MURATS44
Özel Üye
Bir gün Mecnun hasta olup yatağa düşer. Tedavî için bir doktor çağırırlar. Doktor "Damardan kan almak gerek'" diyerek Mecnun' un kolunu bağlar. Tam iğneyi batıracağı sırada Mecnun bağırır;
"-Ey doktor, bırak! Ücretini al ve git. Bu hastalıktan öleyim, zararı yok. Vazgeç kan almaktan. "
Doktor Mecnun'a
"-Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da koluna bir iğne batmasından mı korkuyorsun?" diye sorar.
Mecnun'un cevabı şu olur;
"-Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum, varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu yararken Leyla'yı incitirsin, işte ben bundan korkuyorum."
MESNEVİ: "-Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok. Bu sebeple sirke, bal denizinde nasıl yok olursa, ben de sende öyle yok olurum." (Beyit 2023-2024)
Vahdeti yalnız kendine münhasır bırakan Cenab-ı Allah (c.c.) bütün mahlukatı çift olarak yaratmıştır. Müspet ilmin ancak yakın zamanda tespit edebildiği bu çift yaratılış keyfiyeti, bize on dört asır evvel muhtelif ayetlerle bildirilmiş, insanlığa bir ilim armağanı olarak sunulmuştur. Beşer idrakinin ve zevkinin ötesinde bir gelin odası hassasiyeti ve itinası ile döşenen bu Kainat, zerrelerin, tanelerin, hücrelerin, bitkilerin, hayvanların insanların ve maddenin, hatta atom içindeki elektron ve proton gibi esrarlı unsurlara kadar bütün eşyanın karakterlerine göre hususî ve acayip bir izdivaç kanununa tabi kılınmıştır. Yasîn Süresi'nde (Ayet 36) "O Sübhan ki, toprak mahsullerinden, kendilerinden ve bilmediklerinden eşler yaratmıştır" buyurulur. Lakin en zahir ve bediî imtizaçları ihtiva eden eşlik kanunu, kemalini insanda bulmuştur. Allah (c c) aile müessesesinde düşünenler için bir çok hikmetlerin gizli bulunduğunu beyan eder. Rum Sûresi, Ayet 21:
"Sizlere kendilerinizden eşler yaratması -O'na sığınmanız için-ve aranızda muhabbet ve merhamet tesis etmesi O' nun ayetlerindendir. Bunları düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır.."
Evlenecek iki yabancı kişinin bir kader programı ile bir araya gelmesi, aralarında teessüs eden muhabbet ve merhamet münasebetleri cidden düşünülecek ilahî kudret tezahürlerini ihtiva eder. Bütün mahlukat manzumesi içinde, canlı-cansız, zıt ve mukabil olanların, birbirlerine karşı teveccüh ve alakaları bir aynileşmedir. Yani vahdet, temayül ve arzunun eseridir. Zira, hepsinin aslı aynıdır. Bütün bir kesret aleminin tekrar vahdet' e inkılâp etme meyli eşyanın tabîatında mevcuttur. Varlıklar kemalini insanda bulur. Muhabbetin mevzuu ne kadar mükemmel ise onda ki kemal ve yakıcılık da o nispettedir. Çiftlerin cismaniyet ve rühaniyet ile, ilahî lezzetleri teneffüs etmesi, onları ilahî rabıta ve muhabbetle Hakk Teala"ya müteveccih ilahî derinliğe ve hakîkat yolculuğuna götürür. Hilkatin ibret ve hikmetlerine müstağrak kılar Leyla seneler sonra Mecnun' un yanına gelir, Mecnun onunla alakalanmaz Leyla:
"-Benim için çöllere düşen sen değil miydin?" der.
Mecnun: "izafî ve gölge olan Leyla aradan çıktı ve eridi "diye karşılık verir.
Mecnun' un hayatının gayesi olan Leyla, ilahî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Mecnun, hakîkatini aradığı ilahî muhabbet aleminde yerini bulunca, hayatındaki Leyla'nın rolü bitmiştir.
Mesnevi hikayelerinde geçen Leyla, sonunda ilahî muhabbete dönen ve kişiliğini Hakk' la aynileştiren ilahî aşkın sembolüdür. Diğer bir ifadeyle Leyla, gönülleri mecnun eden, fizikî iradeyi sıfırlandıran ilahî bir aşk ufkudur. Bu bakımdan Leyla'lar ile başlayan muhabbet macerası Mevla'da sükun bulur.
Leyla nihayet sıradan bir insandır. Aşığını adı Kays iken Mecnun (deli) olarak dillere destan eder. Fakat o ma'şuk, Leyla değil de, Kainatın varlık sebebi ve Allah (c.c.)'ın "habibim" hitabına mazhar bir varlık olursa kim bilir aşık ne hale gelir.
Şimdi bir kaç misal ve bir kaç mısra ile bunu tebarüz ettirelim. Mevlana (k.s.)'dan bir menkıbe ile başlayalım. Mevlana murîdesi Gürcü Hatun'un paşa olan beyi Kayseri'ye ta'yin olur. Gürcü Hatun, Selçuklu sarayının meşhur ressam ve nakkaşı Aynü'd-Devle'yi Mevlana' ya gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için gönderir. Ressam gafilane huzura çıkıp vaziyeti Mevlana' ya anlatır. O da mütebessim bir şekilde:
"-Sana emredileni arzu ettiğin şekilde yerine getir" der. Ressam çizmeye başlar. Fakat, her çizdiğinde kağıttakini ayrı, karşısındakini ayrı görür. Tam yirmi adet kağıt eskitir. Sonunda da aynı netice olur. Ressamın san'atı kendi çizgilerinin içinde kaybolur. Mevlana' nın ellerine kapanır.
- "Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir nebîsi nasıl olur?" diyerek, heyecan ve dehşet içinde kalır.
İmam Malik (r a), Rasûlullah (s a v) ile aynileşmenin vecdi içinde yaşadı. Medîne-i Münevvere' de hayvan üzerine binmedi. Def'-i hacete çıkmadı. Ravza' da imam iken hep kısık sesle konuştu Devrin halîfesi Ebû Cafer Mansur yüksek sesle konuşunca; "Ya Halîfe' Bu mekanda sesini kıs. Allah'ın (c.c.) ihtarı senden çok faziletli insanlar üzerine indi" buyurdu. Hucûrat Süresi, Ayet 2:
"Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamberle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir."
Yine İmam Malik Hazretleri, kendisine zulmeden Medine valisine hakkını helal etmiş.
"Mahşerde Rasûlullah (sav) torunu olan bir zata davacı olmaktan haya ederim" buyurmuştur. Üstad Es'ad Erbili Hazretleri Rasûlullah'a (sav) olan ateşi içinde yanışım ne güzel takdîm eder "Ne mümkün bunca ateşle şehid-i ışkı gasil etmek, Cesed ateş kefen ateş hem ab-ı hoş-guvar ateş." (Bu kadar ateşle aşk şehîdini yıkamak mümkün mü? Ceset ateş, kefen ateş, şehîdi yıkayacak hoş tatlı su dahî ateş kesilmiş)
Azerî şairi Fuzuli ise meşhur Su Kasîdesi'nde "Saçma ey göz eşkden gönlümdeki yare su Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su"
"-Ey gözüm, yaşlarını dökme, sînemdeki ateşi söndüremezsin" der.
l. Ahmed Han, Rasûlullah (sav)'ın nalinlerinin maketini yaptırıp, kavuğunun üzerine asarak tedaîsinden feyz almaya çalışmış.
"Nola tacım gibi başımda götürsem daim, Kadem-i pakini ol Hazret-i Şah-ı rusülun..." mısralarını döşemiştir.
Cihan imparatoru Yavuz Sultan Selim Han, kendisini Rasûlullah'ın hakîkatine eriştirecek bir veliyi dünyada ki bütün ölçülerin üzerinde görüp "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş, Bir veliye bende olmak cümleden a'la imiş: "diyerek bir Allah (c.c) ve Rasülullah (sav) dostuna yakınlaşabilmenin önem ve hasretini belirtmiştir.
Altmış üç yaşında kendisine mezar gibi bir yer kazdırıp hayatını ve ibadetlerini orada idame ettirerek "Bu yaştan sonra bana toprak üstünde gezmek haramdır" diyen, büyük aşk ve vecd kahramanı Seyyid Ahmed Yesevî, bu aynileşme yolunda abideleşenlerden biridir. Yaşadığı toprağa teberrüken "Hazret-i Türkistan" denmiştir. Veysel Karanî'ye Rasûlullah (sav )'ın Uhud'da bir dişinin kırıldığı haberi gelince, hangisinin kırıldığını bilmediği için bütün dişleri kendisine yabancı oldu. Hepsini söktürüp, aynileşmenin sırrını bozacak o meçhul dişin sıkletini atarak ferahladı.
Dinaroğulları'ndan bir kadının Uhud'da, zevci, kardeşi ve babası şehid oldu. Üçünün de şehid olduğu bildirilince "Siz bana Rasûlullah (s.a.v)'ı gösterin O'nu göreyim" dedi. Kendisine Rasûlullah (sav) gösterilince de "Ya Rasûlallah! sen sağ olduktan sonra, her felaket bana hiç gelir" dedi.
Çok stresli bir hayat yaşadıktan sonra Müslüman olup, huzur ve sükunete kavuşan Hansa Hatun, kendisine Kadisiye Harbi'nde dört oğlunun şehid düştüğü bildirilince, büyük bir îman olgunluğunun vecdi içinde.
"İslam" ın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun diyerek dört şehid anası olmanın sevinci içinde Allah'a (c.c.) şükretti. Bezm-i alem Valide Sultan ise "Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl.." buyurarak, ruhun,gıdasının ancak Rasûlulah (sav) muhabbetinden olduğunu ne güzel ifade eder.
Rahmetli Hocam Yaman Dede, derste Mesnevi mısralarını şerh ederken billur bir havuz gibi olan göz çukurlarına damlalarını akıtır.
"Gönül hu n'oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah. Nasıl bilmem bu hicrana dayandım Ya Rasûlallah.
Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa,Cemalinle ferah-nak et ki yandım Ya Rasûlallah." derken, derin, mehtaplı bir gece gibi sîması ışık saçardı.Tarih boyunca peygamberler ve evliya, îmana ait tekamül akışlarını zirveleştiren, fıtratta ki kudsî neş'eleri olgunlaştıran meş'alelerdir.
Fertler bu olgunluğa, ruhî ülfet ve Hakk dostları ile aynileşmek neticesinde ererek, ölmezlik sırrının ilahî kalemle tezyin edilmiş şehadetnamelerine kavuşurlar.
İnsanın Rasûlullah (s.a.v) ve O'na götüren bir Allah dostu ile aynileşmesi, Rasülullah (s. a.v) ve O'nun dostunun sadrından ve gönül dünyasından bir hisse nasîb alabilmesi, kendini O'na ma'kes bulması ile mümkündür.
Hace Ubeydullah Ahrar'ı bir an şiddetli bir üşüme alır.
Şiddetle titrer Ateş yakıp ısıtmaya çalışırlar. O anda kendisi ile aynileşen bir müridi soğuk su dolu hendeğe düşmüş, titreyerek kapıdan içeri girer Hemen kurulayıp ısıtırlar. O ısınınca,Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin üşümesi de bir anda biter. Bayezid-ı Bistamî ilahî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki yaradandan ötürü yaratılanlardan birinin ızdırabını sinesinde hisseder ve muzdarib olurdu.
Bir gün önünde bir merkebi öyle dövdüler ki hayvanın arkasından kan boşandı. O anda Bayezid-ı Bistamî Hazretlerinin de baldırlarından kan sızmağa başladı.
Bülbül tegannî ederken karşı dağdan ayrı ses gelmez. Ne kadar ülfetimiz var ise, yakınlığımız da o kadardır.
Hz. Ali (r.a.)'a bir kimsenin kendisini çok fazla sevdiğinden bahsederler. Hz. Ali (r.a) "Doğru" der.
'Benim onu sevdiğim kadar o beni sevmektedir" buyurur. Yani, ruhî aynileşme, fizikteki birleşik kaplar misalinden gayrı değildir.
Muhakkak ki insan, Rasülullah (sav) karşısında, ilahî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, ruhunu dış dünyaya ait bütün çizgilerden boşalttığı vakit, O'nunla aynileşme yolundadır. Rüştünü ikmal etmiştir.
O'nu tam manası ile kimse ta'rif edemedi. Yaradılışını tanıyamadı. Cebrail (a.s) dahî sidre-i muntehada:
Ben son hududundayım, Sen devam et'' dedi. Her sahabî istidadı nispetinde Rasülullah (s a) hissedebilirdi. Kendi vecdinin penceresinden onu seyrederdi. Hz Aişe "Rasülullah' ın (s a) siması o kadar parlar ve nur sarardı ki ayın on dördünden daha parlak olurdu. Karanlıkta iğneye ipliği onun aydınlığında geçirirdim" buyurur.
En çok O' nu kendinde hisseden ve hakîkat-ı Muhammediyye' ye nail olan Ebübekir (r a) oldu. Ve bu muhabbet yangınının içinde, sînesinden gelen kavruk ciğer kokusu ile yaşadı. Son anlarında da Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) "Bütün kapılar kapansın, yalnız Ebübekir 'in ki kalsın" buyurdu.
Hz. Mevlana (k.s)
''İki dünya bir gönül için yaratılmıştır. Sen olmasaydın bu Kainatı yaratmazdım" hadîsinin manasını düşün" buyurur...
"-Ey doktor, bırak! Ücretini al ve git. Bu hastalıktan öleyim, zararı yok. Vazgeç kan almaktan. "
Doktor Mecnun'a
"-Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da koluna bir iğne batmasından mı korkuyorsun?" diye sorar.
Mecnun'un cevabı şu olur;
"-Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum, varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu yararken Leyla'yı incitirsin, işte ben bundan korkuyorum."
MESNEVİ: "-Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok. Bu sebeple sirke, bal denizinde nasıl yok olursa, ben de sende öyle yok olurum." (Beyit 2023-2024)
Vahdeti yalnız kendine münhasır bırakan Cenab-ı Allah (c.c.) bütün mahlukatı çift olarak yaratmıştır. Müspet ilmin ancak yakın zamanda tespit edebildiği bu çift yaratılış keyfiyeti, bize on dört asır evvel muhtelif ayetlerle bildirilmiş, insanlığa bir ilim armağanı olarak sunulmuştur. Beşer idrakinin ve zevkinin ötesinde bir gelin odası hassasiyeti ve itinası ile döşenen bu Kainat, zerrelerin, tanelerin, hücrelerin, bitkilerin, hayvanların insanların ve maddenin, hatta atom içindeki elektron ve proton gibi esrarlı unsurlara kadar bütün eşyanın karakterlerine göre hususî ve acayip bir izdivaç kanununa tabi kılınmıştır. Yasîn Süresi'nde (Ayet 36) "O Sübhan ki, toprak mahsullerinden, kendilerinden ve bilmediklerinden eşler yaratmıştır" buyurulur. Lakin en zahir ve bediî imtizaçları ihtiva eden eşlik kanunu, kemalini insanda bulmuştur. Allah (c c) aile müessesesinde düşünenler için bir çok hikmetlerin gizli bulunduğunu beyan eder. Rum Sûresi, Ayet 21:
"Sizlere kendilerinizden eşler yaratması -O'na sığınmanız için-ve aranızda muhabbet ve merhamet tesis etmesi O' nun ayetlerindendir. Bunları düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır.."
Evlenecek iki yabancı kişinin bir kader programı ile bir araya gelmesi, aralarında teessüs eden muhabbet ve merhamet münasebetleri cidden düşünülecek ilahî kudret tezahürlerini ihtiva eder. Bütün mahlukat manzumesi içinde, canlı-cansız, zıt ve mukabil olanların, birbirlerine karşı teveccüh ve alakaları bir aynileşmedir. Yani vahdet, temayül ve arzunun eseridir. Zira, hepsinin aslı aynıdır. Bütün bir kesret aleminin tekrar vahdet' e inkılâp etme meyli eşyanın tabîatında mevcuttur. Varlıklar kemalini insanda bulur. Muhabbetin mevzuu ne kadar mükemmel ise onda ki kemal ve yakıcılık da o nispettedir. Çiftlerin cismaniyet ve rühaniyet ile, ilahî lezzetleri teneffüs etmesi, onları ilahî rabıta ve muhabbetle Hakk Teala"ya müteveccih ilahî derinliğe ve hakîkat yolculuğuna götürür. Hilkatin ibret ve hikmetlerine müstağrak kılar Leyla seneler sonra Mecnun' un yanına gelir, Mecnun onunla alakalanmaz Leyla:
"-Benim için çöllere düşen sen değil miydin?" der.
Mecnun: "izafî ve gölge olan Leyla aradan çıktı ve eridi "diye karşılık verir.
Mecnun' un hayatının gayesi olan Leyla, ilahî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Mecnun, hakîkatini aradığı ilahî muhabbet aleminde yerini bulunca, hayatındaki Leyla'nın rolü bitmiştir.
Mesnevi hikayelerinde geçen Leyla, sonunda ilahî muhabbete dönen ve kişiliğini Hakk' la aynileştiren ilahî aşkın sembolüdür. Diğer bir ifadeyle Leyla, gönülleri mecnun eden, fizikî iradeyi sıfırlandıran ilahî bir aşk ufkudur. Bu bakımdan Leyla'lar ile başlayan muhabbet macerası Mevla'da sükun bulur.
Leyla nihayet sıradan bir insandır. Aşığını adı Kays iken Mecnun (deli) olarak dillere destan eder. Fakat o ma'şuk, Leyla değil de, Kainatın varlık sebebi ve Allah (c.c.)'ın "habibim" hitabına mazhar bir varlık olursa kim bilir aşık ne hale gelir.
Şimdi bir kaç misal ve bir kaç mısra ile bunu tebarüz ettirelim. Mevlana (k.s.)'dan bir menkıbe ile başlayalım. Mevlana murîdesi Gürcü Hatun'un paşa olan beyi Kayseri'ye ta'yin olur. Gürcü Hatun, Selçuklu sarayının meşhur ressam ve nakkaşı Aynü'd-Devle'yi Mevlana' ya gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için gönderir. Ressam gafilane huzura çıkıp vaziyeti Mevlana' ya anlatır. O da mütebessim bir şekilde:
"-Sana emredileni arzu ettiğin şekilde yerine getir" der. Ressam çizmeye başlar. Fakat, her çizdiğinde kağıttakini ayrı, karşısındakini ayrı görür. Tam yirmi adet kağıt eskitir. Sonunda da aynı netice olur. Ressamın san'atı kendi çizgilerinin içinde kaybolur. Mevlana' nın ellerine kapanır.
- "Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir nebîsi nasıl olur?" diyerek, heyecan ve dehşet içinde kalır.
İmam Malik (r a), Rasûlullah (s a v) ile aynileşmenin vecdi içinde yaşadı. Medîne-i Münevvere' de hayvan üzerine binmedi. Def'-i hacete çıkmadı. Ravza' da imam iken hep kısık sesle konuştu Devrin halîfesi Ebû Cafer Mansur yüksek sesle konuşunca; "Ya Halîfe' Bu mekanda sesini kıs. Allah'ın (c.c.) ihtarı senden çok faziletli insanlar üzerine indi" buyurdu. Hucûrat Süresi, Ayet 2:
"Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamberle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir."
Yine İmam Malik Hazretleri, kendisine zulmeden Medine valisine hakkını helal etmiş.
"Mahşerde Rasûlullah (sav) torunu olan bir zata davacı olmaktan haya ederim" buyurmuştur. Üstad Es'ad Erbili Hazretleri Rasûlullah'a (sav) olan ateşi içinde yanışım ne güzel takdîm eder "Ne mümkün bunca ateşle şehid-i ışkı gasil etmek, Cesed ateş kefen ateş hem ab-ı hoş-guvar ateş." (Bu kadar ateşle aşk şehîdini yıkamak mümkün mü? Ceset ateş, kefen ateş, şehîdi yıkayacak hoş tatlı su dahî ateş kesilmiş)
Azerî şairi Fuzuli ise meşhur Su Kasîdesi'nde "Saçma ey göz eşkden gönlümdeki yare su Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su"
"-Ey gözüm, yaşlarını dökme, sînemdeki ateşi söndüremezsin" der.
l. Ahmed Han, Rasûlullah (sav)'ın nalinlerinin maketini yaptırıp, kavuğunun üzerine asarak tedaîsinden feyz almaya çalışmış.
"Nola tacım gibi başımda götürsem daim, Kadem-i pakini ol Hazret-i Şah-ı rusülun..." mısralarını döşemiştir.
Cihan imparatoru Yavuz Sultan Selim Han, kendisini Rasûlullah'ın hakîkatine eriştirecek bir veliyi dünyada ki bütün ölçülerin üzerinde görüp "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş, Bir veliye bende olmak cümleden a'la imiş: "diyerek bir Allah (c.c) ve Rasülullah (sav) dostuna yakınlaşabilmenin önem ve hasretini belirtmiştir.
Altmış üç yaşında kendisine mezar gibi bir yer kazdırıp hayatını ve ibadetlerini orada idame ettirerek "Bu yaştan sonra bana toprak üstünde gezmek haramdır" diyen, büyük aşk ve vecd kahramanı Seyyid Ahmed Yesevî, bu aynileşme yolunda abideleşenlerden biridir. Yaşadığı toprağa teberrüken "Hazret-i Türkistan" denmiştir. Veysel Karanî'ye Rasûlullah (sav )'ın Uhud'da bir dişinin kırıldığı haberi gelince, hangisinin kırıldığını bilmediği için bütün dişleri kendisine yabancı oldu. Hepsini söktürüp, aynileşmenin sırrını bozacak o meçhul dişin sıkletini atarak ferahladı.
Dinaroğulları'ndan bir kadının Uhud'da, zevci, kardeşi ve babası şehid oldu. Üçünün de şehid olduğu bildirilince "Siz bana Rasûlullah (s.a.v)'ı gösterin O'nu göreyim" dedi. Kendisine Rasûlullah (sav) gösterilince de "Ya Rasûlallah! sen sağ olduktan sonra, her felaket bana hiç gelir" dedi.
Çok stresli bir hayat yaşadıktan sonra Müslüman olup, huzur ve sükunete kavuşan Hansa Hatun, kendisine Kadisiye Harbi'nde dört oğlunun şehid düştüğü bildirilince, büyük bir îman olgunluğunun vecdi içinde.
"İslam" ın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun diyerek dört şehid anası olmanın sevinci içinde Allah'a (c.c.) şükretti. Bezm-i alem Valide Sultan ise "Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl.." buyurarak, ruhun,gıdasının ancak Rasûlulah (sav) muhabbetinden olduğunu ne güzel ifade eder.
Rahmetli Hocam Yaman Dede, derste Mesnevi mısralarını şerh ederken billur bir havuz gibi olan göz çukurlarına damlalarını akıtır.
"Gönül hu n'oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah. Nasıl bilmem bu hicrana dayandım Ya Rasûlallah.
Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa,Cemalinle ferah-nak et ki yandım Ya Rasûlallah." derken, derin, mehtaplı bir gece gibi sîması ışık saçardı.Tarih boyunca peygamberler ve evliya, îmana ait tekamül akışlarını zirveleştiren, fıtratta ki kudsî neş'eleri olgunlaştıran meş'alelerdir.
Fertler bu olgunluğa, ruhî ülfet ve Hakk dostları ile aynileşmek neticesinde ererek, ölmezlik sırrının ilahî kalemle tezyin edilmiş şehadetnamelerine kavuşurlar.
İnsanın Rasûlullah (s.a.v) ve O'na götüren bir Allah dostu ile aynileşmesi, Rasülullah (s. a.v) ve O'nun dostunun sadrından ve gönül dünyasından bir hisse nasîb alabilmesi, kendini O'na ma'kes bulması ile mümkündür.
Hace Ubeydullah Ahrar'ı bir an şiddetli bir üşüme alır.
Şiddetle titrer Ateş yakıp ısıtmaya çalışırlar. O anda kendisi ile aynileşen bir müridi soğuk su dolu hendeğe düşmüş, titreyerek kapıdan içeri girer Hemen kurulayıp ısıtırlar. O ısınınca,Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin üşümesi de bir anda biter. Bayezid-ı Bistamî ilahî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki yaradandan ötürü yaratılanlardan birinin ızdırabını sinesinde hisseder ve muzdarib olurdu.
Bir gün önünde bir merkebi öyle dövdüler ki hayvanın arkasından kan boşandı. O anda Bayezid-ı Bistamî Hazretlerinin de baldırlarından kan sızmağa başladı.
Bülbül tegannî ederken karşı dağdan ayrı ses gelmez. Ne kadar ülfetimiz var ise, yakınlığımız da o kadardır.
Hz. Ali (r.a.)'a bir kimsenin kendisini çok fazla sevdiğinden bahsederler. Hz. Ali (r.a) "Doğru" der.
'Benim onu sevdiğim kadar o beni sevmektedir" buyurur. Yani, ruhî aynileşme, fizikteki birleşik kaplar misalinden gayrı değildir.
Muhakkak ki insan, Rasülullah (sav) karşısında, ilahî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, ruhunu dış dünyaya ait bütün çizgilerden boşalttığı vakit, O'nunla aynileşme yolundadır. Rüştünü ikmal etmiştir.
O'nu tam manası ile kimse ta'rif edemedi. Yaradılışını tanıyamadı. Cebrail (a.s) dahî sidre-i muntehada:
Ben son hududundayım, Sen devam et'' dedi. Her sahabî istidadı nispetinde Rasülullah (s a) hissedebilirdi. Kendi vecdinin penceresinden onu seyrederdi. Hz Aişe "Rasülullah' ın (s a) siması o kadar parlar ve nur sarardı ki ayın on dördünden daha parlak olurdu. Karanlıkta iğneye ipliği onun aydınlığında geçirirdim" buyurur.
En çok O' nu kendinde hisseden ve hakîkat-ı Muhammediyye' ye nail olan Ebübekir (r a) oldu. Ve bu muhabbet yangınının içinde, sînesinden gelen kavruk ciğer kokusu ile yaşadı. Son anlarında da Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) "Bütün kapılar kapansın, yalnız Ebübekir 'in ki kalsın" buyurdu.
Hz. Mevlana (k.s)
''İki dünya bir gönül için yaratılmıştır. Sen olmasaydın bu Kainatı yaratmazdım" hadîsinin manasını düşün" buyurur...