8- Hurûf-u Mukattat

HASAN CAN

Active member
Sual: Avam-ı nastan, hakaik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir.
Cevap: Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet, çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden aciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hatta belagat dahilerinden Sekkaki gibi bir zat, İmruu'l-Kays veya başka bir bedevinin ibraz ettiği belagat incelerini kavramamıştır. Maahaza, imanın var olup olmadığı sorguyla anlaşılır. Mesela ami bir adama, Saniin, cihat-ı sittesiyle kabza-i tasarrufunda bulunan alemin herhangi bir cihetinde mekan ittihaz etmesinin mümkün olup olmadığı hakkında bir sorgu yapıldığı zaman, "Hiçbir cihette değildir, olamaz" dese kafidir. Çünkü, nef-yi cihetin, yani Saniin hiçbir cihette olamayacağı hakikatinin onun vicdanında sabit olduğuna delalet eder.
İman, Sa'd-ı Taftazani'nin tefsirine göre; "Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur" denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede, bütün kainatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki, insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir.
Ve keza, iman, Şems-i Ezeliden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi, saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltıyla, vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları bir şecere-i tuba gibi neşvünemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider.


b282.gif
-1-

Bu cümlenin evvelki cümleyle bağlılığı ve münasebeti gün gibi aşikardır. Lakin bedeni ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek olduğuna işarettir. Evet, nasıl ki Fatiha Kur'an'a, insan kainata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekat ve sair hakikatleri havi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlukatın ihtiyari ve fıtri ibadetlerinin nümunelerine de şamildir. Mesela secdede, rükuda, kıyamda olan melaikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.
Sual:
b283.gif
-2- nin fiil sigasıyla zikrinde ne hikmet vardır?


_______________________________________



1- Ve namazı dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)
 

HASAN CAN

Active member
Cevap: Ruha hayat veren namazın o geniş hareketini ve alem-i İslama yayılmış olan o intibah-ı ruhaniyi muhataba ihtar edip göstermektir. Ve o güzel vaziyeti ve o muntazam haleti hayale götürüp tasvir etmekle sami'lerin namaza meylini ikaz edip artırmaktır.
Evet, dağınık bir vaziyette bulunan efradı büyük bir sevinçle içtimaa sevk ettiren malum aletin sesi gibi, alem sahrasında dağılmış insanları cemaate davet eden ezan-ı Muhammedinin (a.s.m.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husule gelir.
Sual:
b284.gif
-1- kelimesine bedel, itnablı
b285.gif
-2- 'nin zikrinde ne hikmet vardır?
Cevap: Namazda lazım olan tadil-i erkan, müdavemet, muhafaza gibi "ikame"nin manalarını müraat etmeye işarettir.
Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek namazın şe'nindendir. Namazın erkanı, Fütuhat-ı Mekkiye'nin şerh ettiği gibi, öyle esrarı havidir ki, her vicdanın muhabbetini celb etmek, namazın şe'nindendir. Namaz, Hâlık-ı Zülcelâltarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevi huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe'nindendir ki, her kalb, kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin ve mi'raçvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.
Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbaniye imtisal ettirmek için yegane İlahi bir vesiledir. Zaten insan, medeni olduğu cihetle, şahsi ve içtimai hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlahiye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilahare anlar, ama iş işten geçer.
b286.gif
-3-

Bu kelamın makabliyle nazmını icab ettiren münasebet ise; namaz
b287.gif
yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekat da İslamın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlahi iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.


_______________________________________



1- Namaz kılarlar.
2- Namazı dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)
3- Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar.(Bakara Sûresi: 3.)
 

HASAN CAN

Active member
Zekat ile sadakanın layık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:


1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.
3. Minnetle in'amın bozulmaması.
4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi.
5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.
6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hacat-ı zaruriyesinde sarf etmesi lazımdır.
Kur'an-ı Kerim bu şartları, bu nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için
b288.gif
-1- veya
b289.gif

-2- veyahut
b290.gif
-3- gibi icazlı bir ifadeyi terk edip,
b291.gif
-4- gibi itnablı bir cümleyi ihtiyar etmiştir.
1. Teb'izi ifade eden
b779.gif
israfın reddine;
2.
b293.gif
'nın takdimi, sadakanın kendi malından olduğuna;
3.
b294.gif
minnetin olmamasına (çünkü veren Allah'tır, kul ise bir vasıtadır);
4. Rızkın
b1028.gif
'ya olan isnadı, fakirlikten korkulmamasına;
5. Rızkın amm ve mutlak olarak zikredilmesi, sadakanın ilim ve fikir gibi şeylere de şamil olmasına;
6.
b296.gif
maddesi, alanın sefahete değil, hacat-ı zaruriyesine sarf etmesine işaretlerdir.
Bütün muavenet ve yardım nevilerini havi olan zekat hakkında, sahih olarak Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamdan
b297.gif
-5- hadis-i şerifi mervidir. Yani, Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekat köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası zekattır. İnsanların heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü, zekattır. alem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilacı, muavenettir.


_________________________________



1- Zekat verirler.
2- Sadaka verirler.
3- Zekatı verirler.
4- Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar.(Bakara Sûresi: 3.)
5- Zekat İslamın köprüsüdür. (Et-Teğrib ve't-Terhib, c.1, s. 517,)
 

HASAN CAN

Active member
Evet, zekatın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
Evet, eğer tarihi bir nazarla sahife-i aleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlak-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!"
İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
Alem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
Nev-i beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülasa: Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.
• • •
 

HASAN CAN

Active member
b298.gif
-1-

Kur'an-ı Kerim, bu ayet gibi çok ayetlerde terkiplerin, kelamların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelamı, mürsel ve mutlak bırakmıştır. Bu da i'cazı intaç eden icaza menşe olarak latif bir sırdır. Şöyle ki:
Belagat, mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur'an'ın muhatapları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara müraaten, muhavere ve mükalemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde tamim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelamı mutlak bırakıyor ki, ehl-i belagat ve ulum-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın.
Bu ayeti makabliyle nazm ve rapteden münasebet: Kur'an-ı Kerim, evvelki ayetle tamim yaptıktan sonra, bu ayetle tahsis yapmıştır. Evet, bu ayet, ehl-i kitaptan İmân edenleri tahsisle şereflerini ilan; ve imana gelmeyenleri imana teşvik ediyor. Abdullah ibni Selam ele alınarak diğerlerinin Abdullah ibni Selam gibi olmaları için yapılan teşvik gibi.
Ve keza, Kur'an-ı Kerimin bütün ümmetlere ve risalet-i Muhammediyenin bütün milletlere şamil olduklarını tasrih etmek üzere, her iki
b265.gif
-2- ile
b300.gif
-3- 'nin her iki kısmına tansis edilmiştir.
Ve keza,
b301.gif
-4- sadefinde bulunan imanın rükünlerini beyan etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu ayet; kitaplara, kıyamete sarahaten; rusül ve melaikeye zımnen delalet eder.
Kur'an-ı Azimüşşan burada
b302.gif
-5- gibi icazlı ifadeleri terk edip,
b303.gif
-6- ile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab, bu makamı yüksek nükte ve letaifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir.


_______________________________________



1- Onlar sana indirilen Kur'an'da, senden önceki peygamberle indirilen kitaplara da inanırlar. Onlar, ahirete de kesin olarak İmân etmiş kimselerdir. (Bakara Sûresi: 4.)
2- Onlar ki...
3- Müttakiler.
5- Kur'an'a İmân edenler.
6- Onlar ki. Sana indirilene İmân ederler. (Bakara Sûresi: 4.)
 

HASAN CAN

Active member
1. Esma-i mevsule ve müphemeden bulunan
b265.gif
-1- burada hükmün medarı ve maksadın esası, İmân sıfatı olduğuna ve mevsufu ile sair sıfatları İmân sıfatına tabi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir.
2. Yalnız bir zamanda sübutu ifade eden
b276.gif
-2- kelimesine bedel, fiil sigasıyla
b277.gif
-3- tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe imanın teceddüt ettiğine işarettir.
3. İphamı ifade eden
b307.gif
iman-ı icmalinin kafi geldiğine ve imanın, hadis gibi batıni ve Kur'an gibi zahiri vahiylere şamil olduğuna işarettir.

4.
b308.gif
-4- maddesi itibarıyla, Kur'an'a iman, Kur'an'ın Allah'tan nüzulüne İmân demek olduğunu gösteriyor. Kezalik, Allah'a iman, Allah'ın vücuduna iman; ahirete iman, ahiretin gelmesine İmân demektir.
5.
b308.gif
maziye delalet eden heyeti itibarıyla, henüz nazil olmayanın nüzulü, nazil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza,
b277.gif
'deki istikbal,
b308.gif
'nin maziliğinden neş'et eden noksanı telafi eder. Yani henüz nazil olmayan kısım
b308.gif
'nin şumulü dahilinde değilse de,
b277.gif
'nin şumulü altındadır. Bu tenzil meselesi, Kur'an'ın çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mazi, istikbale misafir gider; bazan de muzari; mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belagat vardır. Şöyle ki:



Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş birşeyi maziye delalet eden bir siga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır. Anlar ki, muhatap yalnız o değildir. Belki, arkasında muhtelif mesafelerde pek çok ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları, nidaları, İlahi hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi zihnine gelir.
b309.gif
-5- ye bedel
b310.gif
-6- nin zikri, Resul-i Ekremin (a.s.m.) teklif edilen risalet vazifesini cüz-ü ihtiyarisiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekremin (a.s.m.) daha yüksek olduğuna işarettir.


_______________________________________


1- Onlar ki...
2- İman edenler.
3- İman edenler.
4- İndirldi.
5- Senin üzerine.
6- Sana.
 

HASAN CAN

Active member
Çünkü
b311.gif
-1-'da ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i nüzulün daha yüksek olduğuna delalet eder.
b310.gif
'deki zamirin ism-i zahire tercih sebebi, Kur'an ve Kur'an'a ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (a.s.m.) yalnız muhatap olup, kelam, Allah'ın kelamı olduğuna işarettir. Bu kelamın icaz derecesi, şu zikredilen letaiften anlaşıldı.


b313.gif
-2-

Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten samileri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin makabliyle nazmına dair "dört letaif" vardır.
1. Bu cümlenin makabline atfı, medlulün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:
"Ey insanlar! Kur'an'a İmân ettiğiniz gibi, kütüb-ü sabıkaya da İmân ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şahittir."
2. Yahut o atıf, delilin medlule olan atfıdır. Şöyle ki:
"Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara İmân ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur'an'a da İmân ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur'an'da ve Hazret-i Muhammed'de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur'an Allah'ın kelamı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de resulü olduğunu tarik-i evla ile kabul ediniz ve etmelisiniz."
3. Zaman-ı Saadette Kur'an'dan neş'et eden İslamiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın ab-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak alem-i beşere maddi ve manevi semereleri yetiştiriyor.
Evet, İslamiyet, mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.
4. Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:
"Ey ehl-i kitap! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor.


_______________________________________


1- Üzerine.
2- Senden önce indirilene... (Bakara Sûresi: 4.)
 

HASAN CAN

Active member
Zira Kur'an, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekanın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda akli ve mantıki olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkam-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'i hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken, şahs-ı ahere da' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an, fer'i hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir."
b314.gif
*

Kur'an'da hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasın veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet, Kur'an'ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tac-ı zerrin gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle,
b314.gif
kelimesine bak. Bu ayetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letaifi gör. Zira bu ayet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet meselesinde beş maksat vardır. Bu maksatlar, beş nükte ve letaifden in'ikas etmiştir.
Bu beş letaif,
b314.gif
'nin sadefindedir. Maksatlar ise:
1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, resuldür.
2. Ekmelü'r-Rusüldür.
3. Hatemü'l-Enbiyadır.
4. Risaleti, ammedir.
5. Şeriati, sair şeriatlerin mehasinini cem ile onların nasihidir.
Birinci maksadın
b314.gif
'den veçh-i in'ikası:

Meslekleri ve yolları bir olan bir cemaat,
b314.gif
kelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh, Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.)
b314.gif
'deki zamire merci olması, o cemaatten madud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın risaletine ve Kur'an'ın Allah'tan nazil olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mucizeleri de Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) davasına bir mucize hükmüne geçer.


_______________________________________


* Senden önce.
 

HASAN CAN

Active member
İkinci maksadın veçh-i in'ikası, üç kaideden tezahür eder.
1. Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.
2. Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin, evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasını iktiza eder.
3. Alelekser, halefin mahareti, selefinden daha ziyadedir.
İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) ekmel-i enbiya olduğu tezahür eder.
Üçüncü maksadın vech-i in'ikası:
Meşhur bir kaidedir ki, bir vahid çoğalsa, teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve kesir olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır, daha değişmez. Demek, Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, hatemü'l-enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez; hatemiyetine hatem ve imza basar.
Dördüncü maksadın veçh-i in'ikası:


b314.gif
kelimesinin ifade ettiği gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.), onların halefidir ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh, halefin, selefe ait vazifeyi tamamıyla üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine naip ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder.
Evet, bu kaide, hükmüne uygun fıtri bir kaidedir. Zira, Zaman-ı Saadetten evvel insan aleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi ki, terbiye-i vahide ve davet-i münferide kafi gelmiyordu. Vakta ki alem-i insaniyet Zaman-ı Saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkar ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta küre-i arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kafi görüldü.
Beşinci maksadın veçh-i in'ikası:
b314.gif
'deki
b779.gif
iptida manasını ifade eder. İptida ise, bir intihaya bakar. İntiha, adem-i ihtiyaca delalet eder. Öyleyse, o hazret, Hatemü'l-Enbiyadır ve alem-i insaniyetin başka bir resule ihtiyacı yoktur.
 

HASAN CAN

Active member
b314.gif
kelimesinin bu beş letaife makes ve mazhar olmasına nazar-ı belagatçe delalet eden emare şudur ki: Bu beş maksat, bir nehir gibi şu ayetlerin altında cereyan etmekle, ayetten ayete intikal neticesinde
b314.gif
havuzunda içtima etmiştir. Evet, kelimenin sathında görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna delalet ve ima eder. Maahaza, bu maksatların beyanına ayrı ayrı ayetler tahsis edilmiştir.


b325.gif
-1-

Bu ayet, haşir meselesine işarettir. Haşrin ispatı hakkında feyz-i Kur'an'dan fehmettiğim ve başka bir risalede tafsilatıyla zikrettiğim on bürhanın hülasasına burada işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Kast ve iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. alemde abes yok, fıtratta israf yok. Bu şahitleri tezkiye eden, istikra-ı tamdır ki, her fen, mevzuu bulunduğu nev'in nizamına bir şahid-i adildir. Ve keza, yevm ve sene vesaire gibi her nevide, nev'i bir kıyamet-i mükerrere vardır. Ve keza, beşerdeki istidat, kıyamete bir remizdir. Ve keza, beşerin gayr-ı mütenahi meyil ve emelleri, kıyameti ister. Ve keza, Sani-i Hakimin rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir. Ve keza, sıdk ve emanetle maruf Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, sarahaten ilan ediyor. Ve keza, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan


b326.gif
-2-

ayetleriyle ve bu ayetlerin emsaliyle haşrin vukuunu kat'iyetle ispat ediyor.


İşte, tam ona baliğ olan şahitler, saadet-i ebediyenin anahtarı olup, o cennetin kapılarını açarlar.
Birinci Bürhan: Evet, kainat saadet-i ebediyeyi intaç etmese, akılları hayrette bırakan kainatta görünen en bariz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zayıf bir suretten ibaret kalır. Ve bütün maneviyat ve alakalar, rabıtalar ve nispetler hep heba olur. Öyleyse, o nizamın nizam olması, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intaç etmekle olur. Yani, o nizamdaki maneviyat ve nükteler, ancak alem-i ahirette sümbüllenecektir. Yoksa, bütün maneviyat söner, rabıtalar kesilir, nispetler darma dağınık olur, nizam da berhava olur. Halbuki o nizamda bulunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamın berhava edilmeyeceğini ilan ediyor.


_______________________________________



1- Ahirete de kesin olarak İmân ederler. (Bakara Sûresi: 4.)
2- Halbuki, O sizi halden hale sokarak yaratmıştır. (Nuh Sûresi: 14.) Rabbin kullarına haksızlık edecek değildir. (Fussilet Sûresi: 46.)
 
Üst Alt