Bugün Allah rızası için yapılacak dünyalar kıymetinde bir iş var. Öyle bir iş ki, dünyevî cihetle bin defa İstanbul’un fethine takaddüm eder; gavsiyetten, kutbiyetten çok önce gelir. Bu iş, O’nun âleme tanıtılması, Hz. Muhammed aleyhisselam’ın muhtaç ruhlara duyurulmasıdır. Öyleyse, bırakalım büyük iddiaları, boş lafları da bu vazifeyi yapmaya çalışalım. Dinimizi doğru bir şekilde başkalarına duyurma yolları arayıp bulalım. Allah’ın bize nasip ettiği bu eşsiz hakikatleri çocuğuyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle bütün dünyaya birden nasıl duyurabiliriz, bunun derdiyle dertlenelim.Onun için, en önemli mesele Müslümanlarda yeniden bir kere daha İslâmî heyecan uyarmaktır. Kendilerini unutacak ve sadece beşerin ebedî saadetini düşünecek kadar, bir kere daha dinî heyecan uyarmak. Zaten sadece nefsimiz için yaşıyor ve kendimizi hatırlıyorsak, hatırlanması gerekli olanı hatırlayamayız. Bizi mahveden de yalnızca kendi nefsini düşünen insanların kabalıkları değil midir?..Bir Dakika Müsaade Buyur!Yapmamız gereken işin keyfiyeti çok önemlidir. Biz Allah’ın rızasını kazanmak için î’la-yı kelimetullah vazifesinde bulunmaya çalışıyoruz. Yeryüzünde bundan daha yüce ve daha mukaddes bir vazife de bilmiyoruz. Bu vazife cennetlere tercih edilir. Birinin hidayetine vesile olacağımız zaman cennet kapılarının yedisi, sekizi birden açılsa, bize “içeriye buyurun” dense, teşrifatçılar bizi istikbâl etse.. arkada hidayeti söz konusu olan o şahsı düşünüp, “Biraz durun, ben şununla bir müddet meşgul olayım, sonra gelirim oraya..” diyebileceğimiz kadar mukaddestir bu vazife.Bu sözü daha ileriye de götürebilirim... Yani; herkesin O’na doğru koştuğu, uçtuğu Cemâlullah’ı müşâhede meselesinde bile “Ya Rab! Tek gelmemek için şunu da yanımda getirmek istiyorum, bana bir dakika müsaade buyur.” desek sezâdır. Gerçi, vuslata karşı dayanma âşığın ölümüdür. “Bir dakika müsaade et.” demek bu mesleğin yolcuları için bir ölüm olsa da, onlar “Hele biraz daha yanayım.” der ve bir insanın daha imanının kurtulmasını her şeye tercih ederler.“Bir-iki kişi tanıyıp kabul etse ne olacak.” diyemeyiz. Bu vazifeyi yaparken anlattıklarımızı insanların kabul edip etmemesi ya da “evet” diyenlerin sayısı da bizi çok alakadar etmez. Ardına düştüğümüz şey sadece hayalimize yerleştirdiğimiz yüksek idealimiz ve gayemizdir, Allah’ın rızasıdır. İnsanların gönüllerine girip kabul ettirmek bizim elimizde değildir. Ne var ki, Cenâb-ı Hakk’ın izin ve inayetiyle damlalar bir araya gelir, zamanla bir çaya, bir çağlayana dönüşür. Şimdiye kadar da hep öyle olmuştur.Vazife çok büyük.. İsterseniz “Biz o işin eri değiliz.” deyin. O da meselenin ayrı bir derinliği.. Hiçlikten varlığa yürümek.. O kutlu Zat da, “Hiç ender hiç olan bu kardeşiniz” diyor. Evet, kendini “hiç” olarak görmek çok önemlidir; aynı zamanda bu, meselenin en derin yanıdır. Ben’in (enaniyetin) burnunu kıran bir balyozdur o. Ve hepimizin böyle bir balyoza ihtiyacı var. Ene’nin burnunu kırdığımız zaman “hüve (O)” görünür.Cenâb-ı Hak her birinizi tutup bir yere koymuş. Başkasını değil sizi tutmuş, başka yere değil bulunduğunuz mekâna koymuş. Öyleyse düşünmek lazım, “Bizi hangi hikmete binaen buraya koydu. Abes iş yapmayacağına ve her işinde hikmetler bulunduğuna göre, acaba ne istiyor bizden?” Sekizinci Söz’de dendiği gibi: “Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm, Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım. Senin rızanı istiyor ve Seni arıyorum. Ey bizi bu gurbete atan Allah’ım! Bundan muradın ne ise onu benim vicdanıma duyur. Ve sadece duyurmakla kalma, beni o duyguyla doyur. Bu işin hakkını vermeye, bu vazifenin gereğini yapmaya muvaffak eyle.” demeli. Hiçbir şey öyle tesadüf ve rastlantı gibi görünmüyor. Belli ki her hadiseyle kendini anlatan biri var. O bizi çölün ortasına da atsa bizimle bir şey yapmak istiyordur; bizden bir muradı vardır. Öyleyse şaşkınlığa düşmemek, O’na sığınmak ve bizden istediğini yerine getirmek lazımdır.O’nu Duymayan Gönül ÖlüdürBu düşüncede olunmazsa dünya hayatı yaşanmaya ve ebedî bir hayat varken burada kalmaya da değmez. İnsan kıymetli şeyler yapmalı. Her gün bir kere daha cenneti kazanmalı. Her gün bir kere daha Rabb’ini tanımalı. Her gün bir kere daha değişik buudda mehâfet ve mehâbet atmosferi içinde bulunmalı ki, yaşamaya değsin. Hayat O’nunla irtibatlı götürülürse hayattır. Yoksa cismen ölü olmayanlara da Kur’an ölü nazarıyla bakıyor. “İnneke lâ tüsmiu’l mevtâ - Ölülere duyuramazsın.” (Neml, 27/80) diyor.. O’nu duymayan gönüller ölüdür. O’nunla beraberlik arkasına düşmeyenler, her gün bir adım daha kendini O’na yakın hissetmeyenler ölüdür. Hayatını O’nun rızasına bağlı götürmeyenler, O’nun huzurunda duruyor gibi davranmayanlar -derecelerine göre- ölüdür.Ayrıca, dünya hayatı itibarıyla bazı şeylerden mahrum yaşamak da çok önemli değildir. Bazen insanın aklına yurt-yuva, köşk-kasr gelebilir; bence bu konuda da Yunus gibi davranmalı ve “Bana Sen’i gerek.” demeli. Hatta “Nasıl olsa ötede verirler.” gibi bir beklenti ve telakkî bile, bir makama göre, O’na karşı saygısızlık olur. O ister verir, ister vermez.
Devami...