ceylannur
Yeni Üyemiz
PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR
Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı, kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.
Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi
Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor. Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.
Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor.
Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki, bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.
Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego
Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.
İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler, arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar.
Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor. Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz. Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego "gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı gerçekleşiyor.
Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.
Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud'a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın temelini oluşturuyor.
Kaygı ve Savunma Mekanizmaları
Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:
1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi, kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.
2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu düşünme.
3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.
4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına takılma.
5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.
6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir çıkarımda bulunması.
7.) Tepki oluşturma:
Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.
Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor olabilir.
8.) Geri çekilme:
Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.
Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya başlaması.
9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.
Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı, kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.
Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi
Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor. Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.
Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor.
Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki, bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.
Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego
Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.
İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler, arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar.
Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor. Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz. Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego "gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı gerçekleşiyor.
Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.
Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud'a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın temelini oluşturuyor.
Kaygı ve Savunma Mekanizmaları
Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:
1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi, kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.
2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu düşünme.
3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.
4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına takılma.
5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.
6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir çıkarımda bulunması.
7.) Tepki oluşturma:
Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.
Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor olabilir.
8.) Geri çekilme:
Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.
Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya başlaması.
9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.