MURATS44
Özel Üye
Cüce fillerin, iri sıçanların, dev Komodo ejderhaları*nın, hatta devasa kertenkelelerin ufak insanlar ta*rafından avlandığı tuhaf, tarihöncesi bir dünya. Bu se*naryo, kulağa bilimsel gerçeklikten çok Arthur Conan Doyle’un Kayıp Dünya’sı gibi bilim kurgu romanlarına aitmiş gibi gelebilir, ancak, çok uzaklardaki bir Endo*nezya adasında yakın zamanda yapılan araştırmalar bu düşünceyi değiştiriyor. Sumatra ve Doğu Timor ara*sında bulunan bir Endonezya adası olan Flores, son bir*kaç yıldır büyük bir tartışmanın merkezi olmuştur.
2003 yılının Eylül ayında Endonezya Arkeoloji Mer*kezinden R. P. Soejono ve New England Armidale Üni*versitesinden Michael Morwood’un önderliğini yaptığı uluslararası bir araştırma ekibi, Liang Bua adı verilen, kireç taşından bir mağaranın kazısında çalışıyorlardı. Burada, 6 metre derinlikte yaklaşık 30 yaşlarında bir kadına ait olan neredeyse eksiksiz bir iskelet buldular. Tür olarak insana ait olduğunu düşündükleri bu iskele*ti ölçtüklerinde yalnızca 1 metre uzunluğunda olduğu*nu gördüler. Çevrede, aynı türe ait, etrafa yayılmış di*ğer kemiklerle birlikte şimdiye kadar dokuz insan iskeleti bulundu. Radyokarbon ve termolüminesans testleri sonucu en eski kalıntıların yaklaşık 94 000 en yenisi*nin ise 12 000 yıllık olduğu saptandı.
Mağaranın içinde (insanın yanı sıra) balık, kurbağa, yılan, kaplumbağa, dev sıçan, kuş, yarasa ve Stegedon (soyu tükenmiş bir tür cüce fil), Komodo ejderhaları ve dev kertenkele gibi diğer iri hayvanlara ait iskeletler bulundu. Katmanlarda bulunan ateşle işlenmiş kayalar ve kavrulmuş kemikler, Flores Adalıların ateşin nasıl kontrol edildiğini bildiklerinin bir işaretiydi. Mağarada elde edilen diğer önemli bir bulgu da tahta merdanele*rin üzerine bağlanıldıkları sanılan iki ucu keskin, ol*dukça karmaşık bir sisteme sahip taş aletlerdi. Taş aletlerin bazıları Stegodon’a saplıydı; bu da Flores Ada*lıların onları avladıklarının bir göstergesidir.
Tamamen beklenmedik bir şekilde keşfedilen Homo Floresiensis’in, eski dönemlere ait en önemli tür olduğu düşünülüyor. Homo cinsinin bu yeni üyesi, insan evri*mine ilişkin bulguları bile değiştirebilir. Örneğin, bizler karmaşık yapıya sahip bir aleti üretmek için büyük bir beyne sahip olunması gerektiğine inanırız. Ancak Flo*res Kadını’nın sahip olduğu beyin bu düşünceyi çürüttü ve araştırmacıların küçük beyinli atalarımızın akılları ve yeteneklerine ilişkin önceden sahip olduğumuz varsayımları sorgulamaları gerektiğini ortaya çıkardı. Hatta ilk kaşiflerden biri olan Dr. Michael Morwood Flores Adalıların fil ve dev kertenkelelerin yaşadığı dönemlerde haberleşmek için kullandıkları ilkel bir dil kullandıklarını öne sürdü. Fakat diğer araştırmacılar onunla aynı fikirde değildiler; şempanze ve hatta kurtların bile bir dil kullanmadan ortaklaşa avlanabildikle*ri gerçeğini öne sürdüler.
Flores keşfi aynı zamanda Neandertallann 30 000 yıl önceki yok oluşundan beri insanların dünyada yal*nız olduğu yönündeki basmakalıp bilgiyle de uyuşmu*yor. Flores Adalılar diğer çoğu arkaik insan toplulukla*rının aksine modern döneme kadar varlıklarını sürdür*meyi başardılar, böylelikle modern insanla birlikte aynı anda var oldular. Bu, iki farklı insan türünün, Homo sapiens ve Homo floresiensis’in, yeryüzünde aynı anda paralel bir yaşama sahip olduklarını gösterir. Ancak Flores’de modern insan kalıntıları bulunmasına karşın, bunların en eskisinin 11 000 yıllık olduğu saptanmıştır; bu da söz konusu iki türün adada tam olarak aynı anda yaşamamış olabileceği anlamına gelir.
Bilim çevrelerinin ve diğer çevrelerin tepkileri nere*deyse keşfin kendisi kadar sıradışıydı. Londra’da bulu*nan Doğal Tarih Müzesindeki “insanın kökeni” bölü*münün müdürü olan Chris Stringer, “(kendim dahil) birçok araştırmacı bu iddialara kuşkuyla yaklaşmıştır,” demiş ve hiçbir şeyin kendisini küçük Flores Adalılar kalıntılarıyla karşılaşma sürprizine hazırlayamayacağını eklemiştir. Stringer ayrıca bulunan uzun kolların, Homo floresiensis’lerin ağaçların üzerinde uzun zaman geçirdiklerinin bir kanıtı olabileceğini tahmin ediyordu. “Bunu bilmiyoruz. Fakat eğer civarda Komodo ejderhaları varsa bebeklerinizle birlikte daha güvenli bir yer olan ağaçların üzerlerini seçersiniz.”
Liang Bua mağarasında yapılan çalışmaların sonuç*larıyla aynı fikirde olmayan çok sayıda araştırmacı var*dı, hâlâ da var. Endonezya’nın önde gelen paleoantropologlarından Teuku Jacob, LB1’in kesinlikle yeni bir tü*rün üyesi olmadığını, aksine modern insanın austrolomelanesid ırkına ait olduğunu ve bu yüzden yalnızca 1300-1800 yaşında olduğunu iddia etmiştir. Jacob ve di*ğer birkaç önemli araştırmacı, bulunan kemiklerin as*lında modern insana (Homo sapiens), büyük olasılıkla da mikrosefali diye bilinen beyin özrüne sahip cücelere ait olduğunu belirtti. Hatta bu kemiklerin, bugün Liang Bua’nın yakınlarında, Flores Adasinın Rampasasa köyünde yaşayan cücelerin atalarına ait oldukları ileri sü*rüldü. Mikrosefali, beyinde ortaya çıkan sıradışı küçük bir urun neden olduğu patolojik bir vakadır ve genelde zihinsel engellerle ilişkilidir. Bu kuramı desteklemek adına, anatomist Maciej Henneberg, LB1 kafatasının, Girit’ten tipik bir mikrosefalik kafatası örneğiyle nere*deyse aynı olduğunu ileri sürmüştür. Fakat Doğa adlı makaleye en büyük katkıları yapan Peter Brown ve New South Wales’da bulunan New England Üniversite*sinden bir yardımcı profesör bu açıklamaya karşı çıkı*yor. Profesör, savını, bu durumdaki pek az insanın ye*tişkinliğe varabileceğini söyleyerek destekliyor ve mikrosefalik kafataslarının, hiçbiri LB1′de olmayan farklı ayırt edici özelliklere sahip olduğunu ekliyor. Brown ay*rıca Liang Bua’da bulunan kemikler, hepsi aynı cüce özelliklerini taşıyan iskeletler yalnızca dokuz kişiye ait olduğu için, bütün nüfusta mikrosefali görüldüğünü öne sürmenin çok zor olacağını belirtiyor.
2005 yılının başlarında Florida Eyalet Üniversite*sinden Dr. Dean Falk’un liderliğini yaptığı uluslar ara*sı bir uzman grubu LB1 kafatasını inceledi. Grup, elde ettiği verileri Bilim dergisinde 2005 yılının Mart ayın*da yayımladı. Grup, LB1 beyninin üç boyutlu bir make*tini diğer birkaç farklı türle karşılaştırdı: Şempanze, modern insan (modern cüceyle birlikte), mikrosefalik ve Homo erectus. İnsan benzeri ilkel yaratıklar olan Australopithecus’lar ve paranthropusaethiopicus’lar ve mo*dern goriller arasında birçok karşılaştırma yapılmıştı. Bu karşılaştırmaların sonuçlarına göre LB1 beyni cüce*lerin beyinlerinden ya da mikrosefalik beyinlerden ta*mamen farklıydı ve daha çok Homo erectus beynine benziyorlardı ve gerçekten de “insanoğlunun yeni bir türüne aitti”. Ancak bu sonuçlar Dr. Faik ve ekibinin gerçek bir mikrosefaliye sahip kafatasını kullanmadık*larını iddia eden bilim adamlarını susturmadı. Bu konudaki tartışma halen devam etmektedir.
http://insanveevren.wordpress.com/2012/04/15/tarih-oncesi-flores-adalilar-bilmecesi/
Flores Adalıların gerçek kökenleri ve kimlikleri konusundaki soru işaretlerinin DNA analizleriyle ortadan kaldırılabileceği yönünde kuvvetli bir ihtimal var. Nis*peten yakın döneme ait iskelet kalıntıları ye bu madde*nin fosilleşmediği gerçeği, bu analizlerin yapılmasını mümkün kılıyor. Fakat yüksek sıcaklık DNA’nın kim*yasını bozduğundan Endonezya’nın tropikal iklimi bu yöntemle elde edilecek olan başarı şansını yok ediyor. Belki de Liang Bua’da daha çok sayıda tam iskelet bulunması DNA testinin uygulanmasına olanak sağlaya*bilir, fakat bunun LB1′den başarıyla elde edilip edile*meyeceğini zaman gösterecek. Yine de o büyüleyici ola*sılık hâlâ var. Homo floresiensis’lerin DNA’ları alınabi*lirse, bu insanoğlunun evrim sürecine tamamıyla yeni bir sayfa açacak.
Küçük ada insanlarının tarihe karışması ise (yakla*şık 12 000 yıl önce), Liang Bua mağarası yakınlarında*ki çok sayıdaki volkanlardan birinin Flores’in benzersiz vahşi yaşamının yanı sıra orada yaşayan Homo floresiensis nüfusunu da yok etmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Ancak Homo floresiensis nüfusunun bir kısmı daha son*raları adanın diğer bölgelerinde hayatlarını sürdürmüş de olabilir. İlginçtir ki Flores’in bugünkü sakinleri ada*daki Ebu Gogo (her şeyi yiyen büyükanne) olarak bili*nen küçük kıllı insanlara ilişkin efsanelerden söz edi*yorlar. Bu Ebu Gogo’ların bazı özellikleri arasında Ho*mo floresiensis’lerde olduğu gibi boylarının yaklaşık 1 metre oluşu ve uzun kol ve parmaklara sahip oluşları yer alıyor. Ebu Gogo’lar aynı zamanda ilkel bir dil ile mırıldanabiliyorlar ve köylülerin kendilerine söyledik*leri şeyleri tıpkı bir papağan gibi tekrarlayabiliyorlardı.
Görünüşe göre Ebu Gogo’lar en son Hollanda koloni*leri 19. yüzyılda Flores’e yerleşmeden önce görülmüş. Flores Adalılarla Sumatra adası arasında ilginç bir bağ vardır. Sumatra Adası’nda Orang Pendek diye bilinen, yaklaşık 1 metre uzunluğunda insan benzeri kalıntılar bulunmuştur. Zoologlar 150 yıldan uzun süredir batı Sumatra’nın Kerinci Seblat parkı alanında gizemli bir maymunun görüldüğüne ilişkin kayıtlar tutmaktadır ve bulunan ayak izleri ve kıllar bu maymunun var oldu*ğuna ilişkin bir ipucudur. Flores Adası bulguları üzeri*ne çalışan araştırmacılar, Orang Pendek’ın halen Sumatra’da yaşayan Homo floresiensis’lerin yaşayan ör*nekleri olduğunu varsayıyorlar. Nature dergisinin baş editörü Henry Gee de bu düşünceye katılıyor. Hatta da*ha da ileri gidip, bu kadar yakın zamana kadar yaşaya*bilmiş olan Homo floresiensis’lerin keşfinin, “Yetis gibi insan benzeri yaratıklar hakkındaki hikayelerin içinde de doğruluk payı olma olasılığını artırdığını” belirtiyor ve ekliyor, “Bu tür hayret verici yaratıkları inceleyen kriptozooloji, şimdi moda olabilir.”
Araştırmacılar özellikle güneydoğu Asya gibi bilin*meyen memelilerin bulgularına rastlanan zengin bir bölgede Homo floresiensis ya da Ebu Gogo’ların yaşa*yan örneklerini bulma olasılığının gözardı edilmemesi konusunda ısrarcılar. Örnekler arasında bir ceylan, Pseudoryx nghetinhensis (1993 kadar eski bir tarihte Lao-Vietnam sınırında görüldü) ve öküze benzeyen bir yaratık olan kouprey (varlığı batı bilim dünyasınca yal*nızca 1937′den beri biliniyor) var. Bert Roberts ve Michael Morwood, Flores’deki kalan yağmur ormanlarına ve Ebu Gogo hikayelerindeki mağaralara yapılacak bir keşif gezisiyle kıl ve diğer benzeri kalıntılar gibi çok önemli örneklere, hatta belki de canlı örneklere rastla*yabileceklerine inanmışlardı. Aynı zamanda farklı Ho*mo türlerine ait iskelet kalıntılarının, güneydoğu As*ya’nın ıssız köşelerinde keşfedilmeyi beklediklerini dü*şünüyorlardı. Gerçekten de, yakın tarihte yaşamış fa*kat 2003 yılına kadar ortaya çıkmamış floresiensis gibi kayıp bir Homo türünün varlığı, insanlık tarihi hakkın*da sandığımızdan daha bilgisiz olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır.