Yirmi Yedinci Mektubun Lahikasından Alınmış Mühim Parçalar

İkincisi: Nasıl ki çok mübarek ve kudsi büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama ümit edilmediği bir tarzda iltifatkarane bir kapta bazı kağıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o biçare adam, o pek büyük zata karşı hediyesinin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediye ile gösterilen iltifata karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat da etse, makbuldür. Ve o çok mübarek zatın hediyesine sardığı kağıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin kabuklarını da teberrük deyip ekmek gibi yese, başına koysa, israf olmadığı gibi, Risaletün-Nur yüzünde, irade-i ammede inayet-i hassa iltifatı, tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilat, tasvirat, füli teşekküratın bir nevidir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı bir tereşşuhatıdır. Evet, böyle, bir zatın iltifatını gösteren maddi kırk para ihsanına karşı, kırk bin liraya değer iltifatına karşı ne kadar teşekkür eylese, israf değil.
Said Nursi
Aziz sıddık kardeşlerim
Sizin fevkalade sadakat ve uluvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerh eden benim cevabımın hikmeti şudur ki:
Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem, üç mesele var. Biri hayat, biri Şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, İmân meselesidir. Fakat, şimdi umumun nazarında ve hal-i alem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve Şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en azim meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak, ta ki İmân hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başkao hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.
Hem de, yirmi seneden beri tahripkar eşedd-i zulüm altında o derece ahlak bozulmuş, o derece metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib halata karşı çok fevkalade sebat ve metanet ve hamiyet-i İslamiye lazımdır. Yoksa akim kalır, zarar verir.
Demek, en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risaletün-Nur Şakirdlerinin çalıştıkları daire içindeki kudsi hizmettir.
Her ne ise, şimdilik bu meseleye bu kadar yeter.
Said Nursi​

Hüsrev'in mektubundan bir fıkradır.
Evet, Üstadım, gözümüzle görüyoruz ki: Ehl-i tarikat, bid'alara dayanamamışlar; hem girmişler, içinden çıkamıyorlar, hem sâlikleri ondan bir ikiye inmiş. Hem onlar da itiraf ediyorlar ki: Zevklerinden, cezb edici güzelliklerinden ellerinde çok şeyleri kalmamış. Cenab-ı Hakkın sırf bir ihsanı olarak Risaletü'n-Nur'un parlak, nuranî nâsiyesini müşahede ediyoruz ki, in'ikâs eden lemeat-ı Nuriyesi bütün ihtiyacımıza kâfi ve vâfi geliyor, herkesi hayrette bırakıyor. Hem, ehl-i bid'ayı serfüru ettiriyor. Öylelerin lisanlarından, nedamet ve teessüfü ifade eden "Bilmemişiz!" kelimeleri dökülüyor.
Muhitimizde, Risaletü'n-Nur'a karşı câzibedar ve çok âli hakikatlerinden başka ehl-i bid'a lisanları susmuş; güya karanlıklı girdaplara sokulmuşlar, konuşuyorlar. Konuşsalar da tesirleri kalmamıştır. Câzibedar ve i'cazkâr lisanıyla ancak Risaletü'n-Nur konuşuyor. Bid'a ve dalâlet zulmetlerine karşı ancak onun talebeleri kuvvet-i imanla çelikten bir kale gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütuhat yapıyor ve öyle harikulâde bir surette emir ve nehy-i Kur'ânîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müşahedatımızdan yalnız birisini bin kalemli kardeşimiz söylüyorlar ki... Sükût.
Hüsrev​

Kâtip Osman'ın rüyasına ait bir fıkrasıdır.
Şâbân-ı Şerifin on beşinci Cumartesi leyle-i Berat gecesi rüyamda, büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde İngiliz veyahut Almanla biz, yani Türk hükûmeti harp ediyormuş. Harp esnasında semadan bir karaltı zuhur etmeye başladı. "Acaba bu semadan inen nedir?" diye hepimizin nazar-ı dikkatini celb etti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı yüzü bir parça esmer, başı beyaz ve büyük tülbentle sarılı bir kadın şeklini alarak, gölün ortasında, hemen ineceği zaman derhal oraya bir mermerden minber yapılarak minberin üzerine indi. Sonra, zât-ı âlinizden gelen umum mektupları okumaya başladı. Her iki tarafta sükûnet hasıl oldu. Okuduğu mektupları herkes can kulağıyla dinledi. Sonra nihayetinde "Evet, Hazret-i Kur'ân-ı Azîmüşşanın ahkâm-ı şer'iyesince amel ederseniz yakayı kurtarırsınız. Eğer Kur'ân-ı Azîmüşşanın ahkâm-ı şer'iyesine riayet etmezseniz, hepiniz mahv ü perişan olacaksınız" diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim Refet Beyle Rüşdü Efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: "Bu sırrı sen mi ifşa ettin? Bu mektuplar minber üzerinde okundu." Bendeniz de cevaben, "Hayır kardeşlerim, bu sırrı siz anlamadınız mı? Bu gelen zat, semadan geliyor, bu mektupları oradan getiriyor. Ben kim oluyorum ki o havadisi oraya çıkarayım?"​


diye onlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye baktım, evimizin deliğinde dört top helva gördüm. Birisini birine, diğerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Ağzım tatlı olarak uyandım.
İnşaallah leyle-i Berat hürmetine ve duanız bereketiyle hakkımızda mübarektir. Lütfen tâbirini beklemekteyiz.
Talebeniz
Kâtip Osman


Karadağ'ın bir meyvesi
Aziz kardeşlerim,
Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz.
Bir ayetin mana-yı işârîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyetten bu ana kadar, Teşrin-i Sâni otuzuncu gün, bin üç yüz elli sekizde, Karadağ başına yalnız çıkıyordum. "İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?" hatıra geldi. Birden, her müşkülümü halleden Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan Sûre-i Ve'l-Asri'yi karşıma çıkardı. Dedi: "Bak." Baktım. Her asra hitap ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan . -1- ayetindeki . (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört edip (1324), Hürriyet inkılâbıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i İslamiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumînin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavi ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniyeyle .ayetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem'a-i i'câzını gösteriyor. . -2- ahirdeki . , . sayılır.
Şedde sayılır ise, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasâretlerden, bâhusus manevi hasâretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi İmân ve âmâl-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük, yani imansızlık, fısk ve

1 "Yemin olsun Asra. İnsan muhakkak hüsrandadır." Asr Sûresi: 103:1-2.
2 "Ancak İmân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ." Asr Sûresi: 103:3.​
 
sefahet olduğunu gösterdi. Sûre-i Ve'l-Asri'nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikin hazinesi olduğunu tasdik ederek Cenab-ı Hakka şükrettik.
Evet, âlem-i İslamın, bu asrın en büyük hasâreti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumîden kurtulmasının sebebi, Kur'an'dan gelen İmân ve âmâl-i saliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu'nun bir meydan-ı harp olmamasının sebebi, .kelime-i kudsiyesinin hakikatini fevkalade bir surette yüz bin insanın kalblerine tahkiki bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduğunu, pek çok emareler ve şakirtlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatleri ispat eder.
Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur'a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatasıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
• • •

Sûre-i Ve'l-Asr'in dağ meyvesi namındaki nüktesine bir haşiyedir.

.'daki . ahirdeki ta'lar, ekseriyetçe vakfa rastgelmesiyle, cifirce . sayılabilir. Bu noktada .beraberdir (1358); bu zamanımızı gösterir Ve telâffuzca .okunmadığından .kalabilir. Bu noktadan şeddeler sayılmazsa ve .beraber değil iki yüz küsur sene zamana kadar İmân ve amel-i salihle beraber bir taife-i azime, hasârât-ı azimeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip, Fatiha'nın ahirinde . -1- gösterdiği zamana; hem . -2- birinci cümle, bin

1 "Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tabi olan sâlih kullarının yolu." Fâtiha Sûresi: 1:7.
2 "Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar [yani kıyâmetin kopmasına kadar] galibâne hak üzerinde devam edecektir." Bu hadis-i şerif hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lafızlarla da rivayet edilmiştir. Buhari, İ'tisam: 10; Müslim, İman: 247, İmâre: 170, 173, 174; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 27, 51; İbn-i Mâce, Mukaddime: 1, Fiten: 9; Müsned, 5:34,269, 278, 279; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:449-450, 550.​



beş yüz makamıyla ahirzamanda bir taife-i mücahidînin son zamanlarına ve ikinci cümle, bin beş yüz altı makamıyla, galibane mücahedenin tarihine ve üçüncü cümle, bin beş yüz kırk beş makamıyla, pek az bir farkla hem Fatiha'nın, hem Ve'l-Asri Sûresinin iki cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip, tevafuk eder. Demek, bu hadis-i şerifin üç cümlesinden herbirisi, bin beş yüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu .-şedde sayılmazsa-bin beş yüz altmış bir makamıyla, hem .-şedde sayılır fakat .'da lâmdır-bin beş yüz altmış makamıyla iştirak edip, o taife-i azimenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mana-yı işârî ve cifriyle gösterirler. Ve Fatiha ve hadisin irae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüp edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve manalarıyla da, tam tetabuk ederek, parlak bir lem'a-i i'câziye-i gaybiyeyi gösteriyorlar.

BİRDENBİRE KALBE GELEN BİR NÜKTE-İ İCAZİYEDİR
Kur'an'a ait en cüz'î, en küçük bir nüktenin de kıymeti büyük olduğundan, İşârât-ı Kur'aniyenin bu zamanımıza temas eden küçük bir şuası, bugün, Sûre-i ve'l-Asrî nükte-i i'câziyesi münasebetiyle, Sûre-i Fil'den, mana-yı işârî tabakasından, tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Şöyle ki:
Sûre-i .meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz'iyeyi beyânla küllî ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her tabakaya göre bir manayı ifade etmek, umum asırlarda, umum nev-i beşerle konuşan Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın belağatının muktezası olmasından, bu kudsi sûre, bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor. Fenaları tokatlıyor. Mânâyı işârî tabakasında bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber, dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı ebcedle, üç cümlesi, aynı hadisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.

Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına ebâbil tayyareleriyle semavi bombalar yağdırmasını ifade eden . cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavi bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
"Onlara taşlar attılar." Fil Sûresi: 105:4.​
 
İkinci cümle: . -1- kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe'nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aksü'l-amelle aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar; mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavi bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihî .kelime-i kudsiyesi bin üç yüz altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü: . -2- cümle-i kudsiyesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselama hitaben, "Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı hârikulâde bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?" diye mana-yı sarîhiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi hitap eden o cümle-i kudsiye, mana-yı işârîsiyle der ki: "Senin dinin ve İslamiyetin ve Kur'an'ın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!" diye mana-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihiyle, aynen âfât-ı semavi nev'inde semavi tokatlarla, "İslamiyete ihanet cezası olarak..." diye mana-yı işârî ifade ediyor. Yalnız .yerinde .gelir. .kalkar, . gelir. Haşiye

Tahlil
: .iki .sekiz yüz; iki . dört yüz, iki . bir . bir . bir .
Haşiye
Bu fil lâfzı kalkmasının sırrı, eski zamanda, dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hatta, kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dört yüz milyonu esaret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle ve üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip, istibdadına serfüru etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest, gaddar zalimler, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve masumlar ve mazlumlara, fâni mallarını ve hayatlarını ahiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaretü'z-zünûb etmeye kader-i İlahîye fetva verdiler. Ben, bir buçuk senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve sefâhetlerini ve İkinci Harb--i Umumî sayfalarını kat'iyen bilmiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sûre-i kudsiyenin mana-yı işari tabakasından gelen tokatlar tam tamına onların başlarına iniyorlar. Ve sûrenin bir mâna-yı işarisini tam tefsir ediyor.

1 "Onlara taşlar attılar." Fil Sûresi: 105:4.
2 "Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?" Fil Sûresi: 105:1.​
 
yüz; tenvin vakıf olmadığından ' .dur, elli; bir . bir .bir medde .dokuz, mecmuu bin üç yüz elli dokuz. : . .sekiz yüz, . seksen, .dört yüz, iki .yirmi, iki . altmış, tenvin-vakfa rastgelmiş-sayılmaz; yekûnu bin üç yüz altmış. . iki . bir . sekiz yüz; iki ., iki . iki yüz; iki . bir .yüz; bir . bir .yüz altmış; dört . üç . bir . bir . yirmi dokuz; . yerine gelen ' .daki iki .bir .dokuz; bir .elli; bir . on, bir .bir. Bu yekûn bin üç yüz elli dokuz, eğer okunmayan .sayılmazsa bin üç yüz elli sekiz eder. Hem Arabî, hem Rumî tarihiyle bu semavi tokatların ayrı ayrı çeşitlerinin zamanlarına tevafukla parmak basıyor. Haşiye
Haşiye Evet, bu tokattan, pürşer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur'an'a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcâr-ı semaviye başlarına yağacağını bu sûre bir mâna-yı işari ile tehdit ediyor.​
 
Küçük Hüsrev Feyzi'nin bir istihracıdır.
Otuz üçüncü ayetten Hafız Ali'nin istihracının bir zeyli ve lâhikasıdır.
Sûre-i Zümer'de . ayet-i azimenin mana-yı sarihinden başka, bir mana-yı işârî tabakasının külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur ve tercümanı olduğuna kuvvetli bir delil buldum. Çünkü, .cümlesi, hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazîyle bin üç yüz yirmi dokuz veya sekiz eder. Demek . külliyetinde ve .işaretinde dahil ve medâr-ı nazar bir fert, inşirah-ı sadır Haşiye nuruyla başka bir hâlete girip eski sıkıntıdan kurtulup nuranî bir mesleğe giren bir şahsı, eski ve yeni Harb-i Umumînin gelmeye hazırlanmaları olan o dehşetli tarihe ve o ferdin vaziyetine remzen bakar. ' . deki .kelimesi, Risale-i Nur ismine ve manasına hem cifrî, hem sureti, hem manası, tevafuk ettiği gibi, .cümlesinin de makam-ı cifrîsi gösterdiği tarihte Risale-i Nur'un tercümanı olan Üstadımın-tahkikatımla-aynen vaziyetine tevafuk ediyor.
Çünkü, o zamanda Harb-i Umumînin mebde'lerinde, Üstadım, eski âdetini ve sair ulûm-u felsefeyi ve ulûm-u âliyeyi bırakıp tam bir inşirah-ı sadırla Risale-i Nur'un fatihası ve birinci mertebesi olan İşârâtü'l-İ'câz tefsirine başlayıp, bütün himmetini, efkârını Kur'an'a sarf etmeye başladığına tevafuku kavî bir emaredir ki, bu asırda o küllî mana-yı işârîde medâr-ı nazar bir fert, Risale-i Nur'un tercümanı ve şakirtlerinin şahs-ı manevisini temsil eden mümessilidir.
Evet, madem Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan her asırda her ferde hitap eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i şâmileyle herşeye bakabilir.
Ve madem ulema-i İslamın ittifakıyla, ayetlerin mana-yı sarîhinden başka işari ve remzî ve zımnî müteaddit

Haşiye Bu şerh-i sadra münasebettar bir tevafuktur ki, Üstadımdan anladım. Yirmi beş senedir daima ve en mühim bir duası [Allah'ım, göğsümü imana ve İslama aç] münâcâtı olmuş.
"Allah kimin kalbini İslama açmışsa, o kimse Rabbinden bir nur üzere değil midir?" Zümer Sûresi: 39:22.

tabakalarında manaları vardır.
Ve madem . -1- gibi hitaplarda, her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki müminler gibi dahildir.
Ve madem İslamiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur'an ve Hadis, ihbar-ı gaybîyle, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.
Ve madem hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazî eskiden beri sağlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir.
Ve madem Risale-i Nur ve tercümanı ve şakirtleri İmân ve Kur'an hizmetinde parlak ve tesirli vazifeleri gayet ehemmiyet kesb etmiştir.
Ve madem bu büyük ayet, hesab-ı cifirle bu asra ve iki Harb-i Umumîye bakar; eski harbin patlamasına ve Risale-i Nur'un zuhuruna tevafuk ettiği gibi manen de gösterir. Elbette mezkûr hakikatlere ve kuvvetli karinelere binaen, bilâtereddüt hükmederiz ki, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi ve tercümanı, bu ayet-i azimenin mana-yı işârî tabakasının külliyetinde dahil ve medâr-ı nazar bir ferdidir ve bu ayet ona işaret eder ve mana-yı remziyle ondan da haber verir ve ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyeyi gösterir denilebilir ve deriz.

Tahlil
Bir . iki . yedi yüz; , ., . , . . iki yüz; , . , . ., . yüz; ., . yüz; İsm-i Celâl altmış yedi; iki . altmış; . doksan bir; ' .de iki veya üç , . iki veya üç . sekiz; . "Risale-i Nur" her ikisinde . var. Risaledeki ., . 'deki . 'ya mukabildir. Eğer ' .deki tenvin sayılsa, .'da dahi şeddeli . sayılır yine ittihat ederler. .'dan başka . doksan yedi ederek Risale-i Nur'da kalan , . , . . iki . dahi doksan yedi ederek tam tefavuk eder. Türkçe telaffuzda Risale-i Nur hemzeyle okun-ması zarar vermez.
Sûre-i Mâide'nin on dördüncü ayeti . -2- Sûre-i Ni-sâ'nın ahirinde . -3- ayeti gibi, Risale-i Nur'a mana ve cifir cihetiyle, mana-yı işârî efradından olduğuna kuvvetli bir ka-rine buldum.
1 "Ey İmân edenler."
2 "Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir.
Allah o kitap vasıtasıyla selamet yollarına eriştirir."
3 "Ey insanlar! Size, Rabbinizden ap açık bir delil olan bir peygamber geldi ve size, dünyanızı ve ahiretinizi aydınlatıcı ap açık bir nur olarak Kur'an'ı indirdik." Nisâ Sûresi: 4:174.​
 
İkinci ayet olan Sûre-i Nisâ ayeti, Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'aniyede, Üstadım işaretini beyan etmiş. Birinci ayet olan Sûre-i Mâide'nin on dördüncü ayeti hem bunun işaretini teyid ediyor, hem de . ayetinin işaretini tasdik ediyor.
Evet, bu asırda mana-yı işârî tabakasından tam bu ayetin kudsi mefhumuna bir fert, Risale-i Nur olduğuna, kim insafla baksa tasdik edecek.
Madem Risale-i Nur bir ferdi olduğuna manevi münasebet kavîdir. Madem bu ayetin makam-ı cifrîsi bin üç yüz altmış altıdır; eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazsa altmış ikidir. Ve madem Risale-i Nur, Kur'an-ı Mübînin nurunu ve hidayetini neşreden bir kitab-ı mübîndir. Ve madem zahiren ondan daha ileri o vazifeyi ağır şerait altında yapanları görmüyoruz. Ve madem ayetler, sâir kelamlar gibi cüz'î bir manaya münhasır olamaz. Ve madem delâlet-i zımnî ve işârîyle kaideten mefhum-u kelâmda dahil oluyor. Ve madem Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi pek çok ehl-i velayet mana-yı zahirîden başka bâtınî ve işârî manalarla ekser âyâtı tefsir etmişler; hatta tefsirlerinde "Mûsâ (a.s.) ve Firavundan murad, kalb ve nefistir" dedikleri halde, ümmet onlara ilişmemiş; büyük ulemadan çokları onları tasdik etmişler. Elbette, ayetin delâlet-i zımniyeyle Risale-i Nur'a kuvvetli karinelerle işareti kat'îdir; şüphe edilmemek gerektir.

Tahlil
.yüz altmış dokuz, .yüz elli yedi, .tenvinle beraber üç yüz altı .tenvinlerle beraber altı yüz otuz bir; .yüz üç; yekûnu bin üç yüz altmış altı, eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazlarsa, bu seneki Muharrem tarihine, yani bin üçyüz altmış ikiye tamam tevafuk eder. Eğer ' .deki tenvin de vakfedilse, bin üç yüz on altıdır ki, hem Risale-i Nur'un mukaddematına, hem tenvinle tekemmülüne ve Birinci Şuada beyan edildiği gibi, çok âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri aynı meşhur tarihe tevafuk eder.
Zümer Sûresi: 39:22.

.
Ben, senin içtihadında hatâ var diyenlere ve ispat edenlere teşekkür edip ruh u canla minnettarım. Fakat, şimdiye kadar o içtihadımı tamamıyla kanaatle tam tasdik edenler, binler ehl-i İmân ve onlardan çokları ehl-i ilim tasdik ettikleri ve ben de dehşetli bir zamanda kudsî bir teselliye muhtaç olduğum bir hengâmda, sırf ehl-i imânın imanını Risale-i Nur ile muhafaza niyet-i hâlisasıyla ve Necmeddin-i Kübra, Muhiddin-i Arabî gibi binler ehl-i işârât gibi cifrî ve riyazî hesabıyla beyan edilen bir müjde-i işariye-i Kur'âniyeyi kendine gelen bir kanaat-i tamme ile, hem mahrem tutulmak şartıyla beyan ettiğim ve o içtihadımda en muannid dinsizlere de ispat etmeye hazırım dediğim halde beni gıybet etmek, dünyada buna hangi mezheple fetva verilebilir, hangi fetvayı buluyorlar? Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlâhiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helal etmem. Titresin! Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlumun şekvâsı, elbette cevapsız kalmayacak.
İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telâşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenapla, enaniyet-i taassubkârânesini hakikate ve insafa feda edip tâmire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve ikazdır. Cenab-ı Hak, Settârü'l-Uyûbdur; hasenat seyyiata mukabil gelse, affeder. İman hizmetinde yüz binler insanın imanını tahkikî yapmak hasenesine karşı benim gibi bir biçarenin hüsn-ü niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlâhiyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur'âniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz. Her neyse...
Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat'î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said (r.a.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıp ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz filozoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur'daki dâvâları ispat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim ki, benim mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık filozoflar ve mülhidler, o dâvâları cerh edemiyorlar ve edememişler.​
 
Hem bütün hayatımda delilsiz dâvâları zikretmediğim, sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar. Bâhusus, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyandan aldığım bir kuvvetle Avrupa filozoflarına Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu zamanda medar-ı nazar bir hâdise-i Kur'âniye olduğundan, bir iki işaret değil, belki benimle beraber Risale-i Nur şakirtleri tarafından istihraç edilen beş risalede yazılan işaretler, bir cihette bine yaklaşıyor. Bin incecik saçlar dahi toplansa kuvvetli bir ip olduğu gibi, sarahate yakın bir delâlet oluyor. Vahdet-i mesele cihetiyle o işaretler birbirine kuvvet verir. Bazı işârâtı zayıf görmekle onu inkâr etmek, insafa, hakperestliğe muvafık olamaz. İnkâr eden mâzur olamaz. Hususan lüzumsuz ve zararlı ve müfritane bir gıybet olsa, bu zamanda ehl-i ilim ortasında ehl-i hakikati ağlattıracak bir hâdise-i elîmedir.
.
Kardeşlerim,
Kur'an'ın birtek ayetinin birtek işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini manevi bir ihtarla gördüm. . * bu ayet-i kerimenin makam-ı cifrîsi, şedde ve tenvin sayılmazsa, bin üç yüz elli bir; ' .in aslı .olmasından bin üç yüz altmış bir ederek; bu tarihte, umur-u azimeden bir dehşetli gıybeti, bu ayetin mana-yı işârî külliyetinde dahil ediyor. Umur-u azimeden böyle bir acip gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki:
On sekiz sene müddetinde sünnet-i seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından, on sekiz senedir haps-i münferit hükmünde ihtilâttan men' ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususi ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî okuyup "Allahu Ekber" dediğinden ve "Lâ ilâhe illâllah" hakikatini güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan ve mahkûm edilen bir adamı, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i ilâhiyeden geldiğine kat'î bir kanaatle işârât-ı Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına bir teselli niyetiyle beyan ettiği için, onu gıybet ve galiz tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle imanlarını kurtaran,
* "Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" Hucurât Sûresi: 49:12

masum şakirtlerini ondan tenfir edip şüpheler vermek; güya ortalıkta medâr-ı inkâr hiçbir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o biçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inâdî nazarına göre, bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla galiz tabirlerle zemmetmek, elbette bu asırda, bu memlekette Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın kasten işaretine medar olabilir azim bir hadisedir. Bence, Kur'an'ın, nasıl ki her sûre ve bazan bir ayet ve bazan bir kelime bir mucize olur; öyle de, bu ayetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyedir. Bu ayetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur şakirtlerinin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var.
Birincisi: Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'aniye risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına da işaret eden beşinci ayet olan . gayet kuvvetli karinelerle . kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet manasıyla Said Nursî'ye tevafuk etmesidir.
İkinci emare: . ila ahir... ayetin makam-ı cifrîsi ve riyazîsi bin üç yüz altmış bir etmesidir ki, aynı tarihte o acip hadise oldu.
Üçüncü emare: İhtiyarım haricinde, beş vecihle zemmi zemmeden ve Mucizane gıybetten altı cihetle zecreden .ayeti karşımda kendini gösterip temessül eyledi. Mânen "Bana bak" dedi. Ben de baktım, birden tesbihat içinde gördüm ki, bin üç yüz elli birden, ta bin üç yüz altmış bir tarihini gösterdi. Halimize baktım; perde altında elli birden, ta altmış bire kadar Risale-i Nur medet beklediği İstanbul âfâkında, perde altında bir nevi taarruz bulunmuş ve altmış birde birden patlamasıdır.
Tahlil

. , . bin . . . . yüz, . . . . yüz, üçüncü . . . yüz, . . . . . otuz, dördüncü . on, beş . bir . ile beraber on, ahirdeki
"Ölü iken İmân ile diriltip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yürüyen kimse..." En'âm Sûresi: 6:122.​
 
"tenvin" vakfen elif olduğu için, yekûnu bin üç yüz elli bir, .aslı yâ-i müşeddede olduğundan, bin üç yüz altmış bir eder. Haşiye
Said Nursi
.
.
Bu aciz kardeşiniz, hem itiraz eden o eski dost zata, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki:
Kur'an-ı Mucizü'l-Beyanın feyziyle Yeni Said (r.a.) hakaik-ı imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe bürhanlar zikrediyor ki; değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma, Risale-i Nurun kıymet ve ehemmiyetine işari ve remzi bir tarzda Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azamın (r.a.) ihbaratı nevinden, Kur'ân-ı Mucizül-Beyan dahi bu zamanda bir mucize-i maneviyesi olan Risale-i Nura nazar-ı dikkati celb etmesine mana-i işari tabakasından rumuz ve imaları, icazının şenindendir ve o lisan-ı gaybın belagat-ı mucizekaranesinin muktezasıdır.
Evet, Eskişehir hapishanesinde, dehşetli bir zamanda, kudsi bir teselliye pekçok muhtaç olduğumuz hengamda, manevi bir ihtarla:
"Risale-i Nurun makbuliyetine eski evliyalardan şahit getiriyorsun. Halbuki, . sırrıyla, en ziyade bu meselede söz sahibi Kur'andır. Acaba Risale-i Nur'u Kur'an kabnl eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur'an'dan istimdat eyledim.
Birden, otuz üç ayetin mana-i sarihinin teferruatı nevindeki tabakatından ınana-i işari tabakasından ve o mana-i işari külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim ve bir kısmını bir derece izahlı, bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatime hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i imanın imanını Risale-i Nurla takviye etmek niyetiyle, o kati kanaatimi yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim.
Haşiye Bu ayet, bizi şiddetle gıybetten men ettiğinden, bizi gıybet edenleri unutmalıyız, medâr-ı gıybet etmemeliyiz. İnşaallah, daha tekerrür etmeyecek.
Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılı olmasın. (Enam Sûresi: 59.)

Ve o risalede, biz demiyoruz ki: "Ayetin mana-i sarihi budur." Ta hocalar "Fihi nazar" desin. Hem, dememişiz ki: "Mana-i işarinin külliyeti budur." Belki diyoruz ki: "Mana-i sarihinin tahtında müteaddit tabakalar var; bir tabakası da, mana-i işari ve remzidir. Ve o mana-i işari de, bir küllidir; her asırda cüz'iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi, bu asırda, o mana-i işari tabakasınnı külliyetinde, bir ferddir. " Ve o ferdin, kasten bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema beyninde bir düstur-u cifri ve riyazi ile, karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur'an'ın ayetini veya sarahatini, değil incitmek; belki icaz ve belagatına hizmet ediyor.
Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatin nihayetsiz işarat-ı Kuraniyeden had ve hesaba gelmeyen istihraçlarını inkar edemeyen, bunu da inkar etmemeli ve edemez.
Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istibad edip, böyle itiraz eden zat, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak, fakr-ı mutlakta, ihtiyac-ı şedid zamanında, böyle bir eserin zuhuru, "Vüsat-i rahmet-i İlahiyeye delildir" demeye mecbur olur.
Ben, sizi ve muterizleri, Risale-i Nurun şerefi ve haysiyetiyle temin ediyorum ki; bu işaretler ve evliyanın imalı haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir vakitte, hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size, bu yirmi senelik hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla ispat ediyorum.
Evet, bu hakikatle beraber, insan kusurdan, nisyandan hali değil. Benim, bilmediğim çok kusurlarım var, belki de fikrim karışmış; risalelerde hatalar olmuş. Fakat, Kuranın hurufat-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercümesini ikame perdesi altında noksan huruflarla, yeni hat altında, tahritkarane, ehl-i dalaletin tevilat-ı fasideleri, ayatın sarahatini incitmelerine bakmıyor gibi, biçare mazlum bir adamın, kardeşlerinin imanını kuvvetlendirmek için bir nükte-i icaziyeyi beyan ettiği için hizmet-i imaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette, değil ehl-i hakikat zatlar, belki zerre miktar insafı bulunan itiraz edemez.
Bunu da ilaveten beyan ediyorum: Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatli milyonlarla fedakarları bulunan meşrepler, meslekler, tarikatler, bu dehşetli dalalet hücumuna karşı zahiren mağlubiyete düştükleri halde; benim gibi ÿarım ümmi ve kimsesiz ve mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müthiş, müteaddit cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi tenfır etmek vaziyetinde bulunan bir adam, o mesleklerden daha ileri, kuvvetli dayanan Risale-i Nura sahip değildir ve o eser onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki, doğrudan doğruya Kur'ân-ı Hakimin bu zamanda bir nevi mucize-i maneviyesi olarak, rahmet-i​

İlahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar; her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekasının eseri olmadığına delil, Risale-i Nurda öyle parçalar var ki, bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben, yeminle temin ediyorum ki, Eski Saidin (r.a.) HaşiyeCİK kuvve-i hafızası beraber olmak şartıyla, o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum, o bir saatlik risaleyi, iki günde, istidadımla, zihnimle yapamıyorum. Ve o bir günde altı saatlik risale olan Otuzuncu Sözü ne ben ve ne de en müdakkik dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamaz. Ve hakeza...

Demek biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve birer hizmetçisi olmuşuz. Cenab-ı Hak, fazl ve keremiyle, şu hizmette hâlisâne, muhlisane bizi ve umum Risale-i Nur Talebelerini daim ve muvaffak eylesin; amin, bihürmeti Seyyidil-Mürselin...
Said Nursi
.
.
Çok aziz, çok sıddik ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve halis varislerim,
Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirtlerin sadakatlerine delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki:
Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sabık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular.
Hem aynı zamanda, Tunuslu ve alim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat'tan buraya yazıyor ki: "Said vefat etmiş, Risale-i Nur'un yüz otuz risalesi muhafaza edilsin. Ta ki, ileride tab edeceğiz."
HaşiyeCİK Bazı müstensihler bu biçare Said hakkında (r.a.) kelimesini bir dua niyetiyle yazmışlar. Ben bozmak istedim; hatıra geldi ki, Allah razı olsun manasında bir duadır, ilişme. Ben de bozmadım.

Hem aynı zamanda Halil İbrahim'in vefatım hakkında bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirtleri ağlattırdı.
Hem, bu zamana pek yakın, Hüsrev'in, kendi adetine muhalif benim vefatıma dair bir-iki mektubunda, iki-üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim.
Hem, bu aynı hengamlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirtler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken, birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkınde ve öyle bir sahabetkarane ve iltizamperverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve alimleri koşturdular ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar.
Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i Nuriyedir.
.
Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.
Umum kardeşlerime birer birer selam, selametlerine dua edip, şüphesiz makbul olan dualarını isterim ve İneboluda ve civarında hem çok hanımların, hem küçücük yavrularının Risale-i Nuru yazmaya başlamalarını ve Kuran dersini çok masumların almasını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.
.
Said Nursi​
 

Saat

Forum Görünümü

Konular
55.435
Mesajlar
136.716
Toplam kullanıcı
6.055
Son üye
HollyBrown
Geri
Üst