U İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
UÇAK, GEMİ VE TREN GİBİ VASITALARDA NASIL NAMAZ KILINACAKTIR? Uçak, gemi ve tren gibi vasıtada bulunan kimse, vakit gelip vasıta henüz hareket etmemiş ise zaten normal olarak yerde olduğu gibi yüzünü kıbleye çevirerek namazını kılacaktır Hareket etmiş ise, ayak üzere kıbleye doğru namaz kılmak mümkün isse öyle kılacaktır, başka bir yöne doğru namaz kılmak caiz değildir Vasıta namazda iken dönerse o da onunla beraber dönecektir Kıbleye doğru veya ayakta namaz kılmak mümkün değilse kıble istikametine doğru ve oturarak namazını edda edecektir Ancak imkan varsa iftitah tekbirini almak isterken mutlaka yüzünüü kıbleye yöneltip öylece tekbir alacaktır Vakit dar olduğu takdirde namaz bu şekilde eda edilecektir Mola yerine yetişebileceğini biliyorsa namazın böyle kılınması caiz değildir Mutlaka onu tehir etmek lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
UGUR INANCI : Ugur inancı da bundan önce saydığımız batıl inançların akrabalarındandır ve Islâm'la kaldırılmıştır Kur'ân-ı Kerim'de ugursuzluktan sözeden üç âyet-i kerîme vardır ve üçü de kâfirlerin uğursuz saymalarını anlatır (Yâ-sîn (36) 7 8; Neml (27) 47; A'raf (7) 131) Bu bile, uğursuzluğun, müslümanların işi olmadığını bize anlatmaya yeter
Konu iyice düşünülürse uğursuzluğun da, nazarlık ve fal gibi inanç zayıflığından ve Islâm'ı bilmemekten kaynaklandığı anlaşılır Çünkü bu, Isâm'ın kader inancıyla da çatışır Peygamberimiz, bir hadîslerinde uğursuzluk gütmenin şirk olduğunu söylemiş, bir hadîslerinde de aynı sonuca varmak üzere uğursuzluğun "Cibt"e, yani Allah'ın dışında edinilen ilâhlara tapmak olduğunu haber vermiştir (Ebû Dâvûd, tib 23; Müsned NI/477, V/60; Ibn Hibbân age VN/ 646; Bir hadis-i şerifte de: "Bir kimseyi uğursuzluk gütmesi bir ihtiyacından alıkoyarsa şirk koşmuş olur" Münavî, Feyz VI/136 Ahmed ve Taberanî'den Hasen) Çünkü herhangi bir şeyi uğurlu ya da uğursuz sayan insan, sanki o konudaki tesiri o şeye bağlamış demektir Halbuki, her şey Alah'ın dilemesi ve gücüyle olur Bu yüzden, her insanda bir parça da olsa uğursuzsayma inancı bulunduğunu, böyle bir şeyle karşıkarşıya gelen insanın, yolundan dönmemesi gerektiğini söyleyen hadîsten sonra Ibn Mes'ûd, bu tür uğursuzluk düşüncesinin ilâcının "tevekkül" olduğunu söyler (Ebû Dâvûd, tib 24; Tirmizî, siyer 47; Ibn Mâce, tib 43; Müsned I/389, 438, 440) Peygamber Efendimiz de böyle bir durumla karşılaşan insanın; "Allühümme Lâ-ye'tî bi'l-Hasenâti illâ ente velâ yedfe'ussevvyiâti illâ ente, velâ havle velâ kuvvete illâ bike" yani "Allahim iyilikler sadece senden gelir, kötülükleri de ancak sen savabilirsin, her türlü güç ve kuvvet ancak sendendir" (Ebû Dâvûd, tib 24), demesini öğütler Ibn Âbidîn: Uğursuzluk gütme, mütevekkil müslümanların değil, yahudilerin bir sünnetidir, der( Geniş bilgi için bk Ibn Âbidîn VI/363-64)
Ancak Peygamberîmiz, "hüsnü tefe'ul"ü, yani meselâ, bir iş yapmakta iken "Sehl" isimli birisinin gelmesiyle "eh, işimiz kolaylaştı" demeyi olayları hep müsbet yönleriyle değerlendirmeyi câiz görmüştür "Sehl", kolay demektir Ya da "Mesut" isimli birisinin kızına talip çıkması üzerine, "Haydi Allah mesut etsin" diyerek talebini kabul etmek gibi Yalnız böyle yapmak gerekir denmiyor bu tür davranışta zarar yoktur deniyor Yani son örnekte kızın babas : "madem ki, kızımı Mesut isimli birisi istemiştir, öyleyse mesut olacakları kesindir, kızımı vermem lâzım" biçiminde düşünmemelidir Yine rivayet edildiğine göre Resulullah Efendiiniz (sa) "bir iş için çıktığında; ey Râsid, ey Nacîh! gibi bir nîda duymak hoşuna giderdi" (Münavî, Feyzû'I-Kadîr V/229 (Tirmizî ve Hâkîm'den Hasen)) Çünkü "Râsid" yolu doğru olan, "Nâcih" de başaran demektir Bunları duymuş olmakla peşinde olduğu için isabetli ve muvaffak olunacak bir iş olduğuna işaret görmüş sezmiş olunabilirdi Nakledildiğine göre : "Tefe'ul ederdi, tatayyur etmezdi" (age V/202 (Ahmed'den Hasen)) (Yani söylediğimiz anlamda müsbet işaretlere değer verirdi, ama uğursuzluk aramazdı Yine aynı anlamda: "Güzel fe'li severdi, tiyera'yi terih görürdü" (age V/231 (Ibn Mâce ve Hakîm'den sahih)) "Uğursuz sayan da uğursuz sayılan da bizden değildir" (age V/385 (Taberâni'den Hasen); (Ayrıca bk Ibn Abidin I/555) ) buyurdu
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ULÜ'L-EMR" KAVRAMI: Allah (cc)'in itaat etmemizi istediği "ulü'I-emr" kimlerdir? Bugün için onların yetkisi kimdedir?
"Ulü'1-emr" işin sahipleri, yani duruma ve vazıyete hakim olanlar, yetkililer, emir sahipleri anlamında Kur'ân-ı Kerim'de Nisâ suresinde olmak üzere iki yerde geçer:1 "Ey iman edenler, Allah (cc)'a itaat edin Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin" (4/59)
2 "Onlara eminlik ya da korku haberi geldiği zaman onu yayıverirler Halbuki bunu Peygambere ve mü'minlerden olan emir sahiplerine göndermiş; olsalardı onu arayıp yayanlar bunu elbet onlardan öğrenirlerdi" (4/83) Aynı terim Hadislerde de, çok fazla olmamak üzere yer alır Ancak "ulü'1-emr" yerine bazan "ulatu'1-emr" (Müsned, V/183), bazan "vâli'1-emr" (Müsned, I/429), bazan da "zu'1 emr"(Muvatta, Cihad 43) ifadeleri geçer Bunlar da hemen hemen "ulü'1-emir"le aynı ma'nâda ifadelerdir Ne var ki, bu terimin Hadislerde daha çok idareci ve komutan anlamında kullanıldığı Kur'ân'daki kullanımına göre daha açık olarak görülür Kur'ân'daki anlamının ya da, daha doğru ifade ile kapsamının belirli olmayışı, alimlerin bu terimi aynı anlamda ama farklı kapsamlarda açıklamalarına yol açmıştır "Ulü'1-emr"e itaat etmemiz istendiğine ve bunun Allah (cc)'a ve Rasulüne itaatla beraber zikredildiği için farz olduğuna göre bu zümre kimdir? Önce sizden, yani müslümanlardan olan, sizin yetki verdiğiniz idareciler "ulü'1-emr" cümlesindedirler Bu her tarifin kapsamında mevcuttur Ilgili Hadislerden ilk akla gelen de budur Buna göre müslümanlardan olan ve hak ve adaletle emreden idareciler "ulü'1-emr" dirler ve onların Allah (cc)'a isyan anlamı taşımayan emirlerini yerine getirmek farzdır Islâm'da yaşama (tesri) yetkisi sadece Allah (cc)'a aittir O tek otoritedir Rasulünün ve ulü'1-emrin emirleri O'nun yetki vermesiyle teşri anlamı taşır Yani bizim Rasulüllah (sav)'a ya da ulü'1-emre itaatimiz farzdır Çünkü Allah (cc) öyle emretmektedir Allah (cc) dinin zaten koruyucusudur Rasulüllah (sav)'in yanlış bir şey söyleyemeyeceğini de bize O haber veriyor Ulü'1-emr ise yanlış yapabilir, isyana sevkedebilir Onun için onlara itaat, isyan emretmemeleriyle kayıtlıdır ve bu konuda çok hadis-i şerifler vardır Kısaca "Yaratana isyanda yaratılana itaat olmaz"(Bu anlamdaki hadisler için bk Mevdudi, Tefhim, I/330) Bunun Rasulüllah (sav)'in hayatında güzel bir örneği de vardır: Hz Ali Efendimiz anlatır: "Rasulüllah bir seriyye çıkarmış, başına da Ensardan birisini koymustu Seriyyeye katılanlara onu dinleyip ona itaat etmelerini emretmişti Bir konuda onu kızdırdılar O da yetkisine dayanarak odun toplamalarını ve ateş yakmalarını emretti Emri yerine gelince bu defa da ateşe girmelerini emretti Onlar da bu emri yerine getirmediler Durum Rasulüllah (sav)'a arzedilince: Eğer o ateşe girselerdi bir daha asla çıkamazlardı Itaat ancak ma'rufta (dine uygun konularda) olur, buyurdular"(Suyutî, ed-Dürrül-Mensûr, N/577 (Ibn Ebi Şeybe'den) I; Kurtubî, V/260)Ragib; "Ulü'1-emr"in, Rasulülah (sav) zamanında onun tayin ettiği emirler (vali ve komutanlar) olduğu söylenmiştir Ehli beyt imamlarının olduğunu söyleyenler de vardır Ancak bu sınırlamanın bir delili yoktur Ibn Abbas: Onlar fukaha ve Allah (cc)'a itaatkâr din öğreticileridir, demiştir Bu görüşlerin hepsi doğrudur Şöyle ki: Insanların karşısında kendilerine çeki-düzen vermek zorunda kaldıkları "ulü'1-emr" dört gruptur:1 Peygamberler· Bunların hükümleri hem avamın hem de havasın hem dış (zahir), hem de içleriyle (batın) ilgilidir 2 Yöneticiler: Bunların hükümleri herkesin dışıyla (zahiri) ilgilidir 3 Alım ve düşünürler (hukema): Bunların hükümleri havassın iç dünyası (batıni) ile ilgilidir 4 Öğütçü vâizler: Bunların hükmü de avamın sırf iç dünyası ile ilgili der(Ragib, E1-Müfredât, 25) Görüldüğü gibi bu izah ulü'1-emr'in en geniş muhtevasını çizen açıklamadır Bu çerçevede kalmak üzere: Imam Malık: Ulü'1-emr'in alimler olduğunu söyler(Ayrıca bk Lüknevi, Tervicü'1-Cinan (Nablusi ve Aynı den naklen) 21) Tabiinin çoğu bu görüştedirler Ümera (devlet yöneticileri) olduğunu söyleyenler de vardır(bk Ibn Kayyim, E'lâm I/9-10) Ibnü'1-Arabî'ye göre ulema ve umerâ ikisi birden ulü'1-emrdir Çünkü işin esası ümeranın elindedir Onların hükmü geçerli olur Bu bakımdan onlar ulü'1-emr'dirler Insanların alimlere danışmaları, onların cevap vermeleri ve o cevaplara göre hareket edilmesi de bir zorunluluktur Bu bakımdan da onlar ulü'1-emr'dirler Hatta bu açıdan koca da karısı için öyledir(Ibnü'1-Arabî, Ahkâmü'1-Kur'an, I/453; Ayrıca bk Ibn Abidin I/40 (terc))Yine aynı çerçevede olmak üzere: Ma'rufu emreden, münkerden alıkoyan din âlimleri, fıkıhçılar ve hayır sahipleri (Suyuti, age N/575; Darimî, I/72; Kurtubî V/259; Tahavîy Müşkilü'1-Asâr, I/474-5), insanların işlerini idare eden akıl ve görüş sahipleri (Kurtubî, V/260), askeri birliklerin komutanları(Tahavî, Müşkilü'1-Asâr, I/476; ZeMahşerî, I/535) da ulü'1-emr kapsamındadırlar Anca umeranın dışındakilere "ulü'1-emr" denmesi mecazen olmalıdır Onlara da bir bakıma itaat gerektiği için "ulü'1-emr" sayılmış olmalıdırlarÖzetlersek; başta adil müslüman yöneticiler hakikî anlamı ile; müslümanların askeri komutanları, takva, nasihat ve islah ehli alimler, fıkıhçılar ve düşünürler, seriyye (küçük birimler) başkanları, yerine göre grup yöneticileri, Islâmî cemaatların liderleri ve onların tayin ettikleri alt,yöneticiler de mecazî anlamıyla hep "ulü'1-emr" cümlesindendirler ve her müslümanın ona ya da buna itaat etme zorunlulugu vardır Bunlardan biri ya da bir kaçının bulunmadığı yerde diğerler var olurlar ve onlara itaat gerekli olur Yani özellikle günümüz için söyleyecek olursak, kendi mes'elelerini bütünüyle kendisi halledebilen alimler dışında herkesin bir ulü'1-emrinin bulunması gerekir Bu sözkonusu ayetin muktezasıdır Böyle olan alimler de zaten ulü'1-emr olduklarına göre herkes ya ulü'1-emr ya da ona itaat eden olmak zorundadır da diyebiliriz Aksi halde sözkonusu ayetin hükmünün çoğu kimseler hakkında sona ermiş olması gerekirAncak, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bütün bu itaatlar, Allah (cc)'a isyan edilmeden olmalıdır Bu yüzden Nisa 59 ayetinde geçen ulü'1-emr'i, bir önceki ayetin ma'nâsi ile açıklayanlar da vardır Meselâ Ibn Cerir'in nakline göre Mekhûl demiştir ki: "Sizden olan ulü'1-emr şu ayette anlatılanlardır: "Şüphesiz ki, Allah (cc) size emanetleri (amme hizmetlerini) ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa (4) 58)(Suyuti, age, N/574) Demek ulü'lemr'in hem işinin ehli yani bileni, hem de adil olması gerekir Adil, hakkı gözeten, zulmetmeyen demektir Allah (cc)'in indirdiği ile hükmetmeyenlere zalimler dendiğine göre (bk K Maide (5) 45) itaat edilecek ulü'1-emr'in Alah (cc)'in ahkamına uygun davranma gereği bu ayetten zaten anlaşılır Aslında ulü'l-emr'e itaati emreden ayetin kendisinden, hatta bir sonraki bölümünden de bu ma'nâ anlaşılır Sözkonusu 59 ayette Allah (cc)'a ve Rasulüne itaat, her birerlerinde "itaat" kelimesi zikredilerek emredilir "Allah (cc)'a itaat edin, Rasülün (sav)'e itaat edin" buyurulur Ulü'1-emr'e gelince "itaat" zikredilmeden diğerlerindeki itaata atfedilir (bağlanır) ve "ulü'1-emre de" denmekle yetinilir Bu da ulül'1-emre itaatin , Allah ve Rasulüne itaata bağlı olduğuna işaret eder Aynı ayetin devamında ise " eğer bir şey hakkında münazaaya düşerseniz onu Alah (cc)'a ve Rasulü (sav)'ne havale edin, eğer Alah (cc)'a ve ahiret gününe inanıyorsanız" denmekle ulü'1-emr'in söylediklerine itiraz edilebileceği, onlara uymanın, Allah (cc)'in kitabına ve Rasulü (sav)'nün sünnetine uygun olmalarına bağlı olduğu anlatılmış olurSonuç olarak "ulü'1-emr" Allah (cc)'a ve Rasulü (sav)'ne itaat eden üstlerimizdir ve ulü'1-emr'e itaat etmemiz vaciptir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
UNUTKANLIK Insanlardaki anlayış ve kavrayış kapasitesi büyük ölçüde doğuştandır ve farklıdır Bu bir nimet ve Allah (cc) vergisi olduğuna göre kimse kendisine daha az verildiği için şikayetçi olamaz Kendisine verilen kadarına şükretmesi gerekir ve ondan sorumlu olur Ancak biz, bu işin insanı ilgilendiren hem maddi, hem de manevi yönlerinin bulunduğuna da inanıyoruz Öncelikle gıda rejiminin anlamada ve unutmada etlkili olduğunu bilmeliyiz Hem yeterli ve düzgün gıda alınmalı, hem de mideye zararlı ve fazla yığınak yaparak, özellikle ekmeği fazla kaçırarak maddî ve manevî letâifi (alıcıları) köreltmemelidir Allah Rasulü Efendimiz (sav) bu konuya çok dikkat çekmiş ve, "Insanoğlunun doldurduğu kapların en kötüsü midedir"(Tirmizi, Zühd 47; Ibn Mâce, At'ime 50; Müsned, IV6132) buyurmuştur Çalışma sistemindeki dağınıklık, plansızlık, çalışma sırasındaki zihni konsantrasyon bozuklugu, birçok şeyi birden düşünme ve bir anda birçok şeyi halledeceğini sanma, karışık bir odada, karışık bir masada, gürültülü bir yerde, müzik eşliğinde çalışma Aşırı üzüntü ve yorgunluk, sıkıntılı bir hayat Hep anlamayı ve ânlaşılanın kalıcı olmasını kötü yönde etkileyen unsurlardır Bunlar işin hep maddî ve fiziksel yönüdür Bizler işin bir da manevî tarafının olduğuna inanıyoruz Bütün bütün olmasa bile, bellemenin, belleneni kafada tutmanın takvâdan, ya da aksiyle, günahlardan etkilendiğini kabul ediyoruz Allah (cc) Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah (cc)'a karşı takvalı olun, A1lah (cc) size öğretir" (2/282) buyurur Rasulüllah Efendimiz (sav) de: "Bildiği ile amel edene Allah (cc) bilmediklerini öğretir"(Ebu Nu'aym, Hilye, X/15 (bu sözü Ali el-Kâri hadis olarak alırken, bk el-Esrâru'1-Merfu'a, 313 Elbanî mevzuu olduğunu söylüyor bk Silsiletü'1-Ehadisi'd-Daife, I/423 No: 422)) der Imam Şafiî hafıza bozukluğundan hocasına dert yanmasını ve onun cevabını şu beyitleriyle anlatır: Sekevtü ilâ Vekî"in sû'e hifzî fe-evsânî ilâ terki'1- me'âsî Ve hifzu'1-ilmi fadlun min ilahin ve fadlullahi lâ-yü tâ li-ûsî"Bu beyitleri Tasköprüzâde'nin oğlu yine vezinli olarak devrının Türkçesine aktarmis ve şöyle demiştir:
"Varup Vekî'a ittüm nisyandan şikayet,
Bana vasiyyet itti kim işleme me'âsî
Hifzeylemek ulûmi fazl-i azîm-i Haktır,
Fazl-i Hüda'ya inmez, her kim ki, ola âsî"(Tasköprüzâde, Mevzuatü'1-Ulüm, I/715) Ayrıca, Allah (cc)'in " Yok mu şunu isteyen, yok mu bunu isteyen" diye seslendigi teheccüd saatlerinde israrla tekrarlanan duaların bir gün mutlaka şifreye denk gelip lütuf hazinesini açacağına inanmak gerekir Bu noktada benzer şikayetlerde bulunan Ali Efendimize Rasulüllah (sav)'in öğrettiği dua ve namazı da hatırlatmak faydalı olabilir (Bunun için bk Tirmizî, da'avât 115, c V, s 563 -565)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
UYANIKLIK HALİNDE RASÛLÜLLAH'I GÖRME: Bir araştırma dergisinde bir hadis profesörünün, Rasûlüllah (sav)'in cesediyle alâkalı, alışmadığımız uslüpta, şeyler söylediğini, uyanıklık halinde Rasulüllah (sav)'i gördüğünü söyleyen ulamayı alaylı ifadelerle tenkit ettiğini okuduk Mes'ele gerçekten onun dediği gibi midir? Meselâ günümüzdeki insanların uyanıkken Rasulüllah (sav)'i görmeleri mümkün değil midir?
Sözünü ettiğiniz yazıyı derginin ilk çıktığında bendeniz de okumuştum Sizin mektubunuz üzerine tekrar okudum Adıgeçen yazıda ilmî cevabı gerektirecek sâz mutalaalar var denebilir Zaten muhterem müellifin bir mesaî arkadaşından öğrendigime göre, makaleye ilk koydukları başlıkoldukça ağır kelimeler ihtiva ediyor imiş, başlığı haklı ikazlar üzerine değiştirivermişler Bu ve aynı yazıda yapıcı tenkitler beklediğini söylemeleri hem hakşinas olduklarını, hem de bu söylediklerinde tartışmasız isabetli olduklarını iddia etmediklerini gösterir Fakat bizim bu kısa ve acele yazımızda yapabileceğimiz, mes'eleninin sadece bir yönüne temas edebilmek ve şu anda Rasûlüllah (sav)'in görülüp-görülemeyeceğini anlatmaya çalışmaktan ibaret olacaktır Ancak bir kardeşiniz olârak şu ikazımı da hoş karşılayacağınızı umarım: Dinin aslını oluşturmayan böyle teferruat mes'elelerde farklı düşünebilmek mezmum değildir ve ulemanın şiarındandır Binaenaleyh, nice on yıllarda yetişen öyle üstatlarımız -ki biz onların talebesi nesliyiz- öyle ağır dille, itham etmemiz yakışıksız olurImdi: Mes'elenin önce amelî (ictihada mecal) ve itikad esaslarıyla ilgili bir konu olmadığını söylemekle başlayalım Yani Rasulüllah Efendimiz (sav)'in "yakaza" halinde görülebileceğine ya da görülemeyeceğine inanmak ya da inanmamak mecburiyetinde değiliz Iman esaslarımız arasında böyle bir şey yok Bunlardan herhangi bir yönü herkes için "yakîn ilim" ifade edecek biçimde bildiren şer'i deliller de yok Binaenaleyh mes'ele sadece genel olarak ilgilenen insan için "işaret" ve "delâlet"lerden istinbat edilen bir "zann-i galip" ve "itmi'nan,", bizzat yaşayan insanlar için ise başkalarını ilzâm etmeyen, ilgilendirmeyen bir nevî "yakîn" ifade edebilir Öncelikle bunu böylece tespit etmemiz gerekir Ikinci olarak, varlık alemini beş duyumuzun algı alanıyla sınırlamak ve olmuş ve olacak olan her olayı bu alemde geçerli "tabiat kanunlarıyla" bağımlı görmek, akla aykırı olduğu gibi Allah için de bir "ta'til" ve O'nu, kendi yarattığı kanunların haricinde hareket edememekle ta'ciz ve tenkis olur
Çeşitli Islâm alimlerinin, Allah (cc)'in dışındaki varlıkları bir takım kategorilere ayırdıkları bilinmektedir Meselâ Imam Rabbanî (ks) şöyle bir ayırım yapar: "Mümkün (yani varlığı başkasının var etmesine bağlı) alem üçe ayrılır: l Alem-i ervâh (ruhlar alemi) 2 Alem-i misâl (ma'nâların temessül etmesi görünüm kazanması alemi) 3 Alem-i escâd (bedenler, maddî varlıklar alemi) Alimlerin dediğine göre "âlem-i misâl", ruhlar alemi ile bedenler alemi arasında bir ara alemdir ve bu iki alemin ma'nâları ve hakikatleri için ayna durumundadır Ruhlar ve bedenler alemlerinin ma'nâları "alem-i misâl"de latıf (keşif ve elle tutulur olmayan) imajlarla (sûret) tezahur eder Yani her ma'nânin ve her hakikatin (gerçek varlığın) orada bir sureti ve heyeti vardır Kısaca "alemi misâl" sadece müsahade ve görüntü içindir Orada oluş yoktur Işaret edildiği gibi orası diğer iki aleme aynalık eder(Imam Rabbanî, Mektûbat, NI/44-45) Ruh bedenle ilişkiye geçmeden öncede geçtikten sonra da misâl aleminin aynasında tecelli edebilir Hatta Hz Adem'den önce varlıklarından söz edilen Ademler, beden aleminde var olan zatlar değil Hz Adem'in ruhunun temessülünden ibarettirler(Imam Rabbanî, age, N/99) Cinlerin ve meleklerin lâtif görüntüler olarak "temessül" ettikleri bir vakıadır Cinler temessül edebilirken kâmil insanların ve daha da ilerisi peygamberlerin ruhlarının "misâl alemi" aynasında görülebilmesinin şasılacak ne yönü vardır?(age N/101) Yani görülen onların kendileri (alem-i ebdan) olmadığı gibi, ruhları da (alem-i ervah) değildir, belki onun "misâli" (dublesi, perisprisi)'dir Bu anlamda olmak üzere Rasulüllah (sav)'in yakaza (uyanıklık) halinde görülebileceğini söyleyen bir çok alim ve böyle bir çok vaka vardır(bk Münavi, Feyz, VI/132-133)Büyük alim Şah Veliyyullah Dehlevî, değerli eseri "Huccetu'llahi'1-bâliga"da "Alem-i misâl" diye bir bölüm açmış ve Kur'an-ı Kerim sureleri, rahm, namaz oruç gibi ameller, maruf ve münker, günler ve benzeri manâların nasıl temessül ettiklerini, hatta ölümün dahi bir koç suretinde temessül edeceğini hadisle anlatır ve "bir çok hadisin delâlet ettiği üzere, varlık içerisinde maddî (unsur) olmayan bir alem vardır ve ma'nâlar orada kendilerine uygun imajlarla temessül ederler" der(Dihlevî, Huccetüllah, I/13) Ve "Biz Meryem'e ruhumuzu (Cebrail'i) göndermiştik de O, kendisine yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü"(K Meryem, (19) 17) ayetine işaret eder (Dihlevî, agk) Sonra da der ki: "Bu hadislere bakanlar, ya bunları zahirleri (kelime anlamları) ile kabul edip, sözünü ettiğimiz biçimde bir alemin varlığını itiraf zorunda kalırlar ki; hadis ehlinin kuralı da bunu gerektirir, Suyutî buna dikkat çekmiştir Ben de aynı görüş ve kanaatteyim"(Dihlevî, age I/14)Görüldüğü gibi mes'ele varlık alemini beş duyu ile sinirli görüp görmeme, Allah (cc)'i yine kendi yarattığı kanunlarla "mecbur" bilip bilmeme mes'elesi olduğu kadar hayatı ve onun safhalarını tanıma mes'elesidir de Bu noktada Bediüzzaman'in hayatın tabakaları ile ilgili açıklamaları ilginç ve ikna edicidir Özetle:Birinci Tabaka: Bizim hayatımizdir ve (yeme, içme gibi) birçok kayıtlara bağlıdır Ikinci Tabaka: Hz Hızır ve Ilyas (as)'in hayatlarıdır ve bir dereceye kadar serbesttir Yani bir anda pek çok yerde bulunabilirlerÜçüncü Tabaka: Hz Idris ve Isa (as)'in hayatlarıdır ki, beşeriyetin ihtiyaçlarından sıyrılmış, melek hayatı gibi bir hayata dönüşerek nurani bir letâfet kesbetmiştirDördüncü Tabaka: Şehidlerin hayatıdır Kendilerinin öldüklerini bilmezler, belki daha iyi bir aleme geçtiklerini sanırlar Hz Hamza'nın, çok vakalarda kendisine sığınan adamları koruması, bununla izah edilirBeşinci Tabaka: Kabir ehlinin ruh hayatlarıdır Ölüm tebdil-i mekândır, ruhun salıverilmesidir, görevden terhistir Yokluk ve fena değildir Sayısız vakalarla evliyanın ruhlarının temessül etmeleri ve keşif ehlinde bizlerle münasebetleri ve gerçege uygun olarak bizlere haberler uçurmaları gibi pek çok delil bu hayat tabakasını aydınlatır ve isbat eder"(Saîd Nursî, Mektubat, 6-7)Buhari, Müslim, Ebu Davud ve daha başkalarının rivayet ettikleri bir hadis-i şerif de anlatmaya çalıştığımız şeyi destekler: "Beni rüyasında gören bir süre sonra uyanıkken de görecektir Çünkü şeytan benimle temessül edemez"(Buhari, tâbir 10; Müslim, rü'yâ,11) Gerçi bu hadisin ma'nâsi beş-altı ihtimalı akla getirebilir Hadis Sarihleri de hadisi bu ihtimallere göre anlamaya çalışmışlardır, ama, dünyada iken ve "yakaza" halinde görülebilmesi de bu ihtimallerden biridir(bk Ibni Hacer, Fethul-Bârî, XN/385; Nevevî, Serhu-Müslim, XV/30-32) Durum böyle olunca, sözünü ettiğiniz sayın müellifin ifadesi ile "yazdığı eserleri taşıyabilmek için araba tahsisi gereken" Suyuti gibi bir alimin sözünü yine sayın müellif naklediyor: "Ey kardeşim bilesin ki şu ana kadar ben Rasulullah'la yetmişbeş defa uyanıkken konuşmada bulundum" Sâzelî: "Eğer bir an göremeyecek olsam kendimi müslüman saymam", diyor(Münavi, agk) Ibn Abbas'ın Rasulullah'ın vefatından sonra ona ait olan aynaya baktıgında kendisini değil onu gördüğü rivayet ediliyor(Ibn Hacer, agk) Ibn Hacer'in, Imam Rabbanî'nin, Said Nursi'nin anlattıklanna göre nice salih kişilerden Rasulüllah (sav)'i uyanık iken gördükleri onunla konuştukları, korktukları bazı şeyleri ona arzedip ondan tavsiye aldıkları" duyulmuş ve nakledilmiştir(bk Bu kişilerin eserlerinden biraz önce verdiğimiz kaynaklar) Hem Islâm hukukunda hem de Islâm ahlakında Suyutî ve benzerlerinin değil, sıradan insanların dahi doğruya hamledilebilecek sözlerine hakikat olarak bakılır (yalan olması ihtimaline binaen hüküm verilmez) Bir anlam ifade eden sözler mutlaka bir işlem görür "Kelamın i'malı ihmalinden evladır" Buna göre Suyutî ve benzerlerinin bu ifadelerini başka yoruma tabi tutmadan, hem de alaylı bir ifade ile reddetmek, onları yalancılıkla itham etmek demektir Ehli hadis bunu yapmaz Öyleyse şöyle diyebiliriz: Bu salih kişiler hiçbir şey görmeden gördük diyemezler Mutlaka bir şey görmüşlerdir Ama bu elbette Rasulüllah (sav)'in canı ve bedeni ile olan görüntüsü değildir Çünkü o da herkes gibi ölümlüdür(K Zilmer) Ebubekr Efendimizin ilanı ile, "kim Muhammed (sav) ölmedi sanıyorsa, bilsin ki o ölmüştür" Rasulüllah (sav)'i o şekilde gördüğünü iddia eden de yoktur Suyutî de "canlı" olarak gördüğünü değil "yakaza" halinde gördüğünü söylemektedir Öyleyse "Hz Peygamberi, asırlar sonra canlı olarak gördüğüne, onunla konuştuguna inanan bahtiyarlar arasında işbu Suyutîmiz de bulunmaktadır" gibi bir ifade hem onun sözünü saptırmak (ya da anlamamak) hem de istihza etmek olur En zayıf ihtimalle o insanlar bir hayal görmüşlerdir Ama hayal de bir şeydir Keşke böyle bir hayali sayın müellifle beraber bizler de görebilseydik Ama bunun için herhalde bu konuda Goldziher'den çok Buhari ile, Müslim ile hatta Rasulüllah (sav)'la rabıtalı ve onların imajlarına konsantre olmak gerekir Rasulüllah Efendimiz (sav) bir hadislerinde: "Beni gören hakikat görmüştür"(Müslim, Ru'yâ,11) buyurduklarına ve bunu konu ile ilgili diğer hadislerinde olduğu gibi "menâm" (rüya) ile kayıtlamadıklarına göre, onların gördüklerine hayal dememiz de mümkün değildir Belki onlar Rasulüllah (sav)'in ruhunun "alem-i misal"deki temessülünü görmüşlerdir Bu ruh ve cesetten oluşan bir "abd" olarak Rasulüllah değildir Gidilse, öpülmek için eline ayağına kapanılsa (Allah'u a'lem) keşif bir madde ile temas kurulamayacaktır Abd ve Rasül olarak onu görme gerçekleşmiş olmadığından da gören "sahabî" olmayacaktır Ama bunun için bu bir taltif ve bir tekrimdir Fakir de, birisi çok yakın arkadaşım olmak üzere, yalan söylemelerine asla ihtimal vermediğim en az üç kişiden bu tür müsahadeler dinlemişimdir Bu insanların, istisnasız, ehli hâl insanlar olması bana bu işin bir seviye işi olduğunu da anlatmaktadır Misâl alemindeki bu görüntü ile konuşma mes'elesi ise şimdilik bizim meçhulümüzdür Suyutî ve başkaları konuştuklarını dahi söylüyorlar (Allah'u a'lem) Ancak şunu da ilave edelim ki bu durum şer'i bir hüccet, bir delil değildir Naslara muhalif olmak üzere bu yolla bir hüküm ispat edilemez Zaten ruhları orada burada, hatta birden çok yerde "temessül" eden zatlar (Rasulüllah (sav)'da öyle mi, bilemiyorum), ruhlârının bu temessüllerinden kendileri haberdar olmayabilirler de(Imam Rabbanî, age N/101) Öyleyse mes'eleye sadece bir keramet olarak bakmalı ve bu durumu reddedenlere Aliyyülkâri'nin kerameti kabul etmeyen Mutezileye dediğini söylemeli: "Kendilerinde görmediler de kabul etmediler"(Ali Kârî, Serhu'1-Fıkhı'1-Ekber,113) Kaldı ki, böyle şeyleri reddederken -Allah'u a'lem- etkisinde kaldığımız Batı bir diğer cephesi ile de bu kabil şeylerle ilgileniyor ve muhtemel gördüğü her şeyin peşine düşüyor Meselâ aynı olayı çok ufak bir hata ile onlar da şöyle anlatıyorlar:"Ruhun tezahürü bazan uyanık halde de meydana gelir ve duyu organlarının sınırları ötesinde hissetmek, görmek, anlamak yetenegine sahip olanlarda "ikinci görüş dediğimiz olayı meydana getirir" (Allan Kardec)(Halûk, Egemen Sarıkaya, Duru-Görü Zaman Mekân Disi Ruhsal Gözle Görüm, Bilim Araştırma Merkezi Ist1979 s 2) Buradaki, derslere henüz "alem-i misâl"e çıkmamıştır"'Klervoyans"ya da "durugöiü", suje tarafından elde edilen enformasyonun telepatideki gibi bir diğer şahsın zihninden yada beyninden değil de dissal bir fizik kaynaktan doğrudan alındığı varsayılan bir ESP biçimidir Klervoyans için özel yetenegi olan kişilere de "Klervoyan" ya da "durugörü medyumu" denir (Encyclopedia of Psichology Vol 1, A-K)(agk)"Parapsikolojide durugöiü, normal duyuların sınırı dışında kalan, geçmiş zamana ve şimdiki zamana ait fizik objelerin para normal algılanisi olarak tanımlanır"(Sarıkaya, age 9)"Durugörü denilen gözsüz görüş yeteneği, insan varlığının sayısız normal üstü duyularından biridir Gözleriyle görmeye alismis olanlar, bu türlü bir melekenin nasıl bir görme olabileceğini, eğer başlarından durugörü deneyimi geçmemişse pek anlayamazlar ve diyebilirler ki, "böyle bir şey nasıl olur?" Oysa rüya olayını animsayıp hiç değilse bir yaklaşim kurabilirler konuya"(Sarıkaya, age arka kapak)Kısaca:l Rasülallah (sav)'in, hatta bazı evliyanın ruhları, bazı insanlara temessül edebilir Bu, onların ne bedenleri ne de ruhlarıdır belki ruhlarının misâlıdır2 Ruhların temessülü bir anda birden çok yerde gerçekleşebilir ve bundan o ruhun sahibinin haberi de olmayabilir3 Ancak dinimizde bütün bunlara inanma zorunlulugu yoktur Inanmayani; itikadî bozuklukla itham edemeyiz, belki, henüz dersi oraya çıkmadı diyebiliriz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
UZUN GÖMLEK VEYA ŞALVAR GİBİ BİR ŞEY SÜNNET VE İSLAMİ BİR KIYAFET SAYILIR MI? Ne uzun gömlek ne de şalvar İslami bir kıyafet sayılmaz Yani İslam bunların giyilmesini veya giyilmemesini emretmemiştir Kıyafet meselesi adete bağlı bir şeydir Bir memlekette uzun gömlek veya şalvar giymek adet ise giyilir, adet değil ve dikkati çekiyorsa dışarda onu giyip gezmek doğru değildir Hatta Şafi'i mezhebine göre bir memlekette bir kıyafet adet ise o memleketin ahalisinden onu giyen kimse mürüvveti ihlal ettiğinden şehadetinin reddine vesile olur Hülasa her memlekette mer'i olan kıyafete ri'ayet etmek ve halkın nazar-ı dikkatini çeken tuhaf kıyafetlerden uzak kalmak lazımdır
Avreti örtmeyecek kadar kısa veya vücudun hattını gösterecek kadar dar olmaması da şarttır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÜÇ AYLAR İslam'ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan ayları Bu aylar ve diğer dokuz ayın süreleri, ayın hareketlerine göre belirlenmektedir Kameri ayların süresi, şemsî ayların süresine nazaran değişiklik arzeder Kamerî sene, şemsî seneden on bir gün daha kısadır Ayrıca kamerî ayların diğer bir özelliği şemsî aylarda olduğu gibi senenin aynı mevsimine değil, değişik mevsimlerine tesadüf etmesidir Mesela, kamerî bir ay olan Ramazan ayı, senenin mevsimlerini dolaşır Hicrî ve kamerî aylar arasında küçük önem taşıyan ve "üç aylar" diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan ayları mübarek aylar olarak kabul edilirler Bu ayların Müslümanlarca önemli ölçüde değer kazanmasının sebepleri arasında Hz Peygamber (sas)'in bu aylar hakkında verdiği haberler gösterilebilir Rasûlüllah (sas) bir hadis-i şerifinde; "Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır" buyurmuştur Ayrıca Peygamber Efendimiz, Receb ayı girince, " Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kıl! Bizi Ramazana ulaştır" diye dua ederdi
Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise beş mübarek kandil gecesinden dördünün bu aylar içinde olmasıdır Regaib gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine, Mirac gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine, Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesine, Kadir gecesi ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar
Hz Peygamber (sas) Şaban ayında çok oruç tutardı Hz Aişe, Rasûlüllah (sas)'ın bu aydaki orucu hakkında şöyle der: "Şaban ayındaki kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim" (Tecrid-i Sarıh, VI, 295)
Ramazan ayının fazileti ise çok daha yücedir Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır: "Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır" (Müslim, Kitâbu's-Sıyam, 1)
Receb ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylar olup Ramazan ayının müjdecisidir Dinimizde ayrı bir değeri olan üç ayların, kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında ve iradenin kontrol altına alınmasında rolü büyüktür Zira Receb ve Şaban aylarının feyzinden ve bu aylarda bulunan Regaib, Mirac ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan bu kişi Ramazan ayında ise her türlü kötülükten kendini uzak tutar ve insanî vasıf larının artmasına gayret eder Nihayet Kadir gecesinde yapacağı ibadet ve tevbe ile manevî hazza ulaşır
Bu nedenle özellikle, bu aylarda bol bol istiğfar etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'ân okumak ve dua etmek en uygun davranışlardır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÜÇ AYLAR VE KADIN Ömürde bir defa üç ayları (Recep, Şaban, Ramazan) tam olarak oruç tutmak gerekir, ya da çok faziletlıdır, diyorlar Kadınlar âdet gördüklerine göre bu nasıl mümkün olacak?
Üç Aylar denilince memleketimizde Recep, Şaban ve Ramazan ayları akla gelir Bunlardan Ramazan Aymn üstünlükleri, anlatmaya gerek duyulmayacak kadar açıktır Sâ'ban Aymn üstünlüklerine dair de hadis-i şerifler vardır Recep Ayı'nın üstünlüğünden söz eden hadisler ise ya asılsızdır ya da zayıftır (70 Gerçi bir hadis-i serîfte, Rasûlüllah'ın (sav) Recep ayı girdiğinde: "Allahim! Recep ve Şa'ban'da bize bereket ver ve bizi Ramazan'a ulaştır" buyurduğu vâriddir ama, bu da Receb'in oruç konusunda üstünlüğünü göstermez (bk Kesfu'I-hafâ I/213 Beyhakî, Su'abu'Iiman'dan; el-Hindî VI/79, XIV/176)) Bu konuda sahih hadis yoktur (71 es-Subkî, el-Menhel X/54-58,184-189; Ali Kârî, el-Esrâru'I-merfû'a 438-39 (Ali Kârî'nin el-Edep Fi'r-Recep ve "el-Kiv'am li's-siyâm" adlı rîsaleleri konu olarak bu mevzuyu işler)) Receb'in de faziletli sayılması, Haram Aylar'dan biri olması sebebiyle olsa gerektir Üç aylar peşpeşe oruç tutmak diye bir şey yoktur Rasûlüllah ne kendisi böyle bir oruç tutmus ne de ümmetine tavsiye etmiştir Ancak Şaban Ayında oruç tutmanın faziletlerinden söz edilmiş, hattâ Şabanı Rasûlüllahın tamamen tuttuğu olmuştur(71/a Buharî, savm 52) Ama Ramazan dışında hiçbir ayı tam tutmadığı rivayetleri daha güçlüdür(71/b Buharî, savm 53; Müslim, siyam 34; Ibn Mâce, siyam 30; Tirmizî, savm 57)Ayrıca, özellikle zorlanacak olanlar için, Şabanın son yarısında oruç,tutmamak tavsiye edilmiştir: Tâ ki, Ramazana güçlü girilsin ve Ramazan orucu şevkle ve zevkle tutulsun Şimdi üç aylar orucu diye bir şey olmadığına göre, bunda kadınlar erkeklerden farklı değildir Ama olsaydı yine farz olmazdıKadınlar sadece âdet günlerinde tutmaz, diğer günler devam ederlerdi: Nitekim keffareti de böyle tutarlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÜCRET MUKABLINDE HALKIN HIZMETINDE BULUNAN BIR MEMUR, HASTA OLMADIĞI HALDE KENDI KENDINI HASTA OLARAK GÖSTERIP RAPOR ALAN KİMSENIN DINEN MESULIYETI VAR MIDIR? Hasta olmayan, ücret mukabılinde halkın hizmetinde bulunan bir memur, hasta olmadığı halde kendini hasta gösterip rapor alırsa, üç yönden büyük bir vebalın altına girmiş olur

1- Kendini hasta olarak göstermekle yalan söylemek,
2- Amme hizmetini bırakıp onların işlerini aksatmak,
3- Hizmet vermeden haram bir ücret almaktır

Mesela bir sağlık ocağında görev yapan bir doktor veya sağlık memuru hasta olmadığı halde sırf keyfi olarak rapor alıp vazifesini bırakırsa müslüman halka ne kadar zarar verdiği malumdur Yine irşad vazifesinde görevli bir din adamı haksız yre rapor alıp kutsal vazifesini terk ederse ne büyük bir hiyanet işlediği herkesin malumudur (Rüdud 'ala Ebatıl)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÜZERİNDE AYET-İ KERİME YAZILI BULUNAN PARA VEYA PARMAĞINDA ALLAH'IN VEYA PEYGAMBER'İN İSMİ YAZILI BULUNAN BİR YÜZÜK BULUNSA HELAYA GİDEBİLİR Mİ? Cebinde üzerinde ayet-i kerime veya Allah'ın ismi yazılı bulunan para veya parmağında Allah ve Peygamber ismi bulunan bir yüzük bulunursa helaya gitmek istediği zaman onu çıkarması icab eder Enes bin Malik'den rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) helaya bittiği zaman elindeki yüzüğü çıkardı Çünkü üzerinde "Muhammed Resulüllah " ibaresi yazılı idi
 
Üst Alt