Takinti hastaliği

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
TAKINTI HASTALIĞI

1.Takıntı hastalığının belirtileri nelerdir?
2.Takıntı hastalığı nasıl tedavi edilir?3.Takıntı hastalığı neden olur? 4.Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu nedir?5.Takıntı hastalığı olan kişiyle nasıl iletişim kurmak gerekir?6.Her takıntılı insan obsesif-kompulsif kişilik bozukluğuna sahip midir?7.Obsesif-kompulsif bozukluk hangi psikolojik sorunlarla bir arada görülebilir?8.Kimlerde obsesif-kompulsif bozukluk riski daha fazla?
Kişinin mantıksız olduğunu bildiği halde zihninden atamadığı düşünce olarak tanımlanan takıntı, kültürümüzde 'vesvese' olarak isimlendiriliyor.

Hastalık ortalama 20 yaş civarlarında başlıyor. Her 1000 kişiden 25'i, hayatında en az bir dönem takıntı hastalığı geçirmiş veya geçirmekte. Tıpta kısaca obsesyon olarak adlandırılan takıntının birçok insanı ve aileyi zor durumlara soktuğu biliniyor. Takıntının istenmeden gelerek, insanlara sıkıntı verdiğini ve kafadan kısa bir süre atılsa bile tekrar tekrar beyne hücum ettiğini belirten Memory Center Nöropsikiyatri doktorlarından Uzman Dr. Oğuz Tan, "Takıntının insana acı veren bir hastalık olduğunu" söyledi. Beyin kimyasındaki bir bozukluktan kaynaklanan takıntının günümüzde geliştirilen bazı ilaçlarla büyük ölçüde önüne geçildiğini ifade eden Dr. Tan, sorumluluk duygusu yüksek olan, çabuk endişeye kapılan, gergin, karamsar, içe dönük, mükemmeliyetçi, kılı kırk yaran, ayrıntıcı insanların takıntı hastalığına daha yatkın olduklarını belirtti.






En sık görülen takıntı türü olarak karşımıza temizlik takıntıları çıkıyor. Bu takıntıya Amerikalı meşhur film yapımcısı Howard Hughes'i örnek olarak gösteren Dr. Oğuz Tan, şöyle konuştu: "Hughes, bu takıntı yüzünden belli bir yaştan sonra kendisine tecrit edilmiş bir hayat kurmuştu. Las Vegas'ta lüks bir otele çekilmiş, parası sayesinde kimseyi yanına yaklaştırmadan yaşayabiliyordu. Hayatını da temizlik takıntıları yüzünden kaybetti. Bizde de Abdülhak Şinasi Hisar, Hüseyin Rahmi Gürpınar (daktilosunu eldivenle kullandığı söylenir) temizlik takıntısı olan ünlü kişilerdir."

Ülkemizde sık sık haber programlarında izlediğimiz çöp evler konusuna da değinen Tan, 'Çöp ev' dediğimiz evler, pislik sevdalıları tarafından değil, biriktirme takıntıları olan kişiler tarafından oluşturulur." dedi. Takıntıyla mücadele etmenin en başarılı yolu, üstüne gitmek ve takıntıya 'hadi gel' demek olduğunu anlatan Tan, "Takıntı" isimli kitabında takıntı hastalığının bütün özelliklerini işlediğini hatırlarak şöyle konuştu. "Kişi kendisini rahatsız eden fikri kafasından atmaya çalışırsa, takıntı azalmaz tam tersine şiddetlenir." dedi. Takıntının emrettiği şeyleri kesinlikle yapmaması gerektiğini hatırlatan Tan, "Ellerini tekrar yıkamak, olmadı deyip abdesti tekrarlamak, namazı tekrarlamak, kapıyı üçüncü defa kontrol etmek gibi istekler kişinin içinden geliyorsa, bunu kesinlikle yapmamalıdır. Bu elbette kolay değildir, zaten onun için çoğu takıntılı kişi tıbbi yardım için bizlere başvurur." dedi.



Biyolojik sebep etkili

Genetik ve çevresel faktörlerin hastalıkta rolü olduğunu söyleyen Tan, takıntıların ispat edilmiş en önemli sebeplerinin biyolojik olduğuna işaret ederek, bazı kişilik özelliklerine sahip insanların da takıntı hastalığına yatkın olduğunun ileri sürüldüğünü belirterek şöyle konuştu: "Çocuklarını çok eleştiren, suçlayan, onlardan kusursuzluk bekleyen, ayıp ve günah gibi kavramları abartılı biçimde aşılayan, katı biçimde formel ahlakçı, şekilci ailelerde takıntı hastalığının daha yaygın olduğu ileri sürülmüştür. Avrupa'da yapılan bir çalışmada takıntı hastalığının en sık görüldüğü grubun Katolikler olduğu tespit edilmiştir. Bunda Katolik inancının katı ve cezalandırıcı yaklaşımının rolü olabilir. Takıntı hastası abdeste özen göstermekle yetinmez, 10 kere abdesti tekrarlar. Bu titizlik değil, dini terimi kullanırsak vesvesedir. Her titiz insan elbette takıntı hastası değildir. Titizlik iyi bir meziyettir, ancak aşırıya vardığında kişinin kimseyle geçinememesine yol açar.

Abdulkadir Süphandağı İstanbul




KAYNAK: http://www.zaman.com.tr/





HANİMLAR.ORG - "Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Orhan Öztürk, kişilerin tekrar tekrar aynı şeyleri yapmasına sebep olan bu hastalığın tıbben obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) şeklinde adlandırıldığını söylüyor."

Hastalığın “saplantı (takıntı) ve zorlantı” olmak üzere iki ana belirtisi olduğunu anlatan Öztürk, takıntıyı, “irade dışı olan, bireyi tedirgin eden, bilinçli çaba ile kovulamayan düşünceler” olarak tanımlıyor. Zorlantıyı ise şöyle tarif ediyor: “Kişinin aklına gelen bu düşüncelerinden kurtulmak için yaptığı ve sık sık yinelediği davranışlardır. Örneğin temiz olduğunu bildiği halde kişinin, bir şeye dokunduğunda elinin kirlendiğini düşünmesi takıntı. Böyle düşünerek elini tutkulu bir şekilde tekrar tekrar yıkaması ise zorlantıdır.”

Öztürk, bazı hastaların günde bir iki kalıp sabunu bile bitirebildiğine, hatta çok yıkamaktan ellerinin yara olduğuna dikkat çekiyor. İnsanda, sadece temizliğe yönelik takıntılar bulunmuyor. Başkalarına, özellikle de yakınlarına zarar verebileceği düşüncesi, kendisinin ya da yakınlarının başına kötü bir şey gelebileceği endişesi, bir şeyi yanlış ya da eksik yapmaktan şüphe etme, rahatsız edici dinî düşünceler gibi birçok takıntı şekli sıralanıyor. Takıntılar (obsesyonlar), kişide bunaltı meydana getirirken, zorlantılar (kompulsif) bunaltıyı kısa bir süre de olsa geçiriyor. Bazen de bu tür davranışlar, günün büyük bir bölümünü olumsuz etkiliyor; iş-okul başarısını düşürebiliyor, sosyal ilişkileri bozabiliyor.

Diğer yandan, kişilerin yaşadıkları durumu bir hastalık olarak görmemeleri ya da yoğun sıkıntı ve bunaltı uyandıran obsesif düşünceleri saçma, anlamsız, bazen de utanç verici bulmaları ve doktora açılmaktan çekinmeleri, vakaların görülme sıklığının daha fazla olabileceği tahminlerini beraberinde getiriyor.
Özel Fatih Üniversitesi Hastanesi Psikayatri Uzmanı Dr. Gökçe Silsüpür toplumda bu hastalığın hayli yaygın olduğunu ifade ederken bu sıklığın kendilerine gelen hasta sayısından daha fazla olduğu gerçeğini yineliyor: “Çünkü, bu hastaların çoğu doktora gitmeyi pek tercih etmiyor, uzunca bir süre bu düşünce ve davranışlarının saçma olduğuna inanıyor. Rahatsızlıktır ve tedavi edilebilir düşüncesini taşımıyorlar. Tuhaf buldukları hareketlerinin, yalnızca kendilerinin başına gelmiş bir durum olduğunu zannediyor ve bunu biriyle paylaşmak onlara pek kolay gelmiyor.”

Psikiyatrik bir rahatsızlığa sahip olmayı kabullenmeme düşüncesinin de bunda etkili olduğunu belirten Silsüpür, kişilerin ‘düşündüğü veya aklından geçirdiği şeyleri yapmış gibi hissediyor olmasını’ da buna ekliyor. “Bu tip hastalar, düşüncelerinden dolayı yadırganıp yargılanacağını, suçlanacağını ve ayıplanacağını düşündükleri için doktora gelmiyor.” diyen Silsüpür, hastalara “Düşünmekten korkmayın. Düşünmek yapmak anlamına gelmez.” çağrısında bulunuyor.

Psikoterapi önemli

Psikiyatrik hastalıklar arasında yer alan ve bazı uzmanlara göre, ‘en acı veren psikiyatrik rahatsızlık’ olarak ifade edilen takıntı hastalığı, yaşamın her döneminde kişilerin karşısına çıkabiliyor. Kişi tarafından tanımlanmadıkça hastalığın, muayenelerde tanınması hemen hemen imkansız görülüyor. İşte bu noktada, hastalarla yaşayan kişilere çok iş düşüyor. Uzmanlar, hasta yakınlarını, ‘belirtilerin saçma-anlamsız olduğunu ifade ederek ikna yoluna gitmenin’ sakıncaları konusunda uyarıyor.

Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Dr. Kemal Şahin, “Hastalar, zaten bu düşünce ve davranışın saçma olduğunu biliyor. Davranış tedavisinde amaç takıntılı düşünceleri ortadan kaldırmak değil, hastanın bu düşüncelerine barışık yaşamasını sağlamak.” diyor. Şahin, bir de örnek veriyor: “Çöp bidonunun yanından geçerken eline kir bulaştığını düşünerek defalarca elini yıkayan bir hastaya ‘hayır kir bulaşmadı’ demek yerine ‘eline kir bulaşıp bulaşmadığına karar vermek için çaba harcamalısın, kir bulaştığını kabul etsen bile elini tekrar tekrar yıkamamak için direnmelisin’ düşüncesinin aşılanması gerekir.”
Prof. Dr. M. Orhan Öztürk ise bu hastalığın kişiye acı veren inatçı, zor bir rahatsızlık olduğunu belirtiyor. Tedavisi için uzun ve sürekli bir mücadele gerektiğinin altını çizerken de ekliyor: “Yalnızca ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılırsa çok da olumlu sonuç vermeyebilir. İlaçlarla birlikte hastanın psikoterapi görmesi gerekiyor. İlacı bıraktıktan sonra hastalık yineleyebilir; o yüzden psikoterapi bu hastalık için oldukça önem taşıyor.” Yine, Öztürk’e göre, tedavide iyi gelen şeylerden biri de “meşgul olmak” çünkü bu tür takıntılar boş zamanlarında daha çok geliyor. Kişi, meşgul olduğunda bu takıntılar daha da azalıyor.

Takıntı, sorumluluk duygusu yüksek olan, çabuk endişeye kapılan, gergin, içe dönük, karamsar, aşırı titiz, mükemmeliyetçi, kontrollü, kuralcı, ayrıntıcı ve kusursuzluk arayan kişilik yapısındakilerde daha fazla görülebiliyor. Prof. Dr. M.Orhan Öztürk, hastaları en iyi ‘ince eleyip sık dokumak’, ‘kılı kırk yarmak’, ‘dipsiz kiler, boş ambar’ deyimlerinin anlattığını aktarıyor.

Temizlik: Saatlerce el yıkamak, banyo yapmak veya tekrar tekrar ev temizlemek.

Tekrarlama: Takıntılı düşünce ile oluşan sıkıntıyı gidermek için tekrarlayan davranışta bulunmak veya akıldan başka düşünceler geçirmek. Yakınlarının başına kötü birşey gelebileceğini düşünen bir hasta bunun olmaması için halen yapmakta olduğu davranışı ikinci kez yaparak bu düşünceden kurtulabilir.

Kontrol etme: Evine bir şey olacak veya yangın çıkacak korkusu ile kapıyı veya tüpün kapalı olup olmadığını tekrar tekrar kontrol etmek.

Biriktirme: İşe yaramayan birçok eşyayı biriktirmek. Örneğin bazı kişilerde yeterli yeri olmadığı halde gazeteler, boş kavanozlar veya konserve kutuları gibi işe yaramayan şeyleri atamama davranışı görülebilir. Hatta son birkaç yıl içerisinde gazetelere yansıyan çöplük evler buna en güzel örnek olarak değerlendiriliyor.

Sayma: Yolda yürürken kaldırım taşlarını saymak ve araba plakalarını okumak, günlük işleri yaparken belli sayılarda tekrar etmek. Kazağını üç kere giyip çıkarmak veya aynı yere beş kere gitmemek.

Tamamlama: Bu hastalar ise davranışı mükemmel olana kadar tekrar tekrar yaparlar. Örneğin kirlilik takıntısı olan bazı hastalar önce musluğu, lavaboyu ve sabunu yıkar (genelde belli sayıda), daha sonra elini belli sayıda yıkar ve sonra aynı işlemi tekrarlar.

Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin çalışma odasında her şeyin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sıra ile dizilmesi gibi.
 
Üst Alt