıflıkları yenmek amacı ile dua edilir sanıyorlar. Yani düşünce ve pratikteki zorluk ve meşakkatlere katlanmak yerine, cihad etme yerine, kestirme yoldan dua edilir.
Bununla beraber dua; dua eden bireyin kendi çabası, zorlaması, zorlanması ve gayretiyle kazanabileceği şeyleri tembellik ve zayıflıktan ötürü Allah’tan istemesidir. İşte İslam toplumlarına zaman ve mekan ve olayların etkisiyle İslam’ın dua anlayışı yerine böyle bir dua anlayışı yerleş(tiril)miştir.
Halk yığınları ümitsizleştirilmiş, aciz bırakılmış, kendilerini zayıf görmüşler, isteklerini ele geçirmek konusunda kendilerini yetersiz saymışlar, duanın bu algılanışıyla uyuşturulmuşlar ve inanmışlar ki, dua,insanın yetersizliği ve zayıflığı karşılayışı, kabullenişi, sorumluluktan kaçışıdır. Oysa iş, zorluk, sabır, iman,düşünce, direnme, karşı koyma, tahammül edebilme ve bu özelliklere kavuşmak amacıyla dua’ya bir araç olarak bakmaktır, o özellikleri kazandıktan sonra Allah’tan sonucu tayin etmesini istemektir.
Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda şu gerçekle karşı karşıya geliyoruz: O tüm savaşlar öncesi hazırlıkları, genel uyanıklığı, güç dengelerini, savaş düzenini hesaba katarak savaşın en ince taktik ve stratejik kurallarına riayet etmiş, saf bağlamış, sonra düşman karşısına çıkıştır. Bütün bunları yaptıktan sonra da Allah’a yönelerek secde de dua etmiştir. Değilse “Allah’ım, biz ihanet etsek de, yükten kaçsak ta, kendimizi düşmana teslim etsek de, zafere layık olmasak ta sen kerem ve lütfunla bizi muzaffer kıl, onları yok et!” şeklinde hiçbir dua etmemiştir; kastımız elbette bu manada yorumlanacak bir tavır içinde olmayışıdır, böyle dua edilmesi zaten beklenemez.
Bedir savaşında giymiş olduğu zırh, Uhud’da vadiye dikmiş olduğu 50 okçu, Hendek savaşında aylarca elde kazma, kürek hendek kazmaları birer duaydı. Hendekte aylarca süren bu dua rüzgar, fırtına, kafirler arasında fitne olarak, Bedir’de ayakların altını sağlamlaştıran yağmur olarak icabet gördü. Ama Uhud’da o 50 okçu duayı bozdular ve icabet olunmadılar. İşte bu duanın dilidir. Yaşamlarını hep toplumsal sorumluluğa dayan kimseler, kendi toplumlarında olumlu işleri sürdürmek için bu şekilde dua etmişlerdir.
Duanın bir diğer manası da davet etmek, çağırmaktır.
“Allah selam yurduna çağırır.” Yunus-25
“Ey kavmim! Ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe çağırmaktasınız.” Mümin-41, Enfal-24, Rad-14
Bu ayetlerde çok açık bir şekilde bahsedilen manada kullanılmıştır.
Dua kelimesinden türemiş olan “da’va” kelimesi, “iddia, dua ile güdülen amaç, çağrının hedefi ve kendisi için çağrılan (dua edilen) şey” demektir.
“ Zorumuz kendilerine geldiğinde ‘biz gerçekten zalimlerdenmişiz’ demekten başka davaları olmadı.” Araf-5
İşte dünya hayatında ve kendilerini yeryüzünde ölümsüz ve güç yetirilemez sandıkları sırada Allah’tan başkasına dua edip başka şeylere çağıranlar ve böylece başka davalar güdenlerin Allah’ın azabı ve zoru gelip de kendilerini perişan ettiğinde artık tek davaları kalacaktır: Zalim olduklarının itirafı. O büyük iddialarla öne sürülen davalar acı bir itirafa dönüşecektir. Oysa gerçek dava, her zaman için hakk olup, nihai düzlemde tek ve son dava “ Hamd alemlerin rabbi Allah içindir”(Yunus-10) davasıdır.
Kafirlerin davası zalimliklerinin itirafı olacakken, müminlerinki Allah’a hamd olacaktır. Allah Müslümanların davasını haklı çıkarmış, dualarını kabul etmiş, çağrılarına icabet etmiş ve onları gerçek, eşsiz mükafatla mükafatlandırmıştır.
Şu halde kafirler dışındaki bütün varlıkların, müminlerin son duası ve davası hamd’dir. Onlar dünyada iken Allah’a çağırırlar (Fussilet-33),çağrılarını bıkmadan gece-gündüz tekrarlar (Nuh-5), ve bu çağrıyı hikmetle ve güzel öğütle yaparlar (Nahl-125). Buradaki ‘çağrı’ kelimesini dilersek Allah’a yalvarmak, dilersek O’nu yardıma çağırmak ve dilersek insanları Allah’a çağırmak manasına alalım değişen hiçbir şey olmayacaktır, hepsi dua olacaktır.
Dua tevekkülle kardeştir. Tevekkül, Allah’ı vekil kılmaktır. Yalnız hemen şunu hatırlatmalıdır ki, bu vekil tayin etme, işin yapılması için değil, tarafımızdan yapılan işin sonucu Allah’ın tayin etmesi içindir.
“ De ki: ‘ Allah’ın bizim için tayin ettiğinden başka bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.’” Tevbe 51
Tevekkülle istenen Allah’ın her şeyin üstünde hüküm ve tasarruf sahibi olduğu kabulünü sağlamaktır. Allah’ın bizim namımıza amelelik yapmasını istercesine tevekkülün tam tersi bir manaya saplanmak imanı zedeler. Takip eden ayete dikkat edilirse görülür ki Allah’a dayanmanın ve güvenmenin ön koşulu işe girişmektir.
“Bir kere bir işe giriştin mi Allah’a dayan ve güven. Çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever” Al-i İmran-159
Dua’nın bir diğer önemli manası da ‘salat’tır, yani bir anlamıyla namaz. Bazı alimlere göre salat ‘dua ve hamd’dir. ‘Salleytu aleyh’ ‘ona dua ettim’ demektir.
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et ( salli aleyhim), çünkü senin duan, onlar için ‘bir sükunet ve huzurdur. ’Allah işitendir, bilendir.” Tevbe-103
“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tamn bir teslimiyetle ona selam verin.” Ahzab-56 (diğer ayetler: Ahzab-43, Bakara-157)
Bu ayetlerde dua etmek manalarında kullanılmıştır. ‘Musalli’ ismi faili Kuran’da mutlaka ve sadece ‘namaz kılan’ anlamında kullanılmamıştır, ayrıca Resulullah’a edilen dua manasında da kullanılmıştır.
“ ‘Sizi şu ateşe ne sürükledi?’ diye sorulduklarında onlar ‘biz musallinden değildik’ diyeceklerdir.” Müddesir-42,43
Resulullah’a uyan olmadıklarının, ona dua etmediklerinin itirafıdır bu ayet.
Salat’ta secde, rüku, kıraat, zikir, hamd, dua gibi bütün ibadet biçimleri vardır. Allah nasıl dua edene icabet ediyorsa, tövbe edeni affediyorsa, salat edene salat eder. Zaten tam anlamıyla, tamamıyla duadır, yöneliştir, çağrıdır.
Maalesef namazlarımızın ruhundan uzaklaştırılmış olması, sünnet adına bazı
kalıplara sokulmuş olması onun duadan farklı olarak algılanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu noktada namazlarımızın neliğini, nasıllığını, nasıl olmalığını en azından kendi kendimize sormamız, soruşturmamız onları kazanmamız, bir alışkanlığın ötesine taşımamız,birer dua olarak kazanmamız yolunda önemli bir adım olacaktır.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“ Rabbiniz ‘bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.” Mümin-60 ayetlerinde ve bir çok ayette olduğu gibi Allah dualarınızı kabul ederim, siz bana dua edin buyuruyor.
Peki Allah önceden karar verdiği bir şeyi yani kaderimizi nasıl değiştirir, değiştirir mi, bu nasıl olur türden sorular geliyor insanın aklına ve hemen ardından şu ekleniyor; Allah’ın kararı değişmeyeceğine göre duanın ne etkisi var, duaya ne gerek var?
Halbuki dikkatten bir şey ısrarla kaçı(rılı)yor: Allah için önce ve sonra yoktur, O ezeli ve ebedidir, ilmi de öyledir. Hal böyleyken nasıl iddia edilebilir ki, Allah’ın yazması önce, insanın duası sonra ve Allah’ın o duaya göre kaderi değiştirmesi daha sonra. Hayır, hayır Allah ezeli ilmiyle dua edeceğimizi bilip takdirini ona göre yapmıştır, en iyisini O bilir.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“Yeryüzünde, masiyet (günah olan) veya akraba ziyaretini koparıcı olmamak kaydıyla Allah’tan bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek şekliyle icabet etmiş olmasın.” Tirmizi.
“ Kabul olunacağına inanarak Allah’a dua ediniz ve biliniz ki Allah gaflet ve heva içinde olan bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” Tirmizi, Hakim.
“ Allah insanlara şerri, onların hayrı acele istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan hükmedilmiş olurdu.” Yunus-11
Bu ve benzer onlarca ayet ve hadiste duanın önemi ve kesinlikle kabul edileceği anlatılmaktadır. Duanın kabulü sadece istenilenin yerine getirilmesi değildir elbet. İnsan o kadar cahildir ki bazen aleyhine olan bir şey ister de farkında olmaz, sonra Allah ona olan rahmetinden dolayı ona o şerri vermekte yavaş davranır ve insan yine cahilliğinden duasının niye kabul olmadığını sorar durur, Halbuki yunus-11 bu durumu ne kadar güzel açıklıyor.
Dua eden her hal ve şartta kazanandır. Bir kez dua ettikten sonra kabul edilmemesinin mümkün olmadığını bilmek kadar büyük bir nimet var mıdır? Bir kul Allah’a dua etmek suretiyle, Allah’a kul olduğunu ikrar eder ve böylece Allah’a aynı zamanda ibadet etmiş olur, onu birlemiş olur. Bu kişinin duasının, ibadetinin karşılığı Allah’ın indinde saklı olduğu için, duası burada ister kabul olsun, ister olmasın mükafatını muhakkak alacaktır. Bu manada duanın kabul olmaması gibi bir şey de söz konusu değildir.
“ Cennete ilk çağrılacak olanlar Allah’a hem sıkıntılı, hem de mutlu zamanlarında dua edenlerdir.” Hadis.
“ Dualarınızın kabul edilmeyeceğinden korkmuyorum. Beni asıl korkutan dua etmenizin imkansız hale gelmesi ihtimalidir.”Hasan Basri, Hilye, 9/347
“Rabb’inize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Ona korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” Araf-55,56
“ Rabb’ini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” Araf-205
Unutmayın ki Allah kendilerini duadan ihtiyaçsız sayanları sevmediği gibi, duanın sınırlarını aşanları da sevmez ve dualarını kabul etmez (Elmalılı,c.4,s.64).
“ İnsana zorluk ve sıkıntı dokunduğu zaman yan üstü, otururken, ayakta iken hep bize dua eder. Fakat sıkıntı ve kederini giderdik mi, kendisine dokunan zorluk için bize yalvarmamış gibi davranmaya başlar. İşte böyle; haddi aşanların yapmakta oldukları onlara güzel gösterilmiştir.” Yunus-12
“Denizde size bir zorluk musallat olduğunda Allah’tan başka bütün yalvardıklarınız ortadan çekilir. Ne yazık ki, Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür.” İsra-67
“ İnsana nimet verdiğimizde bizden yüz çevirir, şükür ve duadan uzaklaşır, nefsinden yana döner. Fakat kendisine bir zorluk ve sıkıntı dokununca, bakarsın bize çok dua eden biri oluvermiştir.” Fussilet-51
Bunlar gibi nice ayet ve hadis duanın nasıllığını bize anlatır durur. Dua, Allah ile insan arasında kurulan anlamlı bir diyalogdur. Bu nedenle duada korku; senin O’nsuz edemeyeceğini anlamandır, ümit ise; Onun seni terk etmeyeceğini unutmamandır. Öyleyse edebine riayet için, duada ümitle korkuyu birlikte taşımalı, acele etmemelidir.
“ Sabır ve salata yapışarak Yaratıcıdan yardım dileyin. Şu bir gerçek ki, bunu yapmak, içleri Allah’a karşı aşk ve ürperti ile dolu olanların dışındakilere çok zor gelir.” Bakara-45,153
“ Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, salih olmayan ibadetten,doymak bilmeyen nefisten, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, hayatın ve ölümün fitnesinden, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım.
De-a” fiilinden türemiştir. Kelime manası itibariyle birisini çağırmak, birisini bir şeye sevk etmek, bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek manalarına gelir.
Müşrikler hak etmedikleri halde, putlara ‘ilah’ ismini verirler ve böylece şirk koşarlardı; bu şekilde ‘ilah’ olmayanlara ‘ilah’ demek, onları ‘ilah’ olarak isimlendirmek sahte ilahlara edilen duadır.
Müşrikler bu şekilde adlandırdıklarına yalvarırlar, onları yardıma çağırırlardı. Kuranın dua olarak nitelediği bu etmeleri onlara zarardan başka kazandıracağı bir şey yoktur.
“Ondan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardım edemezler ve kendilerine de yardım edecek değillerdir.” Araf – 197
“Allah’tan başka çağırıp yalvardıklarınız, onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar.” Hacc-73
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi duanın bir diğer manası da çağırmaktır. Tabi ki İlah’ı çağırmak ve O’na yalvarmak rasgele bir çağrı ve yalvarma değildir ve insanların birbirini çağırmaları gibi olmayacaktır. Resulullah’a hitap konusunda bile Müslümanlar uyarılmıştır.
“ Resulü çağırmayı aranızda bazınızın bazınızı çağırması gibi yapmayın.” Nur-63
“ Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstüne yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken amelleriniz boşa çıkar-gider.” Hucurat-2
Mertebe yönünden birbirine yakın insanların hitabıyla, uzak olanların hitabı değişirken Rabbe olan hitab nasıl farklı ve özel olmaz? Eğer O da insanlar gibi çağrılırsa makamının yüceliği anlaşılmaz ve kendisine mutlak itaat etmesi gerekenlerle bir eşitlik söz konusu olur. İşte üstün bir makamı çağırma hiçbir zaman sıradan bir çağırma değildir. Bu, önce o makamın üstünlüğünü kabul etmeyi ve o makamın karşısındaki aczin itirafını gerektirir. Bu gerek o zatın adını anmak için, gerekse bir hacet için yalvarmak için olsun böyledir. Bu anlamıyla dua; küçükten büyüğe, acizden muktedire bir rica, bir istektir ki sözle ve hareketle olur, aynı zamanda bir ihlas, ve tazarru ve uygun bir biçim gerektirir. Allah’a dua ederken ki tavrımız şöyle belirleniyor:
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Ona korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” Araf-55,56
“ Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” Araf-205
Aciz ve her şeyin yaratıcısı Allah’a muhtaç olan kula düşen duadır, Rabbe yaraşan ise bu duaya icabet etmektir.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“ Rabbiniz ‘bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.” Mümin-60
Bu ayetten duanın Kuran’da ibadet manasında da kullanıldığını görüyoruz. Aynı ayetin başında dua, devamında aynı şeyi kasten ibadet kelimesinin kullanılması bize dua-ibadet ilişkisinin derecesini göstermektedir.
‘Büyüklenerek bana kulluk etmekten yüz çevirenler’ ifadesiyle Allah’a yalvarmanın ve dua etmenin ibadet, ibadet etmenin de dua olduğu açığa çıkmaktadır. Yine Müminun-117’de de bu manasıyla kullanılmıştır:
“ Kim Allah ile beraber ona ilişkin kesin bir kanıt olmaksızın başka bir ilaha taparsa (çağırırsa), artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.”
Artık bu ayetle her şey o kadar net ki tapınmak dua etmekle eşdeğerdir.
İbadetlerimizi dua kılmak ve duamızı ibadet kılmak, içlerini bu şekilde doldurmak bize düşüyor. Bu ayetlerde dikkat çekilen husus sadece dua-ibadet ilişkisi değil elbet. Dua-tevhid boyutu da en az bu kadar önemli ve dikkate değerdir. Ancak kendini her bakımdan güçlü kuvvetli, Allah’ın kudretinden müstağni görenler Allah’a dua etmezler. Bu noktada duanın tevhidle olan, imanla olan ilişkisine geliyoruz; dua, imanın ve imanın nasıllığının, kimliğinin göstergesidir. O kadar direkt bir ilişki vardır ki, imanınız duanız kadardır ve imanınız dua ettiğinizedir.
“Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilaha dua etmezler...” Furkan-68
“Allah’la beraber başka ilahlara dua etme, O’ndan başka ilah yoktur.” Kassas-88
“Allah’la beraber başka bir ilaha dua etme, sonra azap edilenlerden olursun.” Şuara-213
“Onlar O’nu bırakıp da dişilere taparlar(dua ederler). Onlar, her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.” Nisa-117 ( diğer: Rad-14, Cin-19, Nuh-13, Muminun-117)
Bunlar gibi daha nice ayeti kerimede hem dua etmeyenler, hem de Allah’tan başkasına, Allah ile beraber olsa bile dua edenler küfürle niteleniyor. Hatta daha önce zikrettiğimiz Hacc-73 ve Araf-197 ayetlerinde Allah onlara meydan okuyarak duaya icabet edemeyeceklerini, güçlerinin hiçbir şeye yetmeyeceğini yüzlerine çarpıyor. Allah’ın affetmeyeceği günah yoktur ama kendisine karşı tekebbür ve kibir en çok gazaplandığı ve (tövbe edilmedikçe) asla affetmeyeceği bir tavırdır.
Böyleyken dua da işte O’nun büyüklüğünü, yüceliğini itirafın tek ve en güzel yoludur. Her İslami kavram ve eylem gibi dua da Allah’ın birliğine dayalı esastan neşet eder, yeryüzünde hakimiyet ve otorite hakkının yalnız Allah’a teslimini içeren tevhid anlayışı içinde manasına ulaşır.
İslam’ın duası, Allah’ın dışındaki tüm yerel güçlerden sıyrılarak Rabb’ine yönelen insanın duasıdır. Doğal olarak da bu olgu içerisinde Allah ile insan arasında kesintisiz bir istek ve ilişki söz konusudur. Kuran Allah’ın adıyla başlar ve sonunda insan kelimesiyle biter. İşte kuranın bütün dizisi bu başlangıç ve sonuç arasındaki bağlantıların, Yüce Allah’tan insanlara gelen, ve insanlardan Allah’a giden varlık ve hayat ilişkilerinin sonsuzluk zevkiyle anlatımı üzerine kurulmuştur. İnsan-Allah diyalogunun biri yukardan aşağı (Allah’tan kula), ötekisi aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a) iki görünümü, yönü vardır.
Birinci görünüm vahiy ve ilham iken, işte ikinci görünüm duadır ve dua da ancak birleme ile başlar. “İşte bu nedenlerle de duayı asıl geldiğimiz yerle bizim aramızda doğal bir bağlantı olarak algılamak, ve onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faaliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız. Bir başka deyimle; duaya ruh ve cismimizin doğal bir pratiği, bir faaliyeti gözüyle bakmalıyız.” A. Carrel
“ De ki ‘eğer duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi hiç?’”
furkan-77
Bu ayete baktığımızda da görürüz ki A. Carrel son derece haklı; insan olmamızla, iman sahibi olmamızla eşdeğer bir manası var dua etmenin, edebilmenin.
Ali bin Ebu Talha bu ayeti şu şekilde yorumluyor: “‘Duanız olmasaydı’ ifadesi ‘imanınız olmasaydı’ anlamıyla kullanılmıştır.”
Dua salt sözden ibaret değildir.
“Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de ‘asanla taşa vur’ demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı.” Bakara-60
Bu ayette dikkat edilirse Hz. Musa kavmi için su istediğinde kendisine ‘asanı taşa vur’ denmiştir. İşte bu emir bize dua konusunda önemli bir açılım kazandırmaktadır ve “duanın bir eylemle/amelle birlikte olması gerektiği” gerçeğini vurgulamaktadır.
Yani dua,eylemle tamamlanır, Allah'ın çizdiği sınırlar içinde kalmayı gerektirir ve kula isteği doğrultusunda bir sorumluluk yükler. Yoksa Hz. Musa’nın isteği karşısında Allah (c.c) hemen yağmur yağdırıp veya yanı başında bir pınar var edip su gönderebilirdi, fakat ‘asanı taşa vur’ emrini verdi. O sırada Hz. Musa, varsayalım bu ilahi emre derhal uymayıp da ‘asayı taşa vurmanın suyla ne ilişkisi var?’ gibi bir akıl yürütmeye ve kendi kendine kıyas yapmaya kalkışsaydı, bu nimet tecelli etmeyecekti, dualarda boşa çıkacaktı. Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah istenen suyu doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir duayla bir maddi sebebe girişmek üzerine ihsan ediyor. Buna benzer bir olay da Hz. Meryem’le alakalıdır.
Meryem, Hz. İsa’ya hamiledir ve hareket edemeyecek kadar ağır durumdadır. Böyle bir anda kendisine şöyle seslenilir: “Hurma ağacını kendine doğru silkele.”Meryem-25. İşte bütün sır burada ve bu Allah'ın kulunun işe karışmasını istemesidir, ve dikkatten kaçmamalı ki mutlak teslimiyettir. Hz. Musa taştan su çıkar mı diye şüphelenmeden emri yerine getirmiştir.
Müslümanların bazıları duayı teskin edici bir ilaç ya da uyuşturucu gibi algılıyorlar, öyle olmadığını düşünseler de! Güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik ve tehlikelerden uzak kalmak, yaşama karşı direnme ve toplumsal sorumluluk bilincinin yokluğu gibi eksiklikleri ve zayıflıkları yenmek amacı ile dua edilir sanıyorlar. Yani düşünce ve pratikteki zorluk ve meşakkatlere katlanmak yerine, cihad etme yerine, kestirme yoldan dua edilir.
Bununla beraber dua; dua eden bireyin kendi çabası, zorlaması, zorlanması ve gayretiyle kazanabileceği şeyleri tembellik ve zayıflıktan ötürü Allah’tan istemesidir. İşte İslam toplumlarına zaman ve mekan ve olayların etkisiyle İslam’ın dua anlayışı yerine böyle bir dua anlayışı yerleş(tiril)miştir.
Halk yığınları ümitsizleştirilmiş, aciz bırakılmış, kendilerini zayıf görmüşler, isteklerini ele geçirmek konusunda kendilerini yetersiz saymışlar, duanın bu algılanışıyla uyuşturulmuşlar ve inanmışlar ki, dua,insanın yetersizliği ve zayıflığı karşılayışı, kabullenişi, sorumluluktan kaçışıdır. Oysa iş, zorluk, sabır, iman,düşünce, direnme, karşı koyma, tahammül edebilme ve bu özelliklere kavuşmak amacıyla dua’ya bir araç olarak bakmaktır, o özellikleri kazandıktan sonra Allah’tan sonucu tayin etmesini istemektir.
Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda şu gerçekle karşı karşıya geliyoruz: O tüm savaşlar öncesi hazırlıkları, genel uyanıklığı, güç dengelerini, savaş düzenini hesaba katarak savaşın en ince taktik ve stratejik kurallarına riayet etmiş, saf bağlamış, sonra düşman karşısına çıkıştır. Bütün bunları yaptıktan sonra da Allah’a yönelerek secde de dua etmiştir. Değilse “Allah’ım, biz ihanet etsek de, yükten kaçsak ta, kendimizi düşmana teslim etsek de, zafere layık olmasak ta sen kerem ve lütfunla bizi muzaffer kıl, onları yok et!” şeklinde hiçbir dua etmemiştir; kastımız elbette bu manada yorumlanacak bir tavır içinde olmayışıdır, böyle dua edilmesi zaten beklenemez.
Bedir savaşında giymiş olduğu zırh, Uhud’da vadiye dikmiş olduğu 50 okçu, Hendek savaşında aylarca elde kazma, kürek hendek kazmaları birer duaydı. Hendekte aylarca süren bu dua rüzgar, fırtına, kafirler arasında fitne olarak, Bedir’de ayakların altını sağlamlaştıran yağmur olarak icabet gördü. Ama Uhud’da o 50 okçu duayı bozdular ve icabet olunmadılar. İşte bu duanın dilidir. Yaşamlarını hep toplumsal sorumluluğa dayan kimseler, kendi toplumlarında olumlu işleri sürdürmek için bu şekilde dua etmişlerdir.
Duanın bir diğer manası da davet etmek, çağırmaktır.
“Allah selam yurduna çağırır.” Yunus-25
“Ey kavmim! Ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe çağırmaktasınız.” Mümin-41, Enfal-24, Rad-14
Bu ayetlerde çok açık bir şekilde bahsedilen manada kullanılmıştır.
Dua kelimesinden türemiş olan “da’va” kelimesi, “iddia, dua ile güdülen amaç, çağrının hedefi ve kendisi için çağrılan (dua edilen) şey” demektir.
“ Zorumuz kendilerine geldiğinde ‘biz gerçekten zalimlerdenmişiz’ demekten başka davaları olmadı.” Araf-5
İşte dünya hayatında ve kendilerini yeryüzünde ölümsüz ve güç yetirilemez sandıkları sırada Allah’tan başkasına dua edip başka şeylere çağıranlar ve böylece başka davalar güdenlerin Allah’ın azabı ve zoru gelip de kendilerini perişan ettiğinde artık tek davaları kalacaktır: Zalim olduklarının itirafı. O büyük iddialarla öne sürülen davalar acı bir itirafa dönüşecektir. Oysa gerçek dava, her zaman için hakk olup, nihai düzlemde tek ve son dava “ Hamd alemlerin rabbi Allah içindir”(Yunus-10) davasıdır.
Kafirlerin davası zalimliklerinin itirafı olacakken, müminlerinki Allah’a hamd olacaktır. Allah Müslümanların davasını haklı çıkarmış, dualarını kabul etmiş, çağrılarına icabet etmiş ve onları gerçek, eşsiz mükafatla mükafatlandırmıştır.
Şu halde kafirler dışındaki bütün varlıkların, müminlerin son duası ve davası hamd’dir. Onlar dünyada iken Allah’a çağırırlar (Fussilet-33),çağrılarını bıkmadan gece-gündüz tekrarlar (Nuh-5), ve bu çağrıyı hikmetle ve güzel öğütle yaparlar (Nahl-125). Buradaki ‘çağrı’ kelimesini dilersek Allah’a yalvarmak, dilersek O’nu yardıma çağırmak ve dilersek insanları Allah’a çağırmak manasına alalım değişen hiçbir şey olmayacaktır, hepsi dua olacaktır.
Dua tevekkülle kardeştir. Tevekkül, Allah’ı vekil kılmaktır. Yalnız hemen şunu hatırlatmalıdır ki, bu vekil tayin etme, işin yapılması için değil, tarafımızdan yapılan işin sonucu Allah’ın tayin etmesi içindir.
“ De ki: ‘ Allah’ın bizim için tayin ettiğinden başka bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.’” Tevbe 51
Tevekkülle istenen Allah’ın her şeyin üstünde hüküm ve tasarruf sahibi olduğu kabulünü sağlamaktır. Allah’ın bizim namımıza amelelik yapmasını istercesine tevekkülün tam tersi bir manaya saplanmak imanı zedeler. Takip eden ayete dikkat edilirse görülür ki Allah’a dayanmanın ve güvenmenin ön koşulu işe girişmektir.
“Bir kere bir işe giriştin mi Allah’a dayan ve güven. Çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever” Al-i İmran-159
Dua’nın bir diğer önemli manası da ‘salat’tır, yani bir anlamıyla namaz. Bazı alimlere göre salat ‘dua ve hamd’dir. ‘Salleytu aleyh’ ‘ona dua ettim’ demektir.
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et ( salli aleyhim), çünkü senin duan, onlar için ‘bir sükunet ve huzurdur. ’Allah işitendir, bilendir.” Tevbe-103
“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tamn bir teslimiyetle ona selam verin.” Ahzab-56 (diğer ayetler: Ahzab-43, Bakara-157)
Bu ayetlerde dua etmek manalarında kullanılmıştır. ‘Musalli’ ismi faili Kuran’da mutlaka ve sadece ‘namaz kılan’ anlamında kullanılmamıştır, ayrıca Resulullah’a edilen dua manasında da kullanılmıştır.
“ ‘Sizi şu ateşe ne sürükledi?’ diye sorulduklarında onlar ‘biz musallinden değildik’ diyeceklerdir.” Müddesir-42,43
Resulullah’a uyan olmadıklarının, ona dua etmediklerinin itirafıdır bu ayet.
Salat’ta secde, rüku, kıraat, zikir, hamd, dua gibi bütün ibadet biçimleri vardır. Allah nasıl dua edene icabet ediyorsa, tövbe edeni affediyorsa, salat edene salat eder. Zaten tam anlamıyla, tamamıyla duadır, yöneliştir, çağrıdır.
Maalesef namazlarımızın ruhundan uzaklaştırılmış olması, sünnet adına bazı
kalıplara sokulmuş olması onun duadan farklı olarak algılanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu noktada namazlarımızın neliğini, nasıllığını, nasıl olmalığını en azından kendi kendimize sormamız, soruşturmamız onları kazanmamız, bir alışkanlığın ötesine taşımamız,birer dua olarak kazanmamız yolunda önemli bir adım olacaktır.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“ Rabbiniz ‘bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.” Mümin-60 ayetlerinde ve bir çok ayette olduğu gibi Allah dualarınızı kabul ederim, siz bana dua edin buyuruyor.
Peki Allah önceden karar verdiği bir şeyi yani kaderimizi nasıl değiştirir, değiştirir mi, bu nasıl olur türden sorular geliyor insanın aklına ve hemen ardından şu ekleniyor; Allah’ın kararı değişmeyeceğine göre duanın ne etkisi var, duaya ne gerek var?
Halbuki dikkatten bir şey ısrarla kaçı(rılı)yor: Allah için önce ve sonra yoktur, O ezeli ve ebedidir, ilmi de öyledir. Hal böyleyken nasıl iddia edilebilir ki, Allah’ın yazması önce, insanın duası sonra ve Allah’ın o duaya göre kaderi değiştirmesi daha sonra. Hayır, hayır Allah ezeli ilmiyle dua edeceğimizi bilip takdirini ona göre yapmıştır, en iyisini O bilir.
“ Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.” Bakara-186
“Yeryüzünde, masiyet (günah olan) veya akraba ziyaretini koparıcı olmamak kaydıyla Allah’tan bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek şekliyle icabet etmiş olmasın.” Tirmizi.
“ Kabul olunacağına inanarak Allah’a dua ediniz ve biliniz ki Allah gaflet ve heva içinde olan bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” Tirmizi, Hakim.
“ Allah insanlara şerri, onların hayrı acele istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan hükmedilmiş olurdu.” Yunus-11
Bu ve benzer onlarca ayet ve hadiste duanın önemi ve kesinlikle kabul edileceği anlatılmaktadır. Duanın kabulü sadece istenilenin yerine getirilmesi değildir elbet. İnsan o kadar cahildir ki bazen aleyhine olan bir şey ister de farkında olmaz, sonra Allah ona olan rahmetinden dolayı ona o şerri vermekte yavaş davranır ve insan yine cahilliğinden duasının niye kabul olmadığını sorar durur, Halbuki yunus-11 bu durumu ne kadar güzel açıklıyor.
Dua eden her hal ve şartta kazanandır. Bir kez dua ettikten sonra kabul edilmemesinin mümkün olmadığını bilmek kadar büyük bir nimet var mıdır? Bir kul Allah’a dua etmek suretiyle, Allah’a kul olduğunu ikrar eder ve böylece Allah’a aynı zamanda ibadet etmiş olur, onu birlemiş olur. Bu kişinin duasının, ibadetinin karşılığı Allah’ın indinde saklı olduğu için, duası burada ister kabul olsun, ister olmasın mükafatını muhakkak alacaktır. Bu manada duanın kabul olmaması gibi bir şey de söz konusu değildir.
“ Cennete ilk çağrılacak olanlar Allah’a hem sıkıntılı, hem de mutlu zamanlarında dua edenlerdir.” Hadis.
“ Dualarınızın kabul edilmeyeceğinden korkmuyorum. Beni asıl korkutan dua etmenizin imkansız hale gelmesi ihtimalidir.”Hasan Basri, Hilye, 9/347
“Rabb’inize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Ona korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” Araf-55,56
“ Rabb’ini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” Araf-205
Unutmayın ki Allah kendilerini duadan ihtiyaçsız sayanları sevmediği gibi, duanın sınırlarını aşanları da sevmez ve dualarını kabul etmez (Elmalılı,c.4,s.64).
“ İnsana zorluk ve sıkıntı dokunduğu zaman yan üstü, otururken, ayakta iken hep bize dua eder. Fakat sıkıntı ve kederini giderdik mi, kendisine dokunan zorluk için bize yalvarmamış gibi davranmaya başlar. İşte böyle; haddi aşanların yapmakta oldukları onlara güzel gösterilmiştir.” Yunus-12
“Denizde size bir zorluk musallat olduğunda Allah’tan başka bütün yalvardıklarınız ortadan çekilir. Ne yazık ki, Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür.” İsra-67
“ İnsana nimet verdiğimizde bizden yüz çevirir, şükür ve duadan uzaklaşır, nefsinden yana döner. Fakat kendisine bir zorluk ve sıkıntı dokununca, bakarsın bize çok dua eden biri oluvermiştir.” Fussilet-51
Bunlar gibi nice ayet ve hadis duanın nasıllığını bize anlatır durur. Dua, Allah ile insan arasında kurulan anlamlı bir diyalogdur. Bu nedenle duada korku; senin O’nsuz edemeyeceğini anlamandır, ümit ise; Onun seni terk etmeyeceğini unutmamandır. Öyleyse edebine riayet için, duada ümitle korkuyu birlikte taşımalı, acele etmemelidir.
“ Sabır ve salata yapışarak Yaratıcıdan yardım dileyin. Şu bir gerçek ki, bunu yapmak, içleri Allah’a karşı aşk ve ürperti ile dolu olanların dışındakilere çok zor gelir.” Bakara-45,153
“ Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, salih olmayan ibadetten,doymak bilmeyen nefisten, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, hayatın ve ölümün fitnesinden, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım.
Mücahid Pişkin