Yalnızlık Halleri

ceylannur

Yeni Üyemiz
Yalnızlık Halleri

Çevreniz adeta etten bir duvarla örülü. Sokağa çıktığınızda baş döndüren bir kalabalık... Bir köyün toplam nüfusu kadar insanın yaşadığı bir apartman dairesinde, kasaba nüfusuna yakın bir sitede ikamet ediyorsunuz. Ama ruhunuzu bir kurt gibi içten içe kemiren o duygu; yalnızlık!..

Belki siz iyisiniz, yalnız değilsiniz ama dağ başında yaşamayı özletecek ölçüde bunaltan bu kalabalıkta kendini öyle yalnız hissedenler var ki, düştükleri girdapta kendi kendilerine bulanıp durulmaktalar.

Yaşadığımız şu modern zamanlarda her ne kadar evlerimizde iki-üç televizyon, biri cebimizde olmak üzere birkaç telefon, internet, vs. mevcut olsa da, iletişim araçları (avuntulukları mı demek lazım?) insan ruhunun derinliklerinde saklı “iletişim kurma, anlama ve anlaşılma” ihtiyacını karşılamaktan fersah fersah uzak.

Yadırgamamak, kınamamak lazım, kalabalık bir ailede yaşıyor olsa da, insan öyle bir yalnızlık içinde olabiliyor ki, bazen ‘hastalık derecesinde' rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Görünürde şikayet etmiyor olmak, sorun yok manasına gelmiyor. Zira çoğu kişi yalnızlıktan kaynaklanan sıkıntılarını tanımakta ve tanımlamakta mahir değildir.

Çağdaş kültürün faturası

Günümüzde gittikçe yaygınlaştığı şekilde sosyal ilişkilerdeki sığlık, seviyesizlik ve umulan ölçüde derinlik bulamama hali tatmin düzeyini düşürdükçe, kişi ‘tuhaf olan ben miyim yoksa elalem mi?' diye düşünür durur. Diğer taraftan duygu ve düşüncelerini paylaşma neticesinde istismar edilenler, incinenler, derinden yaralananlar da az değil. Nihayetinde azımsanmayacak oranda bir grup insan, isteyerek veya istemeyerek başkaları ile arasına öyle bir mesafe koyar ki, ipek böceğinin kendini kozaya hapsetmesi gibi kendi yalnızlığına gömülür.

Yalnızlık kıskacında kıvrananların bir kısmı içinde bulundukları halet-i ruhiyeden şikayetçi olmakla beraber, sorunun kaynağını fark edemezler ve dolayısıyla ne yapacaklarını da bilemezler. Böylece yalnızlık mutsuzluğu, mutsuzluk yalnızlığı beraberinde getirir, kişi bir kısır döngüye hapsolur.

Özellikle modern kent hayatının, kendi dünyası içinde koşuşturup duran kalabalıkların, dünya ile irtibatı kesilmiş hissi veren gökdelenlerin insanoğluna sunmuş olduğu bir olgudur yalnızlık. Depresyon, yabancılaşma, bağımlılık derecesinde tiryakilikler, sebebi anlaşılamayan içsel huzursuzluk, kendine yönelme veya boşvermişlik , hep yalnızlığın yan ürünleridir.

Kaçınılmaz bir teslimiyet olmamalı bu. İnsan kendini ve sosyal ilişkilerini zaman zaman derinlemesine gözden geçirmeli. Başkalarının ona davranışı kadar, kendisinin de çevresine ne verebildiğini analiz etmeli. Miadı dolmuş bir mal gibi bir köşeye terk edilen yaşlılar kadar, çok sayıda insanla ‘merhaba' düzeyinde muhatap olan genç insanlar da yalnızlık hissedebilir. Çok sayıda insanla tanışmaktan ziyade, az sayıda insanla paylaşmak daha evlâdır yalnızlığı giderebilme hususunda.

Yalnız insan davranışları

Yalnız kimselerin en belirgin özelliği, aşırı ölçüde televizyon izlemeleridir. Şüphesiz içlerindeki sosyal doyumsuzluğu, psikolojik tatminsizliği bu yolla karşılama çabasındadırlar. Çoğu kez dalgın bir vaziyette televizyon karşısında uyuyup kalırlar. Balkonlarda veya kalabalık ortamlarda oturup, saatlerce çay-sigara içip geleni-geçeni seyrederler. Dıştan bakıldığında fevkalade sosyal gibi görünebilirler. Oysa iç alemleri dipsiz bir kuyuya düşmüş gibidir. Gün olur, kendilerini gökteki yıldızlar kadar yeryüzüne, insanlara uzak hissederler.

Bu uzaklık, şüphesiz psiko-sosyal nitelikte bir mesafedir. Nitekim yakın çevrede, mesela hemen yan odada veya karşı dairede insanlar vardır, lâkin olmayan şey ‘iletişim'dir. Arkadaşlık etmek ile dostluk kurmak aynı şey değildir.

Özellikle ergenlik çağında içe kapanma ile birlikte görülen ve depresif bir mizacın oluşumuna neden olan yalnızlığa dikkat etmek gerekir. Bu çağda gencin ailesinden bağımsızlaşma ve özerkleşme çabalarını içeren çatışmaların onu yalnızlığa sürüklemesine fırsat verilmemelidir. Ergenlik döneminde pek çok genç, ailesi ile birlikte sosyal ilişkiler içerisinde olmaktan hoşlanmazlar. Onlarla gezmeye gitmezler, eve gelen misafirler ile de sadece ‘hoş geldiniz' düzeyinde irtibat kurarlar! Bu yaşlar yakın arkadaşlıklar kurmanın altın çağıdır. Bir aksama veya başarısızlık ömür boyu sürebilecek özgüven eksikliğine ve insanlardan kaçmaya neden olabilir.

Derin sebepler

Kendi kişisel tercihleri ile yalnızlığı seçenleri bir yana bırakıp, istemeden yalnız kalanların ve bu durumdan rahatsız olanların durumları gözden geçirildiğinde şu alt sebeplerle karşılaşılır:

İletişim kurma becerisinin geliştirilmemiş olması. Hayatın ilk yıllarından itibaren sosyal ilişkiler ağı içerisinde olagelen insan çevresini etkiler ve başkalarından etkilenir. Emme, ağlama gibi doğuştan gelen refleksler hariç, tüm davranışlar sosyal çevre tarafından bireye kazandırılır, böylece de kişilik oluşur.

Bize ne kadar öğretilmişse, bizimle nasıl iletişim kurulmu ş sa , biz de çevremize o şekilde davranırız. Erken yaşlarda çocuk tatmin edici nitelik ve nicelikte bir iletişim örgüsü içerisinde yer almamışsa, duygu ve düşüncelerini ifade etme imkanı ve destekleyici ortam bulamamışsa, iletişim alanında ciddi sıkıntılar yaşaması da kaçınılmazdır.

Kelime hazinemiz, duyguları anlama ve kendimizi ifade edebilmeyi, yani nerede neyi ne şekilde söyleyeceğimiz ve gelen mesajları doğru algılayıp nasıl karşılık vereceğimizi belirler. Kısaca, kelimeler iletişim kurma becerisinin ana hatlarını oluşturur. Çoğu yalnız insan anlaşılamadığından ve kendini anlatamadığından yakınır. Oysa asıl sorunu anlatma ve anlama becerisine dairdir.

İletişim tarzı da önemli bir faktördür. Kaba-saba konuşmak ile nezaket, emretmek ile ricada bulunmak, ödüllendirme veya cezalandırmayı tercih, iletişim tarzını ele veren hallerdir. Özellikle karşıdaki kişiyi yargılamaya, suçlamaya yönelik bir iletişim tavrı, kısa sürede karşıdaki kişiyi bizim ne demeye çalıştığımızı anlamaktan uzaklaştırır, kendini savunmaya geçirir. Nihayetinde hatlar kopar ve iletişim ortamı kişilerin kendi kendine konuştuğu bir monologa dönüşür.

Yalnızlığın derinliklerinde, benimsenen temel değerler, dünya görüşü ve düşünce farklılıkları da bulunabilir. Burada odak noktası kişilikten ziyade ortamdır. Lâkin kişinin kendi düşünce yapısına uygun bir çevre oluşturma çabası da yine onun iletişim kurma becerisiyle yakından ilgilidir.

Dinimizi tebliğ vazifesi ile Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen erenlerin, başlangıçta yerli halk ile insan olmanın dışında ortak temel değerleri bulunmuyordu. Nasıl oldu da yalnızlık hissine kapılmadan, bunalıma düşmeden bu kutsal görevi yerine getirdiler acaba ?.. Günümüzde tayini çıkan bir memura, yurt dışına tahsil yapmaya giden bir talebeye, en basit haliyle ev taşıyıp mahalle değiştiren bir ev hanımına bakıyoruz, öyle uyum sorunları yaşıyorlar ki, içinden çıkılması hayli zor görünüyor! Aynı memleket içerisinde yalnızlık korkusuyla farklı yurt köşelerinde görev yapmaktan birilerinin ödü kopuyor, oralara hizmete gitmemek için torpil üstüne torpil yapılıyor, öyle değil mi?

Gelmiyorsa gitmek gerekmez mi?

İnsanın zaman zaman yalnız kalmaya da ihtiyacı olur. Süreklilik arz etmedikçe yalnızlık insanın kendini gözden geçirmesi, sahip olduklarının ve peşinde koştuklarının gerçek değerini anlayabilmesi için bir vesile olur. Esasen müslüman bir yürek, dinini hayatının merkezinde gören bir zihin, hayatta karşılaşabileceği her türlü ortam ve şartta kendine yar edindiği gerçek dostlarını hayalinde taşır ve asla yalnızlık hissetmez.

Yaşlılar yalnızlıktan değil, kimsesizlikten korkarlar. Bizim yalnızlık hissinden uzak bulunmamız, bizi sahte bir huzurla oyalamamalı. Yalnızlara, kimsesizlere el uzatıp onları aramıza aldığımız, yardımcı olabildiğimiz nispette ferah olmalıyız.

Haydi bu günden tezi yok, şöyle bir etrafımıza bakalım; çağdaş uygarlık denilen tek dişi kalmış canavarın kurbanı olan yalnızları aramıza kazanalım. ALLAH rızası için iyi bir şey yapmış olalım ..
 
Üst Alt