NEBE SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
Konusu
Sûrede, Kur’ân-ı Kerîm’den ve onun verdiği en büyük haber olan kıyâmetten bahisle söze başlanır. Bir yönüyle Allah’ın kudretinin yüceliğini gösteren işaret, bir yönüyle de kullar için büyük nimet olan varlık ve hâdiselere değinilir. Bunları yaratan kudretin, âhiret hayatını var etmeye elbette muktedir olduğuna işaret edilerek, kıyâmet ve cehennemden dehşetli, ibretli sahneler aktarılır. Buna mukâbil, gönülleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanan nimetler hatırlatılır. Âhiretin gerçekliği bir kez daha vurgulanarak, insanlık yakında başlarına gelecek korkunç bir azaba karşı uyarılır, imana davet edilir.
Mekke döneminde inen bütün surelerde olduğu gibi, bu surede de ahiret hayatından ve kıyametten şüphe içerisinde olan Mekkeli müşriklere, başlarına mutlaka gelecek olan o günün dehşetli anları tablolar halinde sunularak "ah keşke." dememeleri için şimdiden hakka dönüp Muhammed (s.a.s)'in getirdiği ilkelere uymaya çağrılmaktadırlar. Resulullah'ın tebliğinde üç ana ilke vardı: Allah'dan başka ilahlara tapmamak, Muhammed (s.a.s)'in O'nun kulu ve elçisi olduğunu kabul etmek, bu geçici dünya hayatının ardından ebedî bir ahiret yurdunun var olduğu ve insanların bu dünyada yaptıklarının karşılığını orada ceza veya mükâfat olarak görecekleri gerçeğine iman etmek. Mekkeliler bu üç ilkeye de karşı çıkıyorlardı. Onlar, Allah'ı yaratıcı, rızık verici, gören, bilen, gözeten olarak kabul etmelerine rağmen, dünyadaki hayatlarına yön vermesine tahammül edemiyorlar, bu konuda atalarının ve önde gelenlerin, tağutların yolunu izliyorlardı. Muhammed'in peygamberliğini de bir türlü anlamlandıramıyorlardı. Onların inancına göre bir peygamber ya melek olmalı ya hiç değilse toplumun ileri gelen zenginlerinden seçilmeliydi. Muhammed (s.a.s) onlar için iyi, ahlâklı dürüst biriydi ama, peygamber olacak kadar zengin değildi. Onlar, ölümün yokluk olduğuna inanıyor, ikinci bir hayatın varlığına akıl erdiremiyor, akılları bunu kavrayamıyor ve "Çürüyen vücudumuz toz-toprak olduktan sonra tekrar mı dirilecek" (el-Vâkıa, 56/97) diye peşin hükümler veriyorlardı. İşte sure, onların bu inançlarını değiştirmek için örnek üzerine örnek veriyor; onların gözlerini göğe, yeryüzüne, dağlara, geceye, gündüze, güneşe, yıldızlara, bulutlara, yağmurlara, kuru topraktan çıkan rengarenk bağ-bahçeye, çift çift canlılara çeviriyor; belki bunlardan kıyasla Allah'ın, ölümden sonra tekrar diriltmesinin, zannettikleri kadar zor olmadığını anlatmak istiyor:
"Yapmadık mı biz, yeryüzünü bir beşik; dağları birer kazık? Ve çift çift yarattık sizi. Uykunuzu dinlenme, geceyi bir elbise, gündüzü ise çalışıp geçiminizi kazanma zamanı yaptrk. Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Parıl parıl parlayan bir lamba astık. Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik, ki onunla taneler, bitkiler ve bir birine sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım" (6-16).
Bunun peşinden dünya gözüyle görebilecekleri çeşitli ibretli manzaralar gösterildikten sonra, o inkâr edip durdukları, kıyamet gününün şiddetli olaylarının ayrıntılı bir tasviri yapılmaktadır: Muhakkak ki hüküm günü belirlenmiş vakittir. O gün sura üflenir de bölük bölük gelirsiniz. Gök açılmış, kapı kapı olmuştur. Dağlar yürütülmüş, bir serap olmuştur. Cehennem de durmadan gözetlemektedir. Azgınların varacağı yerdir. Orada çağlar boyu kalacaklardır; orada ne bir serinlik ne de içilerek bir şey tatmazlar. Yalnız kaynar su ve irin içerler" (17-25). Bütün bu cezaların nedeni ise, onların dünyada iken böyle bir hesap görüleceğini yalanlamalarıdır. Onlar, kendilerine sunulan Allah'ın ayetlerini de tamamen yalanlamışlardı. Buna karşın Allah Tealâ'da herşeyi sayıp, yazdırmıştı. Madem ki böyle bir günün varlığım inkâr etmiştiniz, o halde kesin bir bilgiyle inanasınız diye "Tadın artık. Size azabtan başka birşey arttırmayacağız" (30) denilecektir. Ama o gün henüz gelip çatmış değilken, bu gerçeğe uyar, Allah'dan gereği gibi korkarsanız, siz de ahirette azab yerine, "takva sahipleri için olan kurtuluş"dan (31) faydalanırsınız. Eğer bunu yaparsanız, sizin için orada; "bahçeler bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar, dolu dolu kadehler vardır" (32-34). Oraya gidenler; "ne boş söz ne de yalan işitmezler" (35). Bütün bu nimetler ise yaptıklarınızın karşılığı olarak Rabbinizin size vereceği bir lütuf ve bağıştır. Yoksa sizler bu kadar nimeti, Allah'ın lütfu olmasa elde edemezsiniz.
Ahiretteki acı ve mutlu son ve bunun yolu açıklandıktan sonra süre, uyarının tekrarlanmasıyla sona eriyor:
O gün ruh ve melekler sıra sıra dururlar. Rahmanın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. Rahmanın konuşmasına izin verdiği de ancak doğruyu söyler. İşte bu hak gündür. Artık dileyen Rabbine varan bir yol tutar. Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. O gün kişi ellerinin yapıp öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir, keşke ben daha önce toprak olsaydım der" (38-40).
Hakkında
Nebe’ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 40 âyettir. İsmini, ikinci âyette geçen “mühim haber” mânasına gelen اَلنَّبَأُ (nebe’) kelimesinden alır.عَمَّ (Amme), اَلتَّسَائُلُ (Tesâül) ve اَلْمُعْصِرَاتُ (Mu‘sırât) isimleriyle de anılır. Bu sûreyle başlayan Kur’ân-ı Kerîm’in son cüzü, “Amme cüzü” olarak bilinir. Mushaf tertîbine göre 78, iniş sırasına göre ise 80. sûredir. Kur'an-ı Kerim'in yetmiş sekizinci suresi. Kırk ayet, yüz yetmiş üç kelime ve yedi yüz yetmiş harften ibarettir. Fasılası "elif ', "mim" ve "nun" harfleridir. Mekkî surelerden olup, Mearic süresinden sonra nazil olmuştur. Adını "Kıyamet ve ahiret gününden haber" anlamındaki, "en-Nebe"' kelimesinden almıştır.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yetmiş sekizinci, iniş sırasına göre sekseninci sûredir. Meâric sûresinden sonra, Nâziât sûresinden önce Mekke’de inmiştir.