Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından Cennete girecekleri daha hayatta iken kendilerine müjdelenen on sahabiye “Aşere-i Mübeşşere” denilmektedir. Bu on sahabi; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Zübeyr b. Avvam, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Hz. Said b. Zeyd’dir (radıyallâhu anhüm ecmain).
Şunu belirtmekte yarar var: Sahabe-i kiram arasında sadece bu on sahabiye “Cennetliksin” denmesi, ne yaparlarsa yapsınlar, hep istikameti takip ettiklerini vurgulamak içindir. Bu, önemli bir husustur. Esasen bütün mü’minler, Cennete gireceklerdir ama yukarıda bahsini ettiğimiz on sahabiye, “Cennetliksin” denmesi, onlara özel bir iltifat ve değer ifade etmektedir. Bu durum, diğer sahabiler için, hususî mahiyette değil de mutlak olarak zikredilmiştir.
Zor Zamanda Sahip Çıkanlar
Evvelâ herkes, Efendimiz’e sırtını döndüğü günlerde onlar, Allah Resûlü’ne ve Kur’ân’a sahip çıkmışlardır. Gökte, yalancı bir şimşeğin dahi çakmadığı, ümit verebilecek hiçbir sebep ve faktörün ortada bulunmadığı, inen ayetlerin sayısı beş veya altıya varmadığı bir zorlu dönemde bu büyük hakikate sahip çıkmak yüksek bir payedir.
İlk Müslümanlardan Hz. Ebû Bekir’in gayretleriyle Hz. Osman, Said b. Zeyd ve arkasından Sa’d b. Ebî Vakkas İslâm dairesine girmişlerdir. Hz. Ali, Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Sa’d b. Ebî Vakkas da Allah Resûlü’nün yanında yer alan ilklerdendir. Öyle ki, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, daha on sekiz yaşlarındayken henüz gözüne günah girmeden annesinin bütün ısrarlarına rağmen, hatta “Ölsen bile anne, ben, gönül verdiğim o hakikatten dönmeyeceğim!” diyecek kadar civanmert bir zattır. Hz. Ebû Bekir, o dönemin zorluğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “Ölümü göze almadan dışarıya çıkmaya cesaret edemezdik! Ve bir yere girmeye de…”
İkinci olarak, bu sahabiler, hangi perdeden işin içine girmişlerse, bitirirken de aynı seviyede bitirmişlerdir. Yani duygu ve düşüncelerinde zerre kadar sapma göstermemiş ve olabildiğine civanmert bir şekilde hep Allah Resûlü’nün yanında kalabilmişlerdir.
Ufukların olabildiğine karanlık olduğu, kurtuluş adına hiçbir ümit emaresinin bulunmadığı bir dönemde onlar, asla ümitsizliğe düşmemişlerdir. Gün olmuştur ki, vatanlarından, çoluk çocuklarından ayrılıp hicret etmeleri istenmiş, onlar tereddüt etmeden bu emri de yerine getirmişlerdir. Yine onlar Medine’ye geldiklerinde, “Biz önce Müslüman olduk. Medineli kardeşlerimize karşı bir üstünlüğümüz vardır.” iddiasına kalkışmamışlar ve mahviyetle derinliklerine derinlik katmışlardır.
Evet, Aşere-i Mübeşşere’nin o devirde de kıymetlerini ve kadirşinaslıklarını koruduklarını görüyoruz. Onlar, hayatlarının sonuna kadar tuttukları zirveyi hep korumuş ve dünya metaı karşısında hiç mi hiç eğilmemişlerdir. Ticareti çok iyi bilen bu insanlar, gün gelmiş ticaret sayesinde Medine’nin en zenginleri hâline gelmişlerdir; ancak dünya karşısında asla serfüru etmemiş ve onlar her zaman safvet ve sadeliklerini korumuşlardır. Yerinde Hz. Osman beş yüz deveyi yükü ile beraber hibe etmesini bilmiş, Hz. Abdurrahman b. Avf ise, varlığı ne kadarsa, hepsini Allah yolunda infak etmesini bilmiş ve hep birer örnek teşkil etmişlerdir.
Öndekilere Vefa
Burada şunu da ifade etmekte fayda var: Her hizmette ilk defa bayrağı çeken ve doğrulup ruhunun ilhamlarını her tarafa haykıran insanlar, hiçbir zaman unutulmamalıdır ve zaten unutulmamıştır da. Bu husus, günümüz için de aynıyla geçerlidir. İman ve Kur’ân davasına hizmet eden ve bu işin bayraktarlığını yapan insanlar ciddî sıkıntılar yaşamışlar ve işin bugünlere gelmesine vesile olmuşlardır. Bu insanlar sayesinde her şeyin düzlüğe çıktığını duyuyor ve biz biraz daha rahat ediyoruz. İnşâallah bizden sonra gelecekler, daha da rahat edecek ve belki de bizi hayırla anacaklardır.
Evet, arkadan gelenler, önlerinde onlara çığır açan ve onlar için bu şehrâhı hazırlayan insanları daima hayırla yâd edeceklerdir ki, bu aynı zamanda Kur’ân’ın öğrettiği bir edeptir. Nitekim “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek mü’minler): ‘Ey kerim Rabb’imiz, derler, bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi affeyle! İçimizde mü’minlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur yâ Rabbenâ, çünkü Sen Raûfsun, Rahîmsin! (şefkat ve ihsanın son derece fazladır).” (Haşir, 59/10) âyet-i kerimesi bu hakikati dile getirmektedir.
Biz burada, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatıyla alâkalı, Kur’ân’ın yardımıyla tavzih edilip aydınlığa kavuşturulan bir mevzu üzerinde durmaya çalıştık. Her iman ve Kur’ân’a hizmet hareketinde mutlak bir öncü grup olmuştur. Bunlar, o muallâ ve mukadder mevkilerini daima zihinlerimizde ve gönüllerimizde korumalıdırlar.
Bu dava uğrunda hapse girenleri, çile çekenleri, köy köy, kasaba kasaba sürgüne yollananları, mahbeslerde kendilerine yer hazırlananları Allah unutmamıştır ve bizim de onları unutmamamızı istemektedir. Onları daima, kadirşinaslık içinde hayırla anmak bizim için bir vecibedir. Rabb’imizden niyaz edelim, bize iyi eserler bıraktırsın ve bizden sonrakiler de bizi hayırla yâd etsinler…
1- Sahabe-i kiram arasında sadece on sahabiye “Cennetliksin” denmesi, ne yaparlarsa yapsınlar, hep istikameti takip ettiklerini vurgulamak içindir.
2- Cennetle müjdelenen bu on sahabi, hayatlarının sonuna kadar tuttukları zirveyi hep korumuş ve dünya metaı karşısında hiç mi hiç eğilmemişlerdir.
3- Bu dava uğrunda hapse girenleri, çile çekenleri, sürgüne yollananları, Allah unutmamıştır ve bizim de onları unutmamamızı istemektedir.
Şunu belirtmekte yarar var: Sahabe-i kiram arasında sadece bu on sahabiye “Cennetliksin” denmesi, ne yaparlarsa yapsınlar, hep istikameti takip ettiklerini vurgulamak içindir. Bu, önemli bir husustur. Esasen bütün mü’minler, Cennete gireceklerdir ama yukarıda bahsini ettiğimiz on sahabiye, “Cennetliksin” denmesi, onlara özel bir iltifat ve değer ifade etmektedir. Bu durum, diğer sahabiler için, hususî mahiyette değil de mutlak olarak zikredilmiştir.
Zor Zamanda Sahip Çıkanlar
Evvelâ herkes, Efendimiz’e sırtını döndüğü günlerde onlar, Allah Resûlü’ne ve Kur’ân’a sahip çıkmışlardır. Gökte, yalancı bir şimşeğin dahi çakmadığı, ümit verebilecek hiçbir sebep ve faktörün ortada bulunmadığı, inen ayetlerin sayısı beş veya altıya varmadığı bir zorlu dönemde bu büyük hakikate sahip çıkmak yüksek bir payedir.
İlk Müslümanlardan Hz. Ebû Bekir’in gayretleriyle Hz. Osman, Said b. Zeyd ve arkasından Sa’d b. Ebî Vakkas İslâm dairesine girmişlerdir. Hz. Ali, Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Sa’d b. Ebî Vakkas da Allah Resûlü’nün yanında yer alan ilklerdendir. Öyle ki, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, daha on sekiz yaşlarındayken henüz gözüne günah girmeden annesinin bütün ısrarlarına rağmen, hatta “Ölsen bile anne, ben, gönül verdiğim o hakikatten dönmeyeceğim!” diyecek kadar civanmert bir zattır. Hz. Ebû Bekir, o dönemin zorluğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “Ölümü göze almadan dışarıya çıkmaya cesaret edemezdik! Ve bir yere girmeye de…”
İkinci olarak, bu sahabiler, hangi perdeden işin içine girmişlerse, bitirirken de aynı seviyede bitirmişlerdir. Yani duygu ve düşüncelerinde zerre kadar sapma göstermemiş ve olabildiğine civanmert bir şekilde hep Allah Resûlü’nün yanında kalabilmişlerdir.
Ufukların olabildiğine karanlık olduğu, kurtuluş adına hiçbir ümit emaresinin bulunmadığı bir dönemde onlar, asla ümitsizliğe düşmemişlerdir. Gün olmuştur ki, vatanlarından, çoluk çocuklarından ayrılıp hicret etmeleri istenmiş, onlar tereddüt etmeden bu emri de yerine getirmişlerdir. Yine onlar Medine’ye geldiklerinde, “Biz önce Müslüman olduk. Medineli kardeşlerimize karşı bir üstünlüğümüz vardır.” iddiasına kalkışmamışlar ve mahviyetle derinliklerine derinlik katmışlardır.
Evet, Aşere-i Mübeşşere’nin o devirde de kıymetlerini ve kadirşinaslıklarını koruduklarını görüyoruz. Onlar, hayatlarının sonuna kadar tuttukları zirveyi hep korumuş ve dünya metaı karşısında hiç mi hiç eğilmemişlerdir. Ticareti çok iyi bilen bu insanlar, gün gelmiş ticaret sayesinde Medine’nin en zenginleri hâline gelmişlerdir; ancak dünya karşısında asla serfüru etmemiş ve onlar her zaman safvet ve sadeliklerini korumuşlardır. Yerinde Hz. Osman beş yüz deveyi yükü ile beraber hibe etmesini bilmiş, Hz. Abdurrahman b. Avf ise, varlığı ne kadarsa, hepsini Allah yolunda infak etmesini bilmiş ve hep birer örnek teşkil etmişlerdir.
Öndekilere Vefa
Burada şunu da ifade etmekte fayda var: Her hizmette ilk defa bayrağı çeken ve doğrulup ruhunun ilhamlarını her tarafa haykıran insanlar, hiçbir zaman unutulmamalıdır ve zaten unutulmamıştır da. Bu husus, günümüz için de aynıyla geçerlidir. İman ve Kur’ân davasına hizmet eden ve bu işin bayraktarlığını yapan insanlar ciddî sıkıntılar yaşamışlar ve işin bugünlere gelmesine vesile olmuşlardır. Bu insanlar sayesinde her şeyin düzlüğe çıktığını duyuyor ve biz biraz daha rahat ediyoruz. İnşâallah bizden sonra gelecekler, daha da rahat edecek ve belki de bizi hayırla anacaklardır.
Evet, arkadan gelenler, önlerinde onlara çığır açan ve onlar için bu şehrâhı hazırlayan insanları daima hayırla yâd edeceklerdir ki, bu aynı zamanda Kur’ân’ın öğrettiği bir edeptir. Nitekim “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek mü’minler): ‘Ey kerim Rabb’imiz, derler, bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi affeyle! İçimizde mü’minlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur yâ Rabbenâ, çünkü Sen Raûfsun, Rahîmsin! (şefkat ve ihsanın son derece fazladır).” (Haşir, 59/10) âyet-i kerimesi bu hakikati dile getirmektedir.
Biz burada, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatıyla alâkalı, Kur’ân’ın yardımıyla tavzih edilip aydınlığa kavuşturulan bir mevzu üzerinde durmaya çalıştık. Her iman ve Kur’ân’a hizmet hareketinde mutlak bir öncü grup olmuştur. Bunlar, o muallâ ve mukadder mevkilerini daima zihinlerimizde ve gönüllerimizde korumalıdırlar.
Bu dava uğrunda hapse girenleri, çile çekenleri, köy köy, kasaba kasaba sürgüne yollananları, mahbeslerde kendilerine yer hazırlananları Allah unutmamıştır ve bizim de onları unutmamamızı istemektedir. Onları daima, kadirşinaslık içinde hayırla anmak bizim için bir vecibedir. Rabb’imizden niyaz edelim, bize iyi eserler bıraktırsın ve bizden sonrakiler de bizi hayırla yâd etsinler…
1- Sahabe-i kiram arasında sadece on sahabiye “Cennetliksin” denmesi, ne yaparlarsa yapsınlar, hep istikameti takip ettiklerini vurgulamak içindir.
2- Cennetle müjdelenen bu on sahabi, hayatlarının sonuna kadar tuttukları zirveyi hep korumuş ve dünya metaı karşısında hiç mi hiç eğilmemişlerdir.
3- Bu dava uğrunda hapse girenleri, çile çekenleri, sürgüne yollananları, Allah unutmamıştır ve bizim de onları unutmamamızı istemektedir.
Moderatör tarafında düzenlendi: