faruk islam
Özel Üye
SEMUD’a Mu'cize Gösterilmesi İçin Çekilen Restler
Semûd kavminin ileri gelenleri durmadan Hz. Salih'e meydan okuyor ve rest çekiyorlardı. Onlar diyordu ki, "eğer sen gerçekten Allah'ın elçisi isen, o zaman bize bir Mu'cize göster de görelim." Semud’luların bu sürekli isteği üzerine Cenab-ı Allah da dişi deveyi Mu'cize olarak aralarına gönderdi.
Cenab-ı Allah'ın bu buyruğu ("Biz dişi deveyi onlara fitne olarak gönderiyoruz" sözlerinin bir açıklamasıdır. Fitne ve imtihan, dişi bir devenin birden bire Semûd kavmi arasında belirmesiydi. Semûd kavmi bu deve ile ilgili olarak uyarılmıştı. "Bu dişi deve belirli günlerde tek başına su içecektir. Bunun su içtiği gün sizler sakın hayvanlarınıza su içirmeyin, ve su içtiği kuyu, çeşme veya dereye ne kendiniz gelin ne de hayvanlarınızı getirin. Dişi deve ve diğer hayvanlar nöbetleşerek su içeceklerdir. Bu kural bozulmamalıdır. Yoksa size büyük bir felâket gelecektir." Bu ikazı aktaran kişi Hz. Salih idi. O Sâlih ki, Semûd kavminin ileri gelenleri onunla alay ediyor, onun ordusu ve yardımcıları olmadığım söylüyorlardı.
Kesin İşaret
Şuara sûresinin 154-156 ayetlerinden, böyle bir ilâhî işaret veya Mu'cizenin gösterilmesini bizzat Semûd kavminin istediği sabittir. Semûd halkı, ancak böyle bir işaret gördükten sonra Hz. Sâlih'in peygamber olacağına inanabileceğim belirtmişti. İşte bu isteğe uyarak Hz. Salih dişi deveyi kendilerine sundu. Böylece, dişi deve'nin de diğer bazı peygamberlerin Mu'cizeleri gibi bir Mu'cize olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, bu Mu'cize ile birlikte Hz. Sâlih'in, ümmetini son defa ikaz ettiği de anlaşılıyor. Hz. Sâlih'in söylediğine göre, bu dişi deve Semûd kavminin kaderini tâyin edecekti. Allah tarafından bir ibret nişanesi olarak gelen bu deveye bir takım imtiyazlar tanınmalıydı. Bu deve her tarafa dolaşmakta serbest olacaktı ve belli bazı günlerde çeşme ve derelerden su içecekti. Semûdlular bunun yanına yanaşmamalıydı, hele kötü bir niyetle dokunmaları bile felâkete davetiye çıkarmak gibi bir şey olacaktı. Semûd kavmi belirli bir süre devenin olağanüstü bir hayvan olduğuna inandı ve Hz. Sâlih'in de¬diklerini istemeyerek de olsa yaptı. Ama kötü niyetlerini uzun bir süre saklayamadılar ve fitne ve fesâda baş vurdular.
Dişi Devenin Öldürülmesi
"Derken o dişi deveyi kestiler." (A'râf; 77)Hz. Sâlih'in dişi devesi bir müddet Semûd kavmini şaşkın ve tedirgin yaptı. Semûd'lu ileri gelenler küplere biniyorlardı ve bu deveyi ortadan kaldırma çarelerini düşünüyorlardı. Nihayet, hayli atak davranan bir kabi¬le reisi, devenin işini bitireceğine arkadaşlarını inandırdı. Şems sûresinde bu adamdan şöyle bahsedilmiştir; "En bahtsızları ayaklandığı vakit" (Âyet; 12). Kamer suresinde ise şöyle denilmiştir: "Nihâyet arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcını çekip deveyi kesti." (Âyet; 29)Yukarıdaki her iki sûrede görüldüğü gibi, dişi deveyi öldüren tek bir kişiydi. Ama onun fiili bütün millet tarafından desteklendiği için herkes onun suç ortağıydı. Bu sebeple ceza da sadece o kişiye değil bütün millete verildi.
Hz. Salih'e Karşı Şirretlilerin Tertibi
"O şehirde, eşraftan dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde fesâd çıkarıyor ve iyilik etmiyorlardı. Allah'ın adı ile yeminleşerek dediler ki: 'Gece baskını yapıp Salih'i ve ailesini öldürelim. Sonra velisine: Biz o ailenin helakinde hazır değildik. Gerçekten biz doğru söyleyenleriz diyelim! Onlar bir hile düşündüler. Biz de onların haberleri olmadan hilelerinin akıbeti nasıl oldu. Biz hem kendilerini hem de kavimlerini helâk ettik." (Neml; 48-51)
Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi, Semûd kavminin ileri gelenleri, Hz. Sâlih (a.s.)'ten kurtulmanın tek çaresinin onu öldürmek olduğunu düşündüler ve bunun için harekete geçtiler. Ama, plânladıkları gibi gece Hz. Sâlih'in evine saldırmadan önce Allah onlara azabını gönderdi. Bu azâb ile sadece kendileri değil, bütün Semûd kavmi yok oldu.
Öyle anlaşılıyor ki, Semûdlular, Hz. Salih'i öldürme plânını dişi devenin öldürülmesinden sonra hazırladılar. Hûd suresinde belirtildiği gibi, dişi devenin boğazlanmasından sonra Hz. Salih, üç günlük mühlet kaldığını, bundan sonra azabın geleceğini söylemişti. Bunun üzerine Semûdlular şöyle düşünmüş olabilirler: Salih'in bizi korkuttuğu azâbın geleceği yok; neden biz dişi devesinden sonra onun işini de bitirmeyelim? Hz. Salih'in evine baskın düzenlemek için kararlaştırdıkları gece de herhalde azâbın geleceği gece idi ve o gece bunlar baskın düzenlemeden Allah'ın gazabı onları yakalayıverdi.
Azâbın Ayrıntıları
Şuarâ suresinin 158. ayetinde şöyle denilmiştir: "O azap kendilerini yakalayıp helâk etti..." Kur'ân-ı Kerîm'in diğer yerlerinde bu azâb ile ilgili şu kayıtlara rastlıyoruz: Dişi devenin kesilmesinden sonra, Hz. Sâlih, ümmetini şöyle uyardı: "... Yurdunuzda üç gün daha yaşaya durun." (Hûd; 65). Bu uyarı yapıldıktan sonra üçüncü gün, yani mühletin sona erdiği gece yarısı ile sabah arasındaki süre içinde korkunç bir patlama oldu ve bununla beraber öyle bir zelzele oldu ki, bir ânda bütün Semûd kavmi yok oldu. Sabah olunca, etrafta ezilmiş, parçalanmış ve tanınmaz hâle gelmiş cesetlerden başka bir şey yoktu. Bu cesetler, bir ahırda, hayvanların ayaklarıyla ezilen çim ve otlar gibi ezilmiş ve çiğnenmiş durumdaydılar.
İman Sahipleri Kurtuldu
"(Azap) emrimiz geldiğinde Salih'i ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmet ile o günün azabından kurtardık..." (Hûd; 66)
Sina yarımadasında yaygın rivâyetlere göre, Semûd kavmi Allah'ın azabına uğrayarak helâk olunca, Hz. Sâlih hicret ederek Sina'ya geçti. Nitekim Musa dağının yanı başında Nebi-Sâlih diye bir tepe vardır. Rivâyetlere göre Hz. Sâlih burada yaşıyormuş.
Semûd Kavminin Geliştirdiği Büyük Medeniyet Ve Bunun Kalıntıları
Âd kavminin mimari sahada en belirgin özelliği yüksek ve kalın sütunlu binalar yapması ise, Semûd medeniyetinin başlıca hususiyeti de dağlar, kayalar, taşlar ve mağaraları oyarak müstahkem ve muhteşem eserler meydana getirmesiydi. Nitekim Fecr suresinde, Âd kavmine "sütün sahibi" denilmişse, Semûd kavmine "vadide kayaları oyan" millet lakâbı verilmiştir. Ayrıca, Semûd ulusunun ovalarda ve düzlüklerde de muhteşem saray ve köşkler yaptığı kaydedilmiştir. (A'râf; 74). Semûd kavminin bu mimari eser ve sanat harikalarının gaye ve hedefi neydi? Kur'ân-ı Kerîm, Semud'un bütün bunları kendisini büyük görme ve gösterme hevesiyle yaptığını açıklamaktadır. Yani sırf gösteriş merakı, servet ve ihtişam ile kuvvet ve iktidarın bir icâbı olarak bu eserleri meydana getirmişti. Bunların arkasında ulvi bir gaye, ebedî bir gerçek yoktu. Umumi menfaat diye bir şey de yoktu. Kısacası, yozlaşmış ve kokuşmuş bir millet ile medeniyet bu hususta ne yaparsa Semûdlular da onu yapmışlardı.
Semûd medeniyetine ait tarihi eser ve harabelerden bazıları iyi korunmuştur. Bunları ben 1959'da kendi gözümle gördüm. Medâyin-i Sâlih veya El-Hicr olarak bilinen yerde bulunan bu tarihi kalıntılar Medine ile Tebûk arasında, El-Ula’ya birkaç kilometre kuzeydedir. El-Ula güzel bir vadi olup etrafında yemyeşil bağ, bahçe, dere ve pınarlar vardır. Fakat El-Hicr hazin ve ölümcül bir manzara arz etmektedir. Burada ne su var, ne bağ, ne de bahçe! Nüfusu da yok denecek kadar azdır. Burada bir kuyu vardır ki Hz. Sâlih'in devesinin burada su içtiği bildiriliyor. Osmanlı devrine ait metruk bir askeri karakolun içinde bulunan bu kuyu hâlen kurumuş vaziyettedir. El-Ula'ya vardığımızda çatlamış, yıkılmış ve kısmen çökmüş dağ ve tepelerle karşılaştık. Bunların Kur'ân-ı Kerîm'de zikrolunan büyük bir zelzele sonucu bu hâle geldiği hemen anlaşılıyor. Benzeri dağları doğuda El-Ulâ'dan Hayber'e kadar uzanan bölgede de gördük. Bundan, Allah'ın gazabı ve azâbı olarak meydana gelen zelzele'nin yaklaşık 500 km. uzunlukta ve 200 Km. genişlikte bir alanı etkisi altına aldığı anlaşılıyor. El-Hicr'de gördüğümüz Semûd kavmine ait binaların kalıntılarının benzerlerini Akabe Körfezinin kıyısında Medyen'de ve Ürdün'de Petra mevkiinde gördük. Bilhassa, Petra'da Semûd ve Nebtî yapılan yan yana bulunuyor ve bunlardan aradaki mimari farkı hemen belli oluyor. Herkes bu yapıların çeşitli devirlerde ve çeşitli kavimler tarafından yapıldığına kanaat getiriyor.
İngiliz oryantalist, Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerini yalanlamak için, el-Hicr'deki binaların Semûd kavmine değil, Nebtîlere ait olduğunu iddia ediyor. Fakat bu milletlerin mimari tarz ve ananesi o kadar değişiktir ki, ancak kör bir kişi bunların tek bir millete ait olduğunu iddia edebilir. Tahminim odur ki, dağlar ve kayaları oyarak bina yapma sanatını Nebtîler, Semûd kavminden öğrendiler ve binlerce yıl sonra Hz. Îsa'nın doğumundan önce 200-100 yılları arasında bunu zirveye ulaştırdılar. Aynı şekilde, Hindistan'da Hindular, Petra'daki mağaralardan yaklaşık 700 yıl sonra Ellora ve Ajanta mağaralarında heykelcilik ve mimarî tarzı doruğa çıkardılar.
Moderatör tarafında düzenlendi: