Onuncu Risale

MURATS44

Özel Üye
İ'lem eyyühe'l-aziz! Mesela, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair ita-i malümat eden adama, bütün mamelekini ona feda etmeye hazırsın. Amma daire-i mülkünde bir arı hükmünde bulunan kamerin Halıkından haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azim meselelere dair malümat ita eden ve seni manevi perişaniyetlerden, dalaletlerden kurtarıp kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye imanla maülhayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran ve Halıkın marziyatını, metalibini tarif eden ve Sultan-ı Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahman'ı dinlemeye ve o Muhbir-i Sadıka imanla teslim olmaya mani olan nefsin heva ve hevesini terk etmiyorsun.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Görüyoruz ki, Sani-i Hakim, kemal-i hikmetiyle, pek adi şeylerden pek harika, mucize-i mensucat yapıyor. Ve keza, abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere, bir ferdi envaen vazifelerle tavzif ediyor. Hatta, insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddi birşeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tür büyüklüğünde olması lazım gelirdi ki, ashab-ı vezaife yer olsun.
Ve keza, lisan sair vezaifiyle beraber, erzak hazinesine ve kudretin mutfağında pişirilen bütün taamlara müfettiştir. Ve bütün taamların tatlarını yakin eden, bilen bir ehl-i vukuftur.
İ'lem eyyühe'l-aziz! hakimiyeden anlaşılıyor ki, zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyaleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, alemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Eyleyse, bu fani dünyada mevt, fena, devair-i gaybiyede safi bir bekaya intikal ederek baki kalır. Evet, rivayetlerde vardır ki, "İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler."
İ'lem eyyühe'l-aziz! Görüyoruz ki, Sani-i Hakimin, efrad ve cüz'iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet, hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi, kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, alemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardır. Cenab-ı Hakkın şu tefennünde takip ettiği hikmet:
1. Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.
2. Kudret mektupları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.
3. Kudretin kemalini izhar etmektir.
4. Celali ve cemali her iki nevi san'atı ibraz etmektir.
Maahaza, pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve tamim için bir kısmını küçük harflerle, bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizası yerine getirilmiştir.
 

MURATS44

Özel Üye
Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emmare, cismin küçüklüğünü san'atın küçüklüğüne atfetmekle, esbabdan sudürunu tecviz ediyor. Ve pek büyük cisimler dahi hikmetle yaratılmamış iddiasında bulunarak, bir nevi abesiyete isnat ediyor.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Gerek vücutta, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet, eğer yaratılan şey bir gaye için yaratılıyorsa hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh, bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanın san'atıyla Halıkın san'atı arasındaki fark: İnsan kendi san'atının arkasında görünebilir; amma Halıkın masnuu arkasında yetmiş bin perde vardır. Fakat, Halıkın bütün masnuatı def'aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuraniler kalır.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Hayvanattan olsun, nebatattan olsun, tevellüdle tenasül şümulüne dahil olan her fert, veçh-i arzı istila ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine has ve halis bir mescid yapmakla Fatır-ı Hakimin esma-i hüsnasını izharla Halıkına gayr-ı mütenahi bir ibadette bulunsun.
Evet, kuşların, balıkların, karıncaların, yumurtalarında, eşcar ve sebzevatın semeratında ve o semeratın tohumlarındaki ifrat derecesini bulan kesret o vaziyeti tenvir eder. Lakin alem-i şehadetin darlığına ve müstakbel ibadetlerin Allamü'l-Guyübun ilminde mevcut olduğuna binaen, niyetten fiile henüz çıkmayan onların ibadetleri kabul edilmiştir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Kur'an-ı Kerim, bazan birşeyin müteaddit gayelerinden insanlara ait bir gayeyi zikre tahsis eder. Bu ihtar içindir, inhisar için değildir. Yani, o şeyin gayeleri, zikredilen gayeye münhasır değildir. Ancak o şeyin nizam ve intizam ve sair faydalarına insanın nazar-ı dikkatini celbetmek için insanlara raci o faydayı zikrediyor.
Mesela:
b680.gif
ayet-i kerimeyle zikredilen fayda, takdir-i kamerin binlerce faydalarından biridir. Yoksa, takdir-i kamer bu faydaya münhasır değildir. Yani, kamer yalnız bu gaye için değildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakka mahsus taklidi mümkün olmayan en bahir tevhid sikke ve mühürlerinden biri, gayr-ı madud muhtelif eşyayı basit birşeyden halk etmektir. Evet, pek basit olan şu topraktan binlerce enva, muhtelif nebatat, gayr-ı mütenahi bir kudretle, bir ilimle, pek büyük bir itkan, bir suhuletle yaratılmakta olduğu tevhidin öyle bir bürhanıdır ki, hem taklidi, hem tenkidi imkan haricidir.



_______________________________________

"Ay için de menziller takdir ettik." Yasin Sûresi: 36:39. "Vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye." Yunus Sûresi: 10:5.
 

MURATS44

Özel Üye
İ'lem eyyühe'l-aziz! Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de, kendi cüz'i sıfatlarını, şuünatını, Halıkın külli sıfatlarını, şuünatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır. Amma, alem-i ahirette, haşirdeki şuünat-ı azimesini ve kıyamette emvatın ihyasıyla ahval-i umumiyesini fehmetmek için, ancak güz mevsiminin kıyametiyle baharların haşri, haşir ve kıyamet-i kübrada Halıkın şuünatına mikyas olabilir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakkın helal ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:
Parçalayıcı arslanla, ünsiyetli ehli atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacıyla jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.
Esna-yı irşadda bir adama rastgelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. En tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayab olur. Ve o arslan ata inkılap eder. Burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da daima teceddüd etmekte olan ahval-i alemi, seyyal manzaraları seyretmeye alet ve vasıta olur. O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor:
"Yahu, nedir o ilaçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at, keyfine bak."
Adamcağız: "Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kafidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bakiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekala, seninle beraber dans oynayalım. Ve illa gözümün önünden def ol, git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü,
b681.gif
bana yeter."
İ'lem eyyühe'l-aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebi adetlerine ittiba ile şeair-i İslamiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur'an Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar: "Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekala, dini de terk ediniz, şeairi de kaldırınız. Ve illa dilinizi kesin, konuşmayınız.



_________________________________

"Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." Âl-i İmran Sûresi: 3:173. "O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır." Enfal Sûresi: 8:40.
 

MURATS44

Özel Üye
Bakınız arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdit ediyor. Eğer İmân kulağıyla Kur'an'ın sadasını dinleyecek olursan, o ecel arslanı bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahmana ulaştıracaktır. Ve illa o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Batıl itikadınız gibi, ebedi bir firakla dağıtacaktır. Ve keza, önümüzde idam sehpaları kurulmuştur. Eğer iman, ikanla Kur'an'ın irşadını dinlersen, o sehpa ağaçlarından, sefine-i Nuh gibi sahil-i selamete, yani alem-i ahirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır.
Ve keza, sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır. Eğer Kur'an'ın ilaçlarıyla tedavi edersen, fakrımız rahmet-i Rahman'ın ziyafetine şevk ve iştiyaka inkılap edecektir. Acz ve zafımız da Kadîr-i Mutlakın dergah-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.
Ve keza, bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lazımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur'an'ın güneşinden, Rahman'ın hazinesinden tedarik edilebilir. Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa, pekala. Ve illa süküt ediniz. Kur'an-ı dinleyelim, bakalım ne emrediyor:
b682.gif
-1-

Hülasa: Ayık olan sana tabi olmaz. Ancak siyaset şarabıyla veya şöhret hırsıyla veya rikkat-i cinsiyeyle veya felsefenin dalaletiyle veya medeniyetin sefahetiyle sarhoş olanlar senin meşrep ve mesleğine tabi olurlar. Fakat insanın başına indirilen darbeler ve yüzüne vurulan tokatlar, onun sarhoşluğunu izaleyle ayıltacaktır.
Ve keza, insan hayvan gibi yalnız zaman-ı halle müptela ve meşgul değildir. Belki müstakbelin korkusu ve mazinin hüzün ve kederiyle hal elemlerine maruzdur. Fakat kendisini şaki, dall, ahmaklardan addetmeyen adam, Kur'an'ın şu beşaretini dinlesin:
b683.gif
-2-

• • •



_______________________________________

1- "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah'ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin." (Lokman Sûresi, 31:33)
2- "Bilin ki, Allah'ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.
"Onlar İmân eden ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan takva ehlidir.
"Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik olmaz. En büyük kurtuluş işte budur." (Yunus Sûresi, 10:62-64)
 

MURATS44

Özel Üye
b424.gif


b685.gif
2 ila ahiri's süre...

İ'lem eyyühe'l-aziz! Herbir masnuda tahakkuk eden kemal-i sanat, Saniin her mekanda ve her masnuun yanında bulunmasına delalet ettiği gibi, hiçbir mekanda ve hiçbir masnuun yanında bulunmamasına da delalet eder.
Ve keza, insan, herbir şeye muhtaç olduğu cihetle, herşeyin melekütu elinde ve herşeyin hazinesi yanında olan Zât-ı Akdesten maada kimseye ibadet edemez.
Ve keza insan vücut, icad, hayır, ef'al cihetiyle pek küçük, nakıs olmakla karıncadan, arıdan edna, örümcekten daha zayıftır. Fakat adem, tahrip, şer, infial cihetiyle semavat, arz, cibalden daha büyüktür. Mesela, Hasenat yaptığı zaman, habbe habbe yapar. Seyyiat yaparsa kubbe kubbe yapar. Evet, mesela küfür seyyiesi bütün mevcudatı tahkir eder, kıymetten düşürür.
Ve keza, insanın bir cihetle kıl kadar bir ihtiyarı, zerre kadar bir iktidarı, şua kadar bir hayatı, dakika kadar bir ömrü, cüz'i bir cüz kadar mevcudiyeti varsa da, diğer cihetle hadsiz bir acz ve fakrı da vardır. Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlakın tecelliyatına geniş bir makes olur.
Ve keza, insan hayat-ı dünyeviye cihetiyle bir çekirdek olup, pek büyük semere ve sümbüller vermek için kendisine tevdi edilen cihazatı, bazı maddeleri elde etmek için tavuk gibi toprakları, gübreleri, necisleri eşmeye sarf eder, faydasız tefessüh eder. Ve hayat-ı maneviye cihetiyle emelleri ebede kadar uzanan bir şecere-i bakıyedir.
Ve keza, insan fiil ve sa'yi cihetiyle zayıf bir hayvan olup daire-i sa'yi pek dardır. İnfial, sual, dua cihetiyle Rahman-ı Rahimin aziz bir misafiridir. Dairesi hayal kadar geniştir.
Ve keza, insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü, insanda hüzün, keder, korku var, onda yoktur. Fakat cihazat, hissiyat, duygular, istidatlar itibarıyla hayvanların en alasından fazla lezzet alır. İnsanın şu vaziyetine dikkat edilirse anlaşılır ki, bu kadar cihazat, bu hayat için olmayıp, ancak bir hayat-ı bakiye için kendisine verilmiştir.
Ve keza, insan saltanat-ı rububiyetin mehasinine nazır ve esma-i kudsiyenin cilvelerine dellal ve kalem-i kudretle yazılan mektubat-ı İlahiyeyi mütalaayla mütefekkir olduğu cihetle, eşref-i mahlükat ve halife-i arz olmuştur.


• • •



_______________________________________

"Yemin olsun incire ve zeytine. Ve Sina Dağına." (Tin Sûresi: 95:1-2)
 

MURATS44

Özel Üye
b686.gif
-1-

İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlıkla nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalat-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Eyleyse fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergah-ı izzetine kusurlarını Estağfirullah ve Sübhanallah ile ilan etmektir.
• • •

b687.gif
-2-

İ'lem eyyühe'l-aziz! Herbir insan için hayat seferinde iki yol vardır. Bu iki yolun uzunluğu, kısalığı birdir. Amma birisinde ehl-i şuhud ve ehl-i vukufun şehadet ve tasdikleriyle, onda dokuz menfaat ihtimali var. İkinci yolda mesele maküsedir, onda dokuz zarar ihtimali vardır. İkinci yolla gidenin ne silahı var, ne zahiresi. Tabii, yolda pek çok korkulara maruz kalacağı gibi, ihtiyaçlarını def için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülük edenin hem silahı, hem erzakı beraberdir. Pek serbestane gider. Birinci yol Kur'an yoludur, ikinci yol ise dalalet yoludur.
Evet, ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki, İmân yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilahare merkez-i hükümete ulaştığında, onda dokuzu büyük mükafatlara mazhar olacaklardır. Fakat, dalalet zulümatı içinde yürüyenler esna-yı seferde korkudan, açlıktan herşeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükümete vasıl olduğunda, onda dokuzu ya idam veya ebedi hapse mahküm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı birşeyi, dünyevi, edna bir hiffet için tercih etmez.
Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velayet sahibi, avamın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. Kur'an yoluyla gidenlerin silah ve zahireleri ise, Kadîr-i Mutlaka, Ganiyy-i Kerime olan tevekkül onları temin eder.



______________________________________

1- "Ey insanlar, hepiniz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve her türlü övgüye layıktır." Fatır Sûresi: 35:15.
2- "İhlas ile kulluk edenler, nimetle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kafirler ise Cehennem ateşindedir." (İnfitar Sûresi: 82:12-13)
 

MURATS44

Özel Üye
Zira, tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür. Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini ifa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libasları ve sair hayat lazimeleri hazine-i Rahman'dan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür.
• • •

b688.gif


İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü'l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan laakal onda biri dünyevi hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükümetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dahil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükümete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi? Binaenaleyh, Cenab-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saat kısa ve fani olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş namaza ve baki ve sonsuz uhrevi hayata sarf etmek lazımdır ki, dünyada paşa, ahirette geda olmasın!
İ'lem eyyühe'l-aziz! Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allah'ın vazifesiyle meşgul olur. Evet, insan, gafletten dolayı, iktidarı dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayıf kalbiyle rububiyet vazife-i sakilesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı zamanda bütün istirahatini kaybetmekle asi, şaki, hain adamların partisine dahil olur.
Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükümetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi talim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükümetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silahını vermektir. Binaenaleyh, erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle-mesela-iştigal eden bir asker, şaki ve hain olur. Bu itibarla, insanın Allah'a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair, takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.
Amma gerek nefsine, gerek evlat ve taallükatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah'ın vazifesidir. Evet, madem hayatı veren Odur. O hayatı koruyacak levazımatı da O verecektir. Yalnız, hükümetin asker için ofislerde cem ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttiği gibi, Cenab-ı Hak da hayat için lazım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.



_______________________________________

"Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalamadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur." (Ankebut Sûresi: 29:64)
 

MURATS44

Özel Üye
Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklarla besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana: Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına götürüp sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!
Hülasa: Allah'ı itham etmekle işini terk edip Allah'ın işine karışma ki, nankör asiler defterine kaydolmayasın.
• • •

b689.gif


İ'lem eyyühe'l-aziz! "Bazı dualar icabete iktiran etmez" diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. İbadetin semeresi ahirette görünür. Dünyevi maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Duaların semeresi değillerdir. Mesela, şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.
Ve keza, zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususi dualara vakittir. Bu vakitler baki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevi maksatlar hasıl olursa, zaten nurun ala nur. Ve illa, "İcabet duaya iktiran etmedi" diyemezsin. Ancak, "Henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lazımdır" diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenab-ı Hakkın duaların icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is'af ise, Mucibin hikmetine tabidir. Mesela, doktoru çağırdığın zaman, herhalde "Ne istersin?" diye cevap verir. Fakat "Bu yemeği veya bu ilacı bana ver" dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.
Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kastıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülamel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnkılaplar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki alemle münasebettar köprüler lazımdır ki, her iki alem arasında gidiş geliş olsun. Lakin o köprülerin inkılabat cinslerine göre şekilleri, mahiyetleri mütebayin, isimleri mütenevvi olur. Mesela, uyku, alem-i yakaza ile alem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünyayla ahiret arasında ayrı bir köprüdür. Ve misal, alem-i cismaniyle alem-i ruhani arasında bir köprüdür. Bahar, kışla yaz arasında ayrı bir nevi köprüdür. Kıyamette ise, inkılap bir değildir. Pek çok ve büyük inkılaplar olacağından, köprüsü de pek garip, acip olması lazım gelir.



_______________________________________

"Bana dua edin, size cevap vereyim." (Mü'min Sûresi: 40:60)
 

MURATS44

Özel Üye
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanın ba'delmevt, Halık-ı Rahman ve Rahime rücüu hakkında ilanat yapan şu
b690.gif
-1- gibi ayetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehditleri ima vardır.
Evet, bu ayetlerin sarahatine göre, ölüm, zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp ancak Sultân-ı Ezel ve Ebedin huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle, kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur. Evet, küfrün tazammun ettiği cehennem-i maneviyeye bak:
b691.gif
-2- hadis-i kudsisi sırrınca, Cenab-ı Hak kafirin zan ve itikadını daimi bir azab-ı elime kalb eder. Sonra, İmân ve yakin ile, Cenab-ı Hakkın likasından sonra, rızasından sonra, rüyetinden sonra mü'minler için hasıl olan lezzetlerin derecelerine bak. Hatta Cehennem-i cismani, arif olan mü'min için, asiye kafirin cehennem-i manevisine nisbeten cennet gibidir.
Arkadaş! Âlem-i bekaya delalet eden berahinden maada, arkasında saflar teşkil edip dualarına bir ağızdan "Âmin! Âmin!" söyleyen enbiya, evliya, sıddikin imamları, Mahbub-u Ezelinin Habib-i Ekremi Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın tazarruatı, duaları, alem-i bekada insanın bekasına pek büyük bürhan ve kafi bir vesiledir. Çünkü, kainatı serapa istila eden şu hüsünler, güzellikler, cemaller, kemaller, o Habibin tazarruatını işitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek birşeye müsaade eder mi? Cenab-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberra değil midir? Elbette münezzehtir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri söyleyip ilan ve tahdis-i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kastıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh, ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. şöyle ki:
Herbir nimetin iki veçhi vardır. Bir veçhi insana aittir ki, insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebep olur. Mucib-i fahr olur, sarhoş olur. Malik-i Hakikiyi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür.



_______________________________________

"Dönüş Onadır." Ra'd Sûresi: 13:36. "Herkesin dönüşü Onun huzurunadır." Maide Sûresi: 5:18. "Hepinizin dönüşü Onadır." Bakara Sûresi: 2:245. "Hepinizin dönüşü Onadır." Hüd Sûresi: 10:4.
"Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." Buhari, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr, 2, 19; Tirmizi, Zühd: 51, Daavat: 131; İbni Mace, Edeb: 58; Darimi, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539, 3:210, 277, 491, 4:106.
 

MURATS44

Özel Üye
İkinci veçhi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilan, in'amını ifşa, esmasına şehadet eder. Binaenaleyh, tevazu, ancak birinci vecihte tevazu olabilir. Ve illa küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle manevi bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa, kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet, şöylece bir içtimaları var:
Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama, başka bir adam "Ne kadar güzel oldun" dediğine karşı, "Güzellik paltonundur" dediği zaman, tevazuyla tahdis-i nimeti cem etmiş olur.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Ücret alındığı zaman veya mükafat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hatta tembel olan adam çalışkanı sever. Zayıf olan, kaviyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun.
Dünya da umur-u diniyeye ve a'mal-i ahirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki alemde göründüğüne nazaran, ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevi bir mükafatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünceyle amelini adem-i ihlasla iptal eder. Çünkü, sevap itasında ve ücret aldığında, nası Rabb-i Nasa şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Keramet ile istidraç manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mucize gibi, Allah'ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine hami ve rakib olduğunu da bilir. Tevekkül ve yakini de fazlalaşır. Lakin, bazan Allah'ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazan olmaz. Evla ve eslemi de bu kısımdır.
İstidraç ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garip fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidraç sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki,
b692.gif
okumaya başlar. Lakin o inkişaf, tasfiye-i nefis ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidraç ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ülada fark yoktur. Tam manasıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allah'ın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fena fillah olan havaslarıyla görürler. Bunun istidraçtan farkı pek zahirdir. Zira, zahire çıkan batınlarının nuraniyeti, mürailerin zulümatıyla iltibas olmaz.
• • •



_______________________________________

"Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir." (Kasas Sûresi: 28:78)
 
Üst Alt