faruk islam
Özel Üye
Ruhbanlık Cahiliyyesi
Metafizik ile ilgili üçüncü teori "ruhbanlık"tır. Bunu şöyle özetleyebiliriz. "Bu bedensel varlık, insan için bir azaptır, bu dünya da bir azap yeridir. İnsanın ruhu, vücudunda mahkûm gibidir. İnsan ruhunun, vücut ile olan ilişkisi yüzünden insanın aldığı haz, zevk ve tad ile gidermek istediği ihtiyaçlar, aslında vücut denen cezaevinin zincir ve demir parmaklıklarıdır. İnsan bu pis dünya ve içinde bulunan adi eşyalardan ne kadar uzak kalırsa o kadar temiz ve pâk olacaktır. Ama bunlara ne kadar yaklaşır, ne kadar ilgilenirse, o kadar günah işleyecek ve azaba lâyık olacaktır. İnsanın kurtuluşu ancak, hayat problemlerinden ve dünya işlerinden uzak kalmasındadır. Arzu, istek, ihtiras, zevk ve ihtiyaçlar mümkün olduğu kadar başarılmalı, bedensel ve hayvanî ihtiyaçlar sıkı kontrol altında tutulmalı, dünyevi güzellik ve zevkler unutulmalıdır. Ayrıca, et ve kemikten doğan bütün kan bağları, aşk, sevgi, nefret ve korku gibi duygulara sünger çekilmelidir. İnsanın düşmanı olan nefsi ve vücudu murakabe, aşırı ibadet ve işkence ile öylesine ezilmeli ve etkisiz hale getirilmeli ki, ruha hakimiyet ve üstünlük kuramasınlar. Böylece ruh her türlü pislik ve kötülükten arınarak ve tertemiz bir hale gelerek insanı ruhaniyete ve yüksek yerlere götürebilecektir."
Görüldüğü gibi, bu yaklaşım temelde gayri medenidir, toplum aleyhtarıdır. Fakat yine de medeniyeti ve toplumu önemli ölçüde etkilemiştir. Bu nazariye kendine mahsus bir felsefe sistemi meydana getirilmiş ve Vedantizm (Hinduların çok tanrılı sistemi), Platonizm (Eflâtun felsefesi), Neo-Platonizm, Yoga, Mistisizm (tasavvuf), Budizm ve Hıristiyan ruhbaniliği gibi çeşitli şekillerde tezahür etmiştir. Bu felsefeye bağlı olarak bir ahlâk nizamı gelişmiştir, ki olumsuz yanları olumlu yanlarından çoktur. Bu felsefe ve ahlâk nizâmı daha sonra birleşerek, akide, inanç, ahlâk ve topluma, eğitim ve öğrenime, sanat, edebiyat, medeniyet ve kültüre sirayet etmiştir. Nereye kadar sirayet etmişlerse, oraya kadar afyon, esrar ve zehir etkisi yapmış, insan hayatının o alanlarını felce uğratmışlardır.
Daha önce bahsettiğimiz iki cahiliyye nazariyesiyle bu üçüncü nazariye arasında da bir bağ, hem de sıkı bir bağ vardır ve bunlar birbiriyle yakın işbirliği içindedirler. Bu yakın ilişki genellikle üç şekilde sürmektedir:
"Ruhbanlık Cahiliyyesi", insan topluluğunun temiz, dürüst ve iyi karakterli fertlerini dünya işlerinden koparıp bir köşeye çeker, böylece kötü niyetli ahlâksız ve şeytan sıfatlı İnsanlar için meydanı boş bırakır. Kötü ve ahlâksız kişi ve gruplar yeryüzünün rakipsiz sahibi olup, dünyada fitne ve fesâdı yaygınlaştırırlar. Bunlara mani olacak kimse kalmaz, çünkü iyi İnsanlar dünyayı terk edip öbür dünyada kendi kurtuluşlarını düşünürler.
"Ruhbanlık Cahiliyyesi"nin etkisi halk kitlelerinde ne kadar derin olursa, o kadar çok insan melankolik, kötümser, aşırı derecede miskin, umursamaz ve ümitsiz olurlar. Böylece, halkın büyük bir kısmı, zalimlerin ağına düşmeye müsait hale gelir. Bu sebepten dolayıdır ki, ekseriya kötü niyetli ve küstah hükümdar, lider ve din adamlarıyla hakim sınıf ve çıkarcı çevreler bu tür uyuşturucu fikir ve felsefenin halk arasında yaygınlaştırılması için olanca çabalarını harcarlar. Onun için, tarihte hiçbir dönemde, sömürgecilik, istibdâd, kapitalizm, komünizm ve Papalığın, bu ruhbanlık ahlâk ve felsefesiyle çatıştığı görülmemiştir.
c) Bu ruhbanlık felsefe ve ahlâkı, insan tabiatına yenik düşünce ya da onun yanında çaresiz kalınca hile ve bahaneler icad edilmeye başlanıyor. Bu hile ve bahaneler tabii ki, dini akide ve inançlar şeklinde halk kitlelerine sunuluyor. Bunun için, günah çıkarma, kefâret ve telâfi gibi çeşitli kavramlar geliştiriliyor. Bunların amacı, bir yandan cenneti elden bırakmamak, bir yandan da serbestçe günah işlemektir. Bazen, cinsel isteği ve şehvani ihtiyaçları tatmin etmek için mecazi aşk gibi kavramlar ve seks alemlerini andıran âyinler icat ediliyor. Bazen da dünyayı terk etme bahanesiyle krallar, hâkimler ve iktidar sınıfıyla gizli bir anlaşmaya ve işbirliğine giriliyor. Ruhban sınıfının bu rezalet ve pisliklerini bilmek isteyenler; Hıristiyanlarda, Yahudilerde, Zerdüştlerde, Budistlerde ve Hindularda, onların kiliselerinde ve mabetlerinde rahipler ile rahibelerin yaptıklarını görmelidir. Bunun yanı sıra müslümanlarda da sahte tarikat sahibi dervişler ile tekkede olup bitenleri müşahede etmelidirler.
"Ruhbanlık cahiliyyesi"nin hemcinsleriyle ilişkisi böyledir. Ama bu cahil felsefe, peygamberlerin ümmetlerine de zehrini saçar. 'ın dini bunun darbesini yiyince, bu felsefenin etkisinde kalanlar için dünya bir hareket alanı, "imtihan yeri" ve âhirete hazırlık yeri olmaktan çıkar ve bir "azap yeri" ve tuzak yeri sıfatını alır. Görüş açısındaki bu temel değişiklik nedeniyle insan bu dünyaya " 'ın halifesi ve naibi" olarak geldiğini, buraya kendine düşen görevleri yapmak ve dünya sorunlarıyla ilgilenmek için geldiğini unutur ve kendisinin bir batağa, lağım yerine, kötülükler dünyasına atıldığını düşünür, bundan ne yapıp edip kaçma yollarını arar. Dünya işlerinden elini eleğini çekmek, sorumluluklardan kaçınmak ister. Onun durumu 'ın saltanatında âsi değilse de vatandaşlık vazifesini yapmayan pasif bir tebaadan farksızdır. Kendisini bir endişe ve korkudur alır. Halifelik görevini yerine getirmesi şöyle dursun, dünya, devleti ve medeniyetinin kendisinden istediği şeyleri yapmaktan korkar. Onun için bütün şeriat nizamı anlamsız hale gelir, dini inanç ve vecibeler ile ibadet, helâl ile haram gibi kavramlar onu ilgilendirmez. Bir bakıma hayatın zevkini ve yaşama sevincini kaybeder. Böyle düşünenlerden bazıları kendilerini biraz olsun hayata bağlı hissederlerse de dini faaliyetlerini kefâret gibi konulara kadar sınırlı tutarlar. Bazı ibadet ve merasimler yapmak suretiyle kefareti ödediklerini sanırlar ve böylece ahirette bunları birer kurtuluş vesilesi sayarlar.
Bu zihniyet, peygamberlerin ümmetlerinden bir grubu murakabe ve düşünceye dalmaya, kendi kendine eziyet etmeye, pirlik ve müritliğe, tekke kurmaya ve gerçekleri felsefe kurallarına göre yorumlamaya itmiştir. Mistisizm ve tasavvuf ile ilgili inanç ve faaliyetler bu grubun belirgin özellikleridir. Bu felsefeden etkilenen ikinci bir grup da dinin cüz'i ve ufak tefek meseleleri, yani sadece dış kısmıyla ilgilenmeye başlamıştır. Bunlar dinle ilgili her ufak tefek şeyi ölçmeye kalkışmış şunun şu kadarı yanlış, bunun bu kadarı doğru, şurası caiz, burası haram diye ahkâm kesmeye başlamışlardır. Sanki 'ın dini bir köpüktür, dokunur dokunmaz kırılacaktır.Dine bu kadar incelik ve nezâket girince, dar görüşlülük, katılık, taassup, gericilik ve pasiflik de önemli etkenler olarak ortaya çıkmıştır. Durum böyle iken, bu düşünce olanların insanlığın büyük sorunlarıyla uğraşmaları, onları çözmeye çalışmaları, dinin evrensel kaide ve kurallarını geliştirmeleri ve zamanın her akımına karşı direnerek dünyaya liderlik yapmaları beklenebilir mi?
Metafizik ile ilgili üçüncü teori "ruhbanlık"tır. Bunu şöyle özetleyebiliriz. "Bu bedensel varlık, insan için bir azaptır, bu dünya da bir azap yeridir. İnsanın ruhu, vücudunda mahkûm gibidir. İnsan ruhunun, vücut ile olan ilişkisi yüzünden insanın aldığı haz, zevk ve tad ile gidermek istediği ihtiyaçlar, aslında vücut denen cezaevinin zincir ve demir parmaklıklarıdır. İnsan bu pis dünya ve içinde bulunan adi eşyalardan ne kadar uzak kalırsa o kadar temiz ve pâk olacaktır. Ama bunlara ne kadar yaklaşır, ne kadar ilgilenirse, o kadar günah işleyecek ve azaba lâyık olacaktır. İnsanın kurtuluşu ancak, hayat problemlerinden ve dünya işlerinden uzak kalmasındadır. Arzu, istek, ihtiras, zevk ve ihtiyaçlar mümkün olduğu kadar başarılmalı, bedensel ve hayvanî ihtiyaçlar sıkı kontrol altında tutulmalı, dünyevi güzellik ve zevkler unutulmalıdır. Ayrıca, et ve kemikten doğan bütün kan bağları, aşk, sevgi, nefret ve korku gibi duygulara sünger çekilmelidir. İnsanın düşmanı olan nefsi ve vücudu murakabe, aşırı ibadet ve işkence ile öylesine ezilmeli ve etkisiz hale getirilmeli ki, ruha hakimiyet ve üstünlük kuramasınlar. Böylece ruh her türlü pislik ve kötülükten arınarak ve tertemiz bir hale gelerek insanı ruhaniyete ve yüksek yerlere götürebilecektir."
Görüldüğü gibi, bu yaklaşım temelde gayri medenidir, toplum aleyhtarıdır. Fakat yine de medeniyeti ve toplumu önemli ölçüde etkilemiştir. Bu nazariye kendine mahsus bir felsefe sistemi meydana getirilmiş ve Vedantizm (Hinduların çok tanrılı sistemi), Platonizm (Eflâtun felsefesi), Neo-Platonizm, Yoga, Mistisizm (tasavvuf), Budizm ve Hıristiyan ruhbaniliği gibi çeşitli şekillerde tezahür etmiştir. Bu felsefeye bağlı olarak bir ahlâk nizamı gelişmiştir, ki olumsuz yanları olumlu yanlarından çoktur. Bu felsefe ve ahlâk nizâmı daha sonra birleşerek, akide, inanç, ahlâk ve topluma, eğitim ve öğrenime, sanat, edebiyat, medeniyet ve kültüre sirayet etmiştir. Nereye kadar sirayet etmişlerse, oraya kadar afyon, esrar ve zehir etkisi yapmış, insan hayatının o alanlarını felce uğratmışlardır.
Daha önce bahsettiğimiz iki cahiliyye nazariyesiyle bu üçüncü nazariye arasında da bir bağ, hem de sıkı bir bağ vardır ve bunlar birbiriyle yakın işbirliği içindedirler. Bu yakın ilişki genellikle üç şekilde sürmektedir:
"Ruhbanlık Cahiliyyesi", insan topluluğunun temiz, dürüst ve iyi karakterli fertlerini dünya işlerinden koparıp bir köşeye çeker, böylece kötü niyetli ahlâksız ve şeytan sıfatlı İnsanlar için meydanı boş bırakır. Kötü ve ahlâksız kişi ve gruplar yeryüzünün rakipsiz sahibi olup, dünyada fitne ve fesâdı yaygınlaştırırlar. Bunlara mani olacak kimse kalmaz, çünkü iyi İnsanlar dünyayı terk edip öbür dünyada kendi kurtuluşlarını düşünürler.
"Ruhbanlık Cahiliyyesi"nin etkisi halk kitlelerinde ne kadar derin olursa, o kadar çok insan melankolik, kötümser, aşırı derecede miskin, umursamaz ve ümitsiz olurlar. Böylece, halkın büyük bir kısmı, zalimlerin ağına düşmeye müsait hale gelir. Bu sebepten dolayıdır ki, ekseriya kötü niyetli ve küstah hükümdar, lider ve din adamlarıyla hakim sınıf ve çıkarcı çevreler bu tür uyuşturucu fikir ve felsefenin halk arasında yaygınlaştırılması için olanca çabalarını harcarlar. Onun için, tarihte hiçbir dönemde, sömürgecilik, istibdâd, kapitalizm, komünizm ve Papalığın, bu ruhbanlık ahlâk ve felsefesiyle çatıştığı görülmemiştir.
c) Bu ruhbanlık felsefe ve ahlâkı, insan tabiatına yenik düşünce ya da onun yanında çaresiz kalınca hile ve bahaneler icad edilmeye başlanıyor. Bu hile ve bahaneler tabii ki, dini akide ve inançlar şeklinde halk kitlelerine sunuluyor. Bunun için, günah çıkarma, kefâret ve telâfi gibi çeşitli kavramlar geliştiriliyor. Bunların amacı, bir yandan cenneti elden bırakmamak, bir yandan da serbestçe günah işlemektir. Bazen, cinsel isteği ve şehvani ihtiyaçları tatmin etmek için mecazi aşk gibi kavramlar ve seks alemlerini andıran âyinler icat ediliyor. Bazen da dünyayı terk etme bahanesiyle krallar, hâkimler ve iktidar sınıfıyla gizli bir anlaşmaya ve işbirliğine giriliyor. Ruhban sınıfının bu rezalet ve pisliklerini bilmek isteyenler; Hıristiyanlarda, Yahudilerde, Zerdüştlerde, Budistlerde ve Hindularda, onların kiliselerinde ve mabetlerinde rahipler ile rahibelerin yaptıklarını görmelidir. Bunun yanı sıra müslümanlarda da sahte tarikat sahibi dervişler ile tekkede olup bitenleri müşahede etmelidirler.
"Ruhbanlık cahiliyyesi"nin hemcinsleriyle ilişkisi böyledir. Ama bu cahil felsefe, peygamberlerin ümmetlerine de zehrini saçar. 'ın dini bunun darbesini yiyince, bu felsefenin etkisinde kalanlar için dünya bir hareket alanı, "imtihan yeri" ve âhirete hazırlık yeri olmaktan çıkar ve bir "azap yeri" ve tuzak yeri sıfatını alır. Görüş açısındaki bu temel değişiklik nedeniyle insan bu dünyaya " 'ın halifesi ve naibi" olarak geldiğini, buraya kendine düşen görevleri yapmak ve dünya sorunlarıyla ilgilenmek için geldiğini unutur ve kendisinin bir batağa, lağım yerine, kötülükler dünyasına atıldığını düşünür, bundan ne yapıp edip kaçma yollarını arar. Dünya işlerinden elini eleğini çekmek, sorumluluklardan kaçınmak ister. Onun durumu 'ın saltanatında âsi değilse de vatandaşlık vazifesini yapmayan pasif bir tebaadan farksızdır. Kendisini bir endişe ve korkudur alır. Halifelik görevini yerine getirmesi şöyle dursun, dünya, devleti ve medeniyetinin kendisinden istediği şeyleri yapmaktan korkar. Onun için bütün şeriat nizamı anlamsız hale gelir, dini inanç ve vecibeler ile ibadet, helâl ile haram gibi kavramlar onu ilgilendirmez. Bir bakıma hayatın zevkini ve yaşama sevincini kaybeder. Böyle düşünenlerden bazıları kendilerini biraz olsun hayata bağlı hissederlerse de dini faaliyetlerini kefâret gibi konulara kadar sınırlı tutarlar. Bazı ibadet ve merasimler yapmak suretiyle kefareti ödediklerini sanırlar ve böylece ahirette bunları birer kurtuluş vesilesi sayarlar.
Bu zihniyet, peygamberlerin ümmetlerinden bir grubu murakabe ve düşünceye dalmaya, kendi kendine eziyet etmeye, pirlik ve müritliğe, tekke kurmaya ve gerçekleri felsefe kurallarına göre yorumlamaya itmiştir. Mistisizm ve tasavvuf ile ilgili inanç ve faaliyetler bu grubun belirgin özellikleridir. Bu felsefeden etkilenen ikinci bir grup da dinin cüz'i ve ufak tefek meseleleri, yani sadece dış kısmıyla ilgilenmeye başlamıştır. Bunlar dinle ilgili her ufak tefek şeyi ölçmeye kalkışmış şunun şu kadarı yanlış, bunun bu kadarı doğru, şurası caiz, burası haram diye ahkâm kesmeye başlamışlardır. Sanki 'ın dini bir köpüktür, dokunur dokunmaz kırılacaktır.Dine bu kadar incelik ve nezâket girince, dar görüşlülük, katılık, taassup, gericilik ve pasiflik de önemli etkenler olarak ortaya çıkmıştır. Durum böyle iken, bu düşünce olanların insanlığın büyük sorunlarıyla uğraşmaları, onları çözmeye çalışmaları, dinin evrensel kaide ve kurallarını geliştirmeleri ve zamanın her akımına karşı direnerek dünyaya liderlik yapmaları beklenebilir mi?