Meal SECDE Sûresi Türkçe Okunuşu ve Meâli

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
SECDE SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

SECDE Suresi 7.Ayet
SECDE Suresi 7.Ayet
SECDE Suresi Hakkında

Kuran-ı Kerimin otuz ikinci sûresi. Otuz âyet, üç yüz seksen kelime ve bin beş yüz on sekiz harften ibarettir. Fasılası, mim, nûn, lâm harfleridir. Mekkî sûrelerden olup Müminûn sûresinden sonra nazil olmuştur. On sekiz, on dokuz ve yirminci âyetlerinin Medinede nazil olduğu rivayet edilmektedir. Adını on beşinci ayetinde geçen secde kelimesinden almış olup, içinde secde ayeti bulunan sûrelerden biridi. Diğer bir adı da el-Mecadi" dir. Kuranda Secde Sûresi" olarak adlandırılan iki sûre vardır. Bunlardın birisi bu sûredir; diğeri de Fussilet sûresidir. İkisini birbirinden ayırdetmek için bu sûreye Lokman Secdesi, diğerine de Hamim Secdesi adı verilmiştir. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, istanbul 1936, V, 3856; Said Havva, el-Esas fit-Tefsir, Kahire, 1985, VII, 4349)

Ebu Hureyre (r:a)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Rasulullah (s.a.s) cuma günleri fecir vaktinde, Secde ve İnsan sûrelerini okumakta idi" (Buhârî, Cuma; 10). Cabir (r.a)'dan rivayet edilen başka bir hadiste de; "Rasûlullah (s.a.s), Secde ve Mülk sürelerini okumadan uyumazdı" denilmektedir (Ahmed b. Hanbel, III, 340).

Sûre, sahih inanma şekli olan İslâm akidesini kalplere yerleştirmek için tevhîd, risâlet ve âhiret ile ilgili gerçekleri değişik bir tarzda ele alarak, şüphe içerisinde bulunan kalpleri imana yüceltmeyi hedef edinmektedir. Mekke'de nâzil olan bütün sûreler, insanların düşüncelerini şirkten, putperestlikten ve diğer bütün câhilî inanç prensiplerinden temizlemeyi; Rasûlullah (s.a.s.) aracılığıyla gönderilen Kur'an âyetlerinin bildirdiği tevhid, âhirete iman ve risalete bağlılık gibi, insanı dalaletten kurtaracak yüce gayelere ulaştırmayı amaçlamaktadırlar. Bu sûrelerin tamamında konular hemen hemen aynı olmakla birlikte, ele alınış şekilleri her defasında insanları ikna edebilmek için değişik uslûplarda olmaktadır.

Allah Teâlâ'nın eşsiz ve benzersiz olduğu, kâinâtı ve içinde bulunan her şeyi O'nun yarattığı, gökleri, yeri ve ikisinin arasında kalan her şeyin O'nun emri içerisinde hareket ettiği, insanların akıllarını kullanarak varlık âlemindeki her şeyin O'nun birliğini ve gönderdiği kitabın hak olduğu gerçeğini açık bir şekilde ortaya koymakta olduğu, değişik misaller verilerek anlatılmak istenmektedir.

Sûre, Rasûlullah (s.a.s)'in getirdiği Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından indirildiğinin kesin bir gerçek olduğunu bildiren âyetle başlamaktadır:

"Elif, lâm, mim... Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbı olan Allah tarafındandır" (1).

Müşrikler ise, Onun Muhammed (s.a.s) tarafından uydurulduğunu iddia etmektedirler. Allah Teâlâ bu iddiaları Kur'an-ı Kerim'in değişik âyetlerinde ele alarak, onların âyetler karşısındaki acziyetlerini ortaya koymaktadır. Bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"Yoksa o müşrikler "Kur'an'ı Muhammed uydurdu" diye mi iddia ediyorlar? Onlara de ki; "İddianızda samimi iseniz Allah'tan başka gücünüz yettiği herkesi yardımınıza çağırın da O'nun sûrelerinden bir benzerini getiriniz." (Yunus, 10/33). Müfessirlerin bazılarına göre, sûrelerden bir kısmının başında bulunan huruf-ı mukatta kâfirlerin bu iddialarına meydan okumak ve Kur'an'ın bir mucize olduğunu bildirmek anlamını ifade etmektedir. Yani Allah Teâlâ, Arapların dillerini meydana getiren bu gibi harfleri göstererek; "Kur'an'ın da bu harflerden oluştuğu yolundaki iddialarında samimi iseler, aynı harfleri kullanarak böyle bir kitabı meydana getirsinler!" demektedir.

Allah Teâlâ onların iddialarının doğru olmadığını bildirerek, Kur'an'ın gönderilişinden maksadın ne olduğunu şöyle açıklamaktadır:

"Yoksa; "Onu Muhammed uydurdu" mu diyorlar! Öyle mi? Hayır, O, senden önce kendilerine peygamber gönderilmemiş bir milleti uyarman için, sana Rabbın tarafından indirilmiş bir gerçektir. Belki böylece doğru yolu bulup hidayete ererler" (2).

Peşinden gelen âyetlerde Allah Teâlâ'nın, gökleri, yeri ve aralarında bulunanları yarattığı ve her şeyin O'nun bilgisi dahilinde ve hâkimiyeti altında bulunduğu gerçeği zikredildikten sonra, insanın yaratılışına değinilerek, inkâr edenlerin bizzat kendi yaratılışlarının mucizevî mükemmellikteki durumuna bakarak ibret almaları gerektiğini ihtar eden âyet yer almaktadır:

"Her şeyi en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan var eden, sonra insan soyunu alelâde bir suyun özünden yaratan, sonra şekil verip düzelten, ona kendi ruhundan üfleyen, size kulaklar, gözler ve gönüller veren de O'dur. Ne de az şükredersiniz" (7-9).

Allah Teâlâ, ilk yaratılıştaki bu mükemmelliği ortaya koyduktan sonra, tekrar dirilmeyi inkâr edenlerin, içinde yaşadıkları âlemin ve kendilerinin ilk yaratılışını muhakeme etmekten yoksun bir şekilde söyledikleri sözleri dile getirmektedir:

"Biz toprağa karışıp kaybolduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?" derler. Doğrusu onlar Rablerini de inkâr ederler" (10).

Her akıl sahibi kimse için ikna edici delillerle ortada olan ilahî gerçekleri körü körüne inkâr eden kimseler ölümle birlikte öteki hayata gözlerini açtıkları zaman, dünyadayken çağrıldıkları kitabın doğruluğunu şüphe götürmez yakınî bir şekilde kavrayacaklar ve pişmanlık içerisinde Allah Teâlâ'dan kendilerine bir fırsat daha vermesini isteyeceklerdir:

"Suçluların, Rablerin huzurunda başlarını eğerek "Rabbımız! Gördük, işittik; bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller işleyelim, artık kesin olarak iman ettik" dediklerini bir görsen" (12)

Ancak, Allah Teâlâ'nın takdirinde bir değişiklik asla mümkün olmadığı için hakettikleri azabın içine atılacaklardır.

Daha sonra Allah Teâlâ, göndermiş olduğu âyetlere iman eden kimselerin özelliklerinden sözetmektedir. Bu kimseler Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı zaman, kendilerine o âyetleri hatırlatan Rablerini ta'zimle anarak, O'nun celâli karşısında hürmetle secdeye kapanırlar. Onlar, Rablerinin azameti ve celalini benliklerinde hissettikleri için huşu ve taat içerisinde ona yönelir ve tesbih ederek emirlerine boyun eğerler. Onlar gecelerinin bir bölümünü namazla geçirirler, korku ve ümit ile Rablerine duada bulunurlar ve rızıklandırıldıkları şeylerden gönül hoşluğu içerisinde infâk ederler:

"Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine âyetlerimiz hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamadan Rablerini hamd ile tesbih edenler, çok ibadet etmekten vücutları yataklardan uzak kalanlar, Rablerine korku ve ümitle dua edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler inanır" (15-16).

Bu niteliklere sahip mü'minlerle, inkâr edip, Allah'ın emirlerine isyan eden kimselerin eşit olmayacakları bildirildikten sonra, iman edenlerin "me'va" cennetleri ile mükafatlandırılacakları, yoldan çıkanların ise, Cehennem ateşinde barındırılacakları belirtilmektedir.

Allah Teâlâ, kendilerine okunan âyetler karşısında inadla inkâra devam etmenin zulümlerin en büyüğü olduğunu, bu zulmü işleyenlerin ise layık oldukları şekilde cezalandırılacaklarını;

"Kendilerine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da, onlardan yüz çevirenlerden daha zâlim kim olabilir? Biz, mutlaka suçlulara layık oldukları cezayı vereceğiz" (22) âyetiyle insanlara tebliğ etmektedir.

Daha sonra, Tevrat'ın Mûsa (a.s)'a verilişinden söz edilerek bunun, hakkında şüpheye düşülmemesi gereken bir gerçek olduğu ve onun İsrailoğulları için hidayet edici bir rehber kılındığı bildirilmekte, İsrailoğullarından iman edip sabredenlerin insanları doğru yola iletmek için önderler yapıldıkları anlatılmaktadır. Bu açıklama ile Mekke'de bulunan müslüman azınlığın her türlü baskı ve zorluğa sabrederek dinlerini tebliğe devam etmeleri halinde insanlığı İslâm'ın aydınlığına ulaştırmada rehberler olacakları bildirilmektedir. Bu, her çağda sabır ve sebat gösteren tebliğcileri de ihtiva edecek genişlikte bir anlam taşımaktadır.

Müşrikler, eninde sonunda Allah'ın emrine teslim olacakları hakikatini hafife alarak inkâr ediyorlardı. Onların bu tutumları şu şekilde ifade edilmektedir:

"Onlar "Eğer sözünde doğru iseniz, o fetih ne zamandır" derler" (28).

Süre, Rasûlüllah (s.a.s)'in şahsında bütün iman edenlere hitap ederek, şu şekilde son bulmaktadır:

"Sen onlara şöyle de: "Fetih günü kâfirlere, iman etmeleri hiç bir fayda sağlamayacaktır" onlara mühlet de verilmeyecektir". Sen onlardan yüz çevir de bekle. Onlar da bekliyorlar" (29-30).

SECDE SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ


Bismillâhirrahmânirrahîm

32/SECDE-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm.


32/SECDE-2: Tenzîlul kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
Hakkında şüphe olmayan Kitab'ın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.


32/SECDE-3: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Yoksa "O'nu uydurdu" mu diyorlar? Hayır! O, Rabbinden bir haktır. Senden önce kendilerine nezir (peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarman içindir. Umulur ki böylece onlar, hidayete ererler.


32/SECDE-4: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
O Allah ki; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde halketti (yarattı). Sonra arşa istiva etti (arşı sevva etti, dizayn etti, vechi arşta karar kıldı). Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


32/SECDE-5: Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Gökten arza kadar emri (Allah'tan gelen ve Allah'a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O'na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.


32/SECDE-6: Zâlike âlimul gaybi veş şehâdetil azîzur rahîm(rahîmu).
İşte O, gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilen Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).


32/SECDE-7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır.


32/SECDE-8: Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin).
Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden (nutfeden) kıldı (yarattı).


32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


32/SECDE-10: Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
Ve dediler ki: "Biz yerde (toprağın içinde) (toprağa) karıştığımız zaman biz mutlaka yeni bir yaratılış içinde mi olacağız?" Hayır, onlar, Rab'lerine mülâki olmayı (ulaşmayı) inkâr edenlerdir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."


32/SECDE-12: Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).
Ve keşke mücrimleri, Rab'lerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. (Bundan sonra) bizi (dünyaya) geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakîn hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin.


32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik). Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak oldu.


32/SECDE-14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Öyleyse bu "likâe" (Allah'a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.


32/SECDE-15: İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Fakat Bizim âyetlerimize îmân edenler (âmenû olanlar) onlardır ki, (âyetlerimiz) zikredildiği zaman (hemen) secde ederek yere kapanırlar. Ve Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar kibirlenmezler.


32/SECDE-16: Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Yanlarını yataktan uzaklaştırırlar (yan üstü yatarken kalkarlar). Rab'lerine korku ve ümitle dua ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (verirler).


32/SECDE-17: Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun(a’yunin), cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Artık hiçbir nefs (hiç kimse), yapmış olduklarına mükâfat olarak, onlar için gözaydınlığından nelerin saklı olduğunu bilmez.


32/SECDE-18: E fe men kâne mu’minen kemen kâne fâsikâ(fâsikan), lâ yestevun(yestevune).
Öyleyse mü'min olan kimse, fasık olan kimse gibi midir? Onlar müsavi (eşit) olmazlar.


32/SECDE-19: Emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum cennâtul me’vâ nuzulen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Fakat âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dilemiş olanlar) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, işte onlar için yapmış olduklarından dolayı ikram olarak meva cennetleri vardır.


32/SECDE-20: Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
Ve fakat fasık olanlar, onların mevası (barınağı) ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya iade edilirler (geri döndürülürler). Ve onlara: "Ateşin azabını tadın! Ki onu tekzip etmiştiniz (yalanlamıştınız)." denir.


32/SECDE-21: Ve le nuzîkannehum minel azâbil ednâ dûnel azâbil ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).
Ve Biz, mutlaka büyük azaptan önce, daha yakın olan azaptan onlara elbette tattıracağız. Umulur ki, böylece onlar (Allah'a ulaşmayı dileyerek, Allah'a) dönerler.


32/SECDE-22: Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ minel mucrimîne muntekimûn(muntekimûne).
Ve Rabbinin âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.


32/SECDE-23: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'a kitap verdik. Bundan sonra sen, O'na (Allah'a) mülâki olmaktan (hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmaktan) şüphe içinde olma. Ve O'nu (Tevrat'ı) İsrailoğulları için hidayet rehberi (Allah'a ulaştırıcı) kıldık.


32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.


32/SECDE-25: İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kıyâmet günü ihtilâf etmiş oldukları şey konusunda onların arasını (haklıyı haksızdan) ayırır (hüküm verir).


32/SECDE-26: E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyât(âyâtin), e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
Onları hidayete erdirmedi mi? Onlardan önceki nesillerden nicelerini helâk ettik (etmiş olmamız). Onların (evvelce) meskûn oldukları yerlerde (yurtlarında) dolaşıyorlar. Muhakkak ki bunda, elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır. Hâlâ işitmeyecekler mi?


32/SECDE-27: E ve lem yerev ennâ nesûkul mâe ilel ardıl curuzi fe nuhricu bihî zar’an te’kulu minhu en’âmuhum ve enfusuhum e fe lâ yubsirûn(yubsirûne).
Onlar, suyu kurak araziye nasıl sevkediyoruz görmediler mi? Böylece oradan ekinler çıkarırız, ondan hayvanları. Ve onlar yerler. Hâlâ görmüyorlar mı?


32/SECDE-28: Ve yekûlûne metâ hâzel fethu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve eğer siz sadık(lar)sanız, "Bu fetih ne zaman?" derler.


32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."


32/SECDE-30: Fe a’rıd anhum ventezır innehum muntezırûn(muntezırûne).
Öyleyse artık onlardan yüz çevir ve bekle! Muhakkak ki onlar (da) bekleyenlerdir.
 
Üst Alt