ceylannur
Yeni Üyemiz
MUSÂDERE
Yasak edilen bir şeyin kanun gereği elden alınması, resmen zaptedilmesi; zulüm ve cebir Sudûr kökünden "mufâale" vezninde bir mastar Çoğulu musâderât'tır Devlet görevlilerinin hediye adı altında aldıkları şeylere veya kaçak silâhlara yetkili makamlarca el konulması gibi
Musâdere terimi tarihte, bazı devlet büyüklerinin veya ülke zenginlerinin ecelleriyle ölmeleri veya suçlu bulunup idam edilmeleri sonucunda geride bıraktıkları mallarına, kimi zaman da sağlıklarında mevcut servetlerine devlet tarafından el konulması anlamında kullanılmıştır Musadere usûlü zaman zaman kötüye kullanılan, zulüm ve işkence aracı yapılan, hatta devletin malî kriz geçirdiği dönemlerde başvurulan bir gelir yolu gibi tarihe geçmiştir Bu yüzden önce Islâmî açıdan musadere yöntemi üzerinde durmak gerekir
İslâm'da meşrû yoldan kazanılan servetler koruma altına alınmıştır Hattâ Ashab-ı Kiram ilk islâm'a girişlerinde, daha önce müşriklik döneminde kazandıkları servetlerini de muhafaza etmişlerdir Hz Peygamber; "Müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır" (Müslim, Birr, 32; Ahmed b Hanbel, III, 491) buyurmuştur İslâm toplumunun adaletli olarak uygulanan zekât, öşür, harac, cizye vb vergi ve ibadet yükümlülüklerini yerine getirmesine karşılık, devlet de onun malını korumak ve zulümden kaçırmak zorundadır
Hz Peygamber (sas)'in bir zekât memuruna yaptığı şu muâmele meşrû musaderenin ölçüsünü belirlemektedir Rasulullah (sas), Ezd kabilesinden Ibnü'l-Istebiyye adlı bir adamı zekât memuru olarak görevlendirmişti Memur, görevini yapıp dönünce, malları bir yana koyarak, Hz Peygamber'e; "Bunlar size ait, şunlar da bana hediye olarak verildi" dedi Bunun üzerine Allah'ın elçisi, ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: "Ben sizden birinizi, Allah'ın bana verdiği yetki ile bir işe görevlendiriyorum Dönünce; "Bu sizindir, şu da bana hediye verilmiştir" diyor Bu adam doğru olsaydı, ana babasının evinde oturmakta kendisine hediye verilip verilmeyeceğini görmeli değil miydi? Allah'a yemin ederim ki, sizden kim haksız yere bir şey alırsa kıyamet günü haksız olarak aldığı şeyi yüklenerek gelecektir Kıyamet günü Allah'ın huzurunda birinizin bağıran bir deveyi, böğüren bir ineği veya meleyen bir koyunu yüklenerek geldiğini sakın görmeyeyim " Sonra koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini kaldırdı ve şöyle buyurdu; "Allahım tebliğ ettim mi? Bunu üç defa tekrar etti" (Buhârî, Hibe, 17)
Hz Ömer devrinde çeşitli musadere uygulamaları görülür Bunlardan birisi Ebû Hureyre ile ilgilidir Halîfe Hz Ömer (ra) Ebû Hureyre'yi Bahreyn bölgesine devlet adına hizmet yapmak üzere göndermiş, bazı şüpheler üzerine daha sonra kendisini azletmiş ve Ebû Hureyre'den on iki bin dirhemi musadere edip almıştır
Ebû Hureyre olayı şöyle anlatır: "Ömer beni Bahreyn'e görevlendirdi, daha sonra azletti On iki bin dirhemi de bana ödetti Bütün bunlardan sonra beni yeniden göreve çağırdı, ama ben kabul etmedim, Ömer, niçin kabul etmiyorsun? Senden daha hayırlı olan Hz Yusuf bile kendisinin göreve tayin edilmesini istemiştir" dediğinde, ben; "Yûsuf (as) Peygamber oğludur, dedesi de, onun babası da peygamberdir Ben Ümeyye'nin oğluyum, bilmeden bir şey söylerim korkusu içindeyim Yine bilmeden bir fetva verecek olursam, dayak yemekten korkarım, şerefim lekelenir, elimden malım da alınır" dedim" (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Terc Mehmet Savaş, Istanbul 1985, XII, 36)
Ancak burada Ebû Hureyre'nin doğrudan rüşvete tevessül ettiği söylenemez Akla bile getirilemez Çalışan kişilerin alacağı hediyeleri Ebû Hureyre "câiz" sanmıştır Hz Ömer ise, tüm devlet memurlarının görevleriyle ilgili olarak alacakları hediyelerin "rüşvet" sayılacağı görüşünde idi Bu yüzden Ebû Hureyre'nin bir kısım malını musadere etmiştir
Hz Ömer'in bu uygulamasına dayanarak İslâm fakihleri "Devlet memurlarının kısa zamanda sebebi bilinmeden artan malına yetkililer el koyabilir" demişlerdir Ancak bu el koyma; malların sahipleri bilinir, onlara iade etmek veya beytülmâle koymak amacıyla olursa caizdir Yöneticiler musadereyi kendi israf, lüks ve debdebelerine harcamak veya kişisel servetlerine katmak için yaparlarsa bu caiz değildir Bir de musadere edilecek malın, haksız olarak ve devletin koyduğu yasaklar çiğnenerek edinilmiş olması da şarttır (bk Ibn Âbidîn, age, XII, 34 vd) Ömer b Abdilazız'in, hilâfet makamına geçince, daha önce haksızlıkla ve zorla alınan bir takım beytülmal mallarını sahiplerini tespit ettirerek geri verdiği bilinmektedir Ikinci Ömer'in, devlet memurlarının aldığı hediyelerle ilgili şu sözü meşhurdur: "Rasûlüllah (sas) devrinde "hediye" adını alan şey, günümüzde "rüşvet" niteliğine bürünmüştür" (Buhârî, Hibe, 17; Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966, IX, 202-203; Ahmed Ağırakça, Ömer b Abdilazız, Istanbul 1984 s 153)
Abbasılerin çöküş devrelerinde, el-Müktedir ve el-Mutevekkil gibi bazı halifeler tarafından uygulanan müsadere usûlü ile devlet zararına zenginleşmiş olan nâzır ve diğer memurlardan kendileri ve beytülmal için para temin edilmiştir (Taberî, Tarihu'l-Umem, III,1374) Bu para cezası kimi zaman işkence ile birlikte uygulanır ve toplum böyle bir davranışı yadırgamazdı Bu şekilde görevinden uzaklaştırılan bazı devlet memurlarına yeniden görev verilmesi bunu gösterir Meselâ; Gazneli Mes'ud devrinde, Yınal-Tiğin olayında büyük bir para cezasıyla görevinden uzaklaştırılan bu haznedar sonraları vali olarak Hindistan'a gönderilmiştir Buna benzer şeylerin günlük olaylardan olduğu anlaşılmaktadır Hatta IIIlIX yüzyılda "Divânü'l-musâderât" adıyla bir kamu kuruluşu teşkil edilmiş ve başına diğer divanlarda olduğu gibi bir nâzır getirilmişti (Gardızî, Zeynü'l-Ahbâr, nşr Nazım, s 97)
Osmanlı Imparatorluğunda musadere uygulaması Fatih Sultan Mehmed zamanında başlamıştır Malları ilk musadere olunan vezir-i Âzam Çandarlı Halil paşa ile Yakup ve Mehmet paşalardır Daha sonraları musadere usûlü sırf parasına tamamen değerli devlet adamlarının ve dürüst kişilerin de yok edilmesine sebep olmuş ve bir zulüm aracı haline gelmiştir
Sultan II Mustafa da, savaş harcamalarını karşılamak üzere zenginlerin mallarını musaderede bir sakınca görmemiştir Merkezi yönetimin bu uygulaması, taşra teşkilâtına, beylerbeyi ve mirlivalara cesaret vermiş, onlar tarafından da kendi eyaletlerindeki zenginlerin malına konmak için birçok adamlar öldürülmüştür
Musadere, gayr-i müslim ülkelerde de, uygulanmış; bazı suçluların para ve mallarına el konulmuştur şeklinde ortaya çıkan musadere cezası eski Yunan'da, Roma'da ve Orta Çağ Avrupasında, çeşitli sebep ve şekillerde tek başına veya başka bir ceza ile birlikte ortaya çıkmıştır Meselâ; Fransa'da kral Philippe'le Bel dinsızlik ve ahlâksızlık ile suçlandırdığı Templierleri, büyük servetlerine tamah ederek imha etmiş ve musadere uygulamıştır Yine XIV yüzyılda mâliye bakanı, N Fouquet'yi mahkeme ettirerek, mallarını musâdere ettirmiş idi Fransız ihtilâlinde bazan ilga edilen ve bazan iade edilen ve sık sık rastlanan bu ceza 1810 yılında çıkarılan bir kanunla, yalnız devletin güvenliğini ihlâl ve kalpazanlık suçlarının cezası haline getirilmiş, restoration devrinde, ilk iş olarak musadere ortadan kaldırılmıştır (1814)
Osmanlı devrinde önceleri, devlet malını zimmete geçirenler ve asiler hakkında uygulanan musadere cezası, sonraları, beytülmal'in para darlığına karşı mâli bir önlem haline getirilmek suretiyle kötüye kullanılmıştır Temelde İslâm fakihleri, beytülmal'den gayrı meşru şekilde iktisap edilmiş bir servetin, askere ve sefere tahsis edilmek üzere musaderesine fetva vermişlerdir (Ibn Âbidîn, age, XII, 34 vd; Feyzullah Efendinin fetvası için bk Sahaflar Şeyhizâde Es'ad Efendi, Üss-i Zafer, Istanbul 1241, s 126) Ancak bu uygulama daha ilk zamanlarından itibaren kötüye kullanılmaya başlanmıştır Meselâ; Musa Çelebi'nin Rumeli beylerinden bazılarını öldürüp, mallarını aldığı, hatta zengin bey ve paşalardan birini görünce "filori kokar" diyerek talepte bulunduğu bilinmektedir (Neşri Cihannümâ, Ankara 1957, II, 481) Bedreddin Simavî'ye bağlı olan Börklüce Mustafa'nın Karaburun'daki isyanı Bayezid paşa tarafından bastırıldıktan sonra, o vilâyetin tımar olarak askere dağıtılmasına karar verildiği görülür (Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcu't-Tevârîh, Istanbul 1279, I, 298) Bu çeşit muamelelerde ulemânın görüşüne başvurulduğuna, örnek olmak üzere, Mevlânâ Haydar Herevî'den "Bedreddin'in katli helâl, malı haramdır" şeklinde bir fetva alındığını örnek gösterilebilir (Neşrî, age, II, 546)
Musadere, zulüm ve irtikabından şüphe edilen veya serveti ile dikkatı çeken devlet büyükleri hakkında uygulanırken, sonraları böyle bir töhmet söz konusu olmaksızın eceli ile veya idam yoluyla ölenler hakkında da kullanılmaya başlandı Musadereye maruz kalan memur önce teftiş edilir, paraların yerini söyletmek için bazan hapis ve zorlama gibi yollara başvurulurdu El konulan para veya malların bedeli beytülmale intikal ettirilir; böylece mirasçılar bu servetten mahrum bırakılırdı
944/1586'da defterdar Burhaneddin Efendi, birden zengin olduğu için, Çavuşbaşı Hızır Ağa'nın teftişi ile, 25 yük akçelik bir musadereye uğramış, 995/1587'de vefat eden Kapudânıderya Kılıç Ali Paşa'nın büyük serveti, Defterdar Ibrahim Efendi'nin yazımı ile, hazıneye alınmış idi Bu musaderede satışı uzun süren eşyanın bedeli savaş harcamalarına tahsis olunduğu gibi, beşyüzbin altın nakdi de hazıneye mâl edilmiştir (J VHammer, VII, 249; M Cavid Baysun, "Musadere" maddesi, IA)
Sonunda bütün bu musadere uygulamalarının toplum üzerinde uyandırdığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, batı dünyasını iyi tanıyan ve o sırada hariciye nezaretini idare etmekte olan Mustafa Reşid Paşa 1838'de Bâbıâli'de vekillerle görüştükten sonra önemli bir teşebbüse girişti Önce vergi adaletini sağladı Rüşvet, angarya ve musaderenin kaldırılmasını içeren önemli bir takım esaslar belirledi Örnek ve tecrübe olarak Bursa ve Gelibolu'da emlâkler tahrire (yazım) bağlandı Böyle bir islahat projesinden hoşnut kalmayan II Mahmud, rivayete göre, dahiliye nazırı Âkif Paşa'nın teşviki ile, teşebbüsü durdurup, Reşid Paşa'yı Londra elçiliğine gönderdi Reşid Paşa, II Mahmud'u istihlâf ederek, tahta çıkan Abdülmecid'in geniş ölçüde güvenirliğini kazanarak reform konusunda, onu ikna etmeyi başarmış ve bu sayede tanzimat fermanını kaleme alıp; mal, can, ırz ve nâmus güvenirliğinin tesis edildiğini ilân etmiştir (Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, Istanbul 1939, 43; C Baysun Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat, Istanbul 1940, I, 723-756)
Yasak edilen bir şeyin kanun gereği elden alınması, resmen zaptedilmesi; zulüm ve cebir Sudûr kökünden "mufâale" vezninde bir mastar Çoğulu musâderât'tır Devlet görevlilerinin hediye adı altında aldıkları şeylere veya kaçak silâhlara yetkili makamlarca el konulması gibi
Musâdere terimi tarihte, bazı devlet büyüklerinin veya ülke zenginlerinin ecelleriyle ölmeleri veya suçlu bulunup idam edilmeleri sonucunda geride bıraktıkları mallarına, kimi zaman da sağlıklarında mevcut servetlerine devlet tarafından el konulması anlamında kullanılmıştır Musadere usûlü zaman zaman kötüye kullanılan, zulüm ve işkence aracı yapılan, hatta devletin malî kriz geçirdiği dönemlerde başvurulan bir gelir yolu gibi tarihe geçmiştir Bu yüzden önce Islâmî açıdan musadere yöntemi üzerinde durmak gerekir
İslâm'da meşrû yoldan kazanılan servetler koruma altına alınmıştır Hattâ Ashab-ı Kiram ilk islâm'a girişlerinde, daha önce müşriklik döneminde kazandıkları servetlerini de muhafaza etmişlerdir Hz Peygamber; "Müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır" (Müslim, Birr, 32; Ahmed b Hanbel, III, 491) buyurmuştur İslâm toplumunun adaletli olarak uygulanan zekât, öşür, harac, cizye vb vergi ve ibadet yükümlülüklerini yerine getirmesine karşılık, devlet de onun malını korumak ve zulümden kaçırmak zorundadır
Hz Peygamber (sas)'in bir zekât memuruna yaptığı şu muâmele meşrû musaderenin ölçüsünü belirlemektedir Rasulullah (sas), Ezd kabilesinden Ibnü'l-Istebiyye adlı bir adamı zekât memuru olarak görevlendirmişti Memur, görevini yapıp dönünce, malları bir yana koyarak, Hz Peygamber'e; "Bunlar size ait, şunlar da bana hediye olarak verildi" dedi Bunun üzerine Allah'ın elçisi, ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: "Ben sizden birinizi, Allah'ın bana verdiği yetki ile bir işe görevlendiriyorum Dönünce; "Bu sizindir, şu da bana hediye verilmiştir" diyor Bu adam doğru olsaydı, ana babasının evinde oturmakta kendisine hediye verilip verilmeyeceğini görmeli değil miydi? Allah'a yemin ederim ki, sizden kim haksız yere bir şey alırsa kıyamet günü haksız olarak aldığı şeyi yüklenerek gelecektir Kıyamet günü Allah'ın huzurunda birinizin bağıran bir deveyi, böğüren bir ineği veya meleyen bir koyunu yüklenerek geldiğini sakın görmeyeyim " Sonra koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini kaldırdı ve şöyle buyurdu; "Allahım tebliğ ettim mi? Bunu üç defa tekrar etti" (Buhârî, Hibe, 17)
Hz Ömer devrinde çeşitli musadere uygulamaları görülür Bunlardan birisi Ebû Hureyre ile ilgilidir Halîfe Hz Ömer (ra) Ebû Hureyre'yi Bahreyn bölgesine devlet adına hizmet yapmak üzere göndermiş, bazı şüpheler üzerine daha sonra kendisini azletmiş ve Ebû Hureyre'den on iki bin dirhemi musadere edip almıştır
Ebû Hureyre olayı şöyle anlatır: "Ömer beni Bahreyn'e görevlendirdi, daha sonra azletti On iki bin dirhemi de bana ödetti Bütün bunlardan sonra beni yeniden göreve çağırdı, ama ben kabul etmedim, Ömer, niçin kabul etmiyorsun? Senden daha hayırlı olan Hz Yusuf bile kendisinin göreve tayin edilmesini istemiştir" dediğinde, ben; "Yûsuf (as) Peygamber oğludur, dedesi de, onun babası da peygamberdir Ben Ümeyye'nin oğluyum, bilmeden bir şey söylerim korkusu içindeyim Yine bilmeden bir fetva verecek olursam, dayak yemekten korkarım, şerefim lekelenir, elimden malım da alınır" dedim" (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Terc Mehmet Savaş, Istanbul 1985, XII, 36)
Ancak burada Ebû Hureyre'nin doğrudan rüşvete tevessül ettiği söylenemez Akla bile getirilemez Çalışan kişilerin alacağı hediyeleri Ebû Hureyre "câiz" sanmıştır Hz Ömer ise, tüm devlet memurlarının görevleriyle ilgili olarak alacakları hediyelerin "rüşvet" sayılacağı görüşünde idi Bu yüzden Ebû Hureyre'nin bir kısım malını musadere etmiştir
Hz Ömer'in bu uygulamasına dayanarak İslâm fakihleri "Devlet memurlarının kısa zamanda sebebi bilinmeden artan malına yetkililer el koyabilir" demişlerdir Ancak bu el koyma; malların sahipleri bilinir, onlara iade etmek veya beytülmâle koymak amacıyla olursa caizdir Yöneticiler musadereyi kendi israf, lüks ve debdebelerine harcamak veya kişisel servetlerine katmak için yaparlarsa bu caiz değildir Bir de musadere edilecek malın, haksız olarak ve devletin koyduğu yasaklar çiğnenerek edinilmiş olması da şarttır (bk Ibn Âbidîn, age, XII, 34 vd) Ömer b Abdilazız'in, hilâfet makamına geçince, daha önce haksızlıkla ve zorla alınan bir takım beytülmal mallarını sahiplerini tespit ettirerek geri verdiği bilinmektedir Ikinci Ömer'in, devlet memurlarının aldığı hediyelerle ilgili şu sözü meşhurdur: "Rasûlüllah (sas) devrinde "hediye" adını alan şey, günümüzde "rüşvet" niteliğine bürünmüştür" (Buhârî, Hibe, 17; Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966, IX, 202-203; Ahmed Ağırakça, Ömer b Abdilazız, Istanbul 1984 s 153)
Abbasılerin çöküş devrelerinde, el-Müktedir ve el-Mutevekkil gibi bazı halifeler tarafından uygulanan müsadere usûlü ile devlet zararına zenginleşmiş olan nâzır ve diğer memurlardan kendileri ve beytülmal için para temin edilmiştir (Taberî, Tarihu'l-Umem, III,1374) Bu para cezası kimi zaman işkence ile birlikte uygulanır ve toplum böyle bir davranışı yadırgamazdı Bu şekilde görevinden uzaklaştırılan bazı devlet memurlarına yeniden görev verilmesi bunu gösterir Meselâ; Gazneli Mes'ud devrinde, Yınal-Tiğin olayında büyük bir para cezasıyla görevinden uzaklaştırılan bu haznedar sonraları vali olarak Hindistan'a gönderilmiştir Buna benzer şeylerin günlük olaylardan olduğu anlaşılmaktadır Hatta IIIlIX yüzyılda "Divânü'l-musâderât" adıyla bir kamu kuruluşu teşkil edilmiş ve başına diğer divanlarda olduğu gibi bir nâzır getirilmişti (Gardızî, Zeynü'l-Ahbâr, nşr Nazım, s 97)
Osmanlı Imparatorluğunda musadere uygulaması Fatih Sultan Mehmed zamanında başlamıştır Malları ilk musadere olunan vezir-i Âzam Çandarlı Halil paşa ile Yakup ve Mehmet paşalardır Daha sonraları musadere usûlü sırf parasına tamamen değerli devlet adamlarının ve dürüst kişilerin de yok edilmesine sebep olmuş ve bir zulüm aracı haline gelmiştir
Sultan II Mustafa da, savaş harcamalarını karşılamak üzere zenginlerin mallarını musaderede bir sakınca görmemiştir Merkezi yönetimin bu uygulaması, taşra teşkilâtına, beylerbeyi ve mirlivalara cesaret vermiş, onlar tarafından da kendi eyaletlerindeki zenginlerin malına konmak için birçok adamlar öldürülmüştür
Musadere, gayr-i müslim ülkelerde de, uygulanmış; bazı suçluların para ve mallarına el konulmuştur şeklinde ortaya çıkan musadere cezası eski Yunan'da, Roma'da ve Orta Çağ Avrupasında, çeşitli sebep ve şekillerde tek başına veya başka bir ceza ile birlikte ortaya çıkmıştır Meselâ; Fransa'da kral Philippe'le Bel dinsızlik ve ahlâksızlık ile suçlandırdığı Templierleri, büyük servetlerine tamah ederek imha etmiş ve musadere uygulamıştır Yine XIV yüzyılda mâliye bakanı, N Fouquet'yi mahkeme ettirerek, mallarını musâdere ettirmiş idi Fransız ihtilâlinde bazan ilga edilen ve bazan iade edilen ve sık sık rastlanan bu ceza 1810 yılında çıkarılan bir kanunla, yalnız devletin güvenliğini ihlâl ve kalpazanlık suçlarının cezası haline getirilmiş, restoration devrinde, ilk iş olarak musadere ortadan kaldırılmıştır (1814)
Osmanlı devrinde önceleri, devlet malını zimmete geçirenler ve asiler hakkında uygulanan musadere cezası, sonraları, beytülmal'in para darlığına karşı mâli bir önlem haline getirilmek suretiyle kötüye kullanılmıştır Temelde İslâm fakihleri, beytülmal'den gayrı meşru şekilde iktisap edilmiş bir servetin, askere ve sefere tahsis edilmek üzere musaderesine fetva vermişlerdir (Ibn Âbidîn, age, XII, 34 vd; Feyzullah Efendinin fetvası için bk Sahaflar Şeyhizâde Es'ad Efendi, Üss-i Zafer, Istanbul 1241, s 126) Ancak bu uygulama daha ilk zamanlarından itibaren kötüye kullanılmaya başlanmıştır Meselâ; Musa Çelebi'nin Rumeli beylerinden bazılarını öldürüp, mallarını aldığı, hatta zengin bey ve paşalardan birini görünce "filori kokar" diyerek talepte bulunduğu bilinmektedir (Neşri Cihannümâ, Ankara 1957, II, 481) Bedreddin Simavî'ye bağlı olan Börklüce Mustafa'nın Karaburun'daki isyanı Bayezid paşa tarafından bastırıldıktan sonra, o vilâyetin tımar olarak askere dağıtılmasına karar verildiği görülür (Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcu't-Tevârîh, Istanbul 1279, I, 298) Bu çeşit muamelelerde ulemânın görüşüne başvurulduğuna, örnek olmak üzere, Mevlânâ Haydar Herevî'den "Bedreddin'in katli helâl, malı haramdır" şeklinde bir fetva alındığını örnek gösterilebilir (Neşrî, age, II, 546)
Musadere, zulüm ve irtikabından şüphe edilen veya serveti ile dikkatı çeken devlet büyükleri hakkında uygulanırken, sonraları böyle bir töhmet söz konusu olmaksızın eceli ile veya idam yoluyla ölenler hakkında da kullanılmaya başlandı Musadereye maruz kalan memur önce teftiş edilir, paraların yerini söyletmek için bazan hapis ve zorlama gibi yollara başvurulurdu El konulan para veya malların bedeli beytülmale intikal ettirilir; böylece mirasçılar bu servetten mahrum bırakılırdı
944/1586'da defterdar Burhaneddin Efendi, birden zengin olduğu için, Çavuşbaşı Hızır Ağa'nın teftişi ile, 25 yük akçelik bir musadereye uğramış, 995/1587'de vefat eden Kapudânıderya Kılıç Ali Paşa'nın büyük serveti, Defterdar Ibrahim Efendi'nin yazımı ile, hazıneye alınmış idi Bu musaderede satışı uzun süren eşyanın bedeli savaş harcamalarına tahsis olunduğu gibi, beşyüzbin altın nakdi de hazıneye mâl edilmiştir (J VHammer, VII, 249; M Cavid Baysun, "Musadere" maddesi, IA)
Sonunda bütün bu musadere uygulamalarının toplum üzerinde uyandırdığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, batı dünyasını iyi tanıyan ve o sırada hariciye nezaretini idare etmekte olan Mustafa Reşid Paşa 1838'de Bâbıâli'de vekillerle görüştükten sonra önemli bir teşebbüse girişti Önce vergi adaletini sağladı Rüşvet, angarya ve musaderenin kaldırılmasını içeren önemli bir takım esaslar belirledi Örnek ve tecrübe olarak Bursa ve Gelibolu'da emlâkler tahrire (yazım) bağlandı Böyle bir islahat projesinden hoşnut kalmayan II Mahmud, rivayete göre, dahiliye nazırı Âkif Paşa'nın teşviki ile, teşebbüsü durdurup, Reşid Paşa'yı Londra elçiliğine gönderdi Reşid Paşa, II Mahmud'u istihlâf ederek, tahta çıkan Abdülmecid'in geniş ölçüde güvenirliğini kazanarak reform konusunda, onu ikna etmeyi başarmış ve bu sayede tanzimat fermanını kaleme alıp; mal, can, ırz ve nâmus güvenirliğinin tesis edildiğini ilân etmiştir (Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, Istanbul 1939, 43; C Baysun Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat, Istanbul 1940, I, 723-756)