MURATS44
Özel Üye
KEŞKÜLÜ FUKARA
Gezgin dervişlerin hiç yanlarından ayırmadıkları, hikmetine inandıkları son derece estetik bu kapların maalesef günümüze kadar çok azı ulaşabilmiştir. Bu keşküller dervişler tarafından su kabı olarak, yemek tabağı olarak ya da kuyudan su çekmek gibi amaçlarla kullanılan kovadırlar. Keşkül aynı zamanda sadaka kumbarasıdır. Abdest aldıkları ibriktir. Su içtikleri bardaktır.
Bu fukara keşküllerinin en estetik ve sanat değeri taşıyanları hindistan cevizinden yapılmış olanlarıdır. Hindistan cevizi işlenmesi çok zor sert bir yapıya sahiptir. Bunun üzerine ince işlenmiş kazınmış hat yazmalarının ayetlerin ne kadar zor ve meşakkatli bir iş olduğunu takdir etmek lazımdır. Bu keşküllerin bakır ve ahşaptan yapılmışları da mevcuttur.
Dervişler inanır ki keşkülden yeme içme diğer kaplardan daha bereketlidir. Keşkülün bir lokması diğer kapların on lokmasına bedeldir.
Rivayet şöyledir ki “İsmail (as) oğlunu kurban etmek için dağa çıkınca oğlunun yerine gönderilen koçu kurban eder. Koçun iç organlarını çölde bırakır. Hint kuşlarından birisi koçun midesini alır Hindistan’a götürür. Bu mideden bir ağaç yetişir işte keşkülü fukara bu ağacın meyvesidir. Bakıldığı zaman mideye benzeyen bu meyve ikiye bölünse iki adet keşkül elde edilebilir.
MENGÜÇ - KÜPE
At nalı biçiminde olan ve dökme metalden yapılan mengüçler esasen Bektaşi Tarikatının dede ve babalarının sağ kulaklarına taktıkları bir alametti. Genellikle kurşundan yapılan bu mengüçler, Bektaşilerde ilk kez Balım Sultan'ın taktığı rivayet edilir.
İzahatı da şudur:
-Biz arifiz. Bizim kulaklarımız deliktir. Her sözü anlar ve biliriz.
Bektaşilerden Emin babanın naklettiğine göre:
Bekteşi tarikatın adabında mengüç takacak dedelerin bizzat pir evinde Balım Sultan Türbesinin eşiğinde kulaklarının delinmesi ve burada takılması gerekir.
ALİ SOFRASI
Yüzyıllar öncesinin tasarım harikası olan bu obje pratik ve çoklu kullanımıyla da gezgin dervişlerin birçok işini aynı anda çözen bir gereçtir. Deriden imal edilen bu sofra parçalardan oluşur ve her parçanın kenarına iliştirilmiş metal halkalar vardır. Bu halkaların içinden geçen kaytan ip sofranın torba gibi toplanıp heybe halini almasına yarar ve içine erzak konarak sırtta taşınabilir. Lüzümu halinde yayılarak sofra şeklini alır ve üzerinde yemek yenilir, açlık giderilir. Bu sofra İmam Ali’ye izafe edilerek Ali Sofrası adıyla anılırdı.
TEBER (Derviş Teberi) - NİZE
Bir savaş silahı olarak bilinen Teber, gezgin dervişlerin yanlarından ayırmadıkları önemli aletlerden biridir. Ucu keskin bir balta biçimindedir. Sapı, ahşaptan olup uzundur. Sapının yukarı ucunda ok ucuna benzeyen “temren” metal sivri bir çıkıntı mevcuttur. Bu haliyle de bir süngüyü andırır. Teberler iki yüzlü ya da tek yüzlü olarak da yapılırdı. Derviş için çok önemli olan bu alet fukara dervişe murşidi tarafından tekbirle teslim edilirdi. Kullanılması taşınması murşidin iznine bağlıydı. Dağda, çölde, ormanda, arazide gezen dervişin canyoldaşı olan teber her türlü tehlikeye karşı onun güvencesi olurdu.Yırtıcı zararlı hayvanlara karşı kullanırlardı.
NEFİR - SUR
Nefir, ürkütmek kaçırmak anlamına gelen bir kelimedir. Nefir, Sur, Nakur. Bu ses çıkaran boynuzlardan günümüze çok az örnekler kaldığından aralarındaki farklılıkların değişikliklerin ve özelliklerinin neler olduğu bilinmemekle beraber günümüze kalan örneklerinin hepsi nefir olarak adlandırılırlar. Manda, öküz sığır gibi büyükbaş hayvanların boynuzundan yapılır. Çok ürkütücü ses çıkarma özelliğine sahip olduğundan dervişler vahşi hayvanları korkutup kaçırmak maksadıyla yanlarında her iki başına takılmış zincirle bellerinde ya da boyunlarında taşırlardı. Nefirin ses çıkaran ağız kısmına bir canavarın ağzını andıran çentikler ve dişler yapılırdı.
Nefir genellikle Bektaşi dervişlerinin kıllandığı bir alettir. Nefirden ses çıkarmak, üflemek, nefes ve maharet isteyen bir iştir.
PENÇE-İ ALİ ABA
Üzeri ayetlerle bezenmiş el şeklindeki kesme ya da döküm olarak imal edilmiş alemlerdir. İslam sanatında çokça kullanılmış ayrıca süsleme sanatlarına da motif olmuş ve günümüze pekçok örneği ulaşabilmiş son derece estetik ve sanatsal değer taşıyan objelerdir. Pekçok sancağın ucuna alem olarak yerleştirilmiş örneklere de rastlanmaktadır. Döküm olarak yapılmışlarının yanısıra testere işi kesimle ve tamamı ayetlerden oluşan Pençe-i Ali Aba’lara sıkça rastlanmaktadır.
Pençe-i Ali Aba’nın anlamı:
Hz. Peygamber yanına gelen Hz. Ali, kızı Fatma, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i giydiği abanın altına toplamıştır. Hz. Peygamberle beraber sayıları 5 olduğundan abanın altındaki beş kişi anlamı buradan gelir.
ELİF NEMED
Elif Nemed’in sözcük karşılığı keçe parçasıyla boşluk demektir. Nemed kelimesi farsçada keçe anlamına gelmektedir. Bu kuşak Mevleviye ve Bektaşiye tarikatları mensupları tarafından kullanılmıştır. Kuşak keçeden yapıldığı gibi çuha veya yün dokuma kumaştan da yapılabilirdi. Herhangi bir renkte olabilen kuşaklar bele 3 defa dolanırdı. Kuşağın bir ucunda şerit bulunur şeridin ucunda da habbe (ceviz büyüklüğünde akik taş) sallanırdı. Bu şerit ile Elif nemed bele sabitlenirdi.
MUİN
Kullanım amacı hemen hemen müttekayla aynı olan muinin mütteka ile bilinen en büyük farkı demirden imal edilmesidir.Sözlük anlamı “yardım edici” demek olan muinlerde müttekalar gibi “t” şeklinde bir yapıya sahiptirler. Aşağı doğru uzanan bir gövde ve dayanak olarak kullanılan bir baş mevcuttur. Uzun gövde kısmı yaklaşık üç karış hilal biçimli baş kısmı ise yaklaşık bir karış yapılırdı. Alt kısımları sivri olan muinler gezgin dervişlerin dinlenme esnasında uzanıp yatmaları abes sayılacağı için toprağa saplanıp baş kısmına dayanılarak uyku ya da yorgunluk giderilirdi.
TESLİM TAŞI - BALGAMİ
Kökeni Orta Asya Şaman kültürlerine dayanan bu taş Bektaşi kültürünün bir objesidir. Boyuna asılan teslim taşı Pir’e bağlanmanın bir göstergesidir. Taşın maddesi Hacı Bektaş yöresinde bulunan Balgami adı verilen bir tür mermerdir. Bu taşın 12 köşesi vardır. Bu oniki cenah oniki imamı simgeler.
Bu imamlar:
Hz.Ali
İmam Hasan
İmam Hüseyin
Zeyn el Abidin
Muhammed Bakir
Cafer-i sadık
Musa-i Kazım
Ali-ür Rıza
Muhammed Taki
Ali-ün-Naki
Hasan ül-Askeri
Muhammed Mehdi
Bu taşın alt ve üst kısımlarında Hz. Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’i temsilen iki adet habbe (ceviz büyüklüğünde taş) bulunur.
Pir’e teslimiyetten dolayı bu taşa “teslim taşı” adı verilmiştir.
PAZARCI MAŞASI
Sufi objelerinden olan pazarcı maşası özellikle Mevleviler tarafından kullanılmıştır. Bir hizmet alametidir ve simgesel manalar taşır ve bu özelliklerinin dışında her hangi bir kullanımı olup olmadığı bilinmemektedir. Çünkü. hakkında hiçbir yazılı kaynak bulunmayan bu kayıp medeniyet hazinesi yanlızca Abdülbaki Gölpınarlı Hoca’nın “Mevlanadan sonra Mevlevilik “ adlı eserinde bir çizimle kısaca anlatılmıştır.
Mevlevihanelere gelen derviş adaylarına “can” denirdi. Bunlar eğitimin başında maharetlerine göre iş kollarına ayrılırlardı. Bu iş kollarından bir tanesi de pazarcılıktı. Bu işi yapan kişiye ise “pazarcı” denirdi. Pazarcı çarşıya alışverişe çıktığında kuşağında mutlaka bu “pazarcı maşası” denilen alet olurdu. Esnaf pazarcının Mevlevihane’den geldiğini belindeki maşadan anlayarak onu fazla oyalamaz, gereken saygıyı ve kolaylığı gösterir istediği malları verir ve biran önce yolcu ederdi. Kemik, ahşap ya da metal sapı motiflerle süslenirdi. Diğer kullanımlı maşalardan farkı ise sapından çıkan ve birbirine paralel uzanan iki ince metalin aralarında boşluk bulunmamasıdır. Motifli sapı dışarıda kalacak şekilde uç kısmı metal ya da ahşap yapılmış bir muhafazanın içinde saklanırdı ve üzerinde tarikatın simgesel özelliklerini taşıyan yazı ya da bazı semboller bulunurdu. Pazarcı maşalarından günümüze çok az örnekler ulaşabilmiştir. Çok nadide olan bu tekke objeleri ya özel koleksiyonlarda ya da müzelerde bulunmaktadır.
MEŞK TAHTASI
KAMBERİYE - Bel kuşağı
Örme kaytandan mamul olan bu kemer fukara dervişlerinin bellerine doladıkları bir kemerdir. Uzunluk ölçüsü tam bele dolanacak kadardır. Kaytanın bir ucu kendi üzerine dolanarak habbenin geçeceği ilik oluşturulurdu. Öbür ucunda düğme yerine habbe yani ceviz büyüklüğünde bir akik taşı sallanır bele dolanan kuşağın ilik kısmından geçirilen habbe böylece kuşağı bele sabitlemiş olurdu. Rivayet şudur ki Kamberiye bağı Hz. Ali’nin atı Düldül’ün ayağının kösteğidir. Köstek gerekmediği zaman Hz. Kamber onu beline bağlardı. Kamberiye isminin buradan geldiği rivayet olunur. Bazı kaynaklar Düldül’ün at değil katır olduğunu yazar.
KAŞAĞI
Gezgin dervişlerin yanlarından ayırmadıkları objelerden biri de kaşağıdır. Sert ağaçlardan yapılan (abanoz, gül) kaşağının sapı iki
buçuk karış uzunluğunda ve ucu çukur olmayan düz bir kaşık biçimindedir. Kaşağının ucuna tırtışlı kertikler açılmıştır. Kaşıma işinin yanısıra destek ve sopa gibi de kullanılabilen kaşağıların birkaç örneğine etnoğrafya müzelerinde veya koleksiyonlarda rastlanmaktadır.
ZERDESTE
Hakkında hiçbir yazılı kaynak bulunmayan bu aletin çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Genellikle ahşaptan yapılanların yanısıra çok az da olsa metalden olanlara da rastlanmaktadır. Koltuk altına destek olacak şekilde yapılmış zer-deste’ler kendi üzerine bağlanmış bir baş kısmına sahiptir. Üç üçbuçuk karış boyunda olup tabanı düzdür. Üzeri motiflerle ve ayetlerle süslenmiş olanları mevcuttur. Bu aletler oturma halinde koltuk altına destek olarak kullanılırdı.
ÇEVGAN
Esasen bir asa olan Çevgan’ın boyu yerden göğüs başına kadar uzanır. Baş kısmı eğik ve kendi üzerine dönen baston başı gibidir. Tabanı düzdür fakat ucunda kullanım amaçlı demir temren süngü başı olanlara da rastlanmaktadır. Savunma amaçlı, özellikle de yürüyüş esnasında dayanak olarak kullanılırdı.
OKUMA ÇUBUKLARI
Bu çubuklar birçok kültür tarafından kullanılmıştır. (Hristiyanlık, Musevilik) İşçilik ve sanat yönünden son derece estetik objelerdir. Bir karış veya daha uzun olan ahşap, gümüş ya da kemik sapının üzerinde kültüre ait işlemelerin bulunduğu, uca doğru incelen ve en ucunda işaret parmağı öne doğru uzanmış bir elin bulunduğu objedir. Bizim kültürümüze ait olan birkaç örnekte ise çubuğun en arkasında tarikat simgeleri bulunur. Örneğin Mevlevi veya Bektaşi sikkelerinin, taçlarının işlendiği çubuklar bulunmaktadır.
Bu çubuk kutsal kitaplara el sürmeden okumaya, yazıları uzaktan takip etmeye yarar. Bu bir saygı göstergesidir. Ayrıca da el yazması kitaplarda parmakla takip sırasında parmak üzerindeki terin mürekkebi dağıtacağı kaygısıyla bu çubukla takip etmek daha uygundur.
RUZNAME
Ruzname farsçadan gelen bir sözcük olup anlamı “günlük” demektir. Sanat değeri taşıyan Ruznameler ise rulo biçiminde yapılan deriden mamul, kendi içine kıvrılıp toplanan ferman görünümlü rulolardır. Ruznamelerde günlük yapılan işler tarih hatta saate göre yazılır ve şekilsel anlatımlarla da desteklenirlerdi. İç kısımlarındaki günlük yazı kenarları altın yaldızlarla süslenip motiflenirdi. Bu güzel gelenek ve sanat ürünü ruloların deri yüzeyi yani dış kısmı yaldızlı tezhiplerle süslenirdi.
SAKAL TARAKLARI
Ahşap sakal tarakları gezgin dervişlerin bel çantalarından (cilbend) hiç eksik olmayan bir objedir. Genellikle abanoz gibi sert ağaçlardan imal edilen bu estetik harikası taraklar 18-20 cm boyutlarında olup yarımay biçiminde yapılırlardı.Üzerine çok ince işçilikle işlenmiş oyma motifler, yazmalar özellikle de “sakalı şerif” duası yazılırdı. Tarak uçları ince ve uzun kesilir, sakalı kavraması için de tarak ucunda daha kısa olan uçları ortalara doğru uzar sonlarda yine kısa kesilirdi.
SANCAK (Tarikat Sancağı)
Sancaklar bilindiği üzere çok çeşitli olup bir gurubu .simgeleyen flamalardır.Bizim burada ele alacağımız sancak ise daha estetik ve sanat değeri taşıyan, dervişlerin yanlarında taşıdıkları ve bağlı bulundukları tarikatın simgesini üzerinde bulunduran sancaklardır.
Bunlar uzun bir tahtanın ucuna bez flamadan ve flamaya işlenmiş yazı, simge, motiflerden oluşurdu. Bazılarında uzun sapın ucunda metalden pençe-i Ali aba simgesi bulunurdu. Aynı zamanda çok kullanımlı olanlarının sapının alt kısmında demirden süngü ucu bulunurdu. Bu sayede sancak yere konmaz gerektiği zaman toprağa saplanıp o şekilde bırakılırdı.
SURRE ALAYI ÇANTASI (POSTA ÇANTALARI)
Genellikle deriden imal edilen tamamen el işçiliği çantaların günümüzde maalesef yanlızca birkaç örneğine rastlayabiliyoruz. Ankara Vakıf Eserleri Müzesinde ve Konya Mevlana Müzesi'nde bu orjinal kültür ürünlerini görmek mümkün. Bu çantaların bazıları deriden torba şeklinde yapılmıştır. Üzerlerine desenler ya da kafileye ait ya da postanın, evrakın, paranın nereden nereye gittiğini, hangi kuruma ait olduğunu gösteren yazılar işlenirdi. Bu işlemeler ya ipliklerle ya da derinin dövülerek kabartılması yöntemiyle yapılmış işlemelerdir. Konya Mevlana Müzesinde bulunan deri çanta kapalı evrak çantası şeklindedir ve üzerindeki yazı kabartmadır.
Ankara Vakıf Eserleri Müzesi'ndeki torba çantalardan kırmızı deriden yapılmış olanın üzerinde ise el işlemesi çiçek motifleri mevcuttur.
ŞEŞBER - ŞEŞPARE
Son derece etkili bir yakın dövüş silahı olarak kullanılan şeşberin günümüze sadece birkaç adet baş kısmı ulaşabilmiştir.
Yuvarlak kısa sapının ucu altı bölümden oluşan tarikat başlığını andıran ortası delik taş ya da dökme metalden yapılmış silahtır. Ahşap sap altı parçalı taşın ortasındaki delikten geçerek sabitlenirdi. Sap kısmının altında elden kurtulmaması için kaytandan bir halka mevcuttur.
TIĞ - ŞİŞ
Rufailerin zikir anında kullandıkları şişler değişik boyutlarda olup ahşap bir topuz ucuna sabitlenmiş ince sivri dövme metalden mamuldur. Topuz üzerinde sallanan zincirler mevcuttur. Bu zincirler topuzun orta göbeğinden başlayıp sivri şişin yarısına kadar uzanıp burada sonlanır.
TIĞ BEND - BEL BAĞI
Bu belbağı parmak kalınlığında koyun yününden iki arşın yani yaklaşık 1,5 m olan bir kuşaktır. Koyun yününden örülerek yapılan bu kuşağın ucunda habbe, düğme ya da benzeri herhangi birşey yoktur. Tığ-bend Türk İslam sanatında çok önemli yer ve manaya sahiptir.
Bu kuşağa sır kuşağı da denir ve dışarıdan görülmeyecek şekilde bağlanır. Bu bağ bir inanışa göre Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edeceği zaman ellerini ve ayaklarını bağladığı bağdır. Bektaşi kültüründe bele bağlanan bu sır bağı “eline, beline, diline sahip olmanın” bir işaretidir.
MÜTTEKA KILIFI
Sözcük anlamı arapçada dayanak, destek olan mütteka Sufi kültürünün en önemli objelerinden biridir ve birçok tarikat dervişleri tarafından kullanılmıştır .Örneğin:Mevlevi dervişleri binbir günlük çile döneminin(bu dönem seyri-ü suluk olarak adlandırılır) en zor bölümü olan 40 günlük erbain çilesi döneminde kendilerini ibadete verdikleri için fazla yemek yemezler, fazla su içmezler ve uzanıp uyumazlardı. Nefsin terbiyesine dayanan bu dönemde çilehanedeki odasında çile çekmekte olan derviş, uykusu geldiğinde uzanıp yatamadığı için müttekanın hilal kısmına alnını dayayıp uyku halini geçiştirirdi.
Dervişlerin yanlarından ayırmadıkları mütteka çok değişik alanlarda kullanılmıştır. Müttekanın bir başka adıda da tefekkür bastonudur. Tefekkür derin düşünce anlamına gelir. Kuran dinlerken, ilahi dinlerken yere bağdaş kurup oturan dervişler müttekanın hilal biçimindeki baş kısmına alınlarını dayarlar ve derin düşünceye dalıp dünyevi meselelerden uzaklaşırlardı. Çok çeşitli tarz ve biçimlerde yapılan müttekanın estetik görünümüne de çok dikkat edilirdi. Üzeri çeşitli nakışlar, ayetler ve güzel sözlerle süslenirdi. Sert ağaçtan (Abanoz, Kızılcık,Kestane v.b) yapılan müttekaların üzeri gümüş kakmalarla süslenir, yakmak suretiyle de yazılar ve ayetler yazılırdı.
Müttekanın baş kısmı genellikle İslamiyet’in simgesi olan hilal biçiminde yapılırdı. Bu hilal kısım oval oluşundan dolayı, alet çene altına dayak yapıldığında yada alın kısmına dayandığında çok rahatlık sağlardı. Uyku gidermek için de derviş hilal kısma rahatlıkla alnını dayayabilirdi. Koltuk altında da kullanılabilen mütteka dervişin derin düşünceye daldığı zaman yana devrilmelerini engellerdi.
Dış mekanda kullanılmak üzere müttekanın uzun gövde kısmının altına yerleştirilen ucu sivri metal, toprağa saplanıp sabitlenebilirdi. Müttekalar genellikle kılıf içinde taşınırdı. Bu taşıma kılıfları özenle hazırlanırdı. Deri keçe veya kalın kumaştan yapılan kılıfların üzerleri nakışlarla süslenir, ayetler, hatlar yazılırdı. Kişiye özel yapılan müttekalar çeşitli boylarda yapılırdı. Yüzlerce yıllık Anadolu Sufi kültürünün önemli bir parçası olmuş olan müttekanın yapımı maalesef yıllar içinde unutulmuştur.
KAYNAK