SORUMLULUK BİLİNCİ
İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor! [30] Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? [31] Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir. [32]
Hayat Ve İbadet
İnsanın yaratılış gayesi bir ayette ‘Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım [33] şeklinde bildirilmiştir. Bu, diğer bazı ayetlerde, farklı ifadelerle birçok kez tekrarlanmış ve böylelikle insan için hayatın nedeni, doğum ve ölümün amacı açıklanmıştır.[34] Tüm bu ayetlerde yer alan ve konunun eksenini teşkil eden temel konu ‘ibadef tir. Kısaca ‘itaat etmek’, ‘tapınmak’, ‘boyun eğmek’, ‘kulluk etmek’ gibi anlamlara gelen ibadet, Kur’ân’ın başka kavramlarla da karşıladığı bir anlam alanım ifade etmektedir. Kur’ân bazen ‘ibadet’ yerine, onunla eş anlamlı olmak üzere ‘hudû’, ‘tezellül, ‘istikâne’, ‘kurbet’i de kullanırken; ibadetle aynı anlam dairesinde yer almakla birlikte, ibadete göre kısmen farklı anlamları ifade eden ‘dua’, ‘itaat’, ‘ittibâ’, ‘islâm’, ‘kunût’, ‘tesbih’, ‘zikir’, ‘nüsük’, ‘inâbe’ yi de kullanmıştır. Tüm bunlar, ibadetin anlam dairesini tespit etmek, ibadetin son derece kapsamlı anlamını belirleyebilmek açısından dikkate alınması gereken önemli kavramlardır. Bu aşamada, ibadet ile aynı kökten türemiş ‘ubudiyet’ ve ‘ubûdet’ de ayrıcalıklı bir öneme sahiptirler, ibadet ile aynı kökten türeyen bu iki kavram, insanın bütün hayatını tamamıyla bir sorumluluk bilinci içerisinde sürdürmesini, bu sorumluluğun gereklerine harfiyen uymasını ifade etmektedirler.
Kur’ân’ın kullanımıyla ibadet, son derece kapsamlı ve derinlikli anlamlara sahiptir. Bu özelliğiyle de Kur’ân’m anahtar kavramlardan birisini teşkil etmektedir. Kur’ân, ibadet terimini hiçbir zaman, sadece belirli zamana ve mekana ait bazı törensel davranışların namaz, oruç, hac vb. ismi olarak kullanmamıştır. Diğer tüm dinlerin ibadet anlayışı böyle belirli davranışların ismi olmasına karşılık; Kur’ân ibadeti daha kapsamlı ve derinlikli bir anlamda kullanmıştır. Kur’ân’ın kullanımıyla ibadet, belirli zamana ve mekana ait törensel davranışların yanı sıra; Allah’ın varlık olarak birliğinin ve ilâhlığıyla, rabblığıyla, melikliğiyle, hüdalığıyla… eşsizliğini, ortaksızlığmı tasdik etmeyi; O’nun iradesine tam bir teslimiyeti O’nun istediği gibi yaşamayı; bireysel yaşantının her türlü gereklerinden, toplumsal yaşantının bütün alanlarına kadar öncelikli ve en temel ölçü olarak O’nun ilkelerine uymayı ifade etmektedir. Bu anlamıyla da bireysel ve toplumsal tüm hayat alanları ve gerekleri ibadet dahilinde anlam kazanmaktadır.
Örneğin bir mümin, Allah’a karşı sahip olduğu sorumluluk bilincinin etkisiyle bir mahzunun göz yaşlarını silerken, kederli bir insanın kederine ortak olurken, felakete uğramış bir insanın yardımına koşarken, bir mazluma yardım ederken, çoluk-çocuk sahibi bir düşkünün elinden tutarken, hem maddî ve hem de manevî anlamıyla yolunu kaybetmiş birisine yol gösterirken, bir cahile iiim öğretirken, verdiği sözü yerine getirirken, yolda kalmış birisini misafir ederken, canlıların hayatlarını tehdit eden kötülüklere veya zararlı şeylere engel olurken, insanlara zarar veya zorluk veren bir şeyi kaldırırken, insanlara doğru söz söylerken, insanlara güler yüzlü davranırken, her türlü kötülükten uzak dururken, fuhuştan kaçınırken ve cinsel ihtiyaçlarını sadece eşiyle karşılarken, işçisinin hakkı olan ücreti zamanında öderken, sorumluluğunda olan kişilerin ve kendisinin ihtiyacını karşılamak için çalışırken, anne ve babasına yardımcı olurken, zalim ve zorbalara boyun eğmeyip direnirken, zalime-zorbaya karşı hakkı ifade ederken, iyi ve doğru şeyler düşünürken, Allah’ın yasakladığı içki, kumar ve faldan uzak dururken, hatta yemek yerken, hayvanları beslerken… tüm bu tutum ve davranışları yaparken ibadet etmiş olur.[35] Bu ki, Kur’ân açısından önemli olan bireylerin bazı davranışları değil; bir bütün olarak seçtiği ve sürdürdüğü hayat tarzının kendisidir.[36]
Kur’ân’ın açıkladığı anlamıyla kabul edilen ve failini esenliğe ulaştıracak olan ibadet sadece Allah’a olan ibadettir, ibadet, Allah’a karşı sahip olunan sorumluluk duygusu ve bu duygunun gerektirdiği hâl ve hareketlerdir. Ancak başka ibadetler de vardır. Kur’ân, Allah’a rağmen başka şeylere veya kişilere karşı sahip olunan sorumlulukları ve bu sorumlulukların gereklerini de ibadet olarak nitelemiştir. Bu açıdan, Kur’ân’a göre bir kişi her neye inanırsa inansın ve nasıl yaşarsa yaşasın tüm hayatı boyunca ibadet etmektedir. Çünkü, herkesin hayat tarzını şekillendiren bir sorumluluğu vardır. Herkesin sahip olduğu bir dünya görüşü, hayat anlayışı, yaşantı tarzı vardır. Ve bütün bunlar ya Allah’a göre şekillenir ve Allah’ın bildirdikleri ile oluşur ya da başka şeylere ve kişilere göre. Böyle olunca Kur’ân için temel konu, insanın ibadet edip-etmemesi değil, kime ibadet ettiğidir. Kur’ân tüm ibadetleri iki ayrı eksende değerlendirmiştir.
Tüm ibadetlerin şu iki hedeften birisine yöneldiğini açıklamıştır: Allah’a veya Tagut’a. Tağut, Kur’ân’ın bilhassa dikkat çektiği, üzerinde özellikle ve ısrarla durduğu bir kavramdır. ‘Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının’ diye (emredip hatırlatmaları için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmım doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur! [37] ayeti veya benzerleri, Allah-Tağut karşıtlığını ifade etmektedirler. Kur’ân, Allah’a iman edip O’na göre hayatlarını tanzim edenlerin tağuta uzak ve muhalif olduklarını, tağuta iman edip ona göre hayatını tanzim edenlerin ise Allah’a uzak ve muhalif olduklarını açıklamıştır. Tüm bu kullanımlarda ise tağut, insanlar tarafından ilâh edinilmiş bütün batıl tanrıları, putları, insanları ‘yoldan’ saptıran insan ve cin şeytanlarını, insanı Allah’ın bildirdiği ilke ve şartlardan azdıran, saptıran heva ve hevesi, insanların Allah’a karşı sorumluluklarını iptal ettiren veya bozan her türlü anlayışı, düşünceyi, görüşü ifade etmektedir.
O bu anlamıyla bazen Nemrud, Firavun, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibi insanlardan birisidir; bazen Lât, Uzza, Menat gibi ağaç veya taştan imal edilmiş heykel putlardır; bazen fitne ve fücuru fısıldayıp duran istek ve arzulardır; bazen insanı Allah’ın affediciliğiyle saptıran insan ve cin şeytanlarıdır; bazen ‘bütün hayat bu yaşadığımızdan ibarettir’ diyen ve insanın sorumluluğunu yok sayan dinler, ideolojiler ve düşüncelerdir; bazen sürekli sayılıp durulan, çokluğuyla övünülen paradır, altındır, gümüştür; [38] bazen sahip olunan adamlardır, evlatlardır, yardım bazen evdir, arabadır, giysidir; bazen kadındır; bazen erkektir… Olmama failini cehenneme sürükleyecek olan ibadetler ise tüm bunlara göre sahip olunan sorumluluklar ve gerekleridir.
İstenen, emredilen ibadet ise, failini esenliğe ulaştıracak olan Allah’a ibadettir, Allah’a karşı sahip olunan sorumluluktur sevgidir, saygıdır, korkudur… ve tüm bunların etkisiyle gerçekleşen, Kur’ân’ın emrettiği ve Resûlüllah’m uyguladığı biçime uygun olan hareketlerdir. Kur’ân, risâletin her aşamasında, insanın sorumluluğunun en üst düzeyde Allah’a karşı olması gerektiğini ve bunun altında yer alan diğer tüm sorumlulukların hiçbir zaman Allah’a karşı sahip olunan sorumlulukla çatışmaması gerektiğini bildirmiştir. Elbette ki her insanın hayatı boyunca sahip olacağı yığınla sorumluluk alanları ve bu sorumluluklarının yığınla kaynakları, hedefleri vardır. Ancak önemli olan, hiçbir sorumluluğun Allah’a rağmen olmaması, Allah’a yönelik sorumlulukla çatışmaması, Allah’ın bildirdiği ilke ve şartlara ters düşmemesidir. Böyle olunca her sorumluluk olması gereken bir ibadet niteliği kazanır. Bu nedenle Allah, vahyi ile birçok kez sadece ve her zaman kendisine ibadet edilmesini, ibadetin hiçbir şekilde başka şeylere veya kişilere yönelmemesini emretmiştir. Ancak bunu bildirip emrederken, insanların ibadetine muhtaç olmadığım, insanın ibadetinin sadece kendisi için olduğunu, kendisi için yapması gerektiğini de en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamıştır. Şu ayetler bunun örneklerinden bazılarıdır: “Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.[39] ‘Kestiğiniz kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin Allah’a karşı sorumluluk bilinciniz/samimiyetiniz (takva) ulaşır.[40]
Allah kullarının ibadetlerine muhtaç değildir; ama kullarından sadece kendisine ibadet etmelerini istemektedir. Çünkü O, kullarının iyiliğini istemektedir. Zira O, Rahman ve Rahimdir. Allah’tan başkasına ibadet edenler dünya ve ahiretle-rini cehennem kılarlar, sıkıntı ve zorluklan hayatlarının değişmeyen unsuru haline getirirler, sahte mutluluklarla avunur ve ebedi azaba yuvarlanırlar.[41] Allah ise insanın hem dünyada ve hem de ahirette esenliğe sahip olmasını, ebedî cennetin mensubu olmalarını istemektedir. Bu ise her şeyi ile doğru bir inanca ve hayat tarzına sahip olmakla mümkündür. Tüm bu nedenlerle, yüce Allah’ın insana sunduğu bir hidayet rehberi olan Kur’an, insanın sadece Allah’a ibadet etmesi gerektiğini, tüm hayatını O’nun istek ve emirlerine göre şekillendirmesi gerektiğini açıklamış, hatırlatmış ve emretmiştir, insan, eğer dünya hayatını ve buna bağlı olarak ahiret hayatını esenlik kılmak istiyorsa bunu yapması zorunludur. İbadet Allah’adır ama faydası insanadır. Çünkü, Allah ibadetin ilke ve şartlarını sırf yaratığı olan insanın sorumluluk bilincini ölçmek için bildirmemiş; İnsana en güzel, en mutlu, en doğru bir dünya hayatı sağlamak için de bildirmiştir.
Tüm Hayatın İbadet Kılınması
Kur’ân ibadet kavramına önemli bir açılım kazandırmıştır. İbadeti tüm hayatı kuşatacak kapsamda ve derinlikte kullanmıştır. Onu birçok duygu ve düşüncenin ve hareketin merkezine yerleştirmiştir. Bu bağlamda ‘şükür” ibadetin kapsam ve derinliğini göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Kur’ân açısından tüm hayatı ibadet kılan şeyin temelinde minnettarlık duygusu ve minnettarlığın gereği olan şükür vardır. Şükür, Kur’ân’daki anlamıyla ‘bir insanın, Allah’ın kendisine verdiği göz, kulak ve bunların dışında olan bütün organlarını yaratılış gayesine göre kullanmasını [42] ifade etmektedir. Bir başka söyleyişle şükür, hayatı sorumluca yaşamaktır; hayatı ve gereklerini sunana karşı minnettar olmaktır. Bir Mûslümanın tüm hayatı ibadet niteliğine sahiptir; çünkü bilinçli ve isteyerek, gönülden gelerek yüce Allah’a karşı minnettarlık duyar. Zira her an, her durumda O’nun lütuflarını görür. Müslüman olan kişi yaratılışın, varlığı sürdürmenin, varlığı sürdürmeyi sağlayan şartların ve imkânların, içinde yaşanılan evrenin, üzerinde yer alınan dünyanın, yenilen yiyeceklerin, içilen içeceklerin, sahip olunan malların, evlatların, sağlığın, akim, zekanın, zenginliklerin tamamıyla insana verilmiş ilâhî lütuflar olduğunun bilincinde olan kişidir. Bu nedenle de karşılıksız ve sınırsız lütuflarda bulunan Allah’a minnettarlık duyar; en samimi tarzda teşekkür hislerine sahip olur. Hiçbir zaman O’na rağmen bir durumda veya işte olmak istemez. Böylesi bir durumun minnettarlık ve şükürle çatıştığını bilir.
Şükreden olmak, Müslümanm temel vasfını oluşturmaktadır. Müslüman minnettarlığının gerektirdiği bir istekle hayatını düzenler, şükrünü gerçekleştirir. Tüm ilâhî lütuflara rağmen nankörlük yapıp (küfredip), minnettarlık hislerine sahip olmayan, sorumluluğunu yerine getirmeyen kâfirler (nankörler) gibi davranmaz. Kur’ân bu konularda ısrarlı bir şekilde uyarıda bulunmuştur; esenlik yurduna ulaşabilmek için insanların kalpleriyle, dilleriyle, bedenleriyle, mallarıyla şükretmeleri gerektiğini bildirmiştir. Birçok ayetin konusu budur. Hatta Rahman sûtek basma şükür konusunu ele almıştır. Bu sûrede, insanın her an gördüğü, yasadıgı ilâhî lütuflardan bir kısmına değinilerek, bunlara rağmen nankör olma-kadirbilmez olmanın ne büyük yanlışlık olduğu ifade edilmiştir. Bu sûrede tam otuz bir kez kendilerine verilen nimetlere rağmen nankör davrananların [43] azaba uzanan kötü gidişatlarına vurguda bulunulmuştur. Diğer birçok ayette ise, gönülden gelen minnettarlığı ifade eden şükreden olmanın gerekliliğinden bahsedilip insanlar şükreden olmanın güzel sonuçlarıyla müjdelenmişlerdir:
Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.[44]
Hatırlayın ki, Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir’ diye bildirmişti.[45]
Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin. [46]
Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O hâlde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz. [47]
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, övgüye değerdir. [48]
O daima diridir; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O hâlde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. [49] Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an. [50]
Kur’ân açıklamıştır ki, gerçeği görebilenler; kalpleriyle, elleriyle, dilleriyle, bedenleriyle ve mallarıyla şükrederler. Onların kalpleri Allah’a karşı minnettarlıkla doludur; şükreden bir kalbe sahiptirler. Şükreden kalpleri her türlü yanlış ve kötü duygu ve düşüncelere kapalıdır. Onlar dilleriyle şükrederler; hak ve hakikati ifade etmekten kaçınmazlar, yalan ve kötü söz onların dillerinde yer bulmaz. Elleriyle ve bedenleriyle, yaptıkları işlerle şükrederler; hakikatin, doğruluğun, iyiliğin gereğini yaparlar; yanlış, kötü, çirkin işler, hâl ve hareketler onlardan uzaktır. Sahip oldukları imkânlarla, mallarla şükrederler; bunları hakkın, doğrunun, hakikatin, iyiliğin, güzelliğin gereğine göre harcarlar. Ve tüm bunları yaparak hakkı ayakta tutan şahitler olurlar: ‘Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, aletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya sevk etmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkiyle bilmektedir.[51]
[30] Kıyamet sûresi, 75:36
[31] Mu’minun sûresi, 23:115
[32] Nisa sûresi, 4:147
[33] Zariyat, 51:56
[34] Sizi boşuna ve amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Öyleyse artık bilin ki, Allah yücelerin yücesidir. Hakimiyet kayıtsız şartsız O’na aittir. O’ndan başka gerçek ilâh yoktur, çok cömert ve çok yüce hükümranlık makamının sahibi de O’dur.’ (Mu’minun, 23:115,116) ‘İnsanlar sadece ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarım ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?’ (Ankebut, 29:2)
[35] İnsan, ahiretteki hesap günü, hayatım nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini nasıl yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz’ (Tirmi-zî, Kıyame, 1). ‘İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmek veya eşyasını hayvana yüklemek bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır. Gelip geçene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırmak bir sadakadır’ (Buhârî, Sulh, 11; Cihâd, 72,128; Müslim, Zekât, 56; Müsâfirîn, 84; Ebû Dâvud, Tatavvu’, 12; Edeb,160; Ahmcd, Müsned II, 316, 350, IV, 423, V, 178). Diğer yandan başka hadislerde, insanlara iyiliği emretmenin (Tırmizî, Birr, 36; Müslim, Müsâfirîn, 84; Ebû Davud, Tatavvu, 12), Allah’a hamdetmenin ve O’nu teşbih etmenin bir sadaka olduğu bildirilmiştir (Müslim, Mûsafi-rin 84). Bir kimseye yol veya adres tarif etmek sadaka sayıidıgı gibi (Buhârî, Cihâd, 72; Ahmed, Mûined V,154), gönül alıcı yumuşak söz söylemek (Buhârî, Cihad, 72, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56), bir ağaç dikenin bu ağacından insan veya hayvanların yemesi ya da yararlanması da sadaka olrr-ak ifade edilmiştir (Ahmed, Müsned, VI, 362). ‘Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir’ (Müslim, îlim, 15; Zekât, 6Ç; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed, Müsned, IV, 357, 359-361, 362). ‘Resûlüllah üç defa tekrarlayarak ‘Size günahların en büyüğünü söyleyeyim’ dedi. ‘Söyle’ dediler. Dedi ki: ‘Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya asi olmak1 (Buhârî, Edeb, 6). ‘Sürünsün o kimse! Sürünsün o kimse ki, anne ve babasının yaşadığı zamanda yaşar da onları memnun etmemek yüzünden cennete giremez’ (Müslim, Birr, 8). ‘Allah’a yemin ederim ki, birinizin ipini eline alıp ormana giderek odun toplaması, sonra onu sırtında taşıyarak getirmesi ve böylelikle geçimini sağlaması, birine giderek dilenmesinden daha hayırlıdır’ (Buharı, Zekat, 50). ‘İnsanın, bakmakla sorumlu olduğu aile fertlerini sefil bırakması, kendisine günah olarak yeter de artar’ {Ebû Davud, Zekat, 45). ‘Bir kimse, sevabını Allah’tan bekleyerek ailesi için harcama yaparsa, bu harcama onun için bir sadaka olur’ (Buharı, iman 41, Meğazi 12, Nafakât 1; Müslim, Zekât 48). ‘İşçinin ücretini, teri kurumadan (aksatmadan) ödeyiniz’ (îbn Mace, Ruhun 4). ‘Bir müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker de ondan başka insan yahut kuş yahut da başka herhangi bîr hayvan yerse, muhakkak surette bu, o insan için bir sadakadır’ (Buharı, îtk, 2). ‘Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden kimse gibidir’ (Buharı, Et’ıme, 56). ‘Resûlüllah ‘Her Mûslümanm üzerine, sadaka vermek bir sorululuktuf deyince yanındakiler sordular ‘Herhangi bir imkânı yoksa, ne olacak?7 Resûlüllah dedi ki: ‘Kendi gücüyle kazansın; böylece hem kendisine faydalı olur hem de hayır yapmış olur’. ‘Ya kazanç yolu bulamazsa?’ dediier.
Dedi ki: ‘Zor durumda olana, mazluma destek olsun’. ‘Ya buna da imkânı yoksa’ dediler, dedi ki: ‘O zaman gücünün yettiği başka iyilikler yapsın. Kötülüklerden uzak dursun. İşte tüm bunlar Müslüman için sorumluluktur; sadakadır’ (Buhârî, Zekat, 30, Edeb, 33). [36] Artık dine girmekte baskı ve zorlama yoktur. İslâm yeryüzünde duyulup bilinmek suretiyle doğruluk, sapıklıktan ayrılıp belli olmuştur. O halde taguta uymayı reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam kulp olan İslâm’a tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, herşeyi bilendir. Aliah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.’ (Bakara, 2:256,257) iman edenler, Allah yolunda savaşırlar, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler ise, ta-gut uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın, şeytanın hile ve tuzakları kesinlikle zayıftır’ (Nisa, 4:76)
[37] Nahl, 16:36
[38] Altına ve gümüşe kul olan sürünsün’ (Buharı, Cihad, 70). ‘Üç zümre vardır ki, kıyamet gününde onlarla hesaplaşacağım! Beni şahit tutarak söz verdikten sonra sözünde durmayanlar, insanları köle edinip onları satarak bedelini yiyenler ve İşçi çalıştırıp ondan yararlandığı halde ücretini ödemeyenler’ (Buharı, Icare, 10). ‘Bir müslüman anlaşma sırasında kabul ettiği şartlara uymak zorundadır1 (Buharı, Icare, 14).
[39] Zariyat, 51:57
[40] Hac, 22:37
[41] Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler, cehenneme getirildikleri gün onlara: ‘Bütün -güzel şeylerdeki payınızı dünya hayatında tükettiniz, öteki dünyayı hiç düşünmeden onlarla sefa sürdünüz’ denilecektir. ‘Yeryüzünde haklı bir gerekçeye dayanmaksızın büyüklük taslamanızdan ve Allah’ın dosdoğru yolundan çıkmanızdan dolayı, bu gün alçal-tıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız-‘ (Ahkaf, 46:20) ‘Bilin ki ey insanlar! Bu dünya hayatı ve yaşantısı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve bir süs ve aranızda bir övünme ve böbürlenme aracıdır, mal ve evlat yarışından ibarettir. Bu dünyanın durumu, hayat’getiren yağmurun hikayesine benzer: Yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir, ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonra çör-çöp olmuş, dağılıp gitmiştir. Ve ahirette ise, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler için, çetin bir azap, kaat edenler için ise, bağışlanma ve hoşnutluk vardır ve dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten ve yararlanmadan ibarettir.’ (Hadid, 57:20)
[42] Cürcanî, Ta’rifât, 128
[43] Nankörlük veya kadirbilmezlik, Kur’ân’da özel bir anlam kazanmıştır. Nankörlük, şükrün karşıtım ifade eder; şükür müminin özelliği olarak anlam kazanırken, nankörlük ise kâfirin özelliği olarak anlam kazanır. Nankör (kafir) kişi rabbinin kendisine lütfettiği nimetlere şükredip bu şükrünün gereğini yerine getirmesi, AHah’a karşı sorumlu bir hayata sahip olması gerekirken, nankörlük yapıp o nimetlerin gerektirdiği sorumluluktan kaçman veya şükrünü Allah’a değil başkalarına yönelten kişidir.
[44] Nisa, 4:147
[45] ibrahim, 14:7
[46] Bakara, 2:172
[47] Ankebut, 29:17
[48] Hac, 22:64
[49] Mümin, 40:65
[50] Duhâ, 93:11
[51] Maide, 5:8
İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor! [30] Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? [31] Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir. [32]
Hayat Ve İbadet
İnsanın yaratılış gayesi bir ayette ‘Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım [33] şeklinde bildirilmiştir. Bu, diğer bazı ayetlerde, farklı ifadelerle birçok kez tekrarlanmış ve böylelikle insan için hayatın nedeni, doğum ve ölümün amacı açıklanmıştır.[34] Tüm bu ayetlerde yer alan ve konunun eksenini teşkil eden temel konu ‘ibadef tir. Kısaca ‘itaat etmek’, ‘tapınmak’, ‘boyun eğmek’, ‘kulluk etmek’ gibi anlamlara gelen ibadet, Kur’ân’ın başka kavramlarla da karşıladığı bir anlam alanım ifade etmektedir. Kur’ân bazen ‘ibadet’ yerine, onunla eş anlamlı olmak üzere ‘hudû’, ‘tezellül, ‘istikâne’, ‘kurbet’i de kullanırken; ibadetle aynı anlam dairesinde yer almakla birlikte, ibadete göre kısmen farklı anlamları ifade eden ‘dua’, ‘itaat’, ‘ittibâ’, ‘islâm’, ‘kunût’, ‘tesbih’, ‘zikir’, ‘nüsük’, ‘inâbe’ yi de kullanmıştır. Tüm bunlar, ibadetin anlam dairesini tespit etmek, ibadetin son derece kapsamlı anlamını belirleyebilmek açısından dikkate alınması gereken önemli kavramlardır. Bu aşamada, ibadet ile aynı kökten türemiş ‘ubudiyet’ ve ‘ubûdet’ de ayrıcalıklı bir öneme sahiptirler, ibadet ile aynı kökten türeyen bu iki kavram, insanın bütün hayatını tamamıyla bir sorumluluk bilinci içerisinde sürdürmesini, bu sorumluluğun gereklerine harfiyen uymasını ifade etmektedirler.
Kur’ân’ın kullanımıyla ibadet, son derece kapsamlı ve derinlikli anlamlara sahiptir. Bu özelliğiyle de Kur’ân’m anahtar kavramlardan birisini teşkil etmektedir. Kur’ân, ibadet terimini hiçbir zaman, sadece belirli zamana ve mekana ait bazı törensel davranışların namaz, oruç, hac vb. ismi olarak kullanmamıştır. Diğer tüm dinlerin ibadet anlayışı böyle belirli davranışların ismi olmasına karşılık; Kur’ân ibadeti daha kapsamlı ve derinlikli bir anlamda kullanmıştır. Kur’ân’ın kullanımıyla ibadet, belirli zamana ve mekana ait törensel davranışların yanı sıra; Allah’ın varlık olarak birliğinin ve ilâhlığıyla, rabblığıyla, melikliğiyle, hüdalığıyla… eşsizliğini, ortaksızlığmı tasdik etmeyi; O’nun iradesine tam bir teslimiyeti O’nun istediği gibi yaşamayı; bireysel yaşantının her türlü gereklerinden, toplumsal yaşantının bütün alanlarına kadar öncelikli ve en temel ölçü olarak O’nun ilkelerine uymayı ifade etmektedir. Bu anlamıyla da bireysel ve toplumsal tüm hayat alanları ve gerekleri ibadet dahilinde anlam kazanmaktadır.
Örneğin bir mümin, Allah’a karşı sahip olduğu sorumluluk bilincinin etkisiyle bir mahzunun göz yaşlarını silerken, kederli bir insanın kederine ortak olurken, felakete uğramış bir insanın yardımına koşarken, bir mazluma yardım ederken, çoluk-çocuk sahibi bir düşkünün elinden tutarken, hem maddî ve hem de manevî anlamıyla yolunu kaybetmiş birisine yol gösterirken, bir cahile iiim öğretirken, verdiği sözü yerine getirirken, yolda kalmış birisini misafir ederken, canlıların hayatlarını tehdit eden kötülüklere veya zararlı şeylere engel olurken, insanlara zarar veya zorluk veren bir şeyi kaldırırken, insanlara doğru söz söylerken, insanlara güler yüzlü davranırken, her türlü kötülükten uzak dururken, fuhuştan kaçınırken ve cinsel ihtiyaçlarını sadece eşiyle karşılarken, işçisinin hakkı olan ücreti zamanında öderken, sorumluluğunda olan kişilerin ve kendisinin ihtiyacını karşılamak için çalışırken, anne ve babasına yardımcı olurken, zalim ve zorbalara boyun eğmeyip direnirken, zalime-zorbaya karşı hakkı ifade ederken, iyi ve doğru şeyler düşünürken, Allah’ın yasakladığı içki, kumar ve faldan uzak dururken, hatta yemek yerken, hayvanları beslerken… tüm bu tutum ve davranışları yaparken ibadet etmiş olur.[35] Bu ki, Kur’ân açısından önemli olan bireylerin bazı davranışları değil; bir bütün olarak seçtiği ve sürdürdüğü hayat tarzının kendisidir.[36]
Kur’ân’ın açıkladığı anlamıyla kabul edilen ve failini esenliğe ulaştıracak olan ibadet sadece Allah’a olan ibadettir, ibadet, Allah’a karşı sahip olunan sorumluluk duygusu ve bu duygunun gerektirdiği hâl ve hareketlerdir. Ancak başka ibadetler de vardır. Kur’ân, Allah’a rağmen başka şeylere veya kişilere karşı sahip olunan sorumlulukları ve bu sorumlulukların gereklerini de ibadet olarak nitelemiştir. Bu açıdan, Kur’ân’a göre bir kişi her neye inanırsa inansın ve nasıl yaşarsa yaşasın tüm hayatı boyunca ibadet etmektedir. Çünkü, herkesin hayat tarzını şekillendiren bir sorumluluğu vardır. Herkesin sahip olduğu bir dünya görüşü, hayat anlayışı, yaşantı tarzı vardır. Ve bütün bunlar ya Allah’a göre şekillenir ve Allah’ın bildirdikleri ile oluşur ya da başka şeylere ve kişilere göre. Böyle olunca Kur’ân için temel konu, insanın ibadet edip-etmemesi değil, kime ibadet ettiğidir. Kur’ân tüm ibadetleri iki ayrı eksende değerlendirmiştir.
Tüm ibadetlerin şu iki hedeften birisine yöneldiğini açıklamıştır: Allah’a veya Tagut’a. Tağut, Kur’ân’ın bilhassa dikkat çektiği, üzerinde özellikle ve ısrarla durduğu bir kavramdır. ‘Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının’ diye (emredip hatırlatmaları için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmım doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur! [37] ayeti veya benzerleri, Allah-Tağut karşıtlığını ifade etmektedirler. Kur’ân, Allah’a iman edip O’na göre hayatlarını tanzim edenlerin tağuta uzak ve muhalif olduklarını, tağuta iman edip ona göre hayatını tanzim edenlerin ise Allah’a uzak ve muhalif olduklarını açıklamıştır. Tüm bu kullanımlarda ise tağut, insanlar tarafından ilâh edinilmiş bütün batıl tanrıları, putları, insanları ‘yoldan’ saptıran insan ve cin şeytanlarını, insanı Allah’ın bildirdiği ilke ve şartlardan azdıran, saptıran heva ve hevesi, insanların Allah’a karşı sorumluluklarını iptal ettiren veya bozan her türlü anlayışı, düşünceyi, görüşü ifade etmektedir.
O bu anlamıyla bazen Nemrud, Firavun, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibi insanlardan birisidir; bazen Lât, Uzza, Menat gibi ağaç veya taştan imal edilmiş heykel putlardır; bazen fitne ve fücuru fısıldayıp duran istek ve arzulardır; bazen insanı Allah’ın affediciliğiyle saptıran insan ve cin şeytanlarıdır; bazen ‘bütün hayat bu yaşadığımızdan ibarettir’ diyen ve insanın sorumluluğunu yok sayan dinler, ideolojiler ve düşüncelerdir; bazen sürekli sayılıp durulan, çokluğuyla övünülen paradır, altındır, gümüştür; [38] bazen sahip olunan adamlardır, evlatlardır, yardım bazen evdir, arabadır, giysidir; bazen kadındır; bazen erkektir… Olmama failini cehenneme sürükleyecek olan ibadetler ise tüm bunlara göre sahip olunan sorumluluklar ve gerekleridir.
İstenen, emredilen ibadet ise, failini esenliğe ulaştıracak olan Allah’a ibadettir, Allah’a karşı sahip olunan sorumluluktur sevgidir, saygıdır, korkudur… ve tüm bunların etkisiyle gerçekleşen, Kur’ân’ın emrettiği ve Resûlüllah’m uyguladığı biçime uygun olan hareketlerdir. Kur’ân, risâletin her aşamasında, insanın sorumluluğunun en üst düzeyde Allah’a karşı olması gerektiğini ve bunun altında yer alan diğer tüm sorumlulukların hiçbir zaman Allah’a karşı sahip olunan sorumlulukla çatışmaması gerektiğini bildirmiştir. Elbette ki her insanın hayatı boyunca sahip olacağı yığınla sorumluluk alanları ve bu sorumluluklarının yığınla kaynakları, hedefleri vardır. Ancak önemli olan, hiçbir sorumluluğun Allah’a rağmen olmaması, Allah’a yönelik sorumlulukla çatışmaması, Allah’ın bildirdiği ilke ve şartlara ters düşmemesidir. Böyle olunca her sorumluluk olması gereken bir ibadet niteliği kazanır. Bu nedenle Allah, vahyi ile birçok kez sadece ve her zaman kendisine ibadet edilmesini, ibadetin hiçbir şekilde başka şeylere veya kişilere yönelmemesini emretmiştir. Ancak bunu bildirip emrederken, insanların ibadetine muhtaç olmadığım, insanın ibadetinin sadece kendisi için olduğunu, kendisi için yapması gerektiğini de en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamıştır. Şu ayetler bunun örneklerinden bazılarıdır: “Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.[39] ‘Kestiğiniz kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin Allah’a karşı sorumluluk bilinciniz/samimiyetiniz (takva) ulaşır.[40]
Allah kullarının ibadetlerine muhtaç değildir; ama kullarından sadece kendisine ibadet etmelerini istemektedir. Çünkü O, kullarının iyiliğini istemektedir. Zira O, Rahman ve Rahimdir. Allah’tan başkasına ibadet edenler dünya ve ahiretle-rini cehennem kılarlar, sıkıntı ve zorluklan hayatlarının değişmeyen unsuru haline getirirler, sahte mutluluklarla avunur ve ebedi azaba yuvarlanırlar.[41] Allah ise insanın hem dünyada ve hem de ahirette esenliğe sahip olmasını, ebedî cennetin mensubu olmalarını istemektedir. Bu ise her şeyi ile doğru bir inanca ve hayat tarzına sahip olmakla mümkündür. Tüm bu nedenlerle, yüce Allah’ın insana sunduğu bir hidayet rehberi olan Kur’an, insanın sadece Allah’a ibadet etmesi gerektiğini, tüm hayatını O’nun istek ve emirlerine göre şekillendirmesi gerektiğini açıklamış, hatırlatmış ve emretmiştir, insan, eğer dünya hayatını ve buna bağlı olarak ahiret hayatını esenlik kılmak istiyorsa bunu yapması zorunludur. İbadet Allah’adır ama faydası insanadır. Çünkü, Allah ibadetin ilke ve şartlarını sırf yaratığı olan insanın sorumluluk bilincini ölçmek için bildirmemiş; İnsana en güzel, en mutlu, en doğru bir dünya hayatı sağlamak için de bildirmiştir.
Tüm Hayatın İbadet Kılınması
Kur’ân ibadet kavramına önemli bir açılım kazandırmıştır. İbadeti tüm hayatı kuşatacak kapsamda ve derinlikte kullanmıştır. Onu birçok duygu ve düşüncenin ve hareketin merkezine yerleştirmiştir. Bu bağlamda ‘şükür” ibadetin kapsam ve derinliğini göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Kur’ân açısından tüm hayatı ibadet kılan şeyin temelinde minnettarlık duygusu ve minnettarlığın gereği olan şükür vardır. Şükür, Kur’ân’daki anlamıyla ‘bir insanın, Allah’ın kendisine verdiği göz, kulak ve bunların dışında olan bütün organlarını yaratılış gayesine göre kullanmasını [42] ifade etmektedir. Bir başka söyleyişle şükür, hayatı sorumluca yaşamaktır; hayatı ve gereklerini sunana karşı minnettar olmaktır. Bir Mûslümanın tüm hayatı ibadet niteliğine sahiptir; çünkü bilinçli ve isteyerek, gönülden gelerek yüce Allah’a karşı minnettarlık duyar. Zira her an, her durumda O’nun lütuflarını görür. Müslüman olan kişi yaratılışın, varlığı sürdürmenin, varlığı sürdürmeyi sağlayan şartların ve imkânların, içinde yaşanılan evrenin, üzerinde yer alınan dünyanın, yenilen yiyeceklerin, içilen içeceklerin, sahip olunan malların, evlatların, sağlığın, akim, zekanın, zenginliklerin tamamıyla insana verilmiş ilâhî lütuflar olduğunun bilincinde olan kişidir. Bu nedenle de karşılıksız ve sınırsız lütuflarda bulunan Allah’a minnettarlık duyar; en samimi tarzda teşekkür hislerine sahip olur. Hiçbir zaman O’na rağmen bir durumda veya işte olmak istemez. Böylesi bir durumun minnettarlık ve şükürle çatıştığını bilir.
Şükreden olmak, Müslümanm temel vasfını oluşturmaktadır. Müslüman minnettarlığının gerektirdiği bir istekle hayatını düzenler, şükrünü gerçekleştirir. Tüm ilâhî lütuflara rağmen nankörlük yapıp (küfredip), minnettarlık hislerine sahip olmayan, sorumluluğunu yerine getirmeyen kâfirler (nankörler) gibi davranmaz. Kur’ân bu konularda ısrarlı bir şekilde uyarıda bulunmuştur; esenlik yurduna ulaşabilmek için insanların kalpleriyle, dilleriyle, bedenleriyle, mallarıyla şükretmeleri gerektiğini bildirmiştir. Birçok ayetin konusu budur. Hatta Rahman sûtek basma şükür konusunu ele almıştır. Bu sûrede, insanın her an gördüğü, yasadıgı ilâhî lütuflardan bir kısmına değinilerek, bunlara rağmen nankör olma-kadirbilmez olmanın ne büyük yanlışlık olduğu ifade edilmiştir. Bu sûrede tam otuz bir kez kendilerine verilen nimetlere rağmen nankör davrananların [43] azaba uzanan kötü gidişatlarına vurguda bulunulmuştur. Diğer birçok ayette ise, gönülden gelen minnettarlığı ifade eden şükreden olmanın gerekliliğinden bahsedilip insanlar şükreden olmanın güzel sonuçlarıyla müjdelenmişlerdir:
Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.[44]
Hatırlayın ki, Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir’ diye bildirmişti.[45]
Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin. [46]
Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O hâlde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz. [47]
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, övgüye değerdir. [48]
O daima diridir; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O hâlde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. [49] Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an. [50]
Kur’ân açıklamıştır ki, gerçeği görebilenler; kalpleriyle, elleriyle, dilleriyle, bedenleriyle ve mallarıyla şükrederler. Onların kalpleri Allah’a karşı minnettarlıkla doludur; şükreden bir kalbe sahiptirler. Şükreden kalpleri her türlü yanlış ve kötü duygu ve düşüncelere kapalıdır. Onlar dilleriyle şükrederler; hak ve hakikati ifade etmekten kaçınmazlar, yalan ve kötü söz onların dillerinde yer bulmaz. Elleriyle ve bedenleriyle, yaptıkları işlerle şükrederler; hakikatin, doğruluğun, iyiliğin gereğini yaparlar; yanlış, kötü, çirkin işler, hâl ve hareketler onlardan uzaktır. Sahip oldukları imkânlarla, mallarla şükrederler; bunları hakkın, doğrunun, hakikatin, iyiliğin, güzelliğin gereğine göre harcarlar. Ve tüm bunları yaparak hakkı ayakta tutan şahitler olurlar: ‘Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, aletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya sevk etmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkiyle bilmektedir.[51]
[30] Kıyamet sûresi, 75:36
[31] Mu’minun sûresi, 23:115
[32] Nisa sûresi, 4:147
[33] Zariyat, 51:56
[34] Sizi boşuna ve amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Öyleyse artık bilin ki, Allah yücelerin yücesidir. Hakimiyet kayıtsız şartsız O’na aittir. O’ndan başka gerçek ilâh yoktur, çok cömert ve çok yüce hükümranlık makamının sahibi de O’dur.’ (Mu’minun, 23:115,116) ‘İnsanlar sadece ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarım ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?’ (Ankebut, 29:2)
[35] İnsan, ahiretteki hesap günü, hayatım nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini nasıl yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz’ (Tirmi-zî, Kıyame, 1). ‘İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmek veya eşyasını hayvana yüklemek bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır. Gelip geçene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırmak bir sadakadır’ (Buhârî, Sulh, 11; Cihâd, 72,128; Müslim, Zekât, 56; Müsâfirîn, 84; Ebû Dâvud, Tatavvu’, 12; Edeb,160; Ahmcd, Müsned II, 316, 350, IV, 423, V, 178). Diğer yandan başka hadislerde, insanlara iyiliği emretmenin (Tırmizî, Birr, 36; Müslim, Müsâfirîn, 84; Ebû Davud, Tatavvu, 12), Allah’a hamdetmenin ve O’nu teşbih etmenin bir sadaka olduğu bildirilmiştir (Müslim, Mûsafi-rin 84). Bir kimseye yol veya adres tarif etmek sadaka sayıidıgı gibi (Buhârî, Cihâd, 72; Ahmed, Mûined V,154), gönül alıcı yumuşak söz söylemek (Buhârî, Cihad, 72, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56), bir ağaç dikenin bu ağacından insan veya hayvanların yemesi ya da yararlanması da sadaka olrr-ak ifade edilmiştir (Ahmed, Müsned, VI, 362). ‘Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir’ (Müslim, îlim, 15; Zekât, 6Ç; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed, Müsned, IV, 357, 359-361, 362). ‘Resûlüllah üç defa tekrarlayarak ‘Size günahların en büyüğünü söyleyeyim’ dedi. ‘Söyle’ dediler. Dedi ki: ‘Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya asi olmak1 (Buhârî, Edeb, 6). ‘Sürünsün o kimse! Sürünsün o kimse ki, anne ve babasının yaşadığı zamanda yaşar da onları memnun etmemek yüzünden cennete giremez’ (Müslim, Birr, 8). ‘Allah’a yemin ederim ki, birinizin ipini eline alıp ormana giderek odun toplaması, sonra onu sırtında taşıyarak getirmesi ve böylelikle geçimini sağlaması, birine giderek dilenmesinden daha hayırlıdır’ (Buharı, Zekat, 50). ‘İnsanın, bakmakla sorumlu olduğu aile fertlerini sefil bırakması, kendisine günah olarak yeter de artar’ {Ebû Davud, Zekat, 45). ‘Bir kimse, sevabını Allah’tan bekleyerek ailesi için harcama yaparsa, bu harcama onun için bir sadaka olur’ (Buharı, iman 41, Meğazi 12, Nafakât 1; Müslim, Zekât 48). ‘İşçinin ücretini, teri kurumadan (aksatmadan) ödeyiniz’ (îbn Mace, Ruhun 4). ‘Bir müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker de ondan başka insan yahut kuş yahut da başka herhangi bîr hayvan yerse, muhakkak surette bu, o insan için bir sadakadır’ (Buharı, îtk, 2). ‘Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden kimse gibidir’ (Buharı, Et’ıme, 56). ‘Resûlüllah ‘Her Mûslümanm üzerine, sadaka vermek bir sorululuktuf deyince yanındakiler sordular ‘Herhangi bir imkânı yoksa, ne olacak?7 Resûlüllah dedi ki: ‘Kendi gücüyle kazansın; böylece hem kendisine faydalı olur hem de hayır yapmış olur’. ‘Ya kazanç yolu bulamazsa?’ dediier.
Dedi ki: ‘Zor durumda olana, mazluma destek olsun’. ‘Ya buna da imkânı yoksa’ dediler, dedi ki: ‘O zaman gücünün yettiği başka iyilikler yapsın. Kötülüklerden uzak dursun. İşte tüm bunlar Müslüman için sorumluluktur; sadakadır’ (Buhârî, Zekat, 30, Edeb, 33). [36] Artık dine girmekte baskı ve zorlama yoktur. İslâm yeryüzünde duyulup bilinmek suretiyle doğruluk, sapıklıktan ayrılıp belli olmuştur. O halde taguta uymayı reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam kulp olan İslâm’a tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, herşeyi bilendir. Aliah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.’ (Bakara, 2:256,257) iman edenler, Allah yolunda savaşırlar, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler ise, ta-gut uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın, şeytanın hile ve tuzakları kesinlikle zayıftır’ (Nisa, 4:76)
[37] Nahl, 16:36
[38] Altına ve gümüşe kul olan sürünsün’ (Buharı, Cihad, 70). ‘Üç zümre vardır ki, kıyamet gününde onlarla hesaplaşacağım! Beni şahit tutarak söz verdikten sonra sözünde durmayanlar, insanları köle edinip onları satarak bedelini yiyenler ve İşçi çalıştırıp ondan yararlandığı halde ücretini ödemeyenler’ (Buharı, Icare, 10). ‘Bir müslüman anlaşma sırasında kabul ettiği şartlara uymak zorundadır1 (Buharı, Icare, 14).
[39] Zariyat, 51:57
[40] Hac, 22:37
[41] Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler, cehenneme getirildikleri gün onlara: ‘Bütün -güzel şeylerdeki payınızı dünya hayatında tükettiniz, öteki dünyayı hiç düşünmeden onlarla sefa sürdünüz’ denilecektir. ‘Yeryüzünde haklı bir gerekçeye dayanmaksızın büyüklük taslamanızdan ve Allah’ın dosdoğru yolundan çıkmanızdan dolayı, bu gün alçal-tıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız-‘ (Ahkaf, 46:20) ‘Bilin ki ey insanlar! Bu dünya hayatı ve yaşantısı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve bir süs ve aranızda bir övünme ve böbürlenme aracıdır, mal ve evlat yarışından ibarettir. Bu dünyanın durumu, hayat’getiren yağmurun hikayesine benzer: Yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir, ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonra çör-çöp olmuş, dağılıp gitmiştir. Ve ahirette ise, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler için, çetin bir azap, kaat edenler için ise, bağışlanma ve hoşnutluk vardır ve dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten ve yararlanmadan ibarettir.’ (Hadid, 57:20)
[42] Cürcanî, Ta’rifât, 128
[43] Nankörlük veya kadirbilmezlik, Kur’ân’da özel bir anlam kazanmıştır. Nankörlük, şükrün karşıtım ifade eder; şükür müminin özelliği olarak anlam kazanırken, nankörlük ise kâfirin özelliği olarak anlam kazanır. Nankör (kafir) kişi rabbinin kendisine lütfettiği nimetlere şükredip bu şükrünün gereğini yerine getirmesi, AHah’a karşı sorumlu bir hayata sahip olması gerekirken, nankörlük yapıp o nimetlerin gerektirdiği sorumluluktan kaçman veya şükrünü Allah’a değil başkalarına yönelten kişidir.
[44] Nisa, 4:147
[45] ibrahim, 14:7
[46] Bakara, 2:172
[47] Ankebut, 29:17
[48] Hac, 22:64
[49] Mümin, 40:65
[50] Duhâ, 93:11
[51] Maide, 5:8