Tevessülün Bereketi
16 Cemaziyülevvel 1397 tarihinde, Hz. Ebulfazl’ın (as) türbesinde hademe olarak görev yapan Seyit Abdurresul, şöyle bir olay nakletti:
“Birkaç yıl önce Merhum Hacı Abdurresul Risalet Şirazî, “Tahran’dan Nasir Rehberî (Tahran Ziraat Üniversitesi muhasebecisi) adında biri Kerbela’ya ziyarete geliyor. Onu ağırlayın” diye telgraf çekmişti. Aradan birkaç gün geçmişti ki kapımı çalıp “İran’dan ziyaretçi gelmiş, sizi çağırıyorlar” dediler. Hemen İran otobüsünün bulunduğu yere gittim. Arabada bir erkek, bir de bayan vardı. Bayan ziyaretçi beni görünce yavaşça arabadan inerek kendisini tanıttı. Sonra da içerdeki adamın eşi Rehberi Bey olduğunu, birkaç yıldır omuriliğinin kuruduğunu, sekiz ay hastanede tedavi gördüğünü, ancak bu tedavinin hiçbir faydasının olmadığını söyledi ve ardından “Londora’ya götürdüğümüzde doktorlar tedavisinin olmadığını ve yakında öleceğini söylediler. O yüzden şifa bulması için onu buraya getirdik. Maalesef yalnız başına hareket edemiyor” dedi.
İki hizmetkar çağırarak onu eve götürdük. Belini ve göğsünü demir yaylarla bağlamışlardı. Zor da olsa arada bir, bir-iki adım atıp yürümeye çalışıyordu. Birden gözü mukaddes türbenin kubbesine ilişyi. “Şu türbe efendimiz İmam Hüseyin’e mi (as), yoksa Hz. Ebulfazl’a mı (as) ait?” diye sordu. “Hz. Ebulfazl’a (as) ait” dedim. Hemen gözyaşlarına boğularak Hz. Ebulfazl’a hitaben “Ey efendim, İmam Hüseyin’in (as) yanında bir saygınlığım yok! Kardeşin Hüseyin’e (as) söyle ki, benim için Allah’tan şunu istesin: Eğer ecelim gelip çatmışsa sizin dergahınızda can vereyim ve eğer ömürden yana nasibim varsa, şu hasta halimle beni geri çevirip de düşmanlarımı sevindirmesin; bana şifa versin!”
Yanında bir de sekiz yaşlarında küçük bir oğlu vardı. O da ağlayarak şunları söyledi: “Ey Haşimoğullarının ay parçası! Yetim olmak için daha çok küçüğüm. Sizin matem merasimlerinizde çay bardaklarını topluyor, matemcilerinize hizmet ediyordum. Ne olur babama şifa verin!”
Daha sonra Rehberî Bey, kendisini mukaddes türbeye götürmemizi istedi. “Bu halde gidemezsiniz” dedim ama kabul etmedi. Kısaca, onu iki türbeye de götürdük. Yaklaşık dört saat süren bir ziyaretin ardından büyük zorluklarla onu tekrar eve getirip yatağa yatırdık. Oldukça bitkin düşmüş, hareket edecek hali kalmamıştı.
Ertesi sabah kendisini ısrarla Necef’e götürmemizi istedi. Büyük zorluklarla Necef’e gittik. Ama türbeye müşerref olamadı. Ziyaretini dışarıdan tamamladıktan sonra tekrar Kerbela’ya döndük. Ama bununla da yetinmemişti. Kazımeyn ve Samerra’ya da götürmemizi istedi. “Sonunda yollarda öleceksin!” dedim ama “Eğer öleceksem, en azından bırakın şu mukaddes türbeleri ziyaret ederken öleyim!” diye itiraz etti. Kısacası, onu Kazımeyn’e, oradan da Samerra’ya yolladık. Döndüklerinde eşi şuınları anlattı:
<<<< Samerra’dan çıktıktan sonra şoför, “İmamzade Seyit Muhammed’i de [İmam Hadi’nin (as) oğlu] ziyaret etmek ister misiniz” diye sordu. (O zamanlar Hz. Seyit Muhammed’in türbesi asfalt yoldan birkaç kilometre uzakta, bir toprak uol üzerindeydi) Kocam, “Beni oraya götürün” dedi. Büyük zorluklarla Hz. Seyit Muhammed’i de ziyaert ettik. Dönüşte yeşil sarıklı bir Arap arabamızı durdurup şoförle Arapça bir şeyler konuşmaya başladı. Rehberi Bey şöfore, “Seyit ne diyor?” diye sordu. Şoför, “Onu arabaya almamızı istiyor. Ben de ona arabanın size tahsis edildiğini ve onu almaya izin olmadığını söyledim”dedi
Bunun üzerine kocam, onu arabaya almasını istedi. Seyit, selam verip şoförün yanında oturdu. Araba hareket ederken kocam acıdan inliyor, “Ya Sahibez-Zaman!” diyerek Hz. Mehdi’yi çağırıyordu. Seyit, “İmam’dan (af) ne istiyorsun?” diye sorunca ben araya girerek ona kocamın hastalığından bahsettim. Bunun üzerine Seyit, kocama dönerek, “O halde bana yaklaş!” dedi. “O hareket edemez” dedim. Nihayet biraz yaklaşınca Seyit, ellerini kocamın beline sürdü ve “Allah’ın izniyle şifa bulacaksın!” dedi. Seyidin bu sözlerinden sonra içimize bir ümit doğdu. “Seyit efendi, sizin için adakta bulundum” dedim. “İyi” diye geçiştirdi. Adını sordum, “Abdullah” (Allah’ın kulu) diye cevap verdi. O sırada kocam da araya girerek, “Siz nerede oturuyorsunuz? Adresinizi verin de nezrinizi postayla gönderelim” dedi. Seyit, “Nezriniz postayla bize gelmez; bana göndereceğiniz nezri çevrenizdeki herhsngi bir seyide veriniz” dedi.
Bir süre sonra asfalt yola varmıştık. Seyit, şoföre dönerek, “Kenarda durun, ben ineyim” dedi. Arabadan inerken kocama dönerek, “Ey Rehberî, bu akşam Cuma akşamıdır. Ceddim Hüseyin’in (as) kubbesinin altında Allah’a dua edersen kabul görür; Allah senin şifanı onun türbesinde mukaddes kılmıştır. Bu akşam O’nun türbesine git ve benim mesajımı O’na ilet.” dedi. Kocam, “Ne buyursanız iletirim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Seyit, şöyle dedi: “O’na de ki: Ey İmam Hüseyin (as)! Evladın bana dua etti, o halde siz de amin deyin!”
Seyit gittikten sonra bir anda kendime geldim. İçimden, “Acaba bu adam kimdi?” diye sordum. Hemen şoföre dönerek etrafa bakmasını, nereye gittiğini öğrenmesini istedim. Ne var ki Seyit, ortalarda yoktu. >>>>
Kısacası, Seyit Abdurresul o akşam Rehberî Bey’i İmam Hüseyin (as) türbesine götürür. Türbesinde defalarca “Efendimiz, sizden sadece bir amin istiyorum, evladın bize böyle demişti” der. Öylesine içten tevessül eder ki sesini duyan herkes ağlamaktan kendini alamaz. Seyit Abdurresul , daha sonra olanları şöyle anlatır:
Ziyaretin ardından onu eve götürüp yatağına yatırdık. Yolculukta fazlasıyla yorulduğu için durumu öncekine nzaran daha da kötüydü. Ezandan önce uyumuştum. Evin hizmetkar hanımı odamın kapısına gelerek beni çağırdı. Dışarı çıkıp “Ne oluyor?” diye sordum. Sevinçle, “Efendim, gelin bakın, Rehberî Bey namaz kılıyor!” dedi. Şaşırmıştım. Kapının aynasından baktığımda gerçekten de Rehberî’nin ayakta olduğunu ve namaz kıldığını gördüm. Bunun üzerine hanımına olayın nasıl gerçekleştğini sordum. Şunları anlattı:
<<<< Sabah beni yanına çağırarak “Abdest almak istiyorum, bana su getir” dedi. “Üzgün müsün?” diye sordum. “Rüyamda İmam Hüseyin’i (as) gördüm. Bana “Kalk, abdest al ve namaz kıl; Allah sana şifa verdi!” buyurdu. Artık kalkabiliyorum.” dedi.
Gidip su getirdim. Bu kez de seccade istedi. Ona oturarak namaz kılmasını, kendini zorlamamasını söyledim. “İmam (as) bana öyle söylediyse elbet kalkabilirim; sen sadece göğsüme ve belime bağlanan yayları aç!” dedi. Israrlarına dayanamayıp yayları açtım. Gördüğünüz gibi şu an ayakta durarak namaz kılıyor. >>>>
Bunun üzerine odaya girerek Rehberî Bey’e sarıldım. Sevinçten ikimiz de ağlıyorduk. Allah’a şükürler ettik. Sonra Tahran’a bir telgraf çekerek bu müfdeli haberi oradakilere de bildirdik. Daha sonra akrabalarından birkaç kişi daha geldi. Hep birlikte, esenlik içerisinde Şam ziyaretine gittiler. Oradan da Tahran’a döndüler. Rehberî Bey, halen sağlık ve esenlik içerisinde Tahran’da yaşamaktadır. Bu olaydan sonra birkaç kez Kerbela’ya, bir defa da Hacc’a müşerref oldu.
Yolda gördükleri Seyit, muhtemelen bir abdal veya Rehberî Bey’e umut vermek için özel olarak görevlendirilmiş salih bir kul olabilir.”
Bu öyküde ibret almamız gereken iki konu vardır: Evvela, insan dileklerinin kabulü geciktiği için asla ümitsizliğe kapılmamalı, İmam Cafer Sadık’tan (as) rivayet edilen “Duanın icabeti İmam Hüseyin’in (as) türbesinin kubbesi altında karar kılınmıştır.” sözüne inanmalı; ikinci olarak da Allah yolunda adak adamanın ve nezir vermenin matlup bir amel olduğunu bilmelidir.
16 Cemaziyülevvel 1397 tarihinde, Hz. Ebulfazl’ın (as) türbesinde hademe olarak görev yapan Seyit Abdurresul, şöyle bir olay nakletti:
“Birkaç yıl önce Merhum Hacı Abdurresul Risalet Şirazî, “Tahran’dan Nasir Rehberî (Tahran Ziraat Üniversitesi muhasebecisi) adında biri Kerbela’ya ziyarete geliyor. Onu ağırlayın” diye telgraf çekmişti. Aradan birkaç gün geçmişti ki kapımı çalıp “İran’dan ziyaretçi gelmiş, sizi çağırıyorlar” dediler. Hemen İran otobüsünün bulunduğu yere gittim. Arabada bir erkek, bir de bayan vardı. Bayan ziyaretçi beni görünce yavaşça arabadan inerek kendisini tanıttı. Sonra da içerdeki adamın eşi Rehberi Bey olduğunu, birkaç yıldır omuriliğinin kuruduğunu, sekiz ay hastanede tedavi gördüğünü, ancak bu tedavinin hiçbir faydasının olmadığını söyledi ve ardından “Londora’ya götürdüğümüzde doktorlar tedavisinin olmadığını ve yakında öleceğini söylediler. O yüzden şifa bulması için onu buraya getirdik. Maalesef yalnız başına hareket edemiyor” dedi.
İki hizmetkar çağırarak onu eve götürdük. Belini ve göğsünü demir yaylarla bağlamışlardı. Zor da olsa arada bir, bir-iki adım atıp yürümeye çalışıyordu. Birden gözü mukaddes türbenin kubbesine ilişyi. “Şu türbe efendimiz İmam Hüseyin’e mi (as), yoksa Hz. Ebulfazl’a mı (as) ait?” diye sordu. “Hz. Ebulfazl’a (as) ait” dedim. Hemen gözyaşlarına boğularak Hz. Ebulfazl’a hitaben “Ey efendim, İmam Hüseyin’in (as) yanında bir saygınlığım yok! Kardeşin Hüseyin’e (as) söyle ki, benim için Allah’tan şunu istesin: Eğer ecelim gelip çatmışsa sizin dergahınızda can vereyim ve eğer ömürden yana nasibim varsa, şu hasta halimle beni geri çevirip de düşmanlarımı sevindirmesin; bana şifa versin!”
Yanında bir de sekiz yaşlarında küçük bir oğlu vardı. O da ağlayarak şunları söyledi: “Ey Haşimoğullarının ay parçası! Yetim olmak için daha çok küçüğüm. Sizin matem merasimlerinizde çay bardaklarını topluyor, matemcilerinize hizmet ediyordum. Ne olur babama şifa verin!”
Daha sonra Rehberî Bey, kendisini mukaddes türbeye götürmemizi istedi. “Bu halde gidemezsiniz” dedim ama kabul etmedi. Kısaca, onu iki türbeye de götürdük. Yaklaşık dört saat süren bir ziyaretin ardından büyük zorluklarla onu tekrar eve getirip yatağa yatırdık. Oldukça bitkin düşmüş, hareket edecek hali kalmamıştı.
Ertesi sabah kendisini ısrarla Necef’e götürmemizi istedi. Büyük zorluklarla Necef’e gittik. Ama türbeye müşerref olamadı. Ziyaretini dışarıdan tamamladıktan sonra tekrar Kerbela’ya döndük. Ama bununla da yetinmemişti. Kazımeyn ve Samerra’ya da götürmemizi istedi. “Sonunda yollarda öleceksin!” dedim ama “Eğer öleceksem, en azından bırakın şu mukaddes türbeleri ziyaret ederken öleyim!” diye itiraz etti. Kısacası, onu Kazımeyn’e, oradan da Samerra’ya yolladık. Döndüklerinde eşi şuınları anlattı:
<<<< Samerra’dan çıktıktan sonra şoför, “İmamzade Seyit Muhammed’i de [İmam Hadi’nin (as) oğlu] ziyaret etmek ister misiniz” diye sordu. (O zamanlar Hz. Seyit Muhammed’in türbesi asfalt yoldan birkaç kilometre uzakta, bir toprak uol üzerindeydi) Kocam, “Beni oraya götürün” dedi. Büyük zorluklarla Hz. Seyit Muhammed’i de ziyaert ettik. Dönüşte yeşil sarıklı bir Arap arabamızı durdurup şoförle Arapça bir şeyler konuşmaya başladı. Rehberi Bey şöfore, “Seyit ne diyor?” diye sordu. Şoför, “Onu arabaya almamızı istiyor. Ben de ona arabanın size tahsis edildiğini ve onu almaya izin olmadığını söyledim”dedi
Bunun üzerine kocam, onu arabaya almasını istedi. Seyit, selam verip şoförün yanında oturdu. Araba hareket ederken kocam acıdan inliyor, “Ya Sahibez-Zaman!” diyerek Hz. Mehdi’yi çağırıyordu. Seyit, “İmam’dan (af) ne istiyorsun?” diye sorunca ben araya girerek ona kocamın hastalığından bahsettim. Bunun üzerine Seyit, kocama dönerek, “O halde bana yaklaş!” dedi. “O hareket edemez” dedim. Nihayet biraz yaklaşınca Seyit, ellerini kocamın beline sürdü ve “Allah’ın izniyle şifa bulacaksın!” dedi. Seyidin bu sözlerinden sonra içimize bir ümit doğdu. “Seyit efendi, sizin için adakta bulundum” dedim. “İyi” diye geçiştirdi. Adını sordum, “Abdullah” (Allah’ın kulu) diye cevap verdi. O sırada kocam da araya girerek, “Siz nerede oturuyorsunuz? Adresinizi verin de nezrinizi postayla gönderelim” dedi. Seyit, “Nezriniz postayla bize gelmez; bana göndereceğiniz nezri çevrenizdeki herhsngi bir seyide veriniz” dedi.
Bir süre sonra asfalt yola varmıştık. Seyit, şoföre dönerek, “Kenarda durun, ben ineyim” dedi. Arabadan inerken kocama dönerek, “Ey Rehberî, bu akşam Cuma akşamıdır. Ceddim Hüseyin’in (as) kubbesinin altında Allah’a dua edersen kabul görür; Allah senin şifanı onun türbesinde mukaddes kılmıştır. Bu akşam O’nun türbesine git ve benim mesajımı O’na ilet.” dedi. Kocam, “Ne buyursanız iletirim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Seyit, şöyle dedi: “O’na de ki: Ey İmam Hüseyin (as)! Evladın bana dua etti, o halde siz de amin deyin!”
Seyit gittikten sonra bir anda kendime geldim. İçimden, “Acaba bu adam kimdi?” diye sordum. Hemen şoföre dönerek etrafa bakmasını, nereye gittiğini öğrenmesini istedim. Ne var ki Seyit, ortalarda yoktu. >>>>
Kısacası, Seyit Abdurresul o akşam Rehberî Bey’i İmam Hüseyin (as) türbesine götürür. Türbesinde defalarca “Efendimiz, sizden sadece bir amin istiyorum, evladın bize böyle demişti” der. Öylesine içten tevessül eder ki sesini duyan herkes ağlamaktan kendini alamaz. Seyit Abdurresul , daha sonra olanları şöyle anlatır:
Ziyaretin ardından onu eve götürüp yatağına yatırdık. Yolculukta fazlasıyla yorulduğu için durumu öncekine nzaran daha da kötüydü. Ezandan önce uyumuştum. Evin hizmetkar hanımı odamın kapısına gelerek beni çağırdı. Dışarı çıkıp “Ne oluyor?” diye sordum. Sevinçle, “Efendim, gelin bakın, Rehberî Bey namaz kılıyor!” dedi. Şaşırmıştım. Kapının aynasından baktığımda gerçekten de Rehberî’nin ayakta olduğunu ve namaz kıldığını gördüm. Bunun üzerine hanımına olayın nasıl gerçekleştğini sordum. Şunları anlattı:
<<<< Sabah beni yanına çağırarak “Abdest almak istiyorum, bana su getir” dedi. “Üzgün müsün?” diye sordum. “Rüyamda İmam Hüseyin’i (as) gördüm. Bana “Kalk, abdest al ve namaz kıl; Allah sana şifa verdi!” buyurdu. Artık kalkabiliyorum.” dedi.
Gidip su getirdim. Bu kez de seccade istedi. Ona oturarak namaz kılmasını, kendini zorlamamasını söyledim. “İmam (as) bana öyle söylediyse elbet kalkabilirim; sen sadece göğsüme ve belime bağlanan yayları aç!” dedi. Israrlarına dayanamayıp yayları açtım. Gördüğünüz gibi şu an ayakta durarak namaz kılıyor. >>>>
Bunun üzerine odaya girerek Rehberî Bey’e sarıldım. Sevinçten ikimiz de ağlıyorduk. Allah’a şükürler ettik. Sonra Tahran’a bir telgraf çekerek bu müfdeli haberi oradakilere de bildirdik. Daha sonra akrabalarından birkaç kişi daha geldi. Hep birlikte, esenlik içerisinde Şam ziyaretine gittiler. Oradan da Tahran’a döndüler. Rehberî Bey, halen sağlık ve esenlik içerisinde Tahran’da yaşamaktadır. Bu olaydan sonra birkaç kez Kerbela’ya, bir defa da Hacc’a müşerref oldu.
Yolda gördükleri Seyit, muhtemelen bir abdal veya Rehberî Bey’e umut vermek için özel olarak görevlendirilmiş salih bir kul olabilir.”
Bu öyküde ibret almamız gereken iki konu vardır: Evvela, insan dileklerinin kabulü geciktiği için asla ümitsizliğe kapılmamalı, İmam Cafer Sadık’tan (as) rivayet edilen “Duanın icabeti İmam Hüseyin’in (as) türbesinin kubbesi altında karar kılınmıştır.” sözüne inanmalı; ikinci olarak da Allah yolunda adak adamanın ve nezir vermenin matlup bir amel olduğunu bilmelidir.