faruk islam
Özel Üye
MÜŞRİKARAPLARIN BAZI MEŞHUR PUTLARI
Lât
Lât'ınbulunduğu yer Taif'ti. Beni Sakif bu Tanrı'ya öylesine bağlıydı ki, YemenValisi Ebrehe, aralarında fillerin bulunduğu ordusuyla Mekke'ye yürüdüğüsırada Taifliler, bu tanrının pulunu korumak ve onların Kâbe'ye gitmelerinisağlamak için düşman kuvvetlerine ellerinden gelen yardımı sağladılar. Halbuki,bütün Araplar gibi Benî Sakîf de, Kâbe'nin Allah'ın evi olduğuna inanırlardı.Lât'ın anlamı konusunda ulema arasında ihtilâf vardır. İbn Cerir Taberi'nintetkiklerine göre, Lât, Allah kelimesinin femini (müennesi)dir. Yani,"Allahün" kelimesi erkeği, "Allahatun" kelimesi dedişisini belirtmektedir. Zemahşeri'ye göre Lât kelimesinin kökü "leva"ve "yelvî"dır, ki dönmek ve birinin önünde eğilmek anlamına gelirler.Müşrikler buna ibadet ettiği, önünde eğildiği ve tavaf ettiği için kendisineLât denilmiştir. İbni Abbas ise buna "Latt" derdi ve bunun"letteyelitlü" kökünden geldiğine inanırdı. Bu kelimeler, bulaştırmakbulandırmak ve batırmak anlamına gelirler. İbn Abbas ile Mücâhid, Lât'inaslında Taif yakınlarında tepe ve kayalıklarda yaşayan bir kişi olduğunu veoradan gelip geçenlere yiyecek ve içecek verdiğini, öldükten sonra da kendisi içinbir anıt dikildiğini beyan etmekledirler. Gerçi bu beyan, İbni Abbas ve Mücahidgibi çok değerli zâtlarındır, ama bunu kabul etmekte tereddütlüyüz. Bunun ikisebebi vardır: Birincisi, Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu puta veya heykele Lattdeğil, Lât denilmiştir. İkincisi, Kur'ân-ı Kerim Lât ve diğer iki tanrınınkadın olduğunu belirtiyor, oysa İbn Abbas ile Mücahid'in rivâyetlerine görekendisinin erkek olduğu anlaşılıyor.
Uzza
Uzza'nınkökü izzet (namus, iffet)'tir. Dolayısıyla, Uzza, "izzetli" veya"namuslu" demektir. Bu, Kureyş kabilesinin en büyük tanrıçasıydı. Butanrıçanın mabedi, Mekke ile Taif arasında Nahle vadisinde Hürâz mevkiindeidi. Ben-i Hâşim'in müttefikleri olan Ben-i Şeybân bu tanrıçanın koruyucularıydı.Kureyş ve diğer aşirete mensup olanlar bu tanrıçaya ibadet ediyor, dilek veistekte bulunuyorlardı. Ayrıca her türlü armağan verir ve kurban keserlerdi.İbn Hişam'ın rivâyetine göre, Ebû Uheyye ölüm döşeğinde son nefesini verirkenEbû Leheb ziyaretine gitti. Baktı ki Ebû Uheyye ağlıyor, sebebini sordu:"Ebû Uheyye, nedir bu senin halin? Ölümden mi korkuyorsun?" EbûUheyye dedi ki: "Vallahi Ebû Leheb, ben ölümden korkmuyorum. Beni üzen,benden sonra Uzza'nın bakımının yapılıp yapılmayacağıdır." Ebû Leheb dededi ki, "arkadaş, sen canını üzme, bu tanrıçaya ibadet ve korunmasısenin hayatına bağlı değildir." Ebû Uheyye bunun üzerine rahat nefes aldıve sükûnet içinde son nefesini verdi.
Menat
Menattanrıçasının mabedi Mekke ile Medine arasında, Kızıldeniz sahilinde Kudeydmevkiinde idi. Bu tanrıçaya özellikle Beni Hüzâ'a, Evs ve Hazreç'e mensupolanlar bağlıydı. Bu tanrıça için hac ve tavaf yapılırdı ve kurbanlarkesilirdi. Hac mevsiminde, hacılar Kabe'de Beytullah'ı tavaf ettikten sonra,Arafat ve Mina'ya geçer ve oradan Menât'ı ziyaret etmeye giderlerdi. Butanrıçayı tavaf etme niyetini önceden yapmış olanlar ise, Safa ve Mervearasında koşmazlardı.
NûhKavminin Putları
Kur'ân-ıKerim'in Nûh suresinde, Arapların sonradan tapmaya başladıkları Nûh kavmine aitolan bazı tanrı, tanrıça ve putların isimleri vardır. İslâmiyet'in doğuşundanönce bu putlar için Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde mabedler yapılmıştı.Araplar, Nûh tufanından kurtulmuş olan bazı kimselerden, eski tanrı vetanrıçalarının adlarını öğrenmiş olabilirler. Nûh kavminde tekrar şirk başgösterince veya evlâtlarından putperestlikle ilgili inanç ve fikirler dahasonraki kuşaklara geçince çeşitli putlar yapılmış ve tapmaklar inşa edilmişolabilir. Nûh kavminin belli başlı putları şunlardı:
Vedd
Vedd, Kudâ'akabilesinin bir kolu olan Ben-i Kelb bin Vebre'nin tanrısıydı. Bu tanrınınmabedi Dûmet-ul Cendel'de idi. Arabistan'dan çıkarılan kitabelerde bu tanrınınismi Veddem Ebem (Vedd Baba) olarak geçmiştir. Kelbî'ye göre Vedd'in putu, devve heybetli bir erkek gibiydi. Kureyşliler de Vedd'i tanrı olarak kabulediyorlardı ve çeşitli heykellerini yapmışlardı. Kureyşliler buna"Vudd" derlerdi. Tarihte bir kişinin adı Abd-i Vudd (Vudd'un kulu)olarak kaydedilmiştir.
Suvâ'
Bu, Hüzeylkabilesinin tanrıçasıydı. Heykeli de bir kadın gibiydi. Bunun mabedi, Yenbuyakınlarında Rubât mevkiinde idi.
Yeğûs:
Yeğûs, Taykabilesinin bir kolu olan En'um ve Mezhic kabilesinin bazı kollarınınmabuduydu. Mezhicliler, bunun putunu Yemen ile Hicâz arasında Cürş mevkiindeyapmışlardı. Bu put bir aslan şeklinde idi. Kureyşlilerden bazılarının Abd-iYeğûs olduğu tesbit edilmiştir.
Ye'ûk
Ye'ûk,Yemen'in Hemdan bölgesinde yaşayan Hemdan kabilesinin bir kolu olanHayvanlıların tanrısıydı. Bunun heykeli at şeklinde idi.
Nesr
Bu, Himyerbölgesinde yaşayan aynı ismi taşıyan kabilenin Âl-i Zül-Kula' kolunun mabuduyduve Belha' yakınlarında bir akbaba şeklinde putu vardı. Sabâ (Sebe')'dançıkarılan kitabelere göre bunun adı "Nesûr"du. Sabahlar, Nesûr'unmabedine Nesûr Tapınağı ve buranın kâhinlerine Nesûr sahipleri derlerdi.Arabistan'da çeşitli bölgelerde bulunan tarihi kalıntılar ve harabelerdetapınaklar üzerinde çok sayıda akbaba heykeli ve kabartmaları görülmüştür.
MeşhurBa'al Tanrısı
"O engüzel yaratanı bırakıp da, Bal'a (puta) mı tapıyorsunuz? (Sâffât; 125)
Ba'al'ınsözlük anlamı "ağa", "efendi", "reis" ve"sahip"tir. Bu kelime kocalar için de kullanılıyor. Nitekim, Kur'ân-ıKerîm'de çeşitli yerlerde bu kelime bu anlamda kullanılmıştır. (Meselâ, Bakarasuresi, âyet; 228, Nisa suresi, âyet; 127, Hûd sûresi, âyet; 72 ve Nûr sûresi;âyet: 31'e bakın.) Fakat eski çağlarda Sami kavmi bu kelimeyi tanrı veya ilâhanlamında kullanırlardı ve Ba'al bir tanrının adıydı. Bu, özellikle Lübnan'dayaşamış olan Fenikelilerin en büyük ilâhıydı. Bu tanrının karısı, Istârât iseFenikeliler'in en büyük tanrıçasıydı. Tarihçi ve araştırmacılar arasında,Bâal'ın güneş mi yoksa Jüpiter mi, Istârât'ın da ay mı yoksa venüs mü anlamınageldiği konusunda ihtilaf vardır. Fakat, Ba'al'ın Babil'den Mısır'a kadarOrtadoğu'nun önemli bir bölümünde, özellikle, Lübnan, Suriye ve Filistin'de genişhalk kitleleri tarafından tapınılan bir tanrı olduğu tarihte sabittir, İsrailoğulları, Mısır'ı terk ederek Filistin'e ve Ürdün'e yerleştikten sonra yerlimüşriklerle akrabalıklar kurunca ve sosyal bağlarım genişletince kendileri deputperestliğe esir düştüler. Bundan sonra İsraillilerin önemli bölümü daBa'al'ı tanrı olarak kabul etmeye başladı, İncil'in ifadesine göre, İsrailoğulları arasında bu yozlaşma ve bozulma, Hz. Musa (a.s.)'nın ilk halifesi Hz.Yûşâ' bin Nun'un vefatından sonra belirgin bir hal aldı:
"Veİsrail oğulları, Allah'ın önünde kötülüğe ve Ba'alim'e tapmaya başladılar... veonlar Hüdâvend'i terk edip Ba'al ve lstârât'a ibadet etmeyebaşladılar." (Kuzât; 2: 11-13)
"Veİsrail oğulları, Ken'anın, Hitit, Âmur, Firizzi, Havi ve Yebusiler arasınayerleştiler. Onların kızlarıyla evlendiler ve kendi kızlarını da onlaravermeye başladılar. Ve onların ilâhlarına ibadet etmeye başladılar."(Kuzât; 2: 5-6)
İsrailoğulları arasında Ba'al'a tapmak öylesine yaygınlaşmıştı ki, İncil'inrivâyetine göre, köylerinden birinde Ba'al'a adanmış bir mezbaha kurulmuştu.Bu mezbahada kurbanlar kesilirdi. Dindar İsraillilerden biri bu duruma tahammüledemedi ve bir gün bu mezbahayı yıkıverdi. Ertesi gün halk galeyana geldi vekurban yerini yıkan kişinin derhal yakalanıp cezalandırılmasını istemeyebaşladı. İsrail oğulları arasındaki bu şirk, Hz. Samuel, Talût, Hz. Dâvûd veHz. Süleyman (a.s.) tarafından büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. İsrail oğullarıbir süre için tek Allah'a itaat etmeye başladılar. Ne var ki, Hz. Süleyman'ınvefâtından bir süre sonra İsrail oğulları arasında şirk fitnesi yeniden başgösterdi ve özellikle Filistin'in kuzey bölgelerinde Ba'al'a ibadet etmegeleneği yeniden başladı.
Lât
Lât'ınbulunduğu yer Taif'ti. Beni Sakif bu Tanrı'ya öylesine bağlıydı ki, YemenValisi Ebrehe, aralarında fillerin bulunduğu ordusuyla Mekke'ye yürüdüğüsırada Taifliler, bu tanrının pulunu korumak ve onların Kâbe'ye gitmelerinisağlamak için düşman kuvvetlerine ellerinden gelen yardımı sağladılar. Halbuki,bütün Araplar gibi Benî Sakîf de, Kâbe'nin Allah'ın evi olduğuna inanırlardı.Lât'ın anlamı konusunda ulema arasında ihtilâf vardır. İbn Cerir Taberi'nintetkiklerine göre, Lât, Allah kelimesinin femini (müennesi)dir. Yani,"Allahün" kelimesi erkeği, "Allahatun" kelimesi dedişisini belirtmektedir. Zemahşeri'ye göre Lât kelimesinin kökü "leva"ve "yelvî"dır, ki dönmek ve birinin önünde eğilmek anlamına gelirler.Müşrikler buna ibadet ettiği, önünde eğildiği ve tavaf ettiği için kendisineLât denilmiştir. İbni Abbas ise buna "Latt" derdi ve bunun"letteyelitlü" kökünden geldiğine inanırdı. Bu kelimeler, bulaştırmakbulandırmak ve batırmak anlamına gelirler. İbn Abbas ile Mücâhid, Lât'inaslında Taif yakınlarında tepe ve kayalıklarda yaşayan bir kişi olduğunu veoradan gelip geçenlere yiyecek ve içecek verdiğini, öldükten sonra da kendisi içinbir anıt dikildiğini beyan etmekledirler. Gerçi bu beyan, İbni Abbas ve Mücahidgibi çok değerli zâtlarındır, ama bunu kabul etmekte tereddütlüyüz. Bunun ikisebebi vardır: Birincisi, Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu puta veya heykele Lattdeğil, Lât denilmiştir. İkincisi, Kur'ân-ı Kerim Lât ve diğer iki tanrınınkadın olduğunu belirtiyor, oysa İbn Abbas ile Mücahid'in rivâyetlerine görekendisinin erkek olduğu anlaşılıyor.
Uzza
Uzza'nınkökü izzet (namus, iffet)'tir. Dolayısıyla, Uzza, "izzetli" veya"namuslu" demektir. Bu, Kureyş kabilesinin en büyük tanrıçasıydı. Butanrıçanın mabedi, Mekke ile Taif arasında Nahle vadisinde Hürâz mevkiindeidi. Ben-i Hâşim'in müttefikleri olan Ben-i Şeybân bu tanrıçanın koruyucularıydı.Kureyş ve diğer aşirete mensup olanlar bu tanrıçaya ibadet ediyor, dilek veistekte bulunuyorlardı. Ayrıca her türlü armağan verir ve kurban keserlerdi.İbn Hişam'ın rivâyetine göre, Ebû Uheyye ölüm döşeğinde son nefesini verirkenEbû Leheb ziyaretine gitti. Baktı ki Ebû Uheyye ağlıyor, sebebini sordu:"Ebû Uheyye, nedir bu senin halin? Ölümden mi korkuyorsun?" EbûUheyye dedi ki: "Vallahi Ebû Leheb, ben ölümden korkmuyorum. Beni üzen,benden sonra Uzza'nın bakımının yapılıp yapılmayacağıdır." Ebû Leheb dededi ki, "arkadaş, sen canını üzme, bu tanrıçaya ibadet ve korunmasısenin hayatına bağlı değildir." Ebû Uheyye bunun üzerine rahat nefes aldıve sükûnet içinde son nefesini verdi.
Menat
Menattanrıçasının mabedi Mekke ile Medine arasında, Kızıldeniz sahilinde Kudeydmevkiinde idi. Bu tanrıçaya özellikle Beni Hüzâ'a, Evs ve Hazreç'e mensupolanlar bağlıydı. Bu tanrıça için hac ve tavaf yapılırdı ve kurbanlarkesilirdi. Hac mevsiminde, hacılar Kabe'de Beytullah'ı tavaf ettikten sonra,Arafat ve Mina'ya geçer ve oradan Menât'ı ziyaret etmeye giderlerdi. Butanrıçayı tavaf etme niyetini önceden yapmış olanlar ise, Safa ve Mervearasında koşmazlardı.
NûhKavminin Putları
Kur'ân-ıKerim'in Nûh suresinde, Arapların sonradan tapmaya başladıkları Nûh kavmine aitolan bazı tanrı, tanrıça ve putların isimleri vardır. İslâmiyet'in doğuşundanönce bu putlar için Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde mabedler yapılmıştı.Araplar, Nûh tufanından kurtulmuş olan bazı kimselerden, eski tanrı vetanrıçalarının adlarını öğrenmiş olabilirler. Nûh kavminde tekrar şirk başgösterince veya evlâtlarından putperestlikle ilgili inanç ve fikirler dahasonraki kuşaklara geçince çeşitli putlar yapılmış ve tapmaklar inşa edilmişolabilir. Nûh kavminin belli başlı putları şunlardı:
Vedd
Vedd, Kudâ'akabilesinin bir kolu olan Ben-i Kelb bin Vebre'nin tanrısıydı. Bu tanrınınmabedi Dûmet-ul Cendel'de idi. Arabistan'dan çıkarılan kitabelerde bu tanrınınismi Veddem Ebem (Vedd Baba) olarak geçmiştir. Kelbî'ye göre Vedd'in putu, devve heybetli bir erkek gibiydi. Kureyşliler de Vedd'i tanrı olarak kabulediyorlardı ve çeşitli heykellerini yapmışlardı. Kureyşliler buna"Vudd" derlerdi. Tarihte bir kişinin adı Abd-i Vudd (Vudd'un kulu)olarak kaydedilmiştir.
Suvâ'
Bu, Hüzeylkabilesinin tanrıçasıydı. Heykeli de bir kadın gibiydi. Bunun mabedi, Yenbuyakınlarında Rubât mevkiinde idi.
Yeğûs:
Yeğûs, Taykabilesinin bir kolu olan En'um ve Mezhic kabilesinin bazı kollarınınmabuduydu. Mezhicliler, bunun putunu Yemen ile Hicâz arasında Cürş mevkiindeyapmışlardı. Bu put bir aslan şeklinde idi. Kureyşlilerden bazılarının Abd-iYeğûs olduğu tesbit edilmiştir.
Ye'ûk
Ye'ûk,Yemen'in Hemdan bölgesinde yaşayan Hemdan kabilesinin bir kolu olanHayvanlıların tanrısıydı. Bunun heykeli at şeklinde idi.
Nesr
Bu, Himyerbölgesinde yaşayan aynı ismi taşıyan kabilenin Âl-i Zül-Kula' kolunun mabuduyduve Belha' yakınlarında bir akbaba şeklinde putu vardı. Sabâ (Sebe')'dançıkarılan kitabelere göre bunun adı "Nesûr"du. Sabahlar, Nesûr'unmabedine Nesûr Tapınağı ve buranın kâhinlerine Nesûr sahipleri derlerdi.Arabistan'da çeşitli bölgelerde bulunan tarihi kalıntılar ve harabelerdetapınaklar üzerinde çok sayıda akbaba heykeli ve kabartmaları görülmüştür.
MeşhurBa'al Tanrısı
"O engüzel yaratanı bırakıp da, Bal'a (puta) mı tapıyorsunuz? (Sâffât; 125)
Ba'al'ınsözlük anlamı "ağa", "efendi", "reis" ve"sahip"tir. Bu kelime kocalar için de kullanılıyor. Nitekim, Kur'ân-ıKerîm'de çeşitli yerlerde bu kelime bu anlamda kullanılmıştır. (Meselâ, Bakarasuresi, âyet; 228, Nisa suresi, âyet; 127, Hûd sûresi, âyet; 72 ve Nûr sûresi;âyet: 31'e bakın.) Fakat eski çağlarda Sami kavmi bu kelimeyi tanrı veya ilâhanlamında kullanırlardı ve Ba'al bir tanrının adıydı. Bu, özellikle Lübnan'dayaşamış olan Fenikelilerin en büyük ilâhıydı. Bu tanrının karısı, Istârât iseFenikeliler'in en büyük tanrıçasıydı. Tarihçi ve araştırmacılar arasında,Bâal'ın güneş mi yoksa Jüpiter mi, Istârât'ın da ay mı yoksa venüs mü anlamınageldiği konusunda ihtilaf vardır. Fakat, Ba'al'ın Babil'den Mısır'a kadarOrtadoğu'nun önemli bir bölümünde, özellikle, Lübnan, Suriye ve Filistin'de genişhalk kitleleri tarafından tapınılan bir tanrı olduğu tarihte sabittir, İsrailoğulları, Mısır'ı terk ederek Filistin'e ve Ürdün'e yerleştikten sonra yerlimüşriklerle akrabalıklar kurunca ve sosyal bağlarım genişletince kendileri deputperestliğe esir düştüler. Bundan sonra İsraillilerin önemli bölümü daBa'al'ı tanrı olarak kabul etmeye başladı, İncil'in ifadesine göre, İsrailoğulları arasında bu yozlaşma ve bozulma, Hz. Musa (a.s.)'nın ilk halifesi Hz.Yûşâ' bin Nun'un vefatından sonra belirgin bir hal aldı:
"Veİsrail oğulları, Allah'ın önünde kötülüğe ve Ba'alim'e tapmaya başladılar... veonlar Hüdâvend'i terk edip Ba'al ve lstârât'a ibadet etmeyebaşladılar." (Kuzât; 2: 11-13)
"Veİsrail oğulları, Ken'anın, Hitit, Âmur, Firizzi, Havi ve Yebusiler arasınayerleştiler. Onların kızlarıyla evlendiler ve kendi kızlarını da onlaravermeye başladılar. Ve onların ilâhlarına ibadet etmeye başladılar."(Kuzât; 2: 5-6)
İsrailoğulları arasında Ba'al'a tapmak öylesine yaygınlaşmıştı ki, İncil'inrivâyetine göre, köylerinden birinde Ba'al'a adanmış bir mezbaha kurulmuştu.Bu mezbahada kurbanlar kesilirdi. Dindar İsraillilerden biri bu duruma tahammüledemedi ve bir gün bu mezbahayı yıkıverdi. Ertesi gün halk galeyana geldi vekurban yerini yıkan kişinin derhal yakalanıp cezalandırılmasını istemeyebaşladı. İsrail oğulları arasındaki bu şirk, Hz. Samuel, Talût, Hz. Dâvûd veHz. Süleyman (a.s.) tarafından büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. İsrail oğullarıbir süre için tek Allah'a itaat etmeye başladılar. Ne var ki, Hz. Süleyman'ınvefâtından bir süre sonra İsrail oğulları arasında şirk fitnesi yeniden başgösterdi ve özellikle Filistin'in kuzey bölgelerinde Ba'al'a ibadet etmegeleneği yeniden başladı.