fahrettin tırınk
Site İmamı
SABIR
Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
“ .. Kim sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Sabırdan daha hayırlı, daha vâsi(bol, engin) atâ (ihsan, bağış) kimseye verilmemiştir “ (1)
Sabretmek zordur.. Peygamber vasfıdır. Sabırlı kulların önderi, seyyidi, Mekkeli müşriklerin 13 yıl süren eziyetleri başta olmak üzere, her türlü güçlüğe bütün bir ömür boyu metânetle sabreden Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) dir. Bilindiği üzere, Hz. Eyyub (a.s)da yakalandığı ağır hastalığa uzun yıllar boyunca sabretmişti. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerîm’de kendisinden "ni'mel abd" ( iyi, güzel kul) (Sa’d 44) olarak bahsedilmektedir. Bunlardan anlamaktayız ki, sabrın sonu başarı ve selamettir ; Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Bundan dolayı da yukarıda meali verilen hadiste sabır “Bol ve engin bir ihsan” olarak, yani bir büyük nimet olarak belirtilmiştir. Demek ki gerçek nimet, gerçek ihsan – aklımıza hemen gelen evler, arabalar, mücevherler, ve benzeri maddiyat değil ; meşakkatlere, zorluklara tahammül edip sabır yeteneği kazanmamız; sabırlı, metânetli, olgun bir kul haline gelebilmemiz imiş ...
Şunu hemen söyleyelim ki, zillete, meskenete, zalimin zulmü altında ezilmeye katlanmak sabır değildir !. Sabır : Hak, hakikat ve ilim yolunda, nefsini terbiye yolunda ; din, vatan- millet uğrunda sebat ve metânet göstermek; meşakkatlere göğüs germek demektir.
İslam âlimleri sabrı üç çeşit olarak tanımlamışlardır (2) :
• İbadetlere : Allah-u Teâlâ’ya itaat ve ibadetlerde, yani dînî vecibeleri gereği gibi yapmak için sabırlı olmak (3)
• Masiyete : Günah ve kötülükleri işlememek için nefsine hâkim olmak
• Musibetlere : Hastalıklar, mal kaybı, eziyetler, .. v.b musibetlere karşı sabretmek (4)
Bunların içinde en faziletlisi olarak günahlara girmemek için olan sabır gösterilmektedir Zira, insan nefsi hevâ ve heveslerine dizgin vurulmadan dilediği gibi yaşamak ister; insanın arzularına, nefsine hâkim olması çok zordur. Ancak, nefse hâkim olmadan, onun yanlış yollara sürüklemesine engel olmadan doğru yola yönelmek de mümkün değildir. Dolayısıyla öncelik nefse hâkim olmaya, günah ve kötülüklerden kaçınmaya verilmektedir. Burada şunu da belirtelim ki, günah işlememek sadece İslâm’ın haram saydığı fiileri işlememek (örneğin: geçimini helal yoldan kazanmamak , zina, hırsızlık, v.b..) demek değildir. Dinimizin “Yapın” dediği şeyleri (ör: namaz kılmak, zekat vermek, v.b farz ve vacipleri) yapmamak da günah sayılmaktadır. Zira, fıkıh’a göre “ geçerli mazereti bulunmadığı halde farzları terkeden kimse fâsık (günahkar) durumuna düşer “. (5)
Allah-u Teâlâ’nın istediği sabrı, yani kötülüklere sürüklenmemek- nefse hâkim olmak- ibadetleri yapmak ve bizim gücümüz üzerinde gelen musibetlere dayanmak, hususlarındaki sabrı gösterirsek:
“ Allah sabredenleri sever ..” (Âl-i İmran 146)
hükmü gereği O’nun sevgisini kazanmayı, ve
“ .. sabredenlere mükafatları hesapsız olarak verilecektir ..” (Zümer, 10)
hükmü gereğince de Cenab-ı Hakk’ın fazl ve keremi icabı, Cennet’de hesapsız, ölçülmesi mümkün olmayan nimetler içinde bulunmayı umabiliriz ...Acaba âlemlerin Rabbi, herşeyin Yaratıcısı olan Allah-u Teâlâ’nın sevdiği, razı olduğu bir kul olmaktan daha büyük bir saadet, bir devlet varmıdır ? İşte bundan dolayı, Peygamber Efendimiz (s.a.s) :
“ Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir “ (6) buyurmuşlar ..
Sözlerimizi âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, musibetlere sabredebilenler için çok müjdeli bir hadisleri ile bitiriyoruz:
“ Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde terazileri koyar. Ardından namaz kılanlar getirilir ve ücretleri tartılarak kendilerine noksansız verilir. Sonra zekat verenler getirilir ve onların da ücretleri tartılarak kendilerine eksiksiz verilir. Nihayet bir belâya dûçâr olmuş kimseler getirilir de bunlar için ne terazi konur, ne dîvan kurulur, ne de defterler açılır. Bunlara ücret, sağanak yağmurları gibi bol bol ödenir ...
Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
“ .. Kim sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Sabırdan daha hayırlı, daha vâsi(bol, engin) atâ (ihsan, bağış) kimseye verilmemiştir “ (1)
Sabretmek zordur.. Peygamber vasfıdır. Sabırlı kulların önderi, seyyidi, Mekkeli müşriklerin 13 yıl süren eziyetleri başta olmak üzere, her türlü güçlüğe bütün bir ömür boyu metânetle sabreden Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) dir. Bilindiği üzere, Hz. Eyyub (a.s)da yakalandığı ağır hastalığa uzun yıllar boyunca sabretmişti. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerîm’de kendisinden "ni'mel abd" ( iyi, güzel kul) (Sa’d 44) olarak bahsedilmektedir. Bunlardan anlamaktayız ki, sabrın sonu başarı ve selamettir ; Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Bundan dolayı da yukarıda meali verilen hadiste sabır “Bol ve engin bir ihsan” olarak, yani bir büyük nimet olarak belirtilmiştir. Demek ki gerçek nimet, gerçek ihsan – aklımıza hemen gelen evler, arabalar, mücevherler, ve benzeri maddiyat değil ; meşakkatlere, zorluklara tahammül edip sabır yeteneği kazanmamız; sabırlı, metânetli, olgun bir kul haline gelebilmemiz imiş ...
Şunu hemen söyleyelim ki, zillete, meskenete, zalimin zulmü altında ezilmeye katlanmak sabır değildir !. Sabır : Hak, hakikat ve ilim yolunda, nefsini terbiye yolunda ; din, vatan- millet uğrunda sebat ve metânet göstermek; meşakkatlere göğüs germek demektir.
İslam âlimleri sabrı üç çeşit olarak tanımlamışlardır (2) :
• İbadetlere : Allah-u Teâlâ’ya itaat ve ibadetlerde, yani dînî vecibeleri gereği gibi yapmak için sabırlı olmak (3)
• Masiyete : Günah ve kötülükleri işlememek için nefsine hâkim olmak
• Musibetlere : Hastalıklar, mal kaybı, eziyetler, .. v.b musibetlere karşı sabretmek (4)
Bunların içinde en faziletlisi olarak günahlara girmemek için olan sabır gösterilmektedir Zira, insan nefsi hevâ ve heveslerine dizgin vurulmadan dilediği gibi yaşamak ister; insanın arzularına, nefsine hâkim olması çok zordur. Ancak, nefse hâkim olmadan, onun yanlış yollara sürüklemesine engel olmadan doğru yola yönelmek de mümkün değildir. Dolayısıyla öncelik nefse hâkim olmaya, günah ve kötülüklerden kaçınmaya verilmektedir. Burada şunu da belirtelim ki, günah işlememek sadece İslâm’ın haram saydığı fiileri işlememek (örneğin: geçimini helal yoldan kazanmamak , zina, hırsızlık, v.b..) demek değildir. Dinimizin “Yapın” dediği şeyleri (ör: namaz kılmak, zekat vermek, v.b farz ve vacipleri) yapmamak da günah sayılmaktadır. Zira, fıkıh’a göre “ geçerli mazereti bulunmadığı halde farzları terkeden kimse fâsık (günahkar) durumuna düşer “. (5)
Allah-u Teâlâ’nın istediği sabrı, yani kötülüklere sürüklenmemek- nefse hâkim olmak- ibadetleri yapmak ve bizim gücümüz üzerinde gelen musibetlere dayanmak, hususlarındaki sabrı gösterirsek:
“ Allah sabredenleri sever ..” (Âl-i İmran 146)
hükmü gereği O’nun sevgisini kazanmayı, ve
“ .. sabredenlere mükafatları hesapsız olarak verilecektir ..” (Zümer, 10)
hükmü gereğince de Cenab-ı Hakk’ın fazl ve keremi icabı, Cennet’de hesapsız, ölçülmesi mümkün olmayan nimetler içinde bulunmayı umabiliriz ...Acaba âlemlerin Rabbi, herşeyin Yaratıcısı olan Allah-u Teâlâ’nın sevdiği, razı olduğu bir kul olmaktan daha büyük bir saadet, bir devlet varmıdır ? İşte bundan dolayı, Peygamber Efendimiz (s.a.s) :
“ Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir “ (6) buyurmuşlar ..
Sözlerimizi âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, musibetlere sabredebilenler için çok müjdeli bir hadisleri ile bitiriyoruz:
“ Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde terazileri koyar. Ardından namaz kılanlar getirilir ve ücretleri tartılarak kendilerine noksansız verilir. Sonra zekat verenler getirilir ve onların da ücretleri tartılarak kendilerine eksiksiz verilir. Nihayet bir belâya dûçâr olmuş kimseler getirilir de bunlar için ne terazi konur, ne dîvan kurulur, ne de defterler açılır. Bunlara ücret, sağanak yağmurları gibi bol bol ödenir ...
Moderatör tarafında düzenlendi: