8- Hurûf-u Mukattat

MURATS44

Özel Üye
b377.gif
-1-

Bu cümlenin makabliyle cihet-i nazmı:
Arkadaş! Cenab-ı Hakkın sıfat-ı ezeliye aleminde biri celali, diğeri cemali, iki türlü tecellisi vardır. Celal ile cemalin sıfat-ı ef'al aleminde tecellisinden lütuf ve kahır, hüsün ve heybet tezahür eder. Ef'al alemine tecelli edince, tahliye (
b267.gif
) ile tahliye (
b267.gif
) , tezyin ile tenzih doğar. Asar ve a'mal aleminden alem-i ahirete intıba' edince, lütuf Cennet ve nur olarak, kahır da Cehennem ve nar olarak tecelli eder. Sonra alem-i zikre in'ikas edince, biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır. Sonra alem-i kelamda tecelli edince, kelamın emir ve nehye taksimine sebep olur. Sonra alem-i irşada intikal edince, irşadı tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder.
Sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir.
Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara süluk edilsin, havf ile de, eğri yollara gidilmesin; ne Allah'ın rahmetinden me'yus, ne de azabından emin olunsun.
İşte böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı, Kur'an-ı Kerim, aleddevam, terğibden sonra terhib; ve ebrarı medhettikten sonra füccarı zemmetmiştir.
Sual: Bu cümle ile


b380.gif
-2-

cümlesi arasında ne gibi bir fark vardır ki, orada atıf var, burada yoktur?


Cevap: Atfın hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar. Hüsn-ü münasebet, her iki cümleden takip edilen arz ve maksadın bir olmasına mütevakkıftır. Halbuki oradaki maksat, burada yoktur. Burada birinci cümledeki maksat, Kur'an'ın medhine incirar eden mü'minlerin medhidir. İkinci cümleden maksat, yalnız tahvif ve terhib için kafirlerin zemmidir. Bu ise Kur'an'ın medhiyle alakadar değildir.
Sonra bu cümlenin ihtiva ettiği eczanın nazmında tezahür eden letaif cihetine bakalım.
b381.gif
-3- ile
b265.gif
-4- mevkilere göre ifade ettikleri nüktelerden maada, belagatçe kıymetli sayılan iki nükteyi daha tazammun etmişlerdir ki, Kur'an, pek çok yerlerinde
b265.gif
ile
b381.gif
'yi mükerreren zikretmiştir.


______________________________________



1- İnkar edenlere gelince, sen onları inkarlarının akibetinden sakındırsan da birdir, sakındırmasın da. (Bakara Sûresi: 6.)
 

MURATS44

Özel Üye
Tahkiki ifade eden
b381.gif
'deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki:
b381.gif
herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damını deler, hakikate nüfuz eder. Ve o davayı veya hükmü aşağıya indirir. Hakikate yapıştırmakla, o hükmün hayali veya zanni veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakaik-i sabiteden olduğunu ispat eder. Bu cümlede
b381.gif
'nin hususi nüktesi, bu ayetin muhatabı olan Hazret-i Muhammed'e (a.s.m.) şek ve inkar bulunmadığı halde şek ve inkarı ref etmek şe'ninde olan
b381.gif
ile karşılanması, onların İmân etmesi için peygamberin (a.s.m.) şiddet-i hırsına işarettir.
b265.gif
-1- kelimesi ise, göze görünmezden evvel akla görünen garip ve yeni hakikatlere bir vasıta-i işarettir. Bunun içindir ki, hakikatleri tebdil ve tecdid eden ve inkılapları tasvir için kullanılan işaret ve vasıtalardan en çok kullanılan
b265.gif
ve emsalidir.
Kur'an'ın tecellisiyle çok neviler silindi, hakikatler yıkıldı. Onlara bedel, yeni yeni neviler, hakikatler teşekkül etti. Evet, zaman-ı cahiliyete bak: O zamanda bütün neviler milli rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi, içtimai hakikatler de taassub-u kavmi üzerine bina edilmişti. Kur'an'ın tecellisiyle o rabıtalar kesildi, o hakikatler tahrip edildi. Onlara bedel, dini rabıtalar üzerine yeni neviler ve hakikatler ihdas edildi. Evet, Şems-i Kur'an'ın tuluu ile, bazı kalbler, onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve mü'minlerin nev'ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-i nuraniye meydana geldi. Kezalik, o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kafirlerin nev'ini ilan eden zehirli bir hakikat-i küfriye husule geldi. İşte bu hakikat-i küfriyeye işaret için
b265.gif
zikredilmiştir. Maahaza, her iki
b265.gif
arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü, herbirisi birbirine zıt olan bir hakikate işarettir.
Ve keza, harf-i tarif olan
b247.gif
'in ifade ettiği beş manayı
b265.gif
'de ifade ediyor. O manaların en meşhuru, ahiddir. Yani, gerek
b247.gif
'den, gerek
b265.gif
'den, mahut ve malum birşey kasdedilir. Binaenaleyh, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ümeyye ibni Halef ve saire gibi mahut ve meşhur büyük kafirlere
b265.gif
ile işaret edilmiş olduğu ihtimali pek kavidir. Bu ihtimale binaen, şu ayet, gaybdan ihbar eden ayetlerden biri olur. Çünkü onlar küfür üzerine ölmüşlerdir. Ve aynı zamanda, i'caz-ı manevinin dört nev'inden bir nev'i, şu gaybi ihbarlardan tezahür eder.


______________________________________



1- Onlar ki.
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: Kur'an, zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı birbirine muhaliftir.
Cevap: Azizim! Kur'an'ın herbir kelamı, üç kaziyeyi müştemildir.
Birincisi: Bu, Allah'ın kelamıdır.
İkincisi: Allah'ca murad olan mana, haktır.
Üçüncüsü: Mana-yı murad, budur.
Eğer Kur'an'ın o kelamı, başka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur'an'ın başka bir yerinde beyan edilmişse, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lazımdır ve inkarları da küfürdür. Şayet Kur'an'ın o kelamı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zahir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi, inkarı da küfür değildir. İşte, müfessirlerin ihtilafları, ancak ve ancak şu kısma aittir.
İhtar: Mütevatir hadisler de, bu hususta, ayetler gibidir. Yalnız birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünkü
b398.gif
-1- ile işaret edilen hadisin hakikaten hadis olup olmadığında tereddüt yeri vardır.
Sual: Küfür, cehildir. Halbuki kafirler, Hazret-i Muhammed'i (a.s.m.) evlatları kadar tanıyorlardı.
Cevap: Küfür iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkar eder; ikincisi, bildiği halde inkar eder. Bu da, birkaç şubedir.
Birincisi, bilir, lakin kabul etmez.
İkincisi, yakini var, lakin itikadı yoktur.
Üçüncüsü, tasdiki var, lakin vicdani iz'anı yoktur.
Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?
Cevap: Yoktur. Çünkü, san'at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlal ile telkin için, fikri, daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.
Sual: Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde, zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden niçin küfür hasıl olsun?
Cevap: Gizli olan umura, şeriat, emarelere göre hükmeder. Hatta illet olmayan esbab-ı zahiriyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı rükua mani olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmaline mani olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat'iyetle hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir.


______________________________________


1- Bu.
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: İnzar yapılmadıkça teklif nasıl yapılır?
Cevap: İnzar yapılmadığı takdirde teklif de yapılmazsa, adem-i tecziyelerine bir hüccet olur. Zira, "Biz ne yapalım? Ne tebliğat yapıldı ve ne tekliften haberimiz var" diye mücazattan kurtuluşlarına bir medar olur.
Sual: Cenab-ı Hakkın onların küfür ve temerrüdlerinden yaptığı ihbar, onların imana gelmelerini imtina derecesine çıkarıyor. Mümteni ve muhal birşey teklif edilir mi?
Cevap: Cenab-ı Hakkın ihbarı, ilmi ve iradesi, sebepten kat-ı nazarla yalnız küfürlerine taalluk etmez. Ancak ihtiyarlarıyla küfürlerine birlikte taalluk eder. Bu ise ihtiyarlarını nefyetmez ki, teklif-i bilmuhal olsun. Bu bahsin tafsilatı gelecektir.
Sual: İman etmeyeceklerini ifade eden
b399.gif
-1- ve emsali ayetlere, onları İmân etmeye davet etmekten, adem-i imana İmân çıkıyor. Bu ise, muhal-i aklidir.
Cevap: Onlara teklif edilen iman, icmalidir, tafsili değildir. "Herbir ayete, herbir hükme ayrı ayrı, birer birer İmân ediniz" diye teklif yapılmıyor ki bu mahzur lazım gelsin. Sonra, küfürlerini siga-i mazi ile zikretmek, Hakkın izhar ve ispatından evvel onların, küfrü kucaklayıp kabul etmelerine işarettir. Bunun içindir ki, onlara karşı inzarın adem-i inzar gibi faydasız kaldığına,
b400.gif
-2- kelimesiyle işaret yapılmıştır. Sonra, fevkaniyeti ifade eden
b401.gif
-3- deki
b311.gif
-4- onların yüzleri yere yapışmış gibi, başlarını kaldırıp amirlerinin sözünü dinleyemediklerine işarettir. Ve keza manaya bir zarar ve bir halel iras etmeyen ve terkine tercih edilen
b401.gif
'in zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselama nazaran, inzarın, adem-i inzar gibi olmadığına işarettir. Zira inzarda ecir ve sevap vardır.
b404.gif
-5- cümlesindeki hemze ile
b405.gif
müsavatı ifade ettiğinden
b400.gif
kelimesine tekittir. Yahut
b400.gif
kelimesinden müsavatın bir manası, hemze ile
b405.gif
'den ikinci manası irade edilir. Çünkü, müsavatın medarı ya adem-i faydadır veya mucibin adem-i vücududur.


_______________________________________


1- İman etmezler.
2- Birdir, müsavidir.
3 Onlar üzerine.
4- Üzerine
5- Onları uyarsan da, uyarmasan da.... (Bakara Sûresi: 6.)
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: İstifham şekliyle müsavatı ifade etmekte ne mana vardır?
Cevap: Yapmış olduğu fiilinde bir faydası olmayan muhatabın fiilinin faydasız olduğuna latif ve mukniane bir vecihle ikaz edilmesi ancak istifham ile olur ki, muhatap, fiilini düşündükten sonra, kötü neticesini nazara alarak kalbi mutmain olsun.
Sual:
b400.gif
kelimesi inzar ve adem-i inzardan mecaz ise, aralarındaki alaka nedir?
Cevap: İstifhamın müsavatı tazammun etmesidir. Zira istifham eden adamın bilgisine göre vücut ile adem mütesavidir. Maahaza bu gibi istifhamlara verilen cevaplar, alelekser şu müsavat-ı zımniye ile verilir.
Sual: Mazi sigasıyla inzardan yapılan tabir neye işarettir?
Cevap: İkinci ve üçüncü inzarlara lüzum kalmadığına işarettir. Yani "Yaptığın inzar fayda vermedi, bundan sonra da faydasız kalır."
Sual: İnzar etmemekte faydanın bulunmaması zahirdir.
b407.gif
-1- kaydında ne fayda vardır?
Cevap: Sükut etmek, bazan muhatabın insafa gelip matlup işe muvafakatine sebep olur.
Sual: Kur'an-ı Kerim, başka makamlarda terhibden sonra tergib de yaptığı halde, burada tergibi terketmiştir. Esbabı nedir?
Cevap: Küfür makamına, ancak terhib ve tahvif münasiptir. Hem de küfür gibi mazarratları def etmek, Cenneti kazanmak gibi menfaatlerin celbinden daha evla ve daha tesirlidir. Maahaza, buradaki terhib, tergibi de andırıyor. Çünkü, inzar ve adem-i inzarı gören hayal, zıddiyet münasebetiyle, derhal tebşir ve adem-i tebşire intikal eder.


________________________________________


1- Uyarmasan da...
 

MURATS44

Özel Üye
Azizim! Herbir hükmün başka şeylere hizmet eden çok manaları olduğu ve herbir hükümden takip edilen gizli maksatlar bulunduğu ve bu kelamın da Hazret-i Muhammed'e (a.s.m.) işaret eden manaları olduğu gibi, küfrü takbih etmek maksadıyla büyük bir ölçüde tenkiratta bulunmuştur. Ezcümle, Peygamber Aleyhissalatü Vesselamın görmekte olduğu zahmetlerin tahfifine ve göstermekte olduğu hırs ve şiddetin tehvinine medar olmak için, mana-yı harfi kabilinden bazan imalarda bulunmuş ve eski resullerin hallerini nazara alarak, onlara iktida ile teselli yollarını göstermişse de, bu bir kanun-u fıtridir, tahammül ve inkıyad lazımdır diye lisan-ı hal ile ilan etmiştir.
Bu ayet
b416.gif
-1- cümlesine kadar bütün eczasıyla küfrü takbih ve tenfir ile nehyeder. Ve ehl-i küfrü, tehdit ve tahvifle küfürden terhib eder. Ve keza, bütün kelimatıyla, küfrün büyük bir musibet olmakla beraber, lezzeti yok, elemi var; nimeti yok, nikmeti var diye ilan eder. Ve keza, bütün cümleleriyle küfrün herşeyden zararlı olduğunu tasrih eder. Evet, onlar İmân etmediklerinden ve cevher-i ruhu ifsad ve bütün elemleri içine alan küfür musibetine maruz kaldıklarından
b409.gif
-2- ya bedel
b410.gif
-3- tabiriyle işaret edilmiştir. Ve keza
b411.gif
-4- kelimesine bedel
b399.gif
-5- tabiriyle, onların büyük musibete maruz kaldıkları gibi, pırlanta gibi cevher-i imaniyi de kaybettiklerine işarettir.
Ve keza,
b413.gif
-6- cümlesiyle, kalb ile vicdan, nur-u İmân sayesinde hakaik-i İlahiyenin tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalat, hayattar ve ziyadar oldukları halde; küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız haşarat-ı muzırra yuvasına inkılap ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki, o korkunç yuvadaki akreplerden veya yılanlardan içtinap edilmesine işaret edilmiştir.

Ve keza
b414.gif
-7- kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hatta kulaktaki zar, nur-u İmân ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u İmân sayesinde rüzgarların terennümatını, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kainat, İlahi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları, nurani alemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.

1- Onlar için büyük bir azap vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
2- İman etmediler.
3- İnkar ettiler. (Bakara Sûresi: 6.)
4- Küfrü terk etmezler.
5- İman etmezler.
6- Allah onların kalblerini mühürlemiştir. (Bakara Sûresi: 7.)
7- Kulaklarını da...
 

MURATS44

Özel Üye
Fakat o kulak, küfürle tıkandığı zaman, o leziz, manevi, yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri iras eden avazlar, matem seslerine inkılap eder. Kalbde, o ulvi hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedi yetimlikler, malikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.
Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.


b415.gif
-1-

Bu cümle ile rüyete, yani göze ait büyük bir nimet-i basariyenin küfürle kaybolduğuna işaret edilmiştir. Zira, gözün nuru, nur-u imanla ışıklanırsa ve kavileşirse, bütün kainat gül ve reyhanlarla müzeyyen bir cennet şeklinde görünür. Gözün gözbebeği de, balarısı gibi, bütün kainat safhalarında menkuş gül ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve şıralarından vicdanda o tatlı imanlı balları yapar. Eğer o göz küfür zulmetiyle kör olursa, dünya, genişliğiyle beraber bir hapishane şekline girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarından gizlenir. Kainat ondan tevahhuş eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar.
b416.gif
-2- cümlesiyle, küfür şeceresinin ahirete ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir.
b399.gif
-3- kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek
b400.gif
-4- kelimesine tekittir.
• • •


_______________________________________


1- Gözleri üzerinde bir perde vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
2- Onlar için büyük bir azap vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
3- İman etmezler.
4- Birdir, müsavidir.
 

MURATS44

Özel Üye
b419.gif


MUKADDEME

Bu ayetin üzerinde durmak icap ediyor. Ehl-i İ'tizal, Ehl-i Cebir, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat gibi ehl-i kelamın şu ayet-i azimenin altında yaptıkları muharebe-i ilmiyelerini dinleyelim. Zira, bu gibi fikri harpler, ehl-i nazarı dikkate davet eder. Binaenaleyh, onların bu ayette takip ettikleri cihetleri kontrol lazımdır.
Evet, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatin sırat-ı müstakim üzerine olduğunu, ötekilerin ya ifrata veya tefrite maruz kaldıklarını ispat için, bazı münasebetlerin zikri lazımdır.
Birincisi: Tahakkuk etmiş hakaiktendir ki, tesir-i hakiki, yalnız ve yalnız Allah'ındır. Öyleyse, Ehl-i İ'tizalin abde verdiği tesir-i hakiki hilaf-ı hakikattir.
İkincisi: Allah Hakimdir; öyleyse, sevap ve ikab abes değildir, ancak istihkaka göredir. Öyleyse ıztırar ve cebir yoktur.
Üçüncüsü: Herşeyin biri mülk, diğeri melekut, yani biri dış, diğeri iç olmak üzere iki ciheti vardır. Mülk ciheti, bazı şeylerde güzeldir, bazı şeylerde de çirkin görünür: Aynanın arka yüzü gibi. Melekut ciheti ise, herşeyde güzeldir ve şeffaftır: Aynanın dış yüzü gibi. Öyleyse, çirkin görünen şeyin yaratılışı, çirkin değildir, güzeldir. Ve aynı zamanda o gibi çirkinlerin yaratılışı, mehasini ikmal içindir. Öyleyse, çirkinin de bir nevi güzelliği vardır. Binaenaleyh, bu hususta Ehl-i İ'tizalin "Çirkin şeylerin halkı Allah'a ait değildir" dedikleri safsataya mahal kalmadı.
Dördüncüsü: Mesela darp ve katle terettüp eden elem ve ölüm gibi "hasıl-ı bilmasdar" ile tabir edilen şey, mahluk ve sabit olmakla beraber, camiddir. İlm-i sarfta malumdur ki, camidlerden ism-i fail gibi sıfatlar yapılamaz. Ancak kisbi, nisbi, itibari olan mana-yı masdariden yapılabilir. Öyleyse, ölümün halkı katl değildir. Öyleyse, Ehl-i İ'tizalin hatalarına, hata nazarıyla bakılmalıdır.


_______________________________________


İnkarlarında ısrar ettikleri için Allah onların kalplerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de, hakkı görmelerine mani bir perde vardır. Ahirette ise onların hakkı pek büyük bir azaptır. (Bakara Sûresi: 7.)
 

MURATS44

Özel Üye
Beşincisi: İnsanın katl gibi zahiri ve ihtiyari olan fiilleri, nefsin meyelanına intiha eder. Cüz-ü ihtiyari denilen şu nefis meyelanı üzerine münazaalar deveran eder.
Altıncısı: adetullah üzerine, irade-i külliye-i İlahiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra, o taalluk eder. Öyleyse cebir yoktur.
Yedincisi: İlim, maluma tabidir. Bu kaziyeye göre, malum, ilme tabi değildir; çünkü devir lazım gelir. Öyleyse, bir insan, amelen yaptığı bir fiilin esbabını kadere havale etmekle taallül ve bahaneler gösteremez.
Sekizincisi: Ölüm gibi hasıl-ı bilmasdar denilen şey, kesb gibi bir masdara mütevakkıftır. Yani, adetullah üzerine, o hasıl-ı bilmasdarın vücuduna şart kılınmıştır. Kesb denilen masdarda, çekirdek ve ukde-i hayatiye meyelandır. Bu düğümün açılmasıyla, meseledeki düğüm de açılır.
Dokuzuncusu: Cenab-ı Hakkın ef'alinde tercih edici bir garaza, bir illete ihtiyaç yoktur. Ancak tercih edici, Cenab-ı Hakkın ihtiyarıdır.
Onuncusu: Bir emrin, behemehal bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lazımdır ki, tereccüh bila-müreccih lazım gelmesin. Amma itibari emirlerde tahsis edici birşey bulunmasa bile muhal lazım gelmez.
On birincisi: Birşey, vücudu vacip olmadıkça vücuda gelmez. Evet, irade-i cüz'iyenin taallukuyla irade-i külliyenin taalluku birşeyde içtima ettikleri zaman, o şeyin vücudu vacip olur ve derhal vücuda gelir.
On ikincisi: Birşeyin vücudunu bilmekle, mahiyetini bilmek lazım gelmez. Ve birşeyi bilmemekle, o şeyin adem-i vücudu lazım gelmez. Binaenaleyh, cüz-ü ihtiyarinin mahiyetinin tabir edilememesi, vücudunun kat'iyetine münafi değildir.
Nazar-ı dikkatinize arz ettiğim şu esasları tam manasıyla anladıktan sonra, şu maruzatımı da dinleyiniz.
Biz Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, Ehl-i İ'tizale karşı diyoruz ki: Abd, kesb denilen masdardan neş'et eden, hasıl-ı bilmasdar olan esere halık değildir. Abdin elinde ancak ve ancak kesb vardır. Zira Allah'tan başka müessir-i hakiki yoktur. Zaten tevhid de öyle ister.
Sonra Ehl-i Cebre döner söyleriz ki: Abd, bir ağaç gibi bütün bütün ıztırar ve cebir altında değildir. Elinde küçük bir ihtiyar vardır. Çünkü Cenab-ı Hak hakimdir, cebir gibi zulümleri intaç eden şeylerden münezzehtir.
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: Cüz-ü ihtiyari denilen şey nedir? Ne kadar etrafı kazılırsa, altından cebir çıkıyor! Bu nasıl birşeydir?
Cevap:
Birincisi: Fıtrat ile vicdan, ihtiyari emirleri, ıztırari emirlerden tefrik eden gizli birşeyin vücuduna şehadet ediyorlar. Tayin ve tabirine olan acz, vücuduna halel getirmez.
İkincisi: Abdin bir fiile olan meyelanı, Eş'arilerin mezhebi gibi mevcut bir emir ise de, o meyelanı bir fiilden diğer bir fiille çevirmekle yapılan tasarruf, itibari bir emir olup abdin elindedir.
Eğer Maturidilerin mezhebi gibi o meyelanın bizzat bir emr-i itibari olduğuna hükmedilirse, o emr-i itibarinin sübut ve tayini, kendisinin bir illet-i tamme olduğunu istilzam etmez ki, irade-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü çok defalar meyelanın vukuunda fiil vaki olmaz.
Hülasa; adetullahın cereyanı üzerine hasıl-ı bilmasdarın vücudu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise meyelandır. Meyelan veya meyelandaki tasarruf mevcudattan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun. Madum da değildir ki, hasıl-ı bilmasdar gibi mevcut olan birşeyin vücuduna şart kılınmasına veya sevap ve ikaba sebep olmasına cevaz olmasın.
Sual: İlm-i ezelinin veya irade-i ezeliyenin bir fiille taallukları ihtiyara mahal bırakmıyor.
Cevap:
Birincisi: Abdin ihtiyarından neş'et eden bir fiile ilm-i ezelinin taalluku, o ihtiyara münafi ve mani değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, maluma tabidir.
İkincisi: İlm-i ezeli, muhit olduğu için, müsebbebatla esbabı birlikte abluka eder, içine alır. Yoksa ilm-i ezeli, zannedildiği gibi uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbabdan tegafül ile, yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.
Üçüncüsü: Malum nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taalluk eder. Öyleyse, malumun mekayisi ve esbabı, kadere isnad edilemez.
Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taalluku yoktur. Ancak, müsebbeple sebebe bir taalluku vardır.
Bu mezheplerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim:
Bir adam, bir aletle bir şahsı öldürse, sebebin madum olduğunu farz edersek, müsebbebin keyfiyeti nasıl olur?
Ehl-i Cebrin nokta-i nazarları: "Ölecekti." Çünkü, onlarca taalluk ikidir. Ve sebeple müsebbeb arasında inkıta caizdir.
Ehl-i İ'tizalce: "Ölmeyecekti." Çünkü onlarca muradın iradeden tahallüfü caizdir.
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatçe, bu misalde sükut ve tevakkuf lazımdır. Çünkü, irade-i külliyenin sebeple müsebbebe bir taalluku vardır. Bu itibarla, sebebin ademi farz edilirse, müsebbebin de farz-ı ademi lazım gelir. Çünkü taalluk birdir. Cebir ve İ'tizal, ifrat ve tefrittir.


• • •
 
Üst Alt