Şehnâme - Firdevsî

MURATS44

Özel Üye
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/b/b9/Shahnameh3-1.jpg
Firdevsî

Bu kitabın yazılışına akıl ve canı yaratan Allah’ın adıyla başlarım. Çünkü düşünce, ondan üstün bir ilâh’ın varlığını kavrayamaz. En güzel adların ve en yüce makamın sahibi O ’dur. Rızkı O verir, doğru yolu O gösterir. Dünyayı da, bu dönen göğü de yaratan; Ay'a, Güneş'e ve Çobanyıldızı'na ışık veren hep O ’dur. O'nun, tanınmak için ne ada ihtiyacı vardır, ne de bir belgeye.. Onun varlığından kimse şüphe edemez. Gökyüzünü yıldızlarla süsleyen O’dur.

Sen, bu gözlerinle, Yaradan'ı göremezsin, gözlerini boş yere yorma! Düşünce de ona varan yolu bulamaz: çünkü O; ne bir ada muhtaçtır, ne de oturmak için bir
yere.. Belki sözün, Allah’ın değerlerini anlatmaya gücü yeter. Fakat akıl ve can, ona giden yolu bir kere bulabilseydi!

Madem ki, aklı ve canı yaratan O’dur; sırf akla dayanan düşünce onu nasıl kavrayabilir?

O'nu, olduğu gibi, kimse övemez. Bunun için senin yapacağın şey sadece ona kulluk etmektir. Akıl, ancak gördüğü bir şeyi anlatmak için söz bulabilir. Hiç canla, ruhla, düşünce ile veya bunlara benzer şeylerle Yaradan'ı övmeye imkân var mı?

Sen, boş sözleri bir yana bırak da. sadece O'nun varlığına inanmana bak; O'nun buyruklarını iyice gözet; O'na giden yolu ara ve tapın! Bilgili olan, güçlü olur. Kocamışların gönlünü bile ancak bilgi dinçleştirir.

Allah hakkında bundan daha fazla söz söylenemez. O'nun varlığını kavramak için, düşünce bir yol bulamaz.

Ey, akıllı kişi! Üzerinde söz söylenebilecek konuya şimdi geldik... Akıldan yana ne biliyorsan söyle de, dinleyenlerin kulağı söylediklerinden faydalansın. Akıl, Tanrı’nın sana verdiği bütün şeylerin en iyisidir. Aklı övmek, yürünecek en iyi yoldur.

Akıl, padişahların tacı ve ünlü kişilerin süsüdür. Sen aklı, hiç ölmeyecek bir canlı olarak tanı. Onu, hayatın özü bil. İnsana doğru yolu gösteren de, gönlü açan da, iki cihanda elimizden tutan da hep odur.. Sevinç de ondan gelir, insanlık da ondan! Olgunluğumuzun çokluğu da ondan gelir, eksikliği de ondan!

Bir insanın canı aydın olsa bile, aklı karanlık olduktan sonra, dünyada biran sevinç yüzü göremez. Sözlerinden bilginlerin bile faydalandığı bir hünerli ve akıllı İçişinin ne dediğini biliyor musun?

Diyor ki: "Kendine aklı kılavuz edinmeyen kimsenin, yaptığı işle, sonunda kendi gönlü yaralanır. Akıllı bir kişi, onu deli sayar ve yakınları da yabancı yerine korlar."

Her iki cihanda da, ancak aklına yükselebilirsin. Aklı çürük olanın ayağı da bağlı olur. Dikkat edersen anlarsın ki akıl, canın gözüdür. Gözsüz canla bu dünyada şen yaşayamazsın! Bunu bil ki her şeyden önce yaratılan ve canı koruyan da odur.. Kulak, göz ve dil sana aklı övmek için verilmiştir. Bütün iyilik ve kötülükler bu üçünden doğar.

Akıl ve canı, hakkiyle, kim övebilir? Ben övebilsem bile, onu, dinleyip anlayabilecek kim vardır? Mademki hiç kimse yoktur; o halde, ey olgun kişi, boşuna konuşmanın faydası ne? Bunun için sen artık bize, yaratılışın nasıl olduğundan söz aç!

Sen; bu yeryüzünü yaratan Allah’ın bir kulusun.. Gizli ve açık olan her şeyi bilirsin. Aklı, daima, kendine kılavuz yap! Böylece, yaraşık almayacak şeylerden kendini korumuş olursun... Bilgili kimselerin sözüne uyup doğru yolu ara. Dünyayı gez, dolaş; bildiğin öğrendiğin her şeyi herkese söyleme. Her bilgili kimseden bir şey öğrensen bile, yine hiçbir zaman öğrenmekten geri kalma.

Bilgi bir ağaç gibidir. Onun bir dalını görsen, kolay kolay köküne varılamayacağını anlarsın...

Her şeyden önce, âlemin yapısındaki öz varlıkları iyice tanımalısın. Allah, yokluktan bir varlık yarattı ve böylece gücünü göstermiş oldu. Bu varlıktan da, hiçbir zahmete ve zamana boyun eğmeden, âlemin yapısındaki dört öğe meydana geldi. Kara toprağın, suyun ve rüzgârın ortasında parlak bir ateş yükseldi. Böylece, bir kımıldanma neticesinde ateş ortaya çıkınca onun sıcaklığından kuruluk. Ondan sonra da ateşin yatışmasıyla soğukluk ve soğukluğun sonunda da nemlilik meydana geldi.

Bu dört töz, sırf âlem denilen bu eski sarayın doğması için yaratıldı. Bütün bunlar birbirleriyle karışarak, başka başka şekillerde göründüler. Böylecedir ki, biri ötekine benzemeyen görünüşleriyle bizi şaşırtan, şu hızlı dönüşlü kubbe meydana geldi Biraz geçince de, on iki burç üzerine yedi büyük yıldız hâkim olarak, kendilerine yaraşan yerlere geçtiler.

Sonra gökyüzünde; bağışta bulunmak, kendisindeki iyilikleri başkalarına vermek gücü doğdu ve gök bu gücünü tanıyanlara, değerlerince, bağışlar yaptı. Kat, kat gökler birbirlerine bağlanıp birleştiler ve bundan sonra da hep birden dönmeye başladılar. Yerin yüzü; denizler, dağlar, ovalar ve çayırlıklarla bir mum gibi aydınlandı. Dağlar yerlerine yerleşti, sular fışkırdı; bitkilerin başları yukarıya yükseldi. Toprak, yükselecek değerde yaratılmadığı için, kara ve karanlık bir merkez olarak kaldı.

Toprağın yukarısında yıldızlar, insanı şaşırtan görünüşleriyle ortaya çıkarak onu aydınlattılar. Ateş, hep yukarıya doğru yükseldi, su ise hep aşağıya aktı ve güneş yerin etrafında dönmeğe başladı. Otların ve türlü türlü ağaçların başları toprağın altında kaldı.. Ne yapsınlar? Onların da talihleri öyle... Yerlerinden kımıldayamadıkları, sağa sola koşamadıkları için, oldukları yerde sallanırlar. Bundan sonra, istediği yere gitmeğe gücü yetmekte olan, hayvan yaratıldı ve bütün bu bitkileri kendi hükmü altına aldı.

O daima yemek, uyumak, rahat etmek yolunu arar ve emeline ancak bu şekilde yaşayarak erişmek ister. Onun ne söyleyen dili vardır, ne de doğru yolu arayan aklı. Dikenler ve otlarla kendisini beslemeye çalışır. İyilikle kötülüğü arayamaz. Yaptığı işin sonunu düşünemez. Bunun içindir ki Allah, ondan kulluk beklemez.

Allah, adaletli, kudretli ve bilgili olduğu için hiçbir hünerini gizlemez. İşte dünyanın hali, olup olacağı böyledir. Hiç kimse, onun içindeki ve dışındaki sırları bilemez.

Bütün bunlardan sonradır ki insan yaratıldı. Fakat, hepsinin anahtarı oldu. İnsanın başı, yüksek bir selvi gibi, yukarıdadır. Güzel söz söyler ve işi akla dayanır. Düşünceli ve akıllı olduğu için, bütün hayvanlar onun buyruğuna boyun eğerler.

Bir kere, insan ne demektir? İnsan denilince ne anlaşılır? Şunu biraz düşünsen... İnsan, yalnız, şu gördüğün düşkün yaratık mıdır sanırsın? Sen, bu halinden başka onun bir şeyini bilmez misin? Oysa ki, seni iki cihanın da özü olarak yarattılar ve bunca yollarla büyütüp yetiştirdiler. Sen, yeryüzüne diğer yaratıklardan sonra geldinse de, hepsinden önsün, vaktini boş şeylerle geçirme.

Ben, olgun bir kişiden, insanın yaratılışını başka türlü işittim. Fakat, Yaradan'ın sırlarını nasıl bilelim?

Dikkatli ol ve kendi sonunu düşün! Bir iş yaparken iyiliği göz önünde bulundur. Zahmete girmekten çekinme. Bilgiyi elde etmek için, zahmete katlanmak yerinde bir şeydir. Şu, hızla dönen göğe iyice bak. Dert de ondan gelir, derman da!

Zaman onu yıpratamaz; ne zahmetten üzülür, ne rahatlıktan ferahlar. Ne böyle dönmekte geri kalır, ne de bizim gibi sonunda yok olur. Artıklığı da, eksikliği de ondan bil! İyi olsun, kötü olsun, onca gizli hiçbir şey yoktur.

Bu mavi gök, kızıl yakuttan doğmuştur; havadan, sudan, tozdan ve dumandan değil. O, bunca parlaklıkla ve bunca yıldızlarla, bir Nevruz bahçesi gibi, süslüdür. Bu göğün içinde insanın gönlünü aydınlatan bir yıldız döner ki gündüz, parlaklığı ondan alır. Sabah parlak başını, bir altın kalkan gibi, doğrudan yükseltir.

O doğunca, yeryüzü ışıktan bir gömlek giyer de bu karanlık dünya aydınlanıverir. O doğudan başgösterdi mi, karanlık gece kaybolup gider. Yıldızların hiçbiri diğerinin yolunu kesemez. Öyle ki, bundan daha düzenli bir yürüyüş olamaz.


Ey, her zaman yeryüzünü aydınlatan güneş! Sana ne oldu ki, ışıklarını benim üzerime hiç saçmıyorsun?

Karanlık gece için de bir ışık gerek. Elinden geldiği kadar kötülükten sıyrılmağa çalış.Ay, otuz gün yerin çevresini dolaşır. Sonra, iki gün iki gece yüzünü göstermez. Sonra, aşk derdine uğramış bir âşık gibi sararır ve onun sırtı gibi de iki büklüm olur. Bu zamanlarda, uzaktan insanın gözüne görünmesiyle kaybolması birdir.

Ertesi gece, daha fazla görünür ve seni daha çok aydınlatır. Böylece, iki hafta içinde tastamam olur ve sonra yine ilk haline dönmeğe başlar. Gitgide her gece biraz daha incelerek parlak güneşe daha çok yaklaşır.

Allah, onun bu şekilde dönmesini kararlaştırdığı için, bu iş böyle gelmiş, böyle gidecektir.

Bilgi ve din, senin hakikî kurtarıcındır. Sana düşen, selâmet yolunu aramaktır. Eğer gönlünün kederden sıyrılmasını, vicdanının rahata kavuşmasını istersen, Bütün kötülüklerden kurtulmak, belâ tuzağına düşmemek ve iki cihanda kötülükten sıyrılıp Allah katında iyi bir adla anılmak dileğinde isen, Peygamberinin sözlerine giden yolu ara ve gönlünün kirlerini o su ile yıka.

O emir ve nehiy, tenzil ve vahiy ıssı ne diyor, biliyor musun? Diyor ki: “Güneş, büyük peygamberlerden sonra, Ebubekir’den başkasının üzerine doğmamıştır!” İslâm dinini yayıp dünyayı, ilkbaharda çiçeklerle süslenmiş bir bağ haline getiren de Ömer’dir.

Bu ikisinden sonra, din ve hayâ ıssı Osman gelir. Dördüncüsü ise, Betûl’ün eşi Ali’dir. Peygamber, bak, onu ne güzel övüyor: "Ben bir bilgi şehriyim, onun kapısını ancak Ali’dir."

Ben, bu sözün peygamber tarafından söylendiğine şahitlik ederim. Bana bu sözü sanki kulaklarımla duymuşum gibi geliyor.

Ali’yi ve dinin kendilerinden kuvvet aldığı diğerlerini de saygı ile an. Peygamber bir güneş, Ashabı da ay gibidir. Doğruyu yol, onların birbirlerine yakınlık ve bağlılıklarını kavramaktadır.

Ben, "Ehl-i beyt"in kuluyum ve peygamber vasisi Ali’nin ayağını bastığı toprağı övüyorum. Benim başka hiçbir şeyle işim yok. Bence bundan başka türlü söz de olamaz.

Bilgili olan Yaratıcı, bu âlemi, azgın bir rüzgârla dalgaları coşmuş bir deniz gibi yarattı. Bu denizin üzerinde, hepsi de yelkenlerini açmış yetmiş iki gemi yüzer. Bunların en büyüğü bir gelin kadar süslü ve bir horoz gibi oyalıdır. İşte bu gemide Muhammed’le onun vasisi Ali ve Ehl-i beyt bulunmaktadır.

Akıllı bir İkimse, ucu bucağı belli olmayan bu denizi uzaktan gördüğü vakit, hiç kimsenin onda boğulmaktan kurtulamayacağını, dalgalarının kendisini de ezeceklerini anlar. Ve içinden: Eğer peygamber vasisi olan Ali gibi iki vefalı yârim varken de boğulursam, Tacın, bayrağın, tahtın, cennetteki şarap ve bal ırmaklarının, "Süt çeşmesinin ve yardım suyunun ıssı benim elimden tutar!" der.

Eğer öteki dünyada gözün varsa, Nebi ve Vasiden ayrılma! Eğer bundan sana bir kötülük gelirse, günahı benim boynuma olsun. Gidilecek yol budur ve ben de
oradan yürüyorum.

Ben, bu inanışla dünyaya geldim ve böyle de gideceğim. Ben, daima, Haydar’ın ayağının toprağıyım.

Eğer kalbin yanlış yollara sapıyorsa, yeryüzünde, bil ki, sana kalbinden başkası düşman değildir. Ali’ye düşman olanlar, ancak hainlerdir. Allah, öylelerini ateşte yakar. Kalbinde Ali’ye karşı düşmanlık ve kin besleyen kimse, dünyanın en talihsiz insanıdır.

Dikkat et de, dünyada vaktini boş şeylerle geçirme, iyi insanların izinden ayrılma. İyi insanlarla beraber olmak istersen, daima iyilik et. Bu hususta daha ne kadar söyleyeyim? Ben, bunun sonunu bulamıyorum.

Söylenecek bütün sözler söylenmiş, yeniden söylenmeğe değer söz kalmamıştır. Ben de sana bunlardan birisini söyleyeyim. Fakat, ne söyleyeyim? Benim her söylediğim benden önce de söylenmiş, bilgi bahçesinin her yeri gezilmiştir. Bununla beraber, bir meyve ağacının üstünde yer bulamayınca onun meyvesinden de mahrum kalmak doğru olur mu?

Bir kimse büyük bir ağacın gölgesine sığınınca, gölge onu güneşin kızgınlığından korur. Belki ben de her tarafa gölge salan o selvi ağacının bir dalının gölgesinde kendime yer bulurum. Ve o ünlü padişahın adına yazmak istediğim bu kitapla bu dünyada bir yadigâr bırakırım.

Sen bunları birtakım yalanlar ve efsaneler sanma. Cihanda bir tarzda gidiş yoktur. Aklı başında olan ikimse, eğer bunun remz ve anlamını araştırırsa, bundan faydalanır.

İçinde eski zamandan kalmış, birçok destanlar yazılı bir kitap vardı. Bu, şurada burada, bazı mûbitlerin elinde dağınık bir halde idi ve her akıllı olan ondan faydalanırdı.

Bir Dihkan ailesinin soyundan gelmiş olgun, bilgili, akıllı ve cesur bir yiğit vardı. ski zamanlarda olup biten olayları araştırır bulurdu. Her memleketten ihtiyar mûbitleri getirterek o dağınık parçaları topladı. Onlardan; o zamana kadar gelip geçen padişahların, o ünlü bahtiyarların Bize kötü bir durumda bıraktıkları bu dünyayı nasıl idare ettiklerini, Saltanat günlerinin saadetle nasıl gelip geçtiğini, sordu. Onlar da bu kahramana, bütün padişahların başlarından geçen olayları ve feleğin onlara karşı
nasıl davrandığını bir bir anlattılar.

Bu yiğit, onlardan bu sözleri dinledikten sonra, her yerde tanınmış bir kitap vücuda getirdi. Böylece, cihanda ondan bir yadigâr kaldı ki küçük büyük herkesçe beğenildi.

Bu kitaptaki olayları okuyanlar o kadar beğendiler ve onları rasgele herkese o kadar çok anlattılar ki, Akili, doğra adamlar ve nihayet bütün dünya onları duymuş, sevmiş oldu.

Birgün; güzel sözlü, parlak zekâlı ve tatlı yaradılışlı bir delikanlı ortaya çıkarak: "Ben, bu kitabı manzum olarak yazayım!" dedi. Meclisinde bulunanlar, onun bu düşüncesinden çök sevindiler. Yalnız, bu delikanlı kötü huylu idi. Hattâ bu huyundan vazgeçebilmek için arzularıyla daima boğuşuyordu. Nihayet, ansızın, ölümün bir darbesiyle dünyadan el çekti. Kötü huyu yüzünden, bu yeryüzünde sevinçli bir gün göremeden tatlı canı elinden gitti. Talihi aksine döndü ve kölesinin eliyle öldürüldü.

Yalnız Güştasb ve Ercasb’ın padişahlık zamanlarına ait bin beyit kadar yazabildi ve günü tamamlandı. Onun ölümünden sonra, bu kitap eksik kaldı. Uyanık talihi uyuya kaldı. Ey Rabbim, sen onun kusurlarım bağışla, ahiretteki yerini yükselt.

Aydın gönlüm onun başından geçenle üzülünce, cihan padişahının tahtına doğru yüzümü döndürdüm. Bu kitabı ele geçirerek, kendi dilimce yazmak istedim. Onu önüme gelenden soruyor ve onun da feleğin zulmüne uğrayarak kaybolmuş olmasından korkuyordum.

Ömrümün vefa etmemesi, bu işin başkalarına kalması ihtimalini de düşünmedim değil. Ve yine düşündüm ki, çalışıp da ortaya koyacağım define de belki bana vefasızlık edecek ve uğrunda çektiğim zahmetlerden kimsenin haberi bile olmayacak.

Beri yandan, her taraf savaş içinde idi ve zaman böyle emeklerin karşılığını vermeğe hiç de elverişli bulunmuyordu. Bir müddet böyle vakit geçirdim, kimseye bir
şey söylemedim. Yapmak istediğimi söyleyebilecek, kendisine güvenilir bir dost bulamadım.

Dünyada, güzel sözden iyi ne vardır? Güzel sözü büyük, küçük herkes sever, beğenir.. Eğer söz Allah’ın katında da kutlu olmasaydı, Peygamber bize nasıl yol gösterebilirdi?

Bulunduğum şehirde sevgili bir dostum vardı. Aramızda o kadar samimiyet vardı ki, sanki, kendisiyle aynı derinin içinde yaşıyorduk! Bana: "Senin bu düşüncen çok güzel! Belki, bu vesile ile hayırlı bir yola da gitmiş olursun. Sen gözünü açmağa bak, Pehlev diliyle yazılmış olan bu kitabı ben sana bulur, getiririm. Gençsin, güzel konuşmakta yiğitsin! Bu Pehlevce kitabı sen yeniden yaz ve böylece büyük adamların katında yüksel!" dedi.

O, sözünde durarak bu 'kitabı bulup da bana getirdiği vakit, karanlık ruhum aydınlandı. Bu kitabı elime geçirten zat, ulu bir kişi idi. Soyca yiğit, akıllı, uyanık ruhu aydın, Haya sahibi, güzel sözlü, güzel fikirli ve tatlı sesli idi.

Bana: "Ne dilersen dile! bu kitabı yazman için, elimden geleni yapmağa hazırım. Seni başkalarına muhtaç etmemek için, yapabileceğim hiçbir şeyi esirgemem!” dedi. Bu zat, zamanın dönüşünden bir zarar ermemesi için beni, taze bir elmayı korur gibi, korurdu. Bu akıllı ve temiz yürekli adamın beni korumasıyla
kara topraklardan yükselmiş olan başım Zühal yıldızına kadar erişti.

Altınla gümüşün, onca, topraktan farkı yoktu. Cömertlik, bütün parlaklığını ve güzelliğini onun elinden alırdı. Hattâ onun katında dünyanın bile değeri yoktu; .vefalı ve mert bir insandı.

Ne çare ki, kuvvetli esen bir rüzgârla, bir selvinin çimenlikten yok olması gibi, o da insanların arasından kaybolup gidiverdi. Heyhat, insanları öldüren timsahın elinde
onun ne dirisinden, ne de ölüsünden hiçbir iz kalmadı.

O, şahlara yaraşan boya posa yazık oldu. Bu tutkun gönül için, artık onu görmek ümidi kalmadı. Ruhum, bir söğüt ağacı gibi, ardından titriyor. Şimdi, onun bir öğüdünü hatırlıyor ve ruhumu sapkınlıktan çevirip doğruluğa yöneltiyorum...
 
Üst Alt