On Yedinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Haşiye 2 .
Oynattırıyorlar zülüfvârî küçük dallarını ve onunla temâşâ edenlere de latîf şevklerini ve ulvî zevklerini ihtar ediyorlar.
.
Aşkın "hay huy" perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar. Nüsha

.
Fikre şu vaziyetten şöyle bir mânâ geliyor: Mecâzî muhabbetlerin zevâl elemiyle gelen ağlayış, hem derinden derine hazin bir enîni ihtar ediyorlar.
.
Mahmud'ların, yani Sultan Mahmud gibi mahbubundan ayrılmış bütün âşıkların başlarında, hüznâlûd mahbublarının nağmesinin tarzını işittiriyorlar.
.
Dünyevî sadâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere; ezelî nağmeleri, hüznengîz sadâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.
.
Ruh ise şu vaziyetten şöyle anladı ki: Eşya, tesbihât ile Sâni-i Zülcelâlin tecelliyât-ı esmâsına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir; geliyor.
.
Kalb ise, şu her biri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr-ı tevhidi, bu i'câzın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yani, hilkatlerinde o derece hârika bir intizam, bir san'at, bir hikmet vardır ki, bütün esbâb-ı kâinat birer fâil-i muhtar farz edilse ve toplansalar, taklid edemezler.

Haşiye 2: Şehnâz-ı Çelkezî, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.
Nüsha: Bu nüsha mezaristandaki ardıç ağacına bakar: .
 
Nefis ise, şu vaziyeti gördükçe, bütün rûy-i zemin velveleâlûd bir zelzele-i firâkta yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâkî aradı; "Dünyaperestliğin terkinde bulacaksın" mânâsını aldı.
. .
Akıl ise, şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebât ve havadan gayet mânidar bir intizam-ı hilkat, bir nakş-ı hikmet, bir hazîne-i esrar buluyor; herşey çok cihetlerle Sâni-i Zülcelâli tesbih ettiğini anlıyor.
.
Hevâ-i nefs ise, şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvâk-ı mecâzîyi ona unutturup, o hevâ-i nefsin hayatı olan zevk-i mecâzîyi terk etmekle, bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.
.
Hayal ise, görüyor; güyâ şu ağaçların müekkel melâikeleri ağaçların müekkel melâikeler içlerine girip, herbir dalında çok neyler takılan ağaçları cesed olarak giymişler, güyâ Sultan-ı Sermedî, binler ney sadâsıyla muhteşem bir resm-i küşâdda, onlara onları giydirmiş ki, o ağaçlar câmid, şuursuz cisim gibi değil, belki gayet şuurkârâne mânidar vaziyetleri gösteriyorlar.
.
İşte o neyler, semâvî, ulvî bir mûsıkîden geliyor gibi sâfî ve müessirdirler. Fikir o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürât-ı Rahmâniyeyi ve tahmîdât-ı Rabbâniyeyi işitiyor.
.
Mâdem ağaçlar, birer cesed oldu; bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek her biri, binler dilleri ile, havanın dokunmasıyla "Hû, Hû" zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyâtıyla Sâniinin Hayy-ı Kayyûm olduğunu ilân ediyorlar.
 
.
Çünkü, bütün eşya Lâ ilâhe illâ Hû -1- deyip, kâinatın azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.
.
Vakit bevakit lisân-ı istidad ile Cenâb-ı Haktan hukuk-u hayatını "Yâ Hak!" deyip, hazîne-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da hayata mazhariyetleri lisâniyle "Yâ Hayy" ismini zikrediyorlar.
.
. -2-
1- Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.
2- Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. âmin.
 
[Bir vakit Barla'da Çam Dağında yüksek bir mevkîde, gecede semânın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar, birden hutûr etti. Yıldızların lisân-ı hal ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış. Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.]
YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNÂME
Dinle de yıldızları şu hutbe-i şîrînine,
Nâme-i nûrunu Hikmet, bak ne takrîr eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisâniyle derler:
"Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i Sultanına.
Birer bürhan-ı nurefşânız vücud-u Sânia,
Hem vahdete, hem kudrete şâhidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nâzenin mu'cizatı çün melek seyrânına;
Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz. Haşiye
Tûbâ-i hilkatten semâvât şıkkına, hep, Kehkeşân ağsânına;
Bir Cemîl-i Zülcelâlin, dest-i hikmetle takılmış pek güzel meyveleriyiz biz.
Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar, birer hâne-i devvar, birer ulvi âşiyâne;
Birer misbâh-ı nevvar, birer gemi-i Cebbâr, birer tayyareleriz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birer mu'cize-i kudret,
Birer hârika-i san'at-ı Hâlıkâne, birer nâdire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüz bin dil ile, yüz bin bürhan gösteririz; işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü; hak söyleyen âyetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir; Rabbimize musahharız. Müsebbîhiz; zikrederiz âbidâne.
Kehkeşânın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz." dediklerini hayalen dinledim.

Haşiye: Yani Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezrâcığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizât-ı Kudret teşhir edildiğinden Semâvât âlemindeki melâikeler o mu'cizât-ı, o hârikaları temâşâ ettikleri gibi, ecrâm-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızların dahi, güyâ, melâikeler gibi, zemin yüzündeki nâzenin mesnuâtı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat hârikaları bâki bir surette Cennette dâhi müşâhede ediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar. Yani o iki âleme nezâretleri var demektir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst