Hz. Muhammed (sav ) Kitlesel davetin başlaması

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
KİTLESEL DAVETİN BAŞLAMASI
tb

(Ey Muhammedi), yakın akrabalarını uyar. [211]

Sen emrolunduğun gibi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma. [212]

Mûddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunup, Hz. Peygamberin İslâm davetine başlamasının üzerinden üç yıl geçmişti. Bu süre içerisinde, risâletin takip eden yıllarında eğitimi tamamlanacak ve tüm zamanlar için model olacak Örnek Kur’an neslinin çekirdek kadrosu inşa olunmuştu. Ayrıca, davet konusunda her ne kadar belirli oranda gizliliğe dikkat ediliyor olsa bile,[213] her şey gizli değildi. Mekke eşrafı, İslâm davetinin seyri hakkında genel anlamda da olsa bilgi sahibiydi. Zira, ilk üç yıl içindeki İslâm daveti gizli bir örgütün faaliyetlerine ve gelişme seyrine sahip olmamıştı. Birçok şey açıktı; Mekkelilerin önemli bir kısmına davet ulaştırılmıştı. Kabul eden etmiş, etmeyenler ise ya düşüneceklerini, ya da kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdi.

Mekke’de, risâletin ilk üç yılı boyunca, iki farklı topluluk oluştu. Topluluklardan birini müminler, diğerini ise şirke dayanan inançlarıyla ve hayat tarzlarıyla müşrikler oluşturuyordu. Namaz, müminlerle müşrikler arasındaki ayrılığın görünen en önemli boyutunu teşkil ediyordu. Müminlerin, tüm engellemelere rağmen, namazlarına devam etmeleri ve şehir dışındaki tenha yerlerde gizlice buluşup namazlarını kılmaları müşriklerle bazı ufak çatışmalara yol açmıştı. Sâ’d b. Ebî Vakkas’m bir müşriki yaralaması, söz konusu çatışmaların en sert gerçekle şenlerinden birisiydi. Yine bu zaman zarfında, müminlerin sayısı arttığı ve îslâm davetinin ayrıntıları daha da belirginleştiği için, islâm daveti müşrik eşrafın gündeminde hemen her zaman yer alan önemli bir konu haline gelmişti. Müşrik liderler islâm daveti nedeniyle öfkeliydiler. Özellikle ismen bilip, tanıdıkları bazı şahısların islâm’a girdiğinden haberdar olmaları, islâm’ın ve müminlerin gündemlerinden hiç düşmemesine ve hatta daha çok gündemlerinde kalmasına sebep olmuştu. Müşrik eşraf öfkeli olmanın yamsıra, endişeliydi de. islâm her geçen gün çok değişik kesimlerden daha fazla kimsenin ilgisini çeker hale geldiğini görüyorlardı. Hatta eşraf ailelerinden bazı kimseler de islâm’ın çekiciliğine kendisini kaptıranlar arasında yer alıyorlardı. Üstelik bunlar birkaç kişi de değillerdi. Eşraf ailelerinden bir grup teşkil edecek kadar çok sayıda kimse islâm davetini kabul etmişti. Risâletin yaklaşık ilk üç yılı içerisinde Mekke eşrafının yakınlarından islâm davetini kabul edenler şunlardı:

Abdu’l Uzza (Ebû Lehebynm kardeşi Safiyye, yeğeni Ali ve Cafer b. Ebi Talib Ebû CehiVin ağabeyi Seleme b. Hişâm, kız kardeşi Ümm-ü Gülsüm, üvey kardeşi Ayyaş b. Ebî Rebia ve karısı, yakın akrabası Ebû Seleme ve karısı Utbe b. Rabi’a’nm oğlu Ebû Huzeyfe, gelini Süheyle bint-i Süheyl b. Amr Ömerb. Hattab’m ağabeyi Zeyd b. Hattab, kardeşi Fatıma, eniştesi Said b. Zeyd, damadı Huneys b. Hüzâfe As b. VâiYin oğlu Hişam Vdid b. Muğire’nin oğlu Halid b. Said, torunu Amr b. Said, yeğeni Ayyaş b. Ebi Rebia. Fakat bütün bunlara rağmen, eşrafın henüz kayda değer fiilî bir tepkisi görülmemişti. Geçen zaman içerisinde, islâm davetini kabul eden ve önemli bir kısmını kadınların, kölelerin ve yoksulların oluşturduğu müminlerle daha çok alay etmişler; onları pek ciddiye almamışlardı. İslâm, her ne kadar Mekke ileri gelenlerinin çok farklı gerekçelerle kabul edemeyecekleri özelliklere sahip olsa bile, müminlerin Mekke toplumsal yapısına yönelik açıkça bir eylemlerinin gerçekleşmemiş olması, müşrik eşrafın tepkilerini dizginleyen Önemli bir nedendi. Ayrıca, herhalde, islâm davetini inançlar mozaiği durumundaki Mekke’de gelip geçici bir hevesin neden olduğu bir inanç hareketi olarak düşünüyor veya böylesi olmasının umutlarını taşıyor olmalıydılar. Muhtemeldir ki, bu hevesin geçmesini ve islâm davetinin mevcut yapıyla uyumlu hale gelmesini bekliyorlardı. Ancak Hicr Suresinin 94. ayetinin vahyolunmasi ile risâlet sürecinin önemli ve yeni bir dönemi başlamış oldu.

Yakın Akrabaları Davet


İSLAM'a açık davet
İSLAM'a açık davet
Resulüllah’ın Dâru’l Erkam merkezli yürüttüğü davet faaliyetinin yüzü aşan men-ubu vardı.[214] Ancak davetin hedefi sadece Mekke halkına ulaşmak değildi. Daha ilk vahyolunan ayetlerle, islâm’ın bütün insanlara hitap eden bir kapsayıcılığa sahip olduğu Resulüllah ve müminler tarafından açıkça anlaşılmıştı. Bu nedenle, daveti canlan pahasına devam ettirmeye ve birbirlerine destek olmaya kararlı bu küçük kitle, asıl hedefleri tüm insanlık olmakla birlikte, öncelikle Mekke’deki herkese ulaşmaya çalışıyor, birebir görüşme ve sohbetlerinde Mekkelileri İslâm’a davet ediyorlardı. Zaman risâletin üçüncü yılının sonlarıydı, işte bu zamanda vahyolunan bazı ayetler, davetin yeni bir safhasını haber verdi. Bu ayetler, o güne kadar kısmen gizli yürütülen ve bireysel gerçekleştirilen davetin, kitlesel davete dönüştürülmesi talimatını verivordu. Söz konusu ayetler şöyleydi: “Yakın akrabalarını uyar [215] ‘Sen emrolunduğun gibi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.[216] Bu iki ayetten hangisinin daha önce vahyolunduğu tartışmaların konusu olmuşsa da, esasen Tahin akrabalarını uyar ayetinin diğerinden daha önce vahyolunduğunu söylemek daha doğrudur. Zira, yakın akrabaları uyarmak, diğer insanları uyarmaktan daha kolaydır. Davet ise zordan kolaya doğru değil, kolaydan zora doğru ilerler.

Yakın akrabalarını uyar’ ayeti vahyolunduğu zaman, bu talimatın gereğini yerine getirmek Resulüllah’a ağır geldi. Bir süre ilâhî talimatın gereğini yapamadı. Emrolunduğu görevi layıkıyla yapamama düşüncesi tedirginliğini ve korkusunu büyüttü. Çoğunluğu müşriklerden hatta müşriklerin ileri gelenlerinden oluşan akrabalarını, İslâm’a davet etmekte zorlandı. Resulüllah, o günlerdeki sıkıntılı durumunu şöyle anlatmıştır: ‘Akrabam olan kimselere İslâm davetini yaptığım takdirde, onlardan hoşuma gitmeyecek davranışlar göreceğimi bildiğim için sustum, davette bulunmadım. Ama Cebrail bana gelerek şöyle dedi; ‘Ya Muhammedi Eğer Rabb’inin sana emrettiği şeyleri yapmazsan, Rabbİn sana azap eder. [217] Resulüllah için davetin bu yeni aşamasının gereklerini yerine getirmek zordu. Bu zorluk nedeniyle adeta hastalandı. Evine kapanıp kaldı. Davetin ilk günlerinde olduğu gibi, üzerine yine ‘korku ve endişe elbisesini’ aldı. Halaları, hastalandığı düşüncesiyle kendisini ziyaret ettiler. [218] Ancak yeğenlerini sağlıklı görünce, son günlerdeki sıkıntılı ve garip durumunun nedenini sordular. Onların bu sorusuna Resulüllah’ın cevabı, her zaman olduğu gibi, sadece gerçeği dile getirmek oldu: ‘Benim hiçbir rahatsızlığım, yok. Hastalanmadım. Allah, akrabam olan kimseleri azabıyla uyarmamı emretti1. Bunun üzerine halaları ‘Sen yakınlarını çağır, fakat Abdu’l Uzza Ebû Leheb ‘yi çağırma. Çünkü o senin davetini kabul etmez [219] diyerek, bazı tavsiyelerde bulundular.

Resulüllah, her ne olursa olsun kendisine vahyolunan emri yerine getirmekle yükümlüydü. Bunun bilgisine ve bilincine sahipti. Fazla gecikmeden verilen talimatın gereğini yerine getirmeye koyuldu. Bir yemek ziyafeti verdi. Akrabalarına islâm’ı tebliğ etmeyi ve davetini gerçekleştirmeyi bu ziyafet sırasında yapacaktı. Dostça bir ortamda gerçekleşen davetin göreceği tepkinin sert olmayacağını düşünüyordu.

Resulüllah İslâm’ı tebliğ etmek için akrabalarını evine davet etti. Yaklaşık 40 kişi davete icabet etti. Ev davetlilerle dolup taştı. Davetliler hazırlanmış olan yemekleri yiyip, içeceklerini içtiler. Resulüllah fırsatını bulup da İslâm davetini gerçekleştireceği bir an kollayıp durdu. Ancak göreceği tepkilerden çekiniyor, hatta biraz da korkuyordu. Zaman ilerledi. Resulüllah davetini gerçekleştiremedi. Kendisine vahyolunan mutlak hakikatleri açıklayamadı. Karınları doyan davetliler bir müddet sonra kalkıp evlerine gittiler.

Resulüllah ertesi gün akrabalarını tekrar davet etti. Aynı şekilde yine yiyecek ve içecek ikram etti. Fakat bu sefer görevini yerine getirdi ve davetini gerçekleştirmeyi başardı. ‘Ey Abdülmuttalib oğullan! Vallahi ben, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmiş başka bir Arap genci bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiretle ilgili bir şey getirdim’ diyerek, öncelikle davetinin konusuyla ilgili genel nitelikte bir açıklamada bulundu. Sonra diğer konulara geçti. Misafirlerine Allah’ın sıfatlarından bahsetti. Allah’ın insanların yegâne rabbı ve ilâhı olduğunu söyledi. Kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu bildirdi. Söyledikleri, toplantıda bulunanların ilgisini çekti. Vahyin muhtevası hakkında bir şeyler sordular. Daha çok da vahyi alış tarzını merak ediyorlardı. Resulüllah, akrabalarının meraklarını gideren gerekli açıklamaları yaptı ve iman edip, şirkten ayrılmalarını istedi.

Davet edilmemiş olmasına rağmen, yüzsüzlük yaparak toplantıya katılan Ebû Leheb, yeğeni ile akrabaları arasındaki konuşmaları dinleyince, küstahça bir tavır takındı. Kendisini Abdülmuttalib oğullarının sözcüsü gören bir tavırla Resulül-lah’a çıkıştı. Yaptığı iş nedeniyle yeğenini suçlayıp, aşağıladı. Öfke içerisinde ‘Bunlar senin amcaların ve amca çocukların. Yaptıklarınla onlara zarar veriyorsun. Yanlış yapıyorsun. Bir an önce atalarının dininden sapmış kimseleri yanından uzaklaştırıp, bu yanlış işini terk et. Şunu bil ki, senin kavmin, seni tüm Araplara karşı koruyacak güçte değil. Sen kavminin başına büyük bir bela açıyorsun. Bu nedenle Arap kabileleri bütün güçleriyle üzerimize çullanmadan önce bizler ellerimizi çabuk tutup seni hapsetmeliyiz. Bu seni tüm Araplara karşı korumaktan daha kolaydır. Ben, akrabalarına senin gibi şer ve kötülük olacak böylesi bir şey getirmiş başka birisini tanımıyorum’ dedi.

Ebû Leheb’in sözlerinden de açıkça anlaşılıyor ki, aralarında kendisinin de bulunduğu Mekke eşrafı, Mekke toplumunun inanç ve hayat tarzına ters düşen bir grup insanın Resulüllah’ın çevresinde toplamış olduğundan haberdardı. Bu nedenle Ebû Leheb konuşmasında dikkatleri öncelikle bu noktaya çekti. Yeğenine, çevresindeki insanlardan uzaklaşması gerektiğini söyledi. Ayrıca, Mekke eşrafının, Resulüllah’ın ve çevresindeki müminlerin dile getirdikleri inanç ve hayat tarzının sadece Mekke’deki insanların değil, eğer duyulursa diğer bölgelerdeki insanların da tepkisini çekecek nitelikte olduğunu düşündükleri ve bunu aralarında konuştukları Ebû Leheb’in sözlerinden anlaşılmaktadır.

Ebû Leheb, ısrarlı bir şekilde, yeğeninin durumu devam ettirmesi halinde Abdülmuttalib oğullarının büyük bir problemle karşı karşıya kalacağını söylüyordu. Amcasının bu tepkisi karşısında Resulüllah’ın tavrı görevinin gereğini yerine getirmekten başka bir şey olmadı ve şunları söyledi:

‘Hamd Allah’a mahsustur. Ben sadece O’na hamdeder, O’ndan yardım ister, O’na iman eder ve yalnız O’na tevekkül ederim. Şahitlik ederim ki Allah’tan başka herhangi bir ilâh yoktur. O, birdir ve hiçbir ortağa sahip değildir. Kesinlikle bilin ki ileriye gönderilen bir gözcü, kendisini görevlendirmiş kimselere karşı asla yalan söylemez. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki ben sadece sizlere değil, bütün insanlara gönderilmiş bir elçisiyim. Allah’a yemin ederim ki uyur gibi öleceksiniz ve uyanır gibi diriltileceksiniz. Hepiniz hesaba çekileceksiniz. Daha sonra da ebedî olarak Cennete ya da Cehenneme konacaksınız. [220]

Klasik siyerlerden birisinin yazarı olan İbn Kesir’in naklettiğine göre, [221] Resulüllah risâletin bu günlerinde görevim tamamlayamadan müşrikler tarafından öldürüleceğini düşünüyordu. Davetinin yarım kalacağı kaygısına sahipti. Eğer öldürülecek olursa kendisine yardımcı olacak ve İslâm davetini devam ettirecek birisinin olmasını arzuluyordu. Bu isteğini akrabalarına açıkça ifade etti: ‘Bu işte kim kardeşim, vasim ve halîfem olacak? dedi. O’nun bu sorusu karşısında akrabalarından hiç kimsenin sesi çıkmadı. Herkes şaşkın bir halde birbirine bakıştı. Resulüllah sorusunu bir kez daha tekrarladı. Kimseden yine ses çıkmadı. O sırada henüz on iki on üç yaşlarında bir çocuk olan Ali’nin sesi duyuldu. Ali, Resulüllah’m sorusuna olumlu cevap veren tek kişiydi: ‘Ey Allah’ın elçisi! Bu işte ben senin yardımcın ve destekçinim [222] dedi. Ali’nin bu tavrı babasını etkiledi. Daha sonraki dönemlerde de, iman etmediği halde, yeğenini korumayı, O’nu desteklemeyi ihmal etmeyen Ebû Talib, kardeşi Ebû Leheb’in aksine, o gün o toplantıda Resulüllah’ı koruyup destekleyeceğini bildirdi: ‘Yeğenim! Bizler senin yakınlarınız. Sana yardım etmek bizim için şereftir. Sen emrolunduğun şeyi yapmaya devam et. Seni koruyup, kollamaktan hiçbir zaman geri kalmayacağım. Ancak atam Abdülmuttalib’in dininden ayrılmak nefsime zor geliyor. Bu nedenle davetini kabul etmeyeceğim [223] dedi. Bu sözler Ebû Leheb’in öfkesini artırdı. Ağabeyine karşı çıkıp, ‘Bu çok büyük bir musibettir. Başkaları O’nu engellemeden, bizler O’nu engellemeliyiz. Yoksa iş çok büyüyecek [224] diyerek tekrar korku ve endişelerini dile getirdi. Ancak Ebû Talib kardeşiyle aynı düşüncede değildi. ‘Hayatta kaldığım sürece O’nu korumaya devam edeceğim’ diyerek nihai kararım söyledi.

Ağabeyinin kararı karşısında ne yapacağını bilemeyen Ebû Leheb, İslâm’a girmiş bulunan kız kardeşi Safiyye’nin sözleriyle daha da öfkelendi. Safiyye, Resulüllah’ı korumalarının üzerlerine düşen bir akrabalık sorumluluğu olduğunu söylüyordu. Ebû Leheb bu görüşe karşı çıkıp, ‘Zaten siz kadınların sözleri erkekler için hep ayak bağı olmuş, erkekleri hep yanlışa sevk etmişsinizdir” diyerek tepkisini devam ettirdi. Sonra, toplantının başında ifade ettiği korkusunu tekrar dile getirdi: ‘Kureyş’in diğer aileleri yanlarına bütün Arapları alarak üzerimize geldikleri zaman, onlara hangi güçle karşı koyacağız? Vallahi biz onlara ancak bir lokma oluruz’. Ebû Talib, Ebû Leheb ile Safiyye arasında devam eden tartışmayı kesti ve ‘Ey korkak adam! Vallahi biz sağ oldukça O’na kimse dokunamayacak. Gerekirse savaşacak ve O’nu koruyacağız’ dedi. Ebû Talib daha sonra sevgili yeğenine dönüp, ‘Ey Yeğenim! Rabbına davet etmek istediğin zamanları bize söyle silahlarımızla seni korumak için hazır olalım [225] diyerek, her ne olursa olsun yeğenini korumaya devam edeceğini dile getiren bir konuşma yaptı. Tartışmalı ortamı takiben toplantı sona erdi ve davetliler kalkıp evlerine gittiler.

Mekkelileri Davet

Yakın akrabaları uyarmayı emreden ayeti takiben, açık ve kitlesel daveti emreden diğer ayet vahyolundu. Bu ‘Sen emrolunduğun gibi açıkça söyle [226] ayetiydi. Fakat bunu yapmak hiç de kolay değildi. Akrabalarını bile ikna edememiş olan Resulüllah, Kureyş’in diğer mensuplarından göreceği tepki nedeniyle daha da ağır bir sıkıntı hissetti. O’nu bu sıkıntılarından kurtarmak gerekiyordu. Bu nedenle, Resulüllah’ı görevinin gereklerini yapma konusunda cesaretlendiren; işini yapmaya teşvik eden bazı ayetler vahyolundu:

Müşriklere aldırma. O alaycılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz. [227]

Ey Peygamber; Rabb’ından sana indirileni tebliğ et. Eğer (böyle) yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni, insanlardan (gelecek her türlü tehlikelere karşı) korur. [228]

Resulüllah Hicr suresinin 94. ayeti ile verilen talimatın gereğini yerine getirmek için en uygun yer olarak şehrin hemen yanındaki Safa tepesini seçti. O zamanm Mekkesinde herkesin bildiği bir uygulamayı daveti için araç olarak kullanmaya karar verdi. Bir gün sabahın erken bir vaktinde Safa tepesine çıktı. Düşman baskını gibi önemli bir tehlikeyi duyurmak için yapılan uygulamaya benzer şekilde olmak üzere, kelime olarak ‘Vak kötü sabahım!, Vah kara sabah!’ anlamlarına gelmekle birlikte, esasen ‘Düşman tarafından kuşatıldık, sarıldık. Hemen savaşa hazırlanın’ anlamlarında kullanılan ‘Ey sabâhâk! Ey sâbâhâh!’ sözleriyle bağırmaya ve sonra da Mekkelileri boy, soy, aile isimleriyle teker teker çağırmaya başladı. Kendilerine seslenildiğini duyan Mekkeliler büyük bir heyecanla Safa tepesinin eteğinde toplandılar. Herkes birbirine merak ve korkuyla söz konusu çağrının nedenini soruyordu. Hiç kimse ne olduğunu bilmiyordu. Herkesin gözü Resulüllah’ın üzerindeydi. Çağrının sahibi olarak O’nun birşeyler söylemesini bekliyorlardı. Mekkelilerin önemli bir kısmının yanma geldiğini gören Resulüllah ilâhi görevinin gereği olarak davetine başladı. Ancak, davetini güven temelinde gerçekleştirmek için, öncelikle bu insanların yanındaki durumunu açığa çıkarmak ve kendisine yönelik güvenlerini hatırlatmak istedi: ‘Benimle, sizin durumunuz düşmanı görünce ailesini haberdar etmek üzere koşarak düşmandan önce ailesinin yanına gelmeye çalışan ve bu arada ‘Ey sabâhah’ diye bağıran adamın durumu gibidir. Şimdi söyleyin, ben size ‘Şu dağın arkasındaki vadiden size zarar vermek, mallarınızı yağmalamak üzere gelen bir takım düşman atlıların bulunduğunu söylesem, bana inanır mısınız?’- Kalabalıktan birçok kişi ‘İnanırız, sen yalan söylemezsin. Sen her zaman en güvenilenimiz oldun’ dediler. Resulüllah istediği cevabı almıştı. Sözlerine devam etti:

O halde beni iyi dinleyin!

Sizi şiddetli bir azapla uyarıyorum. Sizleri Allah’tan başka ilâh olmadığını söylemeye ve buna göre inanıp, yaşamaya davet ediyorum. Eğer bu davetimi kabul ederseniz gideceğiniz yer Cennettir. Eğer Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul etmezseniz, uğrayacağınız azaptan sizleri kurtaramam. Ey Kureyş halkı! Kendinizi cehennem ateşinden kurtarın. Ey Kâ’b b. Lüeys oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden kurtarın. Ey Mürre b. Kâ’b oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden kurtarın. Ey Abduşems oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden kurtarın. Ey Abdumenaf oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden kurtarın. Ey Abdülmuttalib oğulları!

Ey Muhammed’in kızı Fâtıma! Ey Resulüllah’ın halası Safiyye! Kendinizi Allah’tan satın alın. Eğer durumunuzu düzeltmezseniz sizleri Allah’ın azabından kurtaramam. Malımdan isteyin, istediğinizi vereyim. Fakat kıyamet gününde akraba oluşumuza güvenirseniz yanılırsınız. Akrabalık bir tarafta, ben bir taraftayım. O gün insanlar amelleriyle gelecekler. Bütün yaptıklarınızı boyunlarınızda taşıyarak getireceksiniz. İşte o zaman ben sizden yüzümü çeviririm. Yardım etmem için bana seslenir ‘Ey Muhammed!’ dersiniz; fakat ben çağrınıza cevap vermem; şöyle yaparım (Bu sırada başını yana çevirdi). Yine ‘Ey Muhammed!’ dersiniz; ben yine böyle yaparım (Ve başını diğer tarafa çevirdi). [229]

Mekkeliler duydukları şeyler karşısında şaşkına döndüler, adeta donup kaldılar. Şaşkınlığı en şiddetli yaşayanlar aile temsilcileriydi, yani Mekke ileri gelenleri. Onlar yıllardır haberdar oldukları ve çoğu zaman önemsemedikleri veya alay etmekle yetindikleri şeyle karşı karşıya gelmişlerdi. Yakından tanıdıkları ve olumlu özellikleri nedeniyle sevip, güvendikleri; her türlü takdirin üstünde gördükleri Muhammed b. Abdullah’ın artık sadece küçük bir grupla muhatap olmayıp, bizzat kendileriyle de muhatap olduğuna çarpıcı şekilde şahit olmuşlardı. Hiç kimse ne diyeceğini bilemedi. Kalabalık arasından sadece bir kişinin sesi işitildi; konuşan Ebû Leheb’di.

Çevresindeki akrabalarına ve hemşehrilerine ‘ endişelenmeyin diyordu. “Eğer yeğenimin söyledikleri doğru ise ben ahiret günü mallarımı ve çocuklarımı sizin için feda ederim. Sizi O’nun bahsettiği azaptan kurtarırım.” Herkes bir Resulallah’a ve birde O’nunla açıkça alay eden amcasına baktı. Bazıları Ebû Leheb’i desteklediğini belli eder tavırlarla çevresindekilere bir şeyler söylerken diğer bazıları ise gerçekleşenlerden memnun kalmadığını gösterir bir ifade ile geri dönüp evlerine doğru yürümeye basladılar. Kalabalık dagılmak üzereydi. Son birkaç yıldır meraklı bir sekilde kendisinden yeğenini soranlara ‘O’nu ciddiye almayın, O delidir, ne yaptığını bilmiyor. ‘ O sihirbazdır diyen Ebü Leheb eline bir taş alarak öne çıktı ve ‘Muhammed! Yazıklar olsun sana! bizi bunun için mi topladın? diye bagırmaya, hakaret etmeye başladı. Elindeki taşı, yeğenine fırlattı. Amca ile yeğen arasındaki, bu kavga üzerine geri kalanlarda dağıldılar. Hiç kimse bir aile işine karışmak istemiyordu.

[211] Şuara sûresi, 26:214
[212] Hicr sûresi, 15:94

[213] Genelde risâlet sürecinin ilk üç yılının tamamıyla ‘gizli’ olduğuna yönelik yaygın bir kanaat vardır. Bu durum hem Kur’an’ın döneme ilişkin ayetleriyle ve hem de ‘gizlilikten’ bahseden yazarların döneme ilişkin verdikleri bilgilerle çelişmektedir. Doğrusu, risâletin ilk üç yılının daha çok ‘bireysel davet dönemi’ olduğudur. Bu dönemde müşrikler ve özellikle de eşraf davetten ve konusundan haberdardı. Ancak davet güvenilir, daveti kabul etmesi muhtemel görünen şahıslara yapılıyor ve herşey ortalıkta ilan edilmiyordu.

[214] İslâm davetinin ilk üç yılını oluşturan dönem kendi içerisinde nevî şahsına münhasır özelliklere sahiptir. Bu dönem Hicr suresinin 15. ayetinin veya Şuara suresinin 214-216. ayetlerinin vahyedilmesine kadar devam etmiştir. Bu dönemde davete olumlu karşılık vererek İslâm’a girenlerin sayısı, çoğu zaman zannedilenlerin aksine, bir kitle oluşturacak kadar çoktu. Kaynaklar, söz konusu dönemde İslâm’a girenlerin listesini ayrıntılı şekilde nakletmektedirler. Gerçi Hsteler arasında bazı ufak sayı ve isim farklılıkları vardır; ancak’ yine de risâletin bu ilk yıllarında Müslüman olanların listesini kesin değilse dahi, kesine yakm bir doğrulukta tespit etmek mümkün olabilmektedir. Kaynaklardaki söz konusu listeler bir düzenlemeye tâbi tutulduğu zaman, şu şahsiyetlerin risâletin bu ilk döneminde İslâm davetini kabul ettiklerini söylemek mümkün olabilmektedir:

1- Hz. Hatice, 2-Ali b. Ebû Talib (Resulullah’ın yeğeni, 10 veya 12 yaşında bir çocuk), 3- Zeyd b. Haris (Önceleri köle sonra Resulülah’ın evlatlığı), 4- Ebû Bekir b. Kuhâfe (Dâru’n Nedve’nin üyelerinden ancak cahüiye döneminde de şirk pisliğine bulaşmaktan uzak durmaya çalışmış birisi), 5- Esma bint-i Ebû Bekr (Hz. Ebû Bekir’in kızı), 6- Cafer b. Ebû Taüb (Resulüliah’m yeğeni), 7- Esma bint-i Umeys Has’amiyye (Hz. Cafer’in eşi), 8- Safiyye bint-i Ab-dülmuttalib (Hz. Peygamber’in halası ve Hz. Zübeyr’in annesi), 9- Ervâ bint-i Abdülmuttalib (Hz. Peygamber’in halası), 10- Ubeyde b. el-Hâris b. Muttalib, 11- Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabi’a, 12- Süheyle bint-i Süheyl b. Amr (Ebû Huzeyfe’nin eşi), 13- Osman b. Af-fan, 14- Ervâ bint-i Kureyz , 15- Hâlid b. Sa’id b. el-As b. Umeyye, 16- Umeyye bint-i Halef el-Hüza’iyye (Hâlid b. Sa’id’in eşi, bazı kaynaklar adım Umeyne olarak vermişlerdir), 17- Ümm-ü Habibe bint-i Ebû Süfyan (Daha önce Ubeydullah b. Cahş ile nikahlı iken daha sonra Müslümanların annesi oîdu), 18- Abdullah b. Cahş b. Riab, 19- Ebû Ahmed b. Cahş, 20- Ubeydullah b. Cahş, 21- Ûmm-ü Ruman (Hz. Ebû Bekr’in eşi ve Hz. Ayşe ile Abdurrahman’ın annesi), 22- Haris b. Halid, 23- Reyta bint-i Haris (Haris b. Halid’in eşi), 24- Suheyb b. Sinan er-Rumî, 25- Zübeyr b. el-Awam (Hz. Hatice’nin yeğeni ve Hz. Peygamber’in teyze oğlu), 26- Halid b. Hizam (Hakim b. Hizam’in kardeşi ve Hz. Hatice’nin yeğeni), 27- Esved b. Nevfel, 28- Amr b. Umeyye, 29- Yezid b. Zeme’a b. el-Esved, 30-Abdurrahman b. Avf, 31- Şifâ bint-i Avf (Abdurrahman b. Avfın annesi), 32- Muttalib b. Ezher (Abdurrahman b. Avfm amca oğlu), 33- Sâ’d b. Ebû Vakkas (Ebû Vakkas’m asıl adı Melik b. Ubeyd idi), 34- Remîe bint-i Ebû Avf Sehmiyye (Sa’d b. Ebû Vakkas’m eşi), 35-Umeyr b. Ebû Vakkas (Sa’d b. Ebû Vakkas’m kardeşi), 36- Amir b. Ebû Vakkas (Sa’d b. Ebü Vakkas’m kardeşi), 37-Tuleyb b. Ezher, 38- Abdullah b. $ihab, 39- Abdullah b. Mes’ud (Huzeyl kabilesine mensup olup Mekke’de Beni Zühre’nin müttefiki olarak kalırdı), 40-Utbe b. Mes’ud (Abdullah b. Mes’ud’urt kardeşi), 41- Mikdâd b. Amr el-Kindi, 42-Habbâb b. el-Erett, 43- Şurahbil b. Hasene el-Kindî, 44- Câbir b. Hasene (ŞurahbiPin kardeşi), 45- Cünâbe b. Hasene (Şurahbil’in kardeşi), 46- Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl (Ömer b. Hattab’m eniştesi), 47- Fatma bint-i el-Hattab (Said b. Zeyd’in eşi, Ömer b. Hattab’m kızkardeşi), 48-Zeyd b. el-Hattab (Ömer b. Hattab’m ağabeyi), 49- Amir b. Rebia el-Anzî, 50- Leyla bint-i ebû Hasme (Amir b. Rebia’nın eşi), 51- Ma’mer b. Abdullah b. Nadle, 52- Nuaym b. Abdullah el-Lehhâm, 53- Adiy b. Nadle, 54- Nûman b. Adiyy (Adiy b. Nadle’in oğlu), 5- Urve b. Ebî Üsâse (Arar b. El-As’m üvey kardeşi), 56- Mes’ud b. Sû-veyd b. Harise b. Nadle, 57- Vakıd b. Abdullah, 58- Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Ley-sî, 59- Iyâs b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî’nin kardeşi), 60- Amir b. Bukeyr b. Abd Yâlil eİ-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî’nin kardeşi), 61- Akü b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî’nin kardeşi), 62-Mus’ab b. Umeyr, 63- Ebû’r-Rûm b. Umeyr (Mus’ab’ın kardeşi), 64- Firâs b. en-Nadr, 65- Cehm b. Kays, 66- Harmele (Hureymüe)? (Cehm b. Kaş’ı eşi), 67- Osman b. Mâzûn, 68- Kudâme b. Mâzûn (Osman b. Mâzûn’un kardeşi), 69- Abdullah b. Mâzûn (Osman b. Mâzûn’un kardeşi), 70- Sâid b. Osman b. Mâzûn, 71- Ma’mer b. el-Hâris b. Ma’mer, 72-Hâtıb b. el- Haris, 73-Fatma bint-i Mücellil el-Amiriyye (Hâtıb b. el- Hâris’in eşi), 74- Hattâb b. el- Hârîs (Ma’mer’in kardeşi), 75- Fukeyle bint-i Yesâr (Ma’mer b. el-Hâris’in eşi), 76-Süfyan b. Ma’mer, 77- Nübeyhe b. Osman, 78- Abdullah b. Hüzâfe, 79-Kays b. Hüzafe (Abdullah b. Hüzafe’nin kardeşi), 80- Huneys b. Hüzâfe (Ûmer b. Hat-tab’ın damadı, Mü’minlerin annesi Hz. Hafza’nın ilk kocası), 81- Hişam b. El-As b. Vail, 82- Haris b. Kays, 83- Beşir b. Haris (Haris b. Kays’m oğlu), 84-Ma’mer b. Haris (Haris b. Kays’in oğlu), 85- Ebû Kays b. eî-Hâris, 86- Abdullah b. el-Hâris, 87- Sâid b. el-Haris, 88-Haccâc b. el-Haris, 89- Beşir b. el-Haris, 90-Sa’id b. el-Haris, 91- Umeyr b. Ri’âb, 92-Mah-miyye b. el-Cez, 93-Ebû Seleme Abdullah b. Abdül Esed (Hz. Peygamber’in teyze oğlu ve süt kardeşi), 94-Ümm-ü Seleme (Ebû Seleme Abdullah b. Abdül Esed’in eşi. Bu kadın ve kocası Ebû Cehil’in yakın akrabasıydı), 95- Erkam b. Ebû el-Erkam, 96- Amr b. Said, 97-Fâtıma bint-i Safvan (Amr b. Said’in eşi), 98- Halid b. Said (Amr b. Saİd’in kardeşi Halid b. Velid’in amcası), 99- Talha b. Ubeydullah (Halid b. Said’in oğlu), 100- Ümeyne (Hû-meyne) bint-i Halef (Halid b. Said’in eşi, Talha b. Ubeyduîlah’m annesi), 101- Ayyaş b. Ebû Rebia (Ebû Cehil’in üvey kardeşi, Halid b. Velid’in amca oğlu), 102- Esma bint-i Se-lâme, 103» Velid b. Velid b. Muğire, 104- Hişâm b. Ebû Hüzeyfe, 105- Seleme b. Hişâm, 106- Haşim b. Ebû Huzeyfe, 107- Habbar b. Süfyan, 108- Abdullah b. Sûfyan (Habbar b. Süfyan’m kardeşi), 109: Yasir (Ammar b. Yasir’in babası), 110- Ammâr b. Yasir, 111- Abdullah b. Yasir (Ammâr b. Yasir’in kardeşi), 112- Ebû Sebre b. Ebû Ruhm (Hz. Peygamber’in teyzesi, Beze bint-i Abdulmuttalib’in oğlu), 113-EbûSebre’nineşi, Ümm-ü Gülsüm bint-i Süheyl b. Amr (Ebû Cehil’in kız kardeşi), 114-Abdullah b. Süheyl b. Amr, 115- Ha-tib b. Amr (Süheyl b. Amr’ın kardeşi), 116- Selit b. Amr (Süheyl b. Amr’ın kardeşi), 117-Sekran b. Amr (Süheyl b. Amr’m kardeşi, mü’minlerirı annnesi Hz. Şevde bint-i Ze-ma’anın ilk kocası), 118- Şevde bint-i Zema’a (Sekran’ın eşi, Sekran’ın ölümünden sonra Hz. Peygamber’in eşi oldu), 119- Mâlik b. Zema’a (Hz. Sevde’nîn kardeşi), 120- Yakaze bint-i Alkame, 121- İbn Ümm-ü Mektûm, 122- Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, 123- Süheyl b. Beydâ, 124- Said b. Kays, 125- Amr b. el- Haris b. Zübeyr, 126- Osman b. Abdi Ganem (Abdurrahman b. Avfm teyze oğlu), 127- Haris b. Said, 128- Tuleyb b. Umeyr (Hz. Peygamber’in halası Ervâ bint-i Abdulmuttalib’ni oğlu), 129- Ümm-ü Eymen Bereke bint-i Salebe (Çocukluğunda Hz. Muhammed’e bakma şerefine nail olmuştu) , 130- Zinnire Rûmiye (Amr b. el-Muemmü’in serbest bıraktığı hizmetçisi), 131- Bilâl b. Rebâh (Umey-ye b. Halefin kölesi) 132- Hamâme (Bilâl’in annesi, cariye), 133- Ebû Fukeyhe Yesâr’ül-Cehmî (Köle), 134- Lebibe (Müemmü b. Habib’in hizmetçisi), 135- Ümm-ü Ubeys (Beni Teym b. Mürre veya Beni Zühre’nin hizmetçisi), 136- Amir b. Fuheyre (Tufeyl b. Abdullah’ın kölesi), 137- Sümeyye (Ammâr b. Yasir’in annesi ve Ebû Huzeyfe b. Muğire Mah-zumî’nin hizmetçisi), 138- Mihcen b. el-Edra el-Eslemî, 139- Mes’ûd b. Rebi’a b. Amr (Ben-i el-Hûn b. Huzeyne’nin kabilesi olan Kare’ye mensuptu).

[215] Şuara, 26:214
[216] Hicr, 15:94
[217] Ibn Ishak, Siyer, 201; Ibn Kesir, el-Bİdaye ve’n-Nihâye, 111/52.
[218] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/118; İbnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/61.
[219] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/118; Ibnü’l Esir, ei-Kâmil fı’t-Târih, 11/61.
[220] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/118; Ibnû’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/61.
[221] Ibn Kesir, d-Bidaye ve’n-Nihâye, 111/53
[222] Ibn Sâ’d, et’Tabakata’l-Kübra, 1/187.
[223] Belâzürî, Ensâbü’l Esrâf 1/119; tbnii’l Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, 11/61.
[224] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf 1/119; Ibnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/61.
[225] Bdâzürî, Ensâbü’l Eşraf 1/119.
[226] Hicr, 15:94
[227] Hicr, 15:94
[228] Maide, 5:67
[229] Buharı, Menâkıb 13; Müslim, İman 89; Tirmizî, Tefsir 27; Razî, Tefsîr-i Kebîr, XVII/385.
 
Üst Alt