[SOLAAL]İmanda kemale yürüyen ve Allah'la sıkı bir münasebete geçen insanın düşünce ve tavırlarında şaşmayan bir doğruluk, mütemadi bir samimiyet, sürekli bir ciddiyet ve bir uhrevîlik ahlâkı belirir. [/SOLAAL]
O insanın iç fotoğrafı haline gelen bu ahlak, diyanet mülahazasıyla işlene işlene zamanla onun bütün davranışlarına akseder.. eline-ayağına, gözüne-kulağına, diline-dudağına, sesinin tonuna, vurgularına ve hatta mimiklerine bile hükmünü geçirir.. ve nihayet insanın ruhuna kendi manasının şeklini veren bu iç resim onun tavırlarında okunan manevi bir kaside hâline gelir; zaten, "Görüldüğünde Allah hatırlanır" hakikati de bu kıvamdaki bir mü'mini belirtir.
Büyük hadis âlimi Abdullah b. Mesleme -tarihte binlerce emsali bulunan- bu mü'minlerden biridir. Öyle ki, Ka'nebî diye tanınan bu büyük insan, bir topluluğa uğradığı zaman onun görünüşünde müşahede ettikleri mehabetten dolayı oradaki insanlar "Sübhanallah", "Lâ ilâhe illallah" demekten kendilerini alamazlarmış. Kendisini görenlerden birinin "Ne zaman Ka'nebî'yi ziyarete gitsek onu uçurumun kenarındaymış da neredeyse Cehennem'e düşüverecekmiş gibi bir vaziyette görürdük." diyerek vasfettiği bu hak dostunun hâli elbette ki çevresindekilere tesir etmiştir. Yine, Abdurrezzak b. Hemmam, döneminin en büyük âlimlerinden birisi olarak bilinen İbn Cüreyc hakkında demiştir ki: "Onu ilk gördüğüm zaman 'İşte Allah korkusundan yanıp tutuşan bir hak dostu!..' demeden edemedim." Evet, o hakikat erlerinin uzun boylu sözler söylemelerine gerek yoktur. Halleri imanlarına şahittir onların. İnsan, çehrelerine nazar edince alacağını alır; gözlerinin içine bakınca ruh inceliklerini görür ve ürperir.
Hâsılı; şayet çehresinde pırıl pırıl bir hayâ, davranışlarında dupduru bir samimiyet ve vicdanında da köpük köpük bir heyecan bulunan nesiller yetiştirmek istiyorsak, önce kendimiz ilim ufkunun ötesinde hakîkat nurlarına ulaşabilmiş, bedene ait arzu ve isteklerini zarûret çerçevesine hapsetmiş ve hep O'nu seslendirme, O'nunla nefes alıp-verme azmiyle gerilmiş ciddi, vakur, ağırbaşlı kimseler olmalıyız. Sonra da, maddî-mânevî hiçbir şey beklemeden, dünyevî-uhrevî hiçbir sevdaya kapılmadan, en içten ve şefkat dolu bir edayla neslimize el uzatmalıyız. Tabii, bunu yaparken de, vakar ve ciddiyeti hiçbir zaman abus çehrelilik, somurtkanlık, sertlik ve huşunetle karıştırmamalı; şefkatli, içten, candan ve sevimli olmayı da sulu, laubali, alaycı ve ciddiyetsiz bir hale bürünme şeklinde algılamamalıyız.
O insanın iç fotoğrafı haline gelen bu ahlak, diyanet mülahazasıyla işlene işlene zamanla onun bütün davranışlarına akseder.. eline-ayağına, gözüne-kulağına, diline-dudağına, sesinin tonuna, vurgularına ve hatta mimiklerine bile hükmünü geçirir.. ve nihayet insanın ruhuna kendi manasının şeklini veren bu iç resim onun tavırlarında okunan manevi bir kaside hâline gelir; zaten, "Görüldüğünde Allah hatırlanır" hakikati de bu kıvamdaki bir mü'mini belirtir.
Büyük hadis âlimi Abdullah b. Mesleme -tarihte binlerce emsali bulunan- bu mü'minlerden biridir. Öyle ki, Ka'nebî diye tanınan bu büyük insan, bir topluluğa uğradığı zaman onun görünüşünde müşahede ettikleri mehabetten dolayı oradaki insanlar "Sübhanallah", "Lâ ilâhe illallah" demekten kendilerini alamazlarmış. Kendisini görenlerden birinin "Ne zaman Ka'nebî'yi ziyarete gitsek onu uçurumun kenarındaymış da neredeyse Cehennem'e düşüverecekmiş gibi bir vaziyette görürdük." diyerek vasfettiği bu hak dostunun hâli elbette ki çevresindekilere tesir etmiştir. Yine, Abdurrezzak b. Hemmam, döneminin en büyük âlimlerinden birisi olarak bilinen İbn Cüreyc hakkında demiştir ki: "Onu ilk gördüğüm zaman 'İşte Allah korkusundan yanıp tutuşan bir hak dostu!..' demeden edemedim." Evet, o hakikat erlerinin uzun boylu sözler söylemelerine gerek yoktur. Halleri imanlarına şahittir onların. İnsan, çehrelerine nazar edince alacağını alır; gözlerinin içine bakınca ruh inceliklerini görür ve ürperir.
Hâsılı; şayet çehresinde pırıl pırıl bir hayâ, davranışlarında dupduru bir samimiyet ve vicdanında da köpük köpük bir heyecan bulunan nesiller yetiştirmek istiyorsak, önce kendimiz ilim ufkunun ötesinde hakîkat nurlarına ulaşabilmiş, bedene ait arzu ve isteklerini zarûret çerçevesine hapsetmiş ve hep O'nu seslendirme, O'nunla nefes alıp-verme azmiyle gerilmiş ciddi, vakur, ağırbaşlı kimseler olmalıyız. Sonra da, maddî-mânevî hiçbir şey beklemeden, dünyevî-uhrevî hiçbir sevdaya kapılmadan, en içten ve şefkat dolu bir edayla neslimize el uzatmalıyız. Tabii, bunu yaparken de, vakar ve ciddiyeti hiçbir zaman abus çehrelilik, somurtkanlık, sertlik ve huşunetle karıştırmamalı; şefkatli, içten, candan ve sevimli olmayı da sulu, laubali, alaycı ve ciddiyetsiz bir hale bürünme şeklinde algılamamalıyız.
Son düzenleme: