Yaşasın cehennem!
Hem şu dünya hayatının gidişatına bakılırsa, Cenabı Hakk’ın her şey arasında en küçük işlerde bile en büyük bir ölçü ve adalet ile muamele ettiği görülüyor. Halbuki, zalim izzetiyle, mazlum zilletiyle bu dünyadan göçüp gitmesi, bu husustaki adaletin başka bir aleme havale edildiğini gösterir. Bir cinayete kurban giden insan, hakkını bu dünyada almasına imkan yoktur. Katili bin defa idam edilse de, onun hayat hakkı iade edilemez. Ancak başka bir alemde dirildikten sonra onların hesabı görülüp, hak sahibine iade edilir, hakkı gasbeden zalim katile hakkettiği cezası ancak bu sayede verilebilir. Adalet ancak bu şekilde yerini bulur. Öyle ise “yaşasın cehennem!”
İnsanlar bu fani âlemde öldükten sonra, ölümün öldüğü başka daimi bir alemde yeniden diriltilecektir. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere vahiy kaynaklı bütün semavi kitaplar, binlerce mu’cize sahibi yüz yirmi dört bin peygamber, yüz binler keramet sahibi milyonlarca evliya, sayısız ilmi delil ortaya koyarak, milyonlarca hakikat aliminin isbat edip, ittifakla haber verdiği ve her asırda yaşayan milyarlarca mü’minin de tasdik ettiği “öldükten sonra dirilme” hakikatinden daha kuvvetli bir hakikat olamaz. Evet, böyle büyük ve seçkin bir topluluğun, hem meselenin uzmanı, hem de isbat ehli olarak, ittifakla haber verdikleri bu hakikati, binlerce delillerinden birkaçını ele alarak anlamaya çalışalım.
Başta bu alemin ve içinde bulunanların fani olmaları, başka daimi bir alemin ve ebedi bir hayatın olmasını lüzumlu kılar. Çünkü Cenabı Hakk’ın o güzel isimleri ve kudsi sıfatları da Zât’ı gibi ebedidirler. Cenabı Hakk’ın Rahim, Kerim, Mün’im, Muhsin gibi daha nice güzel isimleri, ölen insanların, -bir daha ölmemek üzere- yeniden diriltilmelerini gerektirir. Çünkü, ebedi isimler, elbette ilelebed tecelli etmek ister, Baki isimler, fani tecelligâhlara razı olmaz.
Mesela, Rahim ismi daima merhamet ve şefkat etmek istediği gibi, Mün’im ism-i şerifi de daima nimet vermek ister. Muhsin ismi ise, nihayetsiz bir cömertlik sahibi olan Cenabı Hakk’ın her zaman iyilik ve ihsanda bulunmasını gerektirir. Gerek merhamet ve şefkat etmek, gerek nimet vermek ve iyilik yapmak ancak ve ancak o nimet ve o iyiliklere muhtaç olanların varlığı ile olur. İyilik yapmak ve ikramda bulunmak ise ölen bu insanların yeniden dirilmesi ile ebedileşir.
CEHENNEM LÜZUMSUZ DEĞİL!
Her hâkimiyet sahibinin, kendi idaresinde bulunanlardan, itaat edenlere mükafaat, isyan edenlere ceza vermemesi mümkün değildir. Cenabı Hak da şu kainatın sahibi ve hakimi olarak kendi emirlerine itaat ve ibadet ile karşılık veren müzmin kullarına mükafaatı ve inkar ile mukabele eden asilere karşı bir cezası olacağı muhakkaktır. Halbuki, bu dünyada o mükafaat ve ceza tam olarak yerine getirilmiyor. Öyleyse başka daimi bir alemde herkes kendi layık olduğu muameleyi görecektir. İtaat edenlere mükafat vermek, Allah’ın rahmetinin, isyan edenlere ceza vermek de adaletinin gereğidir. Halbuki o rahmet ve adaletin gereğinin binden birisi şu alemde yerine gelmiyor. Demek başka bir aleme havale ediliyor. İnsanlar oraya naklolacak ve adalet ve rahmet orada yerini bulacaktır.
Hem şu dünya hayatının gidişatına bakılırsa, Cenabı Hakk’ın her şey arasında en küçük işlerde bile en büyük bir ölçü ve adalet ile muamele ettiği görülüyor. Halbuki, zalim izzetiyle, mazlum zilletiyle bu dünyadan göçüp gitmesi, bu husustaki adaletin başka bir aleme havale edildiğini gösterir. Bir cinayete kurban giden insan, hakkını bu dünyada almasına imkan yoktur. Katili bin defa idam edilse de, onun hayat hakkı iade edilemez. Ancak başka bir alemde dirildikten sonra onların hesabı görülüp, hak sahibine iade edilir, hakkı gasbeden zalim katile hakkettiği cezası ancak bu sayede verilebilir. Adalet ancak bu şekilde yerini bulur. Öyle ise “yaşasın cehennem!”
Tarih boyunca bir düşmanına bile haksızlık etmeyen bir adaletin cari olduğu görülür. Çalışan kafir de olsa hakkı verilir, çalışmayan müzmin de olsa o nimetten mahrum kalır. Diğer taraftan inanmadığı için ahiret nimetinden mahrum olacak olan kafir, yaptığı iyilikler dünyevi de olsa, dünyada peşinen karşılığını buluyor. Müzminler ise iman cihetiyle cennet saadetine mazhar olacaklardır. Fakat haramlara girdiklerinde çoğu zaman bir takım musibetlere maruz kalırlar. Küçücük hatalarına peşin bir ceza verildiği halde, iman ve ibadet gibi, çok büyük iyilik ve itaatlerine bu hayatta mükafaat verilmemesi, bu mükafatın ertelenerek başka bir hayata havale edildiğini gösterir.
Hem bütün ibadetlerin neticesi ahirete bakar, ve ahiret için, yeniden diriltilmek için birer dua hükmüne geçer. Kafirlerin dünyalık çalışmalarına bile dünyalık da olsa bir ücret veren Allah elbette inanan ve inandığı şekilde yaşayan müzmin kullarının ibadetlerini ve hizmetlerini mükafatsız bırakmaz. Fakat bu dünyada karşılığını bulmayan ibadetler, zerre kadar da olsa hiçbir iyilik ve ibadetin karşılıksız kalmayacağı bir hayatın varlığına bir delildir. Hem gayri Müslimlerin de başta küfür olmak üzere sayısız günahlarının karşılığının bu dünyada verilmemesi, zerre kadar bir kötülük ve isyanın ihmal edilmeyeceği ikinci bir hayatın varlığını gösterir.
Hatta ibadet eden mutiler içerisinde birisi vardır ki, kainat Onun muhabbeti üzerine yaratılmış. Farz edelim, ahiret aleminin açılmasına ve insanın yaratılmasına başka hiçbir gerekçe olmasa bile, sadece Hz. Peygamber Aleyhissalat-ü Vesselamın ibadet ve duaları tek başına yeter sebep olabilirdi. Hem öyle Ebu Cehil’ler var ki, faraza cehenem olmasa bile onların ve çağdaş avanelerinin ettikleri sayısız zulümler, bir cehennemin yaratılmasına yeter sebep olabilirdi.
Uyuyan insanın uyanması, batan güneşin yarın yeniden doğması –mesela kıyamet kopmasıyla- mümkün olmayabilir. Fakat, öldükten sonra dirilmenin önünde hiçbir engel yoktur. Ve bütün deliller aynı hakikati, yani insanın mutlaka yeniden diriltileceğini isbat etmektedir.
Hem şu dünya hayatının gidişatına bakılırsa, Cenabı Hakk’ın her şey arasında en küçük işlerde bile en büyük bir ölçü ve adalet ile muamele ettiği görülüyor. Halbuki, zalim izzetiyle, mazlum zilletiyle bu dünyadan göçüp gitmesi, bu husustaki adaletin başka bir aleme havale edildiğini gösterir. Bir cinayete kurban giden insan, hakkını bu dünyada almasına imkan yoktur. Katili bin defa idam edilse de, onun hayat hakkı iade edilemez. Ancak başka bir alemde dirildikten sonra onların hesabı görülüp, hak sahibine iade edilir, hakkı gasbeden zalim katile hakkettiği cezası ancak bu sayede verilebilir. Adalet ancak bu şekilde yerini bulur. Öyle ise “yaşasın cehennem!”
İnsanlar bu fani âlemde öldükten sonra, ölümün öldüğü başka daimi bir alemde yeniden diriltilecektir. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere vahiy kaynaklı bütün semavi kitaplar, binlerce mu’cize sahibi yüz yirmi dört bin peygamber, yüz binler keramet sahibi milyonlarca evliya, sayısız ilmi delil ortaya koyarak, milyonlarca hakikat aliminin isbat edip, ittifakla haber verdiği ve her asırda yaşayan milyarlarca mü’minin de tasdik ettiği “öldükten sonra dirilme” hakikatinden daha kuvvetli bir hakikat olamaz. Evet, böyle büyük ve seçkin bir topluluğun, hem meselenin uzmanı, hem de isbat ehli olarak, ittifakla haber verdikleri bu hakikati, binlerce delillerinden birkaçını ele alarak anlamaya çalışalım.
Başta bu alemin ve içinde bulunanların fani olmaları, başka daimi bir alemin ve ebedi bir hayatın olmasını lüzumlu kılar. Çünkü Cenabı Hakk’ın o güzel isimleri ve kudsi sıfatları da Zât’ı gibi ebedidirler. Cenabı Hakk’ın Rahim, Kerim, Mün’im, Muhsin gibi daha nice güzel isimleri, ölen insanların, -bir daha ölmemek üzere- yeniden diriltilmelerini gerektirir. Çünkü, ebedi isimler, elbette ilelebed tecelli etmek ister, Baki isimler, fani tecelligâhlara razı olmaz.
Mesela, Rahim ismi daima merhamet ve şefkat etmek istediği gibi, Mün’im ism-i şerifi de daima nimet vermek ister. Muhsin ismi ise, nihayetsiz bir cömertlik sahibi olan Cenabı Hakk’ın her zaman iyilik ve ihsanda bulunmasını gerektirir. Gerek merhamet ve şefkat etmek, gerek nimet vermek ve iyilik yapmak ancak ve ancak o nimet ve o iyiliklere muhtaç olanların varlığı ile olur. İyilik yapmak ve ikramda bulunmak ise ölen bu insanların yeniden dirilmesi ile ebedileşir.
CEHENNEM LÜZUMSUZ DEĞİL!
Her hâkimiyet sahibinin, kendi idaresinde bulunanlardan, itaat edenlere mükafaat, isyan edenlere ceza vermemesi mümkün değildir. Cenabı Hak da şu kainatın sahibi ve hakimi olarak kendi emirlerine itaat ve ibadet ile karşılık veren müzmin kullarına mükafaatı ve inkar ile mukabele eden asilere karşı bir cezası olacağı muhakkaktır. Halbuki, bu dünyada o mükafaat ve ceza tam olarak yerine getirilmiyor. Öyleyse başka daimi bir alemde herkes kendi layık olduğu muameleyi görecektir. İtaat edenlere mükafat vermek, Allah’ın rahmetinin, isyan edenlere ceza vermek de adaletinin gereğidir. Halbuki o rahmet ve adaletin gereğinin binden birisi şu alemde yerine gelmiyor. Demek başka bir aleme havale ediliyor. İnsanlar oraya naklolacak ve adalet ve rahmet orada yerini bulacaktır.
Hem şu dünya hayatının gidişatına bakılırsa, Cenabı Hakk’ın her şey arasında en küçük işlerde bile en büyük bir ölçü ve adalet ile muamele ettiği görülüyor. Halbuki, zalim izzetiyle, mazlum zilletiyle bu dünyadan göçüp gitmesi, bu husustaki adaletin başka bir aleme havale edildiğini gösterir. Bir cinayete kurban giden insan, hakkını bu dünyada almasına imkan yoktur. Katili bin defa idam edilse de, onun hayat hakkı iade edilemez. Ancak başka bir alemde dirildikten sonra onların hesabı görülüp, hak sahibine iade edilir, hakkı gasbeden zalim katile hakkettiği cezası ancak bu sayede verilebilir. Adalet ancak bu şekilde yerini bulur. Öyle ise “yaşasın cehennem!”
Tarih boyunca bir düşmanına bile haksızlık etmeyen bir adaletin cari olduğu görülür. Çalışan kafir de olsa hakkı verilir, çalışmayan müzmin de olsa o nimetten mahrum kalır. Diğer taraftan inanmadığı için ahiret nimetinden mahrum olacak olan kafir, yaptığı iyilikler dünyevi de olsa, dünyada peşinen karşılığını buluyor. Müzminler ise iman cihetiyle cennet saadetine mazhar olacaklardır. Fakat haramlara girdiklerinde çoğu zaman bir takım musibetlere maruz kalırlar. Küçücük hatalarına peşin bir ceza verildiği halde, iman ve ibadet gibi, çok büyük iyilik ve itaatlerine bu hayatta mükafaat verilmemesi, bu mükafatın ertelenerek başka bir hayata havale edildiğini gösterir.
Hem bütün ibadetlerin neticesi ahirete bakar, ve ahiret için, yeniden diriltilmek için birer dua hükmüne geçer. Kafirlerin dünyalık çalışmalarına bile dünyalık da olsa bir ücret veren Allah elbette inanan ve inandığı şekilde yaşayan müzmin kullarının ibadetlerini ve hizmetlerini mükafatsız bırakmaz. Fakat bu dünyada karşılığını bulmayan ibadetler, zerre kadar da olsa hiçbir iyilik ve ibadetin karşılıksız kalmayacağı bir hayatın varlığına bir delildir. Hem gayri Müslimlerin de başta küfür olmak üzere sayısız günahlarının karşılığının bu dünyada verilmemesi, zerre kadar bir kötülük ve isyanın ihmal edilmeyeceği ikinci bir hayatın varlığını gösterir.
Hatta ibadet eden mutiler içerisinde birisi vardır ki, kainat Onun muhabbeti üzerine yaratılmış. Farz edelim, ahiret aleminin açılmasına ve insanın yaratılmasına başka hiçbir gerekçe olmasa bile, sadece Hz. Peygamber Aleyhissalat-ü Vesselamın ibadet ve duaları tek başına yeter sebep olabilirdi. Hem öyle Ebu Cehil’ler var ki, faraza cehenem olmasa bile onların ve çağdaş avanelerinin ettikleri sayısız zulümler, bir cehennemin yaratılmasına yeter sebep olabilirdi.
Uyuyan insanın uyanması, batan güneşin yarın yeniden doğması –mesela kıyamet kopmasıyla- mümkün olmayabilir. Fakat, öldükten sonra dirilmenin önünde hiçbir engel yoktur. Ve bütün deliller aynı hakikati, yani insanın mutlaka yeniden diriltileceğini isbat etmektedir.