TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Avar-Ak Hun-Juan-juan konusu Türk tarihinde 200 yıldan fazla bir zamandır çözülememiş bir meseledir. Kök Türk Yazıtlarının Apar’ı, Çin kaynaklarının Ye-ta veya Hua’sı, Bizanslıların Ak Hun, Eftalit, Uar-Hun ve Avarları, Hintlilerin Huna’sı hep aynı halkı ifade eder. Bu adlandırmaların içinde Juan-juan’a benzeyen tek bir kelime yoktur. Bizans tarihlerinde kayıtlı olan Var, kabile ve idareci olarak Apar’ı, Hun da bildiğimiz gibi Hun siyasi adını karşılar. Ayrıca Juan-juanlar hiçbir vakit gerçek manada Türkistan’ın batısında hakim olamadıkları halde, Ak Hun-Eftalitler (Yüe-ban) Sır Derya’nın yukarılarına, hatta İran içlerine kadar yayılmışlar idi. İki devletin yıkıldıktan sonra kaçma yönleri buradan da anlaşılabilir. Yani Ak Hun-Aparlar batıya, Juan-juanlar gayet normal olarak doğuya gidebilirlerdi ki, zaten Çin yıllıklarında Juan-juanların göçtükleri coğrafya Çin ve Kore şeklinde gösterilir.
Türk tarihi incelenirken Kök Türklerin çağdaşı olan Avarlar üzerinde de durulması gerekir. Kök Türk kitabelerinde Apar, Bizans kaynaklarında Ak Hun veya Epthalanos, Çinlilerin Yeta, Hua, Hintlilerin Huna dedikleri halkın adını bazı araştırmacılar “abamak” fiilinden getirirler ve manasının “karşı koymak, baş kaldırmak” olduğunu söylerler ki, kelimenin anlamı bize göre Apa unvanıyla izah edilebilir. R’nin de çoğul eki olduğunu düşünüyoruz.
Bunun yanı sıra Türk tarihinin en önemli meselelerinden birisi de menşeileri hala aydınlatılamayan Juan-juanlarla bizim Türk-Avar veya Ak Hunlarımızın ayırt edilememesidir ki, bu konuyu kısaca izahta fayda vardır. Dolayısıyla bugüne kadar yanlış anlaşıldığı üzere, Avar Türkleriyle, Juan-juanların da hiçbir ilgisi mevcut değildir.
İlim adamlarının iddialara göre Juan-juanların tek bir etnik kökeni yoktur. 4. yüzyılın ilk yarısına doğru, Hsien-pi ordusunda hizmetkar olan Yulgu (Yu-kiu-lu) isimli bir kişiye başarılarından dolayı önce hürriyeti verilmiş, ancak bir savaşta kendi birliğine zamanında katılmadığı için cezaya çarptırılmış, o da isyan etmiş ve idama mahkum olunca dağlara kaçmıştı. Etrafında toplanan yüz kadar kişiyle yaşamaya başlayan bu şahıs, daha sonra Tabgaç hanlarıyla irtibat kurdu. Her sene onlara at, samur ve diğer derilerden oluşan vergiler ödedi. Onun ordusuna Juan-juan (Ju-ju) deniyordu. Juan-juanlarda yazı yoktu. Hesap yapmak için koyun tezeği veya ağaç parçalarından yararlanılıyordu. Ayrıca çok pistiler. Yasalar savaş ve yağmacılığa göre idi. Çin kaynaklarının bazıları onları Tunguzlara bağlarken, bir kısmı da Hunlarla akraba göstermektedir. Ayrıca Hsien-pi (veya Siyen-pi) lehçesinin bir diyalektini konuştukları söylenmektedir. 4. yüzyılın sonlarında Kuzey Cungarya’ya göç ederek, Selenge Irmağına kadar bütün Batı Mogolistan’a yayıldılar. Teşkilatsız Türk boyları olan Tölösler ise dağınık yaşadıklarından, Juan-juanlara karşı koyamıyorlar ve bu yüzden vergi ödemek zorunda kalıyorlardı. Etnik bir kökenleri ve ana vatanları bile olmayan, komşu halklar tarafından parazit böcekler gibi kabul edilen Juan-juanların geriye de torun bırakmadıkları söylenmektedir .
Adlarının manasının ne olduğu konusunda bile kesinlik olmayan Juan-juanların, dili ve etnik yapısı da tam anlamıyla açığa kavuşmamıştır. Türk kitabelerinde de Juan-juan ismi hiç geçmez. İlim adamları sadece kendi kafalarına göre iki etnik adı birleştirmişlerdir . Bu nedenle zaman zaman Juan-juanların, Türk Avarlarla bir tutulmasının veya onları Türk soylu gibi göstermenin hiçbir ilmî delili olmadığını vurgulamak isteriz.
Bununla beraber bizim Avarlarla bir saydığımız Ak Hunların iki önemli unsuru olan Uar (bizce Avar) ve Hun varlığı söz konusudur. Ayrıca Menander ve Theophylactus’ta Avarların, Hunların soyundan oldukları zikredilmekle birlikte Ogurlar (Batı Tölösler) hakkında bilgi verilirken onların ataları olarak Avar ve Hunların gösterilmesi de ilginçtir. Yine Çin ve Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre Kafkasya Tölös grupları arasında Uar-Hunların adı geçer ve esasında her şey çok açıktır. Ak Hun-Eftalitlerin (Yüe-ban) temelini teşkil eden Uar-Hun birlikteliği görüleceği üzere belgelere yansımış iken, hatta Çinlilerin “Hua” transkripsiyonun da Var’a (Apar) denk gelebileceği söylenirken, Avrupa Avarları hakkında başka menşe aramağa hiç gerek yoktur . Ak Hunların göçebe kesimini teşkil eden Uar-Hunlar 557’den önce kaçarak Avrupa’ya ulaşmış olabilirler ki, bu da gözden ırak tutulmamalıdır. Çünkü Türkistan’ın batısında, Sır Derya boylarına kadar hakim olan Ak Hunların, Kök Türklerin önünden Kafkasya civarlarına kaçmaları daha kolaydır. Halbuki, Juan-juanların doğuya, Çin ve Kore taraflarına gittiklerini zaten Çin ve dolaylı da olsa Bizans kaynakları söylemektedir .
Türkçe konuşan Avar ve Sabarların ismi Batı kaynaklarında ilk defa 461 ve 465 senelerinde gözükürler. Dolayısıyla Juan-juanların ortadan kalkmasından çok daha önce Apar-Ak Hunlar mevcuttur. Eğer Bizans kaynaklarında üzerine vurgulanarak Avar ismi söyleniyor ve başka bir adlarına temas edilmiyorsa, o vakit Juan-juanlarla Avarların bir olduğunu sonucuna nasıl varabiliriz? Bundan yaklaşık yüz yıl sonra 558’lerde, birdenbire Doğu Avrupa’da izlerine rastladığımız bu Türk boyuna bir yanlış anlaşılmadan ötürü “Sahte Avarlar” dendiğini de bilmekteyiz. Bunun da sebebi 6. asrın ikinci yarısında (557’ler), Doğuda Kök Türk Devleti ortaya çıkınca Apar-Ak Hunların yaşama alanları daralmıştı. İran ve Kök Türkler arasında sıkışan bu Türk kabilesinin bir kısmı batıya geldiler . Ama bu ana kitle değildi, ondan ayrılan küçük bir parçaydı. Dolayısıyla Romalı yazarlar, onların halkın esasını temsil etmemeleri yüzünden sahte demişlerdir. Bize göre Theophylactus Simocatta işte bu yüzden yanılmış, Avarlar ile Juan-juanları karıştırmıştır. O, bundan başka Avrupa’ya hem bütün Avarların, hem de küçük bir grubun geldiğini ve Eftalitleri fetheden Türk hakanının Avarlara da hakim olduğunu söyler ki , bir siyasi adlandırma olan Hun ile kabile ismi durumundaki Avar’ı da ayıramamıştır.
Yukarıda da söylediğimiz üzere bu Avarların iki yüz bin kişilik bir grubu ana topluluktan ayrılıp, batıya yürümüşler, önlerindeki akraba Ogur boylarını da iterek, ki bunların arasında Sarı Ogur ve On Ogurlar da mevcuttur, Kafkasya’ya gelmişler idi. Bu suretle ileride daha da belirginleşecek olan boy birlikteliklerinin de temeli atlıyordu.
Buna bağlı olarak Avarlar, 557 senesinden önce Alanlarla münasebet kurdular, arkasından Bizans’ın Laziya valisi Justin aracılığıyla Bizans imparatoru Justinianus (527-565) ile irtibata geçtiler. Zaten Roma uzun süredir Sasanilerle mücadele halindeydi. Kafkasya çevresindeki Ogurlar da onları mütemadiyen zorlamaktaydı. Bu Bizans için de yeni bir müttefik kazanma açısından fırsattı. Sonra Avar elçisi Kan (Kandık), Doğu Romanın başkentine vasıl oldu (558). Heyet burada büyük bir ilgi ve tören ile karşılandı. Her şeyleriyle Hunlara benziyorlardı. Çok güçlü olduklarını, karşılarında kimsenin duramayacağını söyleyen Avarlar, Roma’ya dostluk teklifinde bulundular ve yaşayabilecekleri iyi bir arazi istediler. İmparator buna müspet cevap verdi. Sonra sefirin yanına pek çok değerli hediye katarak geri yolladı. Arkasından da kendi elçisini Avar hakanının yanına göndererek, Bizanslıların doğudaki düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarında yardımlarını talep etti. Buna binaen Avarlar hiç yoktan Kafkasya ve Hazar çevresindeki kendi soydaşları olan Sabar, Tokuz Ogur (Kutırgur) ve Otuz Ogur (Utırgur) gibi kabilelerle de anlamsız bir kavgaya tutuştular.
Karadeniz’in kuzeyinde belki de Ak Hazarlarla da üç-beş yıl süren savaşların peşinden onlar 562 tarihlerinde Tuna boylarına indiler. Bizans’ın kendileri için seçtikleri toprakları beğenmemişlerdi. İşte tam bu sıralarda doğudaki ana kitle ile Kök Türkler arasında kıyasıya çarpışmalar oluyordu ve Börülülerin önünden kaçan kalabalık Avar-Ak Hun kabileleri de kafile kafile Bizans hudutlarına yürümekteydiler. Bizans bu konar-göçerleri, Balkanlarda Bulgaristan’ın bir bölümüyle, Trakya’nın bir kısmından meydana gelen Moesia’nın Singidinum (bugünkü Belgrad civarları) havalisinde, Polonya’nın en uzun akarsuyu Vistül etrafında yaşayan Germen kavmi Gepid ve Tuna’nın batısında, Pannonia’da oturan Longobardların arasında yerleştirdi.
Balkanlar civarına gelen Avarlar isyan halindeki Ant (bugünkü Ukrayna sınırları içinde), Sloven (Güney-doğu Avrupa) ve Vendler (Almanya’nın doğusundaki Slav ahali) üstüne yürüyerek, Roma adına bunları halletmişlerdi. Avarlarla, Slavların münasebetlerinin bu yıllarda çok sıkı olduğu anlaşılıyor. Tabi ki hakimler Avarlardı ve anlatılan hikayelere göre; bir Avar beyinin bindiği arabayı güzel Slav kadınları çekiyordu. Dolayısıyla bu dönem Türk-Slav münasebetleri ve Slav halkının teşekkülünde çok önemlidir. Sonra da onlar Almanya’ya kadar yürüyüp, Thüring Dağlarına yaklaşmışlar, burada Frank kralı Siegbert ile yaptıkları bir harbi yitirmelerine rağmen, barış imzalamışlardı.
Bu sırada Bizans ile Kök Türk delegeleri görüşüyorlar, Sasanilere karşı ittifak yapıyorlardı. Birbirlerinin düşmanlarıyla anlaşmayacaklarına söz vermelerine rağmen, Doğu Roma Avar-Ak Hunlarla işbirliği halindeydi. Bu durum Kök Türk Kağanlığını rahatsız etti. İşte bu yüzden 576 senesinde, Aral Gölü civarında Bizans elçilik heyetini karşılayan İstemi’nin oğlu Türk Şad, Romalılara çok ağır hakaretler savurdu. O, “Siz etrafa korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz? Benim şu parmaklarımı ağzıma sokup-çıkarmam gibi (on parmağını ağzına sokarak). Romalılar siz, bizi aldatmak için aynı kolaylıkla on türlü dille konuşursunuz. Hilelerinizle bütün milletleri aldatmak istiyorsunuz. Onları uçurumun kenarına sürükleyip, orada bırakıyorsunuz! Ellerindeki mallarını alıyorsunuz. Onların yıkıntısından siz faydalanıyorsunuz. Sizin ve gönderdiğiniz adamların bizim gözlerimizi korkutmaktan başka bir düşünceleri yok. Bunu saklamıyorum. Çünkü yalan söylemek Türklerin adeti değildir. Sizin imparatorunuzdan öç alacağım. Bir taraftan bana barıştan söz ederken, diğer yandan benim düşmanım olan Avarlarla ilişki kuruyor. Fakat bilmiş olunuz ki, bunlara karşı atlılarımı gönderdiğim zaman yalnız kamçı sesleri onları dağıtmaya yeterli olacaktır. Biraz karşı koymaya kalkışacak olurlarsa yok edilecekler, karınca gibi atlarımın altında ezileceklerdir. Kafkas’tan başka yol olmadığını bana söylemeniz boşunadır. Gidip, sizin ülkenizde savaşmak düşüncesinden beni çevirmek istiyorsunuz. Fakat ben Dneper, Dnestr, Tuna, Meriç nehirlerini bilmez değilim. Kölelerim Avarların Roma imparatorluğuna girmek için izledikleri yolu tanırım. Sizin güçleriniz hakkında da bilgim var. Bütün dünya, doğudan batıya kadar bana tabidir. Alan ve Otuz Ogur halkları o kadar cesaretleriyle beraber Türklerin yenilmez ordularına karşı koyamamışlardır”, diyordu.
Bizans tahtına II. Justin’in (565-578) geçtiği sırada Avarların başında Bayan Kağan bulunuyordu. Onun zamanı Avarların altın çağıdır. Bayan eski Türk-Hun yurtlarını ele geçirmiş, belki de Ata illig’in (Attila) gerçek manada varisi olmuştu. Bunun yanı sıra hakan Bayan, Doğu Roma imparatoru Justin’e gönderdiği elçi vasıtasıyla evvelce yapılan andlaşmayı yenileme ve hediyeler almayı düşünmüştü. Fakat imparator hediye veya diğer bir adıyla haracı ancak bir hizmet karşılığında öderim, demişti . Hakan buna çok kızdıysa da, bu esnada Gepidlerle, Longobardlar arasındaki ebedi düşmanlıktan yararlanmak istedi. Zaten Longobardlar gözlerini İtalya’ya dikmişler, fırsat kolluyorlardı. İşte bu durum yüzünden Bizans, Avarlardan yardım talebinde bulundu ve onlar da Longobardların hayvanlarının onda biri verilir ve Gepid arazisi de kendilerine terk edilirse destek göndereceklerini söylediler. Neticede Gepidlerle savaş başladı. Onlar mahvoldular ve Longobardlar müthiş bir katliam yaptılar. Gepid kralı da bu sırada, Longobard lideri tarafından kılıçlandı .
Bu hadisenin peşinden Avar kağanı Pannonia’nın aşağısında, Tuna’nın kolu Sava Nehrinin sol kıyısındaki Sirmium (Sırbistan’da Mitrovica) şehrinin üzerine aniden saldırdı, ama kent ele geçirilemedi. Bir müddet sonra Tokuz ve Otuz Ogur kabileleri Bayan’dan habersizce Sava Irmağını atlayıp, Dalmacia’da pek çok yeri yağmaladılar. İstanbul’a gelen Avar sefiri de yeni haraç taleplerinde bulunmuştu. İmparator bunlara çok kızdı. Avarların üstüne yollanan Bizans ordusu yenilgiye uğradı. Bu yüzden İmparator onlarla uzlaşmanın yerinde olacağına karar verdi.
578’lerde Avar-Ak Hunların Avrupa’ya gelen bu kolları Slavlardan da haraç istemişler, ancak onlar yanlarına giden Türk elçilerini öldürmüşlerdi. Bu sırada Doğu Roma da kötü bir vaziyetteydi. Anuşirvan Doğu Anadolu ve Suriye’deki Bizans topraklarına girmiş, Longobardlar isyan etmiş, Bizans imparatoru aklını yitirmişti. Dolayısıyla iktidara sahip olan General Tiberius (578-582) aralarında Türklerin de olduğu çeşitli halklardan kurduğu ordu ile İran’a yürüdü ve Anuşirvan’ı yendi .
Slavlar 581 tarihinde Yunanistan’a saldırınca, Roma imparatoru tekrar Avarları yardım çağırdı. Bayan Kağan da zaten öldürülen elçisinin intikamını almak istiyordu ve buna binaen Slavlara bir darbe indirdi. Onlar ormanlara ve mağaralara kaçarak kurtuldular, ama birkaç yıl sonra Avarlarla, Slavlar bölgede bazı yağma faaliyetlerinde de bulundular. Bununla beraber Bayan daha sonra Roma’dan getirttiği ustalar vasıtasıyla Tuna üstünde bir köprü inşasına başlayınca Singidinum (Belgrat) şehri komutanı bunu neden yaptırdığını sordu. O da, bu köprünün hem Romalıların, hem de Avarların menfaatine olduğunu söyledi. Ayrıca eğer çalışanlara bir ok atılacak olursa, bunu savaş sebebi sayacağını bildirmişti. Bu arada İstanbul’a giden bir heyet de Slovenlere karşı bir nehir filosuna ihtiyaç duyulduğunu bildirince, doğuda Acemlerle meşgul olan imparator bunu da kabul etmişti. Bu mesele daha sonra iki devletin arasının açılmasına neden oldu. Bunun üzerine Sava Irmağının kenarında Türk hükumdarıyla Bizans elçileri buluştu. Hakan değerli taşlar ve altından işlemeli bir sandalyede oturuyor, her ihtimale karşı kalkanlı bir muhafız tarafından, Romalı askerlerin ok atabilecekleri düşünülerek korunuyordu. Müzakereler uzayıp, iş kızışınca Romalı sefir komutan oradan uzaklaşmalarını, yoksa savaşacaklarını söylemişti. Ancak birkaç hafta sonra Slovenler Tuna’yı geçerek Moesia ve Trakya’ya girince, Sirmium bölgesini Avarlara bırakmak zorunda kaldı.
Elbette Ak Hun-Avarların hepsi Avrupa’ya gelmemişlerdi. Anayurt topraklarında kalan Avarların büyük bir çoğunluğu Kök Türk Devletinin hakimiyeti altına girerken, bir kısmı da Hazar-Kafkas çevresine göçmüşler, diğer Türk boylarıyla yaşamaya başlamışlardı. Onların Türkistan’da kalan önemli bir bölümü sonradan Karluk-Kalaç federasyonunu meydana getirdiler . Avrupa’da ki Avarların burada yıllardır süren harpler yüzünden sayıları azalınca, Bayan Kağan nüfus takviyesi yapmak amacıyla doğuya adamlar göndererek, buradaki akrabalarından Tarnıklar, Kotuzerler ve Çapanerlerden insanlar istedi ve onlar da bu davete icabet ettiler.
Bunun ardından Hakan Bayan Austrasia Franklarının sahasına girdi ve onların kralını esir aldı. Yüklüce bir fidye karşılığında hürriyetini verdi. 582’de Bizans imparatoru Tiberius da ölünce yerine üvey oğlu Maurice (582-602) geçti. Avarlar bu yeni imparatora elçi yollayarak senelik vergiyi 80 bin altından 100 bine çıkardıklarını bildirdiler. Ama ret cevabı gelince savaş patladı. Bayan’ın ordusu Sırbistan’daki Viminacium şehrini zapt edip, hamamlarıyla meşhur Augusta adlı bir kasabaya ulaştı. Beraberindeki hanımların ricası üzerine buraya dokunmadı, çünkü kadınlar buradaki hamamları sevmiş ve onlardan yararlanmışlardı. Sonra Moesia’dan geçerek, Karadeniz sahillerine kadar gelip, Anchial şehrini de aldı. Bu sırada yanına vasıl olup, ne istediğini soran Bizans sefirlerine, “taş duvarların arkasına sığındığınız şehri” demiştir . Elçi Roma’yla yaptığı anlaşmayı bozduğunu ve nankörce davrandığını söyleyince de, onun çadırını yıktırıp, hapsettirdi. Ama hakan bakanlarının da araya girmesiyle bu sefiri bırakıp, ülkesine dönmesine izin verdi. Zaten artık kış da gelmişti ve Bizans doğuda İran’la meşgul olduğundan, Avarlara 20 bin altın daha ödeyerek, barış antlaşmasını yenilemişti.
İki ordu 586’da bir kez daha karşı karşıya geldi. Türkler Balkanlarda pek çok yere sahip oldular, ancak Roma daha kuvvetli bir orduyla atağa geçince, Avarlar 587 tarihinde sulh istemek zorunda kaldı. Herhalde onların yanında mühim miktarda Slav da vardı.
Roma imparatorluğu Avarları zayıflatmanın yollarından birisinin onların müttefiki Slavlara zarar vermek olduğunu biliyordu ve 594-595 yıllarında bunlara ağır darbeler vurdu. Bizanslılar epeyce esir aldılar ve onlara çok kötü davranıyorlardı. Bayan Kagan onları duyunca son derece üzüldü. Ancak bu sırada İstanbul’da entrikalar başlamış, Avarları ve Slavları epey uğraştıran komutan Priscus azledilerek, yerine imparatorun kardeşi atanmıştı, ama Romalıların Avar hudutları içerisindeki bir Bulgar müfrezesine saldırmasını Bayan Kagan Roma sarayına şikayette bulununca, işin ciddiyetini anlayan imparator eski kumandanı görevinin başına getirdi. Arkasından Bizans, Singidinum şehrini zapt etti ve Romalılar ile Türkler Tuna kıyısında karşı karşıya geldiler. Fakat bazı Romalı birlikler, erkeklerin savaşta olmasını fırsat bilerek savunmasız Avar köylerine yürüdü ve pek çok ganimet ile esir topladı. Bu vaziyet de Bayan Hakan’ı hiddetlendirdi ve Dalmacia’daki Salona şehri yakınında Roma kıtaları ile çarpıştı. Türkler Bizanslıları mağlubiyete uğrattı. Bu kent de ele geçirildi ve onlar Dalmacia bölgesinde de hakim olarak, bir kısmı buralara yerleşti. Sonra hakanın orduları Trakya içlerinde de faaliyetlerde bulundu, ancak orduda veba baş gösterince Roma ile barış imzalamıştır ki, bu esnada Bayan’ın da yedi oğlu ölmüştür.
Bir müddet sonra, 600 senesinde Romalılarla yeniden harp başladı. Dört oğlunun idaresindeki bir kuvveti Roma birliklerine karşı yolladı, kendisi de arkadan kuşatmak için harekete geçmişti. Üst üste beş çarpışmanın peşinden Romalılar yenildi , ama Bayan’ın bir bataklığa sıkıştırılan dört oğlu da öldürüldü. Bunun intikamını almak isteyen Bayan Kagan, tekrar ordu toplayıp Roma askerlerine hücum ettiyse de, başarılı olamadı. Çok genç yaşta Avar-Ak Hun kabilelerinin önderliğine yükselen bu Türk beyinin ismini bundan sonra kaynaklarda görmüyoruz.
Doğu Roma’da bu esnada iç savaşlar vukua gelmiş Phocas (602-610) adlı bir komutan, imparator Maurice öldürerek tahta çıkmıştı. Bu şahıs Avarlarla sulh imzaladı ise de saltanatının ikinci yılında yeniden onlarla harbe tutuştu. Nihayet Avar suvarilerinin 610 senesinde ganimet amacıyla İtalya’ya yürüdüklerini , Firaul kentini kuşattıklarını ve burayı Longobard prensi Ghisulf’un müdafaa ettiğini bilmekteyiz. Bu arada Ghisulf ölmüş, dul kalan eşi Romhilda ve çocukları ile bazı komutanlar prensliğin merkezi Forum July’e kaçmışlardı. Burası da muhasara edildi, fakat Türkler tam çekilirken, bir gün dul prenses şehrin surları üzerinden Avar hakanını görmüş ve ona aşık olmuştu. Prenses bu genç ve yakışıklı hana gizli bir elçi yollayarak, eğer kendisini eş olarak alırsa kentin kapılarını açtıracağını söyledi. Buna evet cevabı verilince de, Romhilda geceleyin şehrin kapısını açık bıraktırmış ve böylece Türkler buraya girmişti. O gece sabırsızlıkla bekleyen dul prensesi Avar kağanı otağına götürdü ve anlaştıkları gibi karısı yaptı. Ancak ertesi günü ihtirası için vatanını satan bu kadını boşadı.
Türkler bundan sonra Pannonia’ya doğru yola çıktılar. Bu sırada Longobard prensesin oğulları kaçma teşebbüsünde bulundular. Bunların firarıyla, Longobardların yeniden toparlanmaları ve Türklere saldırmaları ihtimali doğdu. Bu işte de Romhilda’nın parmağının olduğu düşünülmüş ve Avar kağanının emriyle bu kadın, herkesin gözü önünde layık olduğu ölüm cezasına çarptırılmıştır.
610’da Bizans’ın başına imparator Heraclius (610-641) geçti . Türk hakanı bu yeni imparatorla yüz yüze konuşmak amacıyla, en seçme adamlarıyla yola çıktı. İmparator da onu karşılamaya hazırlanıyordu, ancak Avar kağanının arkasından gelen korumalarından çekinildiği için imparator kuşkuya kapılmış, tacını ve elbisesini bırakıp, bir köylü elbisesi giyerek İstanbul’a gitmiş, şehrin kapılarını kapattırmıştı. Bunun üzerine han da geri döndü, ama yolu üzerindeki yerleri de yağmaladı. İki yüz binden fazla Bizans tebaasını kendi ülkesine götürdüğü de söylenir. Türkler sonradan gönderdikleri elçiler vasıtasıyla bir yanlış anlaşılma olduğunu bildirdiler ve yeniden sulh imzalandı.
Bununla birlikte Romalılarla, Farslar arasında patlak veren harpte, Bizans başlangıçta çok büyük kayıplar verse de, 622 tarihinde kazanmasını bilmişti. Daha sonra bu savaşlar sebebiyle İranlılar, Avarlara elçiler yolladılar (625) ve bunlar Bizans’a karşı ittifak yaptılar. Buna göre, Türkler, İranlılarla birlikte İstanbul’a hücum edecekler ve ele geçirilen malların hepsi onların olacaktı.
İran ordusu Kadıköy yakınlarına kadar geldi. Romalılar hemen müdafaa tedbirleri almaya başladılar. Denizde de savaşacaklarından, Avar ordusu küçük sandalvari kayıklar da getirmişti. Avar hakanına Romalılar bir sefir yolladılar ve hakan da; daha ileri gitmemek için ne teklifinde bulunduklarını sordu. Cevap olarak daha fazla ilerlememelerini işitince, çok hiddetlendi ve elçiyi kovdu. Türkler Boğaziçi’ne kadar sokuldular ve karşıdaki İranlılara işaret verdiler . Avar kaganı soluna Slavları, sağına da Bulgar Türklerini almış, kendisi de merkeze geçmişti. Bu arada on iki tane büyük kule yaptırarak, bunların üzerini de yanmamaları için deri ile kaplatmıştı. Duvarları delmek için hazırlattığı aletler işe başlayınca, askerler de oklarıyla onları destekliyordu.
Romalılar daha fazla kan dökülmemesi için senelik vergiyi ödeyeceklerini söylemişlerse de, Türk hanı şehri teslimlerini bildirdi. Bu görüşmeler esnasında Türk ordugahına Sasanilerden üç elçi geldi. Hakan bunlara itibar ettiği halde, Romalılara yüz vermiyordu. Fakat Fars elçiler dönüş yolunda Romalılarca tutuklandılar. Bunlardan birinin başını, bir tanesinin ellerini kestiler. Bu kopmuş başı elleri kesilenin boynuna asarak hakanın yanına gönderdiler. Üçüncüsünü de İranlıların gözü önünde öldürüp, mancınık vasıtasıyla beraberinde bir mektupla, karşıya fırlattılar. Burada; “Avar hakanıyla anlaştık, sefirlerinizi han bize teslim etti. Birisini size yolluyoruz, öbürlerini de düşünmeyin” yazıyordu. Bizanslılar gerçekten çok kurnazca davranmışlardı. Bu sırada Avar kayıkları destek için Farsları karşıya geçirmek amacıyla denize indiğinde, Roma gemilerince birçoğu batırılmıştı. Bu kez işi gece yapmak istemişler, ancak fark edildiklerinde müthiş bir ok yağmuru altında kalmışlardı. Neticede Türkler çok fazla kayıp verdiler. Bu arada karşıda, Bizans Sasanileri yenince de, Türkler geri çekilme kararı aldılar (626).
Ama Roma’nın başı bir türlü beladan kurtulmuyordu. Doğu’da Araplar pek çok yeri fethetmişlerdi. Roma ordularının önemli bir kısmı da bu çarpışmalarda telef oldu. Bu yüzden Bizans, bir de Türklerle uğraşmamak ve Avar gailesinden kurtulmak amacıyla onların başına diğer küçük halkları sardılar ve böylece Slavlar başkaldırdı.
Avar hakanı 630’da ölünce, akrabaları Bulgar beyi bütün Türklerin idaresini üstlenmek istediyse de, Avarlar buna razı olmadılar ve aralarında bir harp çıktı. Muharebeyi yitiren on bin kadar Bulgar, Bavyera Franklarının arazisine kaçıp, orada yerleştiler. Fakat bir gece kral Dagobert’in emriyle hepsi katledildi. Bu vahşetten sadece yedi yüz kişinin kurtulduğu söylenir. Bulgar beyi Kubrat buna sebebiyet verdikleri için Avarlardan intikam alma kaygısına düştü ve Bizans imparatoruyla anlaştı. Ancak o ölünce, oğullarından Işbara kendi kabilesiyle birlikte Hazar baskısından da kurtulmak gayesiyle Tuna’yı aşıp, Varna’yı ele geçirdi ve böylece Bulgaristan’ın temellerini attı.
Bu arada Avar yurdunda da çok şeyler değişmişti. Bayan’dan sonra küçük oğlu tahta oturmuş, eski Türkler gelenek ve göreneklerini bırakarak, sefahata meyletmişlerdi. 7. asrın sonlarına doğru Avarlar arasında Hıristiyan propaganda da yaygınlaştı. Bu vakitlerde Bavyeralılarla, Avarlar arasında hudut problemleri de ortaya çıktı. Charlemagne yönetimindeki Franklar da en parlak zamanlarını yaşıyorlardı. Charlemagne’na bağlı bazı halklar isyan ettiyse de, başarılı olamadılar. Bu sırada Avarlar, Bavyera prenslerinden Thassilon ile anlaştılar. Onlar İtalya’yı ele geçirmeyi düşünüyorlardı, ama Charlemagne bunu işitti ve Thassilon ile bütün yakınlarını hapsetti. Yine de 788 senesinin ortalarında Türkler İtalya’ya girdiler. Bir ordularını da Bavyera’ya gönderdiler, fakat bu birlikler mağlup oldu.
Charlemagne Avarlardan intikam almak için büyük bir ordu hazırladı. Bu kuvvetleri birkaç parçaya ayırdı. Bunlardan biri Türklere cepheden, diğeri de Drava ve Sava nehirlerinden geçerek, yani iki koldan saldıracaktı. Charlemagne’nın böyle bir düşüncesi olduğunu duyan Avarlar da tedbir almaya çalıştılar. Ancak Türkler 791’de üst üste yenilgiye uğradı. On binlerce Avar öldü, şehirleri ve köyleri yağmalandı . Avarlar bütün bu felaketlerin baştaki han ve yardımcısı Yugruş’un yüzünden olduğuna kanaat getirip, ikisini de öldürdükten sonra, bir Tudun’u başa geçirdiler. Arkasından Charlemagne’den barış istedilerse de, buna müspet cevap verilmedi.
796’da Noricum (Avusturya ve Slovenya arasında) ve Pannonia’da işgale uğradı ve Türkler Hıristiyan olmaya zorlandılar. Birkaç tane kilise inşa edildi, baştaki Tudun’a bir Hıristiyan ismi olan, Todor dendi. Charlemagne aynı zamanda Tuna boyuna Slavları ve Bavyeralıları da yerleştirdi.
Elbette ki, kendilerine reva görülen kötü muamelelere Avarlar başkaldırdı ve Tudun, Kök Tengri dinine dönerek Bavyera’ya girdi. 799 senesinde patlak veren bu harpler, 883 tarihine kadar sürdü. Neticede Avar ülkesi Frankların hakimiyetine sokuldu. Bu sırada çok müşkül vaziyetteki Avar topraklarına Bulgar ve Slavlarda devamlı saldırmaktaydılar. Onların köylerini ve sürülerini yağmaladılar. Kaynakların bildirdiğine göre, Bulgar beyi Kurum kendisine esir düşen bir Avar Türkü’ne başlarına bu felaketlerin neden geldiğini sorduğunda; iç mücadeleler, kıskançlıklar ve ahlakın bozulması cevabını almıştır ki, bu üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bununla beraber 950 yılına ait bazı Bizans tarihlerinde Sava Nehrinin ötesindeki Hırvat topraklarında bile Avarların yaşadığını görmekteyiz. Yine bugünkü Transilvanya’da oturan Sekellerin de Avarların bir parçası olduğu söyleniyorsa da, onlar ta Orta Asya’dan kopup gelen Çik İllilerle alakalıdırlar. Ama Avar Türkleri ekseriyetle daha sonra bu bölgeye yerleşen Macar birliğine dahil olarak, tarihten çekildiler.
Sonuç olarak Avar-Ak Hun-Juan-juan meselesinde şunları söylememiz mümkündür: Kök Türk Yazıtlarının Apar’ı, Çin kaynaklarının Ye-ta veya Hua’sı, Bizanslıların Ak Hun, Eftalit, Uar-Hun ve Avarları, Hintlilerin Huna’sı hep aynı halkı ifade eder. Bu adlandırmaların içinde Juan-juan’a benzeyen tek bir kelime olmadığı gibi, Çin harfleriyle yazılan Avar ve Juan-juan transkripsiyonları da birbiriyle örtüşmez. Bizans tarihlerinde kayıtlı olan Var, kabile ve idareci olarak Apar’ı, Hun da bildiğimiz gibi Hun siyasi adını karşılar. Ayrıca Juan-juanlar hiçbir vakit gerçek manada Türkistan’ın batısında hâkim olamadıkları halde, Ak Hun-Eftalitler (Yüe-ban) Sır Derya’nın yukarılarına, hatta İran içlerine kadar yayılmışlar idi. İki devletin yıkıldıktan sonra kaçma yönleri buradan da anlaşılabilir. Yani Ak Hun-Aparlar batıya, Juan-juanlar gayet normal olarak doğuya gidebilirlerdi ki, zaten Çin yıllıklarında Juan-juanların göçtükleri coğrafya Çin ve Kore şeklinde gösterilir. Bunun yanı sıra Doğu Avrupa’da ki Avar varlığı, sonraki Türk fütuhatına zemin hazırladığı gibi, bölgenin Türkleşme ve yüksek Türk kültüründen faydalanması açısından mühimdir. Ayrıca Avar hakimiyeti yılları Doğu Avrupa ve Balkanlardaki Slav etnik yapısının teşekkülünde inkar edilemeyecek bir faktördür.
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
Türk tarihi incelenirken Kök Türklerin çağdaşı olan Avarlar üzerinde de durulması gerekir. Kök Türk kitabelerinde Apar, Bizans kaynaklarında Ak Hun veya Epthalanos, Çinlilerin Yeta, Hua, Hintlilerin Huna dedikleri halkın adını bazı araştırmacılar “abamak” fiilinden getirirler ve manasının “karşı koymak, baş kaldırmak” olduğunu söylerler ki, kelimenin anlamı bize göre Apa unvanıyla izah edilebilir. R’nin de çoğul eki olduğunu düşünüyoruz.
Bunun yanı sıra Türk tarihinin en önemli meselelerinden birisi de menşeileri hala aydınlatılamayan Juan-juanlarla bizim Türk-Avar veya Ak Hunlarımızın ayırt edilememesidir ki, bu konuyu kısaca izahta fayda vardır. Dolayısıyla bugüne kadar yanlış anlaşıldığı üzere, Avar Türkleriyle, Juan-juanların da hiçbir ilgisi mevcut değildir.
İlim adamlarının iddialara göre Juan-juanların tek bir etnik kökeni yoktur. 4. yüzyılın ilk yarısına doğru, Hsien-pi ordusunda hizmetkar olan Yulgu (Yu-kiu-lu) isimli bir kişiye başarılarından dolayı önce hürriyeti verilmiş, ancak bir savaşta kendi birliğine zamanında katılmadığı için cezaya çarptırılmış, o da isyan etmiş ve idama mahkum olunca dağlara kaçmıştı. Etrafında toplanan yüz kadar kişiyle yaşamaya başlayan bu şahıs, daha sonra Tabgaç hanlarıyla irtibat kurdu. Her sene onlara at, samur ve diğer derilerden oluşan vergiler ödedi. Onun ordusuna Juan-juan (Ju-ju) deniyordu. Juan-juanlarda yazı yoktu. Hesap yapmak için koyun tezeği veya ağaç parçalarından yararlanılıyordu. Ayrıca çok pistiler. Yasalar savaş ve yağmacılığa göre idi. Çin kaynaklarının bazıları onları Tunguzlara bağlarken, bir kısmı da Hunlarla akraba göstermektedir. Ayrıca Hsien-pi (veya Siyen-pi) lehçesinin bir diyalektini konuştukları söylenmektedir. 4. yüzyılın sonlarında Kuzey Cungarya’ya göç ederek, Selenge Irmağına kadar bütün Batı Mogolistan’a yayıldılar. Teşkilatsız Türk boyları olan Tölösler ise dağınık yaşadıklarından, Juan-juanlara karşı koyamıyorlar ve bu yüzden vergi ödemek zorunda kalıyorlardı. Etnik bir kökenleri ve ana vatanları bile olmayan, komşu halklar tarafından parazit böcekler gibi kabul edilen Juan-juanların geriye de torun bırakmadıkları söylenmektedir .
Adlarının manasının ne olduğu konusunda bile kesinlik olmayan Juan-juanların, dili ve etnik yapısı da tam anlamıyla açığa kavuşmamıştır. Türk kitabelerinde de Juan-juan ismi hiç geçmez. İlim adamları sadece kendi kafalarına göre iki etnik adı birleştirmişlerdir . Bu nedenle zaman zaman Juan-juanların, Türk Avarlarla bir tutulmasının veya onları Türk soylu gibi göstermenin hiçbir ilmî delili olmadığını vurgulamak isteriz.
Bununla beraber bizim Avarlarla bir saydığımız Ak Hunların iki önemli unsuru olan Uar (bizce Avar) ve Hun varlığı söz konusudur. Ayrıca Menander ve Theophylactus’ta Avarların, Hunların soyundan oldukları zikredilmekle birlikte Ogurlar (Batı Tölösler) hakkında bilgi verilirken onların ataları olarak Avar ve Hunların gösterilmesi de ilginçtir. Yine Çin ve Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre Kafkasya Tölös grupları arasında Uar-Hunların adı geçer ve esasında her şey çok açıktır. Ak Hun-Eftalitlerin (Yüe-ban) temelini teşkil eden Uar-Hun birlikteliği görüleceği üzere belgelere yansımış iken, hatta Çinlilerin “Hua” transkripsiyonun da Var’a (Apar) denk gelebileceği söylenirken, Avrupa Avarları hakkında başka menşe aramağa hiç gerek yoktur . Ak Hunların göçebe kesimini teşkil eden Uar-Hunlar 557’den önce kaçarak Avrupa’ya ulaşmış olabilirler ki, bu da gözden ırak tutulmamalıdır. Çünkü Türkistan’ın batısında, Sır Derya boylarına kadar hakim olan Ak Hunların, Kök Türklerin önünden Kafkasya civarlarına kaçmaları daha kolaydır. Halbuki, Juan-juanların doğuya, Çin ve Kore taraflarına gittiklerini zaten Çin ve dolaylı da olsa Bizans kaynakları söylemektedir .
Türkçe konuşan Avar ve Sabarların ismi Batı kaynaklarında ilk defa 461 ve 465 senelerinde gözükürler. Dolayısıyla Juan-juanların ortadan kalkmasından çok daha önce Apar-Ak Hunlar mevcuttur. Eğer Bizans kaynaklarında üzerine vurgulanarak Avar ismi söyleniyor ve başka bir adlarına temas edilmiyorsa, o vakit Juan-juanlarla Avarların bir olduğunu sonucuna nasıl varabiliriz? Bundan yaklaşık yüz yıl sonra 558’lerde, birdenbire Doğu Avrupa’da izlerine rastladığımız bu Türk boyuna bir yanlış anlaşılmadan ötürü “Sahte Avarlar” dendiğini de bilmekteyiz. Bunun da sebebi 6. asrın ikinci yarısında (557’ler), Doğuda Kök Türk Devleti ortaya çıkınca Apar-Ak Hunların yaşama alanları daralmıştı. İran ve Kök Türkler arasında sıkışan bu Türk kabilesinin bir kısmı batıya geldiler . Ama bu ana kitle değildi, ondan ayrılan küçük bir parçaydı. Dolayısıyla Romalı yazarlar, onların halkın esasını temsil etmemeleri yüzünden sahte demişlerdir. Bize göre Theophylactus Simocatta işte bu yüzden yanılmış, Avarlar ile Juan-juanları karıştırmıştır. O, bundan başka Avrupa’ya hem bütün Avarların, hem de küçük bir grubun geldiğini ve Eftalitleri fetheden Türk hakanının Avarlara da hakim olduğunu söyler ki , bir siyasi adlandırma olan Hun ile kabile ismi durumundaki Avar’ı da ayıramamıştır.
Yukarıda da söylediğimiz üzere bu Avarların iki yüz bin kişilik bir grubu ana topluluktan ayrılıp, batıya yürümüşler, önlerindeki akraba Ogur boylarını da iterek, ki bunların arasında Sarı Ogur ve On Ogurlar da mevcuttur, Kafkasya’ya gelmişler idi. Bu suretle ileride daha da belirginleşecek olan boy birlikteliklerinin de temeli atlıyordu.
Buna bağlı olarak Avarlar, 557 senesinden önce Alanlarla münasebet kurdular, arkasından Bizans’ın Laziya valisi Justin aracılığıyla Bizans imparatoru Justinianus (527-565) ile irtibata geçtiler. Zaten Roma uzun süredir Sasanilerle mücadele halindeydi. Kafkasya çevresindeki Ogurlar da onları mütemadiyen zorlamaktaydı. Bu Bizans için de yeni bir müttefik kazanma açısından fırsattı. Sonra Avar elçisi Kan (Kandık), Doğu Romanın başkentine vasıl oldu (558). Heyet burada büyük bir ilgi ve tören ile karşılandı. Her şeyleriyle Hunlara benziyorlardı. Çok güçlü olduklarını, karşılarında kimsenin duramayacağını söyleyen Avarlar, Roma’ya dostluk teklifinde bulundular ve yaşayabilecekleri iyi bir arazi istediler. İmparator buna müspet cevap verdi. Sonra sefirin yanına pek çok değerli hediye katarak geri yolladı. Arkasından da kendi elçisini Avar hakanının yanına göndererek, Bizanslıların doğudaki düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarında yardımlarını talep etti. Buna binaen Avarlar hiç yoktan Kafkasya ve Hazar çevresindeki kendi soydaşları olan Sabar, Tokuz Ogur (Kutırgur) ve Otuz Ogur (Utırgur) gibi kabilelerle de anlamsız bir kavgaya tutuştular.
Karadeniz’in kuzeyinde belki de Ak Hazarlarla da üç-beş yıl süren savaşların peşinden onlar 562 tarihlerinde Tuna boylarına indiler. Bizans’ın kendileri için seçtikleri toprakları beğenmemişlerdi. İşte tam bu sıralarda doğudaki ana kitle ile Kök Türkler arasında kıyasıya çarpışmalar oluyordu ve Börülülerin önünden kaçan kalabalık Avar-Ak Hun kabileleri de kafile kafile Bizans hudutlarına yürümekteydiler. Bizans bu konar-göçerleri, Balkanlarda Bulgaristan’ın bir bölümüyle, Trakya’nın bir kısmından meydana gelen Moesia’nın Singidinum (bugünkü Belgrad civarları) havalisinde, Polonya’nın en uzun akarsuyu Vistül etrafında yaşayan Germen kavmi Gepid ve Tuna’nın batısında, Pannonia’da oturan Longobardların arasında yerleştirdi.
Balkanlar civarına gelen Avarlar isyan halindeki Ant (bugünkü Ukrayna sınırları içinde), Sloven (Güney-doğu Avrupa) ve Vendler (Almanya’nın doğusundaki Slav ahali) üstüne yürüyerek, Roma adına bunları halletmişlerdi. Avarlarla, Slavların münasebetlerinin bu yıllarda çok sıkı olduğu anlaşılıyor. Tabi ki hakimler Avarlardı ve anlatılan hikayelere göre; bir Avar beyinin bindiği arabayı güzel Slav kadınları çekiyordu. Dolayısıyla bu dönem Türk-Slav münasebetleri ve Slav halkının teşekkülünde çok önemlidir. Sonra da onlar Almanya’ya kadar yürüyüp, Thüring Dağlarına yaklaşmışlar, burada Frank kralı Siegbert ile yaptıkları bir harbi yitirmelerine rağmen, barış imzalamışlardı.
Bu sırada Bizans ile Kök Türk delegeleri görüşüyorlar, Sasanilere karşı ittifak yapıyorlardı. Birbirlerinin düşmanlarıyla anlaşmayacaklarına söz vermelerine rağmen, Doğu Roma Avar-Ak Hunlarla işbirliği halindeydi. Bu durum Kök Türk Kağanlığını rahatsız etti. İşte bu yüzden 576 senesinde, Aral Gölü civarında Bizans elçilik heyetini karşılayan İstemi’nin oğlu Türk Şad, Romalılara çok ağır hakaretler savurdu. O, “Siz etrafa korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz? Benim şu parmaklarımı ağzıma sokup-çıkarmam gibi (on parmağını ağzına sokarak). Romalılar siz, bizi aldatmak için aynı kolaylıkla on türlü dille konuşursunuz. Hilelerinizle bütün milletleri aldatmak istiyorsunuz. Onları uçurumun kenarına sürükleyip, orada bırakıyorsunuz! Ellerindeki mallarını alıyorsunuz. Onların yıkıntısından siz faydalanıyorsunuz. Sizin ve gönderdiğiniz adamların bizim gözlerimizi korkutmaktan başka bir düşünceleri yok. Bunu saklamıyorum. Çünkü yalan söylemek Türklerin adeti değildir. Sizin imparatorunuzdan öç alacağım. Bir taraftan bana barıştan söz ederken, diğer yandan benim düşmanım olan Avarlarla ilişki kuruyor. Fakat bilmiş olunuz ki, bunlara karşı atlılarımı gönderdiğim zaman yalnız kamçı sesleri onları dağıtmaya yeterli olacaktır. Biraz karşı koymaya kalkışacak olurlarsa yok edilecekler, karınca gibi atlarımın altında ezileceklerdir. Kafkas’tan başka yol olmadığını bana söylemeniz boşunadır. Gidip, sizin ülkenizde savaşmak düşüncesinden beni çevirmek istiyorsunuz. Fakat ben Dneper, Dnestr, Tuna, Meriç nehirlerini bilmez değilim. Kölelerim Avarların Roma imparatorluğuna girmek için izledikleri yolu tanırım. Sizin güçleriniz hakkında da bilgim var. Bütün dünya, doğudan batıya kadar bana tabidir. Alan ve Otuz Ogur halkları o kadar cesaretleriyle beraber Türklerin yenilmez ordularına karşı koyamamışlardır”, diyordu.
Bizans tahtına II. Justin’in (565-578) geçtiği sırada Avarların başında Bayan Kağan bulunuyordu. Onun zamanı Avarların altın çağıdır. Bayan eski Türk-Hun yurtlarını ele geçirmiş, belki de Ata illig’in (Attila) gerçek manada varisi olmuştu. Bunun yanı sıra hakan Bayan, Doğu Roma imparatoru Justin’e gönderdiği elçi vasıtasıyla evvelce yapılan andlaşmayı yenileme ve hediyeler almayı düşünmüştü. Fakat imparator hediye veya diğer bir adıyla haracı ancak bir hizmet karşılığında öderim, demişti . Hakan buna çok kızdıysa da, bu esnada Gepidlerle, Longobardlar arasındaki ebedi düşmanlıktan yararlanmak istedi. Zaten Longobardlar gözlerini İtalya’ya dikmişler, fırsat kolluyorlardı. İşte bu durum yüzünden Bizans, Avarlardan yardım talebinde bulundu ve onlar da Longobardların hayvanlarının onda biri verilir ve Gepid arazisi de kendilerine terk edilirse destek göndereceklerini söylediler. Neticede Gepidlerle savaş başladı. Onlar mahvoldular ve Longobardlar müthiş bir katliam yaptılar. Gepid kralı da bu sırada, Longobard lideri tarafından kılıçlandı .
Bu hadisenin peşinden Avar kağanı Pannonia’nın aşağısında, Tuna’nın kolu Sava Nehrinin sol kıyısındaki Sirmium (Sırbistan’da Mitrovica) şehrinin üzerine aniden saldırdı, ama kent ele geçirilemedi. Bir müddet sonra Tokuz ve Otuz Ogur kabileleri Bayan’dan habersizce Sava Irmağını atlayıp, Dalmacia’da pek çok yeri yağmaladılar. İstanbul’a gelen Avar sefiri de yeni haraç taleplerinde bulunmuştu. İmparator bunlara çok kızdı. Avarların üstüne yollanan Bizans ordusu yenilgiye uğradı. Bu yüzden İmparator onlarla uzlaşmanın yerinde olacağına karar verdi.
578’lerde Avar-Ak Hunların Avrupa’ya gelen bu kolları Slavlardan da haraç istemişler, ancak onlar yanlarına giden Türk elçilerini öldürmüşlerdi. Bu sırada Doğu Roma da kötü bir vaziyetteydi. Anuşirvan Doğu Anadolu ve Suriye’deki Bizans topraklarına girmiş, Longobardlar isyan etmiş, Bizans imparatoru aklını yitirmişti. Dolayısıyla iktidara sahip olan General Tiberius (578-582) aralarında Türklerin de olduğu çeşitli halklardan kurduğu ordu ile İran’a yürüdü ve Anuşirvan’ı yendi .
Slavlar 581 tarihinde Yunanistan’a saldırınca, Roma imparatoru tekrar Avarları yardım çağırdı. Bayan Kağan da zaten öldürülen elçisinin intikamını almak istiyordu ve buna binaen Slavlara bir darbe indirdi. Onlar ormanlara ve mağaralara kaçarak kurtuldular, ama birkaç yıl sonra Avarlarla, Slavlar bölgede bazı yağma faaliyetlerinde de bulundular. Bununla beraber Bayan daha sonra Roma’dan getirttiği ustalar vasıtasıyla Tuna üstünde bir köprü inşasına başlayınca Singidinum (Belgrat) şehri komutanı bunu neden yaptırdığını sordu. O da, bu köprünün hem Romalıların, hem de Avarların menfaatine olduğunu söyledi. Ayrıca eğer çalışanlara bir ok atılacak olursa, bunu savaş sebebi sayacağını bildirmişti. Bu arada İstanbul’a giden bir heyet de Slovenlere karşı bir nehir filosuna ihtiyaç duyulduğunu bildirince, doğuda Acemlerle meşgul olan imparator bunu da kabul etmişti. Bu mesele daha sonra iki devletin arasının açılmasına neden oldu. Bunun üzerine Sava Irmağının kenarında Türk hükumdarıyla Bizans elçileri buluştu. Hakan değerli taşlar ve altından işlemeli bir sandalyede oturuyor, her ihtimale karşı kalkanlı bir muhafız tarafından, Romalı askerlerin ok atabilecekleri düşünülerek korunuyordu. Müzakereler uzayıp, iş kızışınca Romalı sefir komutan oradan uzaklaşmalarını, yoksa savaşacaklarını söylemişti. Ancak birkaç hafta sonra Slovenler Tuna’yı geçerek Moesia ve Trakya’ya girince, Sirmium bölgesini Avarlara bırakmak zorunda kaldı.
Elbette Ak Hun-Avarların hepsi Avrupa’ya gelmemişlerdi. Anayurt topraklarında kalan Avarların büyük bir çoğunluğu Kök Türk Devletinin hakimiyeti altına girerken, bir kısmı da Hazar-Kafkas çevresine göçmüşler, diğer Türk boylarıyla yaşamaya başlamışlardı. Onların Türkistan’da kalan önemli bir bölümü sonradan Karluk-Kalaç federasyonunu meydana getirdiler . Avrupa’da ki Avarların burada yıllardır süren harpler yüzünden sayıları azalınca, Bayan Kağan nüfus takviyesi yapmak amacıyla doğuya adamlar göndererek, buradaki akrabalarından Tarnıklar, Kotuzerler ve Çapanerlerden insanlar istedi ve onlar da bu davete icabet ettiler.
Bunun ardından Hakan Bayan Austrasia Franklarının sahasına girdi ve onların kralını esir aldı. Yüklüce bir fidye karşılığında hürriyetini verdi. 582’de Bizans imparatoru Tiberius da ölünce yerine üvey oğlu Maurice (582-602) geçti. Avarlar bu yeni imparatora elçi yollayarak senelik vergiyi 80 bin altından 100 bine çıkardıklarını bildirdiler. Ama ret cevabı gelince savaş patladı. Bayan’ın ordusu Sırbistan’daki Viminacium şehrini zapt edip, hamamlarıyla meşhur Augusta adlı bir kasabaya ulaştı. Beraberindeki hanımların ricası üzerine buraya dokunmadı, çünkü kadınlar buradaki hamamları sevmiş ve onlardan yararlanmışlardı. Sonra Moesia’dan geçerek, Karadeniz sahillerine kadar gelip, Anchial şehrini de aldı. Bu sırada yanına vasıl olup, ne istediğini soran Bizans sefirlerine, “taş duvarların arkasına sığındığınız şehri” demiştir . Elçi Roma’yla yaptığı anlaşmayı bozduğunu ve nankörce davrandığını söyleyince de, onun çadırını yıktırıp, hapsettirdi. Ama hakan bakanlarının da araya girmesiyle bu sefiri bırakıp, ülkesine dönmesine izin verdi. Zaten artık kış da gelmişti ve Bizans doğuda İran’la meşgul olduğundan, Avarlara 20 bin altın daha ödeyerek, barış antlaşmasını yenilemişti.
İki ordu 586’da bir kez daha karşı karşıya geldi. Türkler Balkanlarda pek çok yere sahip oldular, ancak Roma daha kuvvetli bir orduyla atağa geçince, Avarlar 587 tarihinde sulh istemek zorunda kaldı. Herhalde onların yanında mühim miktarda Slav da vardı.
Roma imparatorluğu Avarları zayıflatmanın yollarından birisinin onların müttefiki Slavlara zarar vermek olduğunu biliyordu ve 594-595 yıllarında bunlara ağır darbeler vurdu. Bizanslılar epeyce esir aldılar ve onlara çok kötü davranıyorlardı. Bayan Kagan onları duyunca son derece üzüldü. Ancak bu sırada İstanbul’da entrikalar başlamış, Avarları ve Slavları epey uğraştıran komutan Priscus azledilerek, yerine imparatorun kardeşi atanmıştı, ama Romalıların Avar hudutları içerisindeki bir Bulgar müfrezesine saldırmasını Bayan Kagan Roma sarayına şikayette bulununca, işin ciddiyetini anlayan imparator eski kumandanı görevinin başına getirdi. Arkasından Bizans, Singidinum şehrini zapt etti ve Romalılar ile Türkler Tuna kıyısında karşı karşıya geldiler. Fakat bazı Romalı birlikler, erkeklerin savaşta olmasını fırsat bilerek savunmasız Avar köylerine yürüdü ve pek çok ganimet ile esir topladı. Bu vaziyet de Bayan Hakan’ı hiddetlendirdi ve Dalmacia’daki Salona şehri yakınında Roma kıtaları ile çarpıştı. Türkler Bizanslıları mağlubiyete uğrattı. Bu kent de ele geçirildi ve onlar Dalmacia bölgesinde de hakim olarak, bir kısmı buralara yerleşti. Sonra hakanın orduları Trakya içlerinde de faaliyetlerde bulundu, ancak orduda veba baş gösterince Roma ile barış imzalamıştır ki, bu esnada Bayan’ın da yedi oğlu ölmüştür.
Bir müddet sonra, 600 senesinde Romalılarla yeniden harp başladı. Dört oğlunun idaresindeki bir kuvveti Roma birliklerine karşı yolladı, kendisi de arkadan kuşatmak için harekete geçmişti. Üst üste beş çarpışmanın peşinden Romalılar yenildi , ama Bayan’ın bir bataklığa sıkıştırılan dört oğlu da öldürüldü. Bunun intikamını almak isteyen Bayan Kagan, tekrar ordu toplayıp Roma askerlerine hücum ettiyse de, başarılı olamadı. Çok genç yaşta Avar-Ak Hun kabilelerinin önderliğine yükselen bu Türk beyinin ismini bundan sonra kaynaklarda görmüyoruz.
Doğu Roma’da bu esnada iç savaşlar vukua gelmiş Phocas (602-610) adlı bir komutan, imparator Maurice öldürerek tahta çıkmıştı. Bu şahıs Avarlarla sulh imzaladı ise de saltanatının ikinci yılında yeniden onlarla harbe tutuştu. Nihayet Avar suvarilerinin 610 senesinde ganimet amacıyla İtalya’ya yürüdüklerini , Firaul kentini kuşattıklarını ve burayı Longobard prensi Ghisulf’un müdafaa ettiğini bilmekteyiz. Bu arada Ghisulf ölmüş, dul kalan eşi Romhilda ve çocukları ile bazı komutanlar prensliğin merkezi Forum July’e kaçmışlardı. Burası da muhasara edildi, fakat Türkler tam çekilirken, bir gün dul prenses şehrin surları üzerinden Avar hakanını görmüş ve ona aşık olmuştu. Prenses bu genç ve yakışıklı hana gizli bir elçi yollayarak, eğer kendisini eş olarak alırsa kentin kapılarını açtıracağını söyledi. Buna evet cevabı verilince de, Romhilda geceleyin şehrin kapısını açık bıraktırmış ve böylece Türkler buraya girmişti. O gece sabırsızlıkla bekleyen dul prensesi Avar kağanı otağına götürdü ve anlaştıkları gibi karısı yaptı. Ancak ertesi günü ihtirası için vatanını satan bu kadını boşadı.
Türkler bundan sonra Pannonia’ya doğru yola çıktılar. Bu sırada Longobard prensesin oğulları kaçma teşebbüsünde bulundular. Bunların firarıyla, Longobardların yeniden toparlanmaları ve Türklere saldırmaları ihtimali doğdu. Bu işte de Romhilda’nın parmağının olduğu düşünülmüş ve Avar kağanının emriyle bu kadın, herkesin gözü önünde layık olduğu ölüm cezasına çarptırılmıştır.
610’da Bizans’ın başına imparator Heraclius (610-641) geçti . Türk hakanı bu yeni imparatorla yüz yüze konuşmak amacıyla, en seçme adamlarıyla yola çıktı. İmparator da onu karşılamaya hazırlanıyordu, ancak Avar kağanının arkasından gelen korumalarından çekinildiği için imparator kuşkuya kapılmış, tacını ve elbisesini bırakıp, bir köylü elbisesi giyerek İstanbul’a gitmiş, şehrin kapılarını kapattırmıştı. Bunun üzerine han da geri döndü, ama yolu üzerindeki yerleri de yağmaladı. İki yüz binden fazla Bizans tebaasını kendi ülkesine götürdüğü de söylenir. Türkler sonradan gönderdikleri elçiler vasıtasıyla bir yanlış anlaşılma olduğunu bildirdiler ve yeniden sulh imzalandı.
Bununla birlikte Romalılarla, Farslar arasında patlak veren harpte, Bizans başlangıçta çok büyük kayıplar verse de, 622 tarihinde kazanmasını bilmişti. Daha sonra bu savaşlar sebebiyle İranlılar, Avarlara elçiler yolladılar (625) ve bunlar Bizans’a karşı ittifak yaptılar. Buna göre, Türkler, İranlılarla birlikte İstanbul’a hücum edecekler ve ele geçirilen malların hepsi onların olacaktı.
İran ordusu Kadıköy yakınlarına kadar geldi. Romalılar hemen müdafaa tedbirleri almaya başladılar. Denizde de savaşacaklarından, Avar ordusu küçük sandalvari kayıklar da getirmişti. Avar hakanına Romalılar bir sefir yolladılar ve hakan da; daha ileri gitmemek için ne teklifinde bulunduklarını sordu. Cevap olarak daha fazla ilerlememelerini işitince, çok hiddetlendi ve elçiyi kovdu. Türkler Boğaziçi’ne kadar sokuldular ve karşıdaki İranlılara işaret verdiler . Avar kaganı soluna Slavları, sağına da Bulgar Türklerini almış, kendisi de merkeze geçmişti. Bu arada on iki tane büyük kule yaptırarak, bunların üzerini de yanmamaları için deri ile kaplatmıştı. Duvarları delmek için hazırlattığı aletler işe başlayınca, askerler de oklarıyla onları destekliyordu.
Romalılar daha fazla kan dökülmemesi için senelik vergiyi ödeyeceklerini söylemişlerse de, Türk hanı şehri teslimlerini bildirdi. Bu görüşmeler esnasında Türk ordugahına Sasanilerden üç elçi geldi. Hakan bunlara itibar ettiği halde, Romalılara yüz vermiyordu. Fakat Fars elçiler dönüş yolunda Romalılarca tutuklandılar. Bunlardan birinin başını, bir tanesinin ellerini kestiler. Bu kopmuş başı elleri kesilenin boynuna asarak hakanın yanına gönderdiler. Üçüncüsünü de İranlıların gözü önünde öldürüp, mancınık vasıtasıyla beraberinde bir mektupla, karşıya fırlattılar. Burada; “Avar hakanıyla anlaştık, sefirlerinizi han bize teslim etti. Birisini size yolluyoruz, öbürlerini de düşünmeyin” yazıyordu. Bizanslılar gerçekten çok kurnazca davranmışlardı. Bu sırada Avar kayıkları destek için Farsları karşıya geçirmek amacıyla denize indiğinde, Roma gemilerince birçoğu batırılmıştı. Bu kez işi gece yapmak istemişler, ancak fark edildiklerinde müthiş bir ok yağmuru altında kalmışlardı. Neticede Türkler çok fazla kayıp verdiler. Bu arada karşıda, Bizans Sasanileri yenince de, Türkler geri çekilme kararı aldılar (626).
Ama Roma’nın başı bir türlü beladan kurtulmuyordu. Doğu’da Araplar pek çok yeri fethetmişlerdi. Roma ordularının önemli bir kısmı da bu çarpışmalarda telef oldu. Bu yüzden Bizans, bir de Türklerle uğraşmamak ve Avar gailesinden kurtulmak amacıyla onların başına diğer küçük halkları sardılar ve böylece Slavlar başkaldırdı.
Avar hakanı 630’da ölünce, akrabaları Bulgar beyi bütün Türklerin idaresini üstlenmek istediyse de, Avarlar buna razı olmadılar ve aralarında bir harp çıktı. Muharebeyi yitiren on bin kadar Bulgar, Bavyera Franklarının arazisine kaçıp, orada yerleştiler. Fakat bir gece kral Dagobert’in emriyle hepsi katledildi. Bu vahşetten sadece yedi yüz kişinin kurtulduğu söylenir. Bulgar beyi Kubrat buna sebebiyet verdikleri için Avarlardan intikam alma kaygısına düştü ve Bizans imparatoruyla anlaştı. Ancak o ölünce, oğullarından Işbara kendi kabilesiyle birlikte Hazar baskısından da kurtulmak gayesiyle Tuna’yı aşıp, Varna’yı ele geçirdi ve böylece Bulgaristan’ın temellerini attı.
Bu arada Avar yurdunda da çok şeyler değişmişti. Bayan’dan sonra küçük oğlu tahta oturmuş, eski Türkler gelenek ve göreneklerini bırakarak, sefahata meyletmişlerdi. 7. asrın sonlarına doğru Avarlar arasında Hıristiyan propaganda da yaygınlaştı. Bu vakitlerde Bavyeralılarla, Avarlar arasında hudut problemleri de ortaya çıktı. Charlemagne yönetimindeki Franklar da en parlak zamanlarını yaşıyorlardı. Charlemagne’na bağlı bazı halklar isyan ettiyse de, başarılı olamadılar. Bu sırada Avarlar, Bavyera prenslerinden Thassilon ile anlaştılar. Onlar İtalya’yı ele geçirmeyi düşünüyorlardı, ama Charlemagne bunu işitti ve Thassilon ile bütün yakınlarını hapsetti. Yine de 788 senesinin ortalarında Türkler İtalya’ya girdiler. Bir ordularını da Bavyera’ya gönderdiler, fakat bu birlikler mağlup oldu.
Charlemagne Avarlardan intikam almak için büyük bir ordu hazırladı. Bu kuvvetleri birkaç parçaya ayırdı. Bunlardan biri Türklere cepheden, diğeri de Drava ve Sava nehirlerinden geçerek, yani iki koldan saldıracaktı. Charlemagne’nın böyle bir düşüncesi olduğunu duyan Avarlar da tedbir almaya çalıştılar. Ancak Türkler 791’de üst üste yenilgiye uğradı. On binlerce Avar öldü, şehirleri ve köyleri yağmalandı . Avarlar bütün bu felaketlerin baştaki han ve yardımcısı Yugruş’un yüzünden olduğuna kanaat getirip, ikisini de öldürdükten sonra, bir Tudun’u başa geçirdiler. Arkasından Charlemagne’den barış istedilerse de, buna müspet cevap verilmedi.
796’da Noricum (Avusturya ve Slovenya arasında) ve Pannonia’da işgale uğradı ve Türkler Hıristiyan olmaya zorlandılar. Birkaç tane kilise inşa edildi, baştaki Tudun’a bir Hıristiyan ismi olan, Todor dendi. Charlemagne aynı zamanda Tuna boyuna Slavları ve Bavyeralıları da yerleştirdi.
Elbette ki, kendilerine reva görülen kötü muamelelere Avarlar başkaldırdı ve Tudun, Kök Tengri dinine dönerek Bavyera’ya girdi. 799 senesinde patlak veren bu harpler, 883 tarihine kadar sürdü. Neticede Avar ülkesi Frankların hakimiyetine sokuldu. Bu sırada çok müşkül vaziyetteki Avar topraklarına Bulgar ve Slavlarda devamlı saldırmaktaydılar. Onların köylerini ve sürülerini yağmaladılar. Kaynakların bildirdiğine göre, Bulgar beyi Kurum kendisine esir düşen bir Avar Türkü’ne başlarına bu felaketlerin neden geldiğini sorduğunda; iç mücadeleler, kıskançlıklar ve ahlakın bozulması cevabını almıştır ki, bu üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bununla beraber 950 yılına ait bazı Bizans tarihlerinde Sava Nehrinin ötesindeki Hırvat topraklarında bile Avarların yaşadığını görmekteyiz. Yine bugünkü Transilvanya’da oturan Sekellerin de Avarların bir parçası olduğu söyleniyorsa da, onlar ta Orta Asya’dan kopup gelen Çik İllilerle alakalıdırlar. Ama Avar Türkleri ekseriyetle daha sonra bu bölgeye yerleşen Macar birliğine dahil olarak, tarihten çekildiler.
Sonuç olarak Avar-Ak Hun-Juan-juan meselesinde şunları söylememiz mümkündür: Kök Türk Yazıtlarının Apar’ı, Çin kaynaklarının Ye-ta veya Hua’sı, Bizanslıların Ak Hun, Eftalit, Uar-Hun ve Avarları, Hintlilerin Huna’sı hep aynı halkı ifade eder. Bu adlandırmaların içinde Juan-juan’a benzeyen tek bir kelime olmadığı gibi, Çin harfleriyle yazılan Avar ve Juan-juan transkripsiyonları da birbiriyle örtüşmez. Bizans tarihlerinde kayıtlı olan Var, kabile ve idareci olarak Apar’ı, Hun da bildiğimiz gibi Hun siyasi adını karşılar. Ayrıca Juan-juanlar hiçbir vakit gerçek manada Türkistan’ın batısında hâkim olamadıkları halde, Ak Hun-Eftalitler (Yüe-ban) Sır Derya’nın yukarılarına, hatta İran içlerine kadar yayılmışlar idi. İki devletin yıkıldıktan sonra kaçma yönleri buradan da anlaşılabilir. Yani Ak Hun-Aparlar batıya, Juan-juanlar gayet normal olarak doğuya gidebilirlerdi ki, zaten Çin yıllıklarında Juan-juanların göçtükleri coğrafya Çin ve Kore şeklinde gösterilir. Bunun yanı sıra Doğu Avrupa’da ki Avar varlığı, sonraki Türk fütuhatına zemin hazırladığı gibi, bölgenin Türkleşme ve yüksek Türk kültüründen faydalanması açısından mühimdir. Ayrıca Avar hakimiyeti yılları Doğu Avrupa ve Balkanlardaki Slav etnik yapısının teşekkülünde inkar edilemeyecek bir faktördür.
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ