bedirhan.
Aktif Üyemiz
36-Varlık meselesi konusunda yaratılış delili öyle, bilgi meselesi konusunda da hak ve hidayet delili böyle iken, o iman etmek ihtimali olmayan fasık müşriklerin sapıklıklarının sebep ve kaynağına gelince onların çoğu hiç başka değil, ancak bir zanna uyarlar. Düşünce ve eylemlerinde hakkı izlemezler de sırf nefislerinin zan ve tahminine uyarlar, öyle karar verirler. Az bir kısmı inatçılık, şüphe ve hayal bile etmeden tıpkı hayvanlar gibi veya cansız varlıklar gibi körükörüne akıntıya kapılır giderler. Bir çokları da hakkı ve hakikatı kendi algıladıkları gibi sanan, kendi indî görüşlerine bağımlı zanneden, ilim ve marifeti uydurma şeylerden ibaret gibi farzeden nefislerinin tahmin ve hayalleri peşinde koşan İndiyye (Dogmatik) ve Husbaniyye güruhundandırlar. İtikat ve yakîn namına görüş diye ileri sürdükleri fikir ve felsefeleri, toplumsal konularda tutum ve eylemleri, hükümde ve hükumette uydukları şey nefsani tehakkümlerden başka birşey değildir.
Halbuki zan, haktan hiç bir şey ifade edemez. Zerrece müstağni kalamaz. Zan ve hayal ne kadar şairane ve ne kadar muhteşem ve mütahakkimâne olursa olsun, hiçbir zaman hak hükmün sağlayacağı faydayı sağlayamaz. Hakkı batıl, batılı hak, yaratıcıyı mahluk, yaratılmışı yaratan, hayrı şer, şerri hayır zan ve telakki etmekle kimse kendisini hakkın sultasından ve hükümranlığından kurtaramaz. Hiç şüphe yok ki, Allah, onların bütün yaptıklarını bilmektedir. Cezalarını muhakkak verecektir. Onların zannı, hiç bir hakikatı değiştirmez.
Yukarıdan beri iki delilin anlatımından sonra bu âyetin siyakı ve âyette sözü edilen ana fikrin icabı olarak, sözün özellikle bu "bilmektedir" cümlesiyle bitirilmesi, söz konusu ikinci delilin ilâhî ilmin varlığını ispata nassolduğunu ihtar eder. Ayrıca ilâhî bilginin böylece sabit olması, ahirette hakkı inkâr edenlere verilecek cezaya işaret etmekte ve böylece bu zeyl cümlesi, bilgiden başka bir de ceza ile uyarmayı ifade etmektedir. Hatta asıl hedefinin inzar ve tehdit olduğu söylenebilir.
Hem varlık, hem bilgi açısından marifetullahta akıl sahiplerini aydınlatmaya ve irşada kâfi olan bu deliller, hakkın takririnden ve duyurulmasından sonra kesinlikle bilinmelidir ki:
Meâl-i Şerifi
37-61- 37- Bu Kur'ân, Allah'dan başkası tarafından uydurulamaz, lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı (levh-i mahfuzu) ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiç bir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
38- "Onu o (peygamber) uydurdu" mu diyorlar? De ki; "Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah'dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).
39- Hayır. Onlar bilgileriyle kavrayamadıkları, te'vili de kendilerine hiç gelmemiş olan bir şeyi yalan saydılar. Bunlardan önce gelip geçenler de yine böyle inkâr etmişlerdi, amma bak zalimlerin akıbeti nasıl oldu.
40- Onlardan ona (Kur'ân'a) inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Rabbin fesatçıları en iyi bilendir.
41- Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez."
42- İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?
43- İçlerinden sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa hidayet edip yol gösterebilecek misin?
44- Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.
45- Allah'ın onları haşredip toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar gibi olacak. Allah'ın huzuruna çıkacaklarına inanmamış ve doğru yolu tutmamış olanlar hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar.
46- Onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, göstermeden seni vefat ettirsek de, sonunda onların dönüşü bize olacak. Sonra onların ne yapacaklarına Allah şahit olacaktır.
47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. O peygamberleri gelince aralarında adaletle hüküm verilir. Onlar hiç zulüm görmezler.
48- Onlar, "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaad ne zaman yerine gelecek?" diyorlar.
49- De ki, "Ben, Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim". Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.
50- De ki: "O'nun azabı size geceleyin uykuda veya güpe gündüz gelecek olsa, ne dersiniz? Günahkârların onu alelacele istemeleri için ne sebep vardır?"
51- Bu azap meydana geldikten sonra mı iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Halbuki onun çarçabuk gelmesini istiyordunuz.
52- Sonra o zulüm yapanlara "Tadın bakalım şu ebedi azabı!" denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"
53- "O azap gerçek mi?" diye sana soruyorlar. De ki; "Evet. Rabbim hakkı için o kesin bir gerçektir. Ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız."
54- Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da, (o azaptan kurtulmak için) hepsini feda ederdi. Ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir ve hiçbirine zulüm yapılmaz.
55- Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Açın gözünüzü, Allah'ın vaadi muhakkak ki, haktır, gerçektir. Lâkin onların çoğu bunu bilmezler.
56- O, hem can veren, hem can alandır. Ve hepiniz O'na döndürülüp götürüleceksiniz.
57- Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, müminlere bir hidayet ve rahmet geldi.
58- De ki, "Allah'ın ihsanıyla ve rahmetiyle, yalnızca bunlarla sevinç duysunlar. Bu, onların biriktirip durduklarından daha hayırlıdır."
59- De ki, "Baksanıza, Allah sizin için nice rızıklar indirdi, siz onlardan bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız". De ki, "Size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"
60- Allah'a yalanı iftira edenler kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah, insanlara çok ihsanda bulunmuştur, lâkin insanların çoğu şükretmezler.
61- Hangi işi yaparsan yap, Kur'ân'dan ne okursan oku, ne işte çalışırsan çalış, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.
Halbuki zan, haktan hiç bir şey ifade edemez. Zerrece müstağni kalamaz. Zan ve hayal ne kadar şairane ve ne kadar muhteşem ve mütahakkimâne olursa olsun, hiçbir zaman hak hükmün sağlayacağı faydayı sağlayamaz. Hakkı batıl, batılı hak, yaratıcıyı mahluk, yaratılmışı yaratan, hayrı şer, şerri hayır zan ve telakki etmekle kimse kendisini hakkın sultasından ve hükümranlığından kurtaramaz. Hiç şüphe yok ki, Allah, onların bütün yaptıklarını bilmektedir. Cezalarını muhakkak verecektir. Onların zannı, hiç bir hakikatı değiştirmez.
Yukarıdan beri iki delilin anlatımından sonra bu âyetin siyakı ve âyette sözü edilen ana fikrin icabı olarak, sözün özellikle bu "bilmektedir" cümlesiyle bitirilmesi, söz konusu ikinci delilin ilâhî ilmin varlığını ispata nassolduğunu ihtar eder. Ayrıca ilâhî bilginin böylece sabit olması, ahirette hakkı inkâr edenlere verilecek cezaya işaret etmekte ve böylece bu zeyl cümlesi, bilgiden başka bir de ceza ile uyarmayı ifade etmektedir. Hatta asıl hedefinin inzar ve tehdit olduğu söylenebilir.
Hem varlık, hem bilgi açısından marifetullahta akıl sahiplerini aydınlatmaya ve irşada kâfi olan bu deliller, hakkın takririnden ve duyurulmasından sonra kesinlikle bilinmelidir ki:
Meâl-i Şerifi
37-61- 37- Bu Kur'ân, Allah'dan başkası tarafından uydurulamaz, lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı (levh-i mahfuzu) ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiç bir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
38- "Onu o (peygamber) uydurdu" mu diyorlar? De ki; "Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah'dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).
39- Hayır. Onlar bilgileriyle kavrayamadıkları, te'vili de kendilerine hiç gelmemiş olan bir şeyi yalan saydılar. Bunlardan önce gelip geçenler de yine böyle inkâr etmişlerdi, amma bak zalimlerin akıbeti nasıl oldu.
40- Onlardan ona (Kur'ân'a) inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Rabbin fesatçıları en iyi bilendir.
41- Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez."
42- İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?
43- İçlerinden sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa hidayet edip yol gösterebilecek misin?
44- Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.
45- Allah'ın onları haşredip toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar gibi olacak. Allah'ın huzuruna çıkacaklarına inanmamış ve doğru yolu tutmamış olanlar hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar.
46- Onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, göstermeden seni vefat ettirsek de, sonunda onların dönüşü bize olacak. Sonra onların ne yapacaklarına Allah şahit olacaktır.
47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. O peygamberleri gelince aralarında adaletle hüküm verilir. Onlar hiç zulüm görmezler.
48- Onlar, "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaad ne zaman yerine gelecek?" diyorlar.
49- De ki, "Ben, Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim". Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.
50- De ki: "O'nun azabı size geceleyin uykuda veya güpe gündüz gelecek olsa, ne dersiniz? Günahkârların onu alelacele istemeleri için ne sebep vardır?"
51- Bu azap meydana geldikten sonra mı iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Halbuki onun çarçabuk gelmesini istiyordunuz.
52- Sonra o zulüm yapanlara "Tadın bakalım şu ebedi azabı!" denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"
53- "O azap gerçek mi?" diye sana soruyorlar. De ki; "Evet. Rabbim hakkı için o kesin bir gerçektir. Ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız."
54- Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da, (o azaptan kurtulmak için) hepsini feda ederdi. Ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir ve hiçbirine zulüm yapılmaz.
55- Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Açın gözünüzü, Allah'ın vaadi muhakkak ki, haktır, gerçektir. Lâkin onların çoğu bunu bilmezler.
56- O, hem can veren, hem can alandır. Ve hepiniz O'na döndürülüp götürüleceksiniz.
57- Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, müminlere bir hidayet ve rahmet geldi.
58- De ki, "Allah'ın ihsanıyla ve rahmetiyle, yalnızca bunlarla sevinç duysunlar. Bu, onların biriktirip durduklarından daha hayırlıdır."
59- De ki, "Baksanıza, Allah sizin için nice rızıklar indirdi, siz onlardan bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız". De ki, "Size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"
60- Allah'a yalanı iftira edenler kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah, insanlara çok ihsanda bulunmuştur, lâkin insanların çoğu şükretmezler.
61- Hangi işi yaparsan yap, Kur'ân'dan ne okursan oku, ne işte çalışırsan çalış, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.