Orkun Abideleri

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Orkun Abideleri
Göktürk Hunları Kür-Şad’ın yaktığı ateşi söndürmemiş olup daha da körükleyerek Kutluk Kağan önderliğinde başarılı bir hareket ile esarete 50 yıl dayanamayıp tekrar bağımsız oldular. Bu aynı zamanda Türk ırkının tekrar mutlu ve huzurlu bir dönemin başladığının ilk işaretiydi.

II. Köktürk Kağanlığı tahtına İlteriş(Kutluk) Kağandan sonra Kapgan Kağan ve İnal Böğü geçti. Kapağan Kağan devleti en geniş sınırlarına ulaştırırken İnal Böğü zamanında iç karışıklıklar yüzünden pekiyi geçmedi. Bunun üzerine tahta İlteriş Kağan’ın oğullarından Bilge Kağan oldu. Kardeşi Kültigin ise ordu kumandanı oldu. İki kardeşin müşterek çalışması ve uyumu sayesinde Türkler mutlu ve huzurlu yaşmanın yanı sıra Hakanlık en parlak günlerini geçirdi.

Yapılan işlerin ve kazanılan başarıların yanı sıra Türklerin ne şekilde hayatlarına devam etmesi de gelecek nesillere anlatılmalıydı. Bunun ilki 730 yılında vezir Tonyukuk adına, ikincisi 732 yılında Bilge Kağan tarafından kahraman kardeşi Kültigin adına üçüncü ve sonuncusu da Bilge Kağan adına yazılmıştır. Abidelerin yazarı Bilge Kağan ve Kültigin’in amcaoğlu olan Yulluğ Tigin’dir.

Yazıtların bulunma hikâyesi epey ilginç olmakla beraber biz Türklerin o zamana dek bu abidelerden bîhaber olmamız vahim bir durumdur.

Hikâye ise şöyle: Çar Petro’nun İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ı yendiği 1709 Poltova savaşında Johann von Stahlenber adında Alman asıllı bir İsveç subayı Ruslara esir düştü. Sibirya’ya sürüldü ve orada serbestçe dolaşmasına izin verildi. 13 yıl Sibirya’da gezen bu subay, 1722 de İsveç’e döndü. 1730 da gezilerini anlatan ünlü Almanca eserini yayınladı. Bu kitapta, şimdiki Moğolistan da Orhun Irmağı çevresinde bulduğu birtakım meçhul işaretler kazılmış taşlardan bahsediyor, hatta bu taşlardan kopya ettiği bazı işaretleri de yayınlıyordu.

Subay’ın yayınladığı bu işaretler bir anda Avrupa’nın dikkati celbetti. Bunu takiben 1822 yılında Spassky adında bir araştırıcı da Orkun ve çevresinde gördüğü taşlardan bahsetti. 1825 yılında is bir başka ilim adamı Fransız Doğu bilgini Abel Remusat bu taşların bulunduğu mevkinin Türk milletinin yaşadığı en eski bölge olduğunu açıkladı. Böylece bu taşlar ve işaretler birçok bilginin onlar üzerinde çalışmasına yol açtı.

O kadar çalışmaya rağmen bu eserleri deşifre eden Danimarkalı W. Thomsen’dir. 1893 yılında bu muhteşem nutkun yer aldığı Türklerin ilk yazılı eserleri olduğu varsayılan taşları çözerek ilim tarihinde bir dönemin aydınlanmasına veya bunun için bir adım atılmasına öncülük etti.

Thomsen ilk öncelikle taşta en çok tekrar eden ve göze çarpan kelimeler olan “Tengri, Türk ve Kültigin” kelimelerini çözmeğe muvaffak oldu.

Orkun Abideleri Türklerin binlerce yıllık dilinin taşa kazınmış en mükemmel yapısıdır. Dünü bugünü ve yarını gelecek kuşaklara gelecek kuşaklara aktaran atalarımız bizlerin nasıl davrandığı ve davranmamız gerektiğini açıklamıştır.

Orkun Yazıtları saf Türkçe ile yazılmış olup kullanılan alfabe de Türklerin “milli” alfabesi olan Köktürk alfabesidir. Bu alfabe Türk dilini yazmak için şimdi kullandığımız Lâtin esaslı, geçmişte kullandığımız Arap esaslı ve Soğd alfabelerinden daha elverişlidir.

Cümleler kısa, kesik fevkalâde mana yüklü olup herhangi bir kelime eklenip çıkarıldığı takdirde, cümlelerin dengesi derhâl bozulur. İfade son derece realisttir. Koyu bir milliyetçilik vardır. Abidelerin yazarı Yulluğ Tigin de en büyük Türk ediplerindendir.

Bu taş abideler aynı zamanda Türk milletinin heykeltıraşlıkta ne kadar iyi olduğunun da kanıtıdır. Orkun abidelerinin “vücut” ölçüleri şu şekildedir; 3,75 metre uzunluğunda yaklaşık iki insan boyunda genişliği 1,22 metre tabanı da 1,32 metredir. Bu ölçüler en sağlam ve temiz olan Kül Tigin abidesine göre belirlenmiştir.
 
Üst Alt