Batıl İnançlar

MURATS44

Özel Üye
Mum Yakmak


Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir. Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı"
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları Hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk Hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...

İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inandırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz
 

MURATS44

Özel Üye
Muska Nedir?


Muska; bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.
Muska kelimesinin aslı "nüsha"dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz" Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" yahut da "maâza" Türkiye'de "muska", "nusha" veya "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında "rukye" olarak geçmektedir.
Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak veya tedavî amacıyla yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin teneke gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli veya kalp biçiminde kaplara da konan hamail bütün İslâm dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Muskalara yalnızca sûre ayet hadis veya bir dua yazıldığı gibi Allah'ın meleklerin efsanevî kişilerin adları anlaşılmaz tılsımlı sözler simgeler yıldız işaretleri rakamlar rumuz ve işaretler insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre ayet hadis ve duanın yazıldığı muskalar, İslâm dönemine; diğerleri ise İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.
Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak 114. sûre olan Nâs Yasin Fâtiha süreleri Âyetü'l-Kürsi (2/256) Âyetü'l-Arş (9/130) diğer çeşitli ayet hadis ve dualar yazılır.
İslâm fıkhı âlimleri zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de okuyarak tedâvi gibi etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terk etmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terk etmek haram değildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir.

Dolayısıyla İslâm'a göre nazar korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre ayet hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslâm dini insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzuruna gelerek "Ya Resûlullah gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (s.a.s) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış" diye buyurmuştur.

Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s)'in muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır.

Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (r.a)'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım ey insanların Rabb'ı şu hastalığı götür şifâ ver şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifâ ver."

Bu ve benzeri rivâyetlere göre okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:

  1. Okunan ve yazılan şey sûre ayet hadis veya manası anlaşılan dua olacak.
  2. Manası bilinmeyen bir takım isim harf resim ve işâretler kullanılmayacak. Buna göre yukarıda anlatılan ikinci çeşit muskalar İslâm'a göre haram ve yasaktır.
  3. Tıbbi tedâvide olduğu gibi burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiç bir şey umulmayacaktır.
  4. Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır.

Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah efendimizden gelen duâlarla muska yazmaya ve taşımaya "Ta'viz" denir. İslâm dîninde buna izin verilmiştir. İnanan, güvenen kimseye fayda verdiği tecrübe ile sâbittir. Hattâ böyle âyet ve duâların yazıldığı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak her zaman taşımaya izin verilmiştir. Mânâsı bilinmeyen veya dinden ayrılmaya sebep olan muskayı okumaya "Efsûn" denir. Bunu ve nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımaya Temîme denir. Muhabbet (sevgi) hâsıl etmek için yapılan muskalara "Tivele denir." Bir hadîs-i şerîfte; “Temîme ve Tivele şirktir (Allah'a ortak koşmaktır).” buyruldu.
Hakîkî Müslüman, bâtıl inançlara inanmaz. Sihir, uğursuzluk, fal, efsun, Kurândan başka şeyler yazılı muska, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya ve kerâmet sâhibi olduğunu söyleyene ehemmiyet vermez. Bunların çoğu esâsen başka dinlerden bize aktarılmıştır. Bâzı din adamlarından kerâmet bekleyenlere büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “İnsanlar din adamlarından kerâmet beklerler. Bunların bâzılarının kerâmeti yoktur, ama diğerlerinden daha ziyâde Allah'a yakındır. Asıl kerâmet, İslâmiyet'i iyi öğrenmek ve ona uygun yaşayabilmektir.”

İslâm, muskayı istememiş, tedavi ya da başka bir amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiş ve faydalı olabileceğini söylememiştir. Hattâ muskanın birçok çeşidiyle Allah'tan başkalarının da etkili olabileceğini kabul etme anlamı taşıyacağından, şirk olduğu bildirilmiştir.
Tuvalet gibi yerlere girerken çıkarmak, şirk anlamı taşıyan cümleler, şifreler ve işaretler gibi anlamsız tılsım rumuzları içermemek şartıyla bazı âyetlerin ve bazı mübarek isimlerin, tesiri onlara değil sadece Allah'a bağlayarak üzerinde taşımasının sakıncalı olmayacağı söylenmiştir. Ancak bunun da gerçek tevekküle aykırı bir davranış olduğuna işaret eden hadisler ve bunlara bağlı kabullenişler vardır. (bkz. Elmalı) Ancak bunlarla da tedavi olunabileceği söylenmemiş ve bu istenmemiştir.
Tıbbî tedavi yöntemlerine başvuru emredilmiş olmakla beraber, Kurân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin -özellikle Fâtiha Sûresi'nin- ve Resûlullah'ın (s.a.s.) yaptığı bazı duaların okunup hastaya üflenmesi câizdir ve bunun Allah'ın dilemesiyle tesiri olabilir. Ancak şifa sadece Allah'tan bilinmeli ve sadece O'ndan istenmelidir.

Günümüzde "kısmet açma" vs. şeyler için yapılan bidatler, hoca kılıklı sahtekârlardan imdat dilemeler ve her çeşidiyle bu yoldaki uygulamalar şirk belirtisi ve kalıntısı davranışlardır. Bunların kazandıracakları günah; zayi ettirecekleri paralar ve sağlamayacakları faydalar bir yana, şahsen ben mevcut dertlere de dert katacakları kanısındayım. Böyle olan kardeşlerimize, gecelerin gamzelerinde kılacakları teheccütlerden sonra dertlerini Allah'a (c.c.) sunmaları ve O'nun: "Yok mu derdine deva isteyen, vereyim..." diye seslendiği o saatleri ısrarla değerlendirmelerini tavsiye ederiz. Ancak "ağzı dualı" tabir edilen, alim, fazıl ve müttekî insanlardan dua talep etmek, onlardan bir şeyler okumalarını istemek güzeldir ve mahzursuzdur.

Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken veya yazdırırken İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.
Âlimlerin çoğunluğu okuma veya yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir. Ancak bunu istismar etmemek gerekir.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak (caizin terki ise evlâdır). İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına geleceğinden kesinlikle yasaklanmış haram kabul edilmiştir.

Kurân-ı kerîmin hastalıklara şifâ olduğu İsrâ sûresi 82'nci âyetinde meâlen; “Biz Kurândan öyle âyetler indiriyoruz ki, müminler için bir şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise (küfür ve yalanları sebebiyle) ancak hasârını, zarar-ziyânını arttırır.” buyrularak bildirilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

"Ey Allah'ın kulları! İlâç kullanın! Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur. İlâçların en iyisi Kurân-ı kerîmdir."

Allahü teâlânın bir nîmet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok okusun!
 

MURATS44

Özel Üye
Muskacıların Dayanağı

Her şeye bir dayanak, bir gerekçe arayan insanoğlu, kendi görüşünü kuvvetlendirmek için bazen kutsal değerleri bile istismar edebilmiştir. Nitekim muskacılardan bazıları Kurân-ı Kerim'deki İSRA Sûresi'nin 82. âyetini muska yazmaya delil olarak göstermişlerdir. Oysa zikredilen âyette muska yazmak için bir işaret yoktur. Konunun daha iyi anlaşılması için adı geçen âyetin anlamını ve tefsirini sunalım. İsra Sûresi'nin 82'nci âyetinde Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Biz, Kuran'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır."
Anlamını sunduğumuz bu âyetin tefsirini, eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen'in "Kurân-ı Kerim'in Türkçe Meali ve Tefsiri" adlı eserinin 4'. cilt, 1905. sayfasından aynen naklediyorum.
"Bu mübarek âyetler, Kurân-ı mübinin ehli iman için bir şifa menbaı, bir ilahi rahmet olduğunu, münkirler (inkar edenler) için de bir helak sebebi bulunduğunu bildiriyor... Şöyle ki:
Kurân-ı Azim ilahiyata, nebeviyata, ibadetlere, ahvali ahirete vesaireye dair nice ahkâmı camidir. (Ve) Yine (Kur'ân'dan) onun kutsi ayetleri olmak üzere (Müminler için bir şifa, bir rahmet olan şeyi indiririz). Evet Kur'ân'ın heyeti umumiyesi, emrazı ruhaniye (ruh hastalıkları) için bir şifadır.
İnsanlar o sayede bâtıl akidelerden, mezmum (kötü beğenilmemiş) huylardan kurtularak manevi sıhhatlerini temin edebilirler. Kurân-ı Kerim ile teberrükte bulunmak, Fatiha-i Şerife gibi sûrelerim hüsnüniyetle tilavet etmek (okumak) de bir nice emrazı cismaniye (bedeni hastalıklar) için bir vesile-i şifa bulunmaktadır.

Kurân-ı Kerim beşeriyete bütün esbab-ı kemâlâtı, takip edilecek tariki necatı (kurtuluş yolunu) göstermiş, onları maddi ve manevî helâke sebep olacak şeylerden nehyetmiş, kendilerine dünyada da, ahirette de kemâli selametle yaşayacaklarına vasıta olan pek faydalı şeyleri emreylemiş, bir bakımdan da büyük bir rahmeti ilahiyeden ibaret bulunmuştur. Fakat Kurân-ı Mübin, (zalim için ise) yani: Kurân-ı inkar eden, onun hükümlerine muhalefet eyleyen kimseler hakkında ise (noksandan başka bir şey artırmaz.) Çünkü öyle kimseler Kur'ân'ın beyanatına karşı düşmanlıkta, hürmetsizlikte bulunur, her türlü ahlâksızlığı iltizam eder, manevî felakete tutulmuş olur. Elbette ki tedaviye muhtaç olan bir şahıs, kendisine verilen en faydalı bir ilacı terk eder de midesini zehirli şeyler ile doldurursa kendi hayatına kastetmiş kendisini helâke maruz bırakmış bulunur." Bu yorumu özetlersek, Kurân hükümlerinin, yanlış yolda olanlara ve körü huy sahiplerine gerçeği görme ve doğruyu bulma yolunda şifa ve rahmet olduğunu, zalimler için ise, bir helak sebebi olabileceğim anlıyoruz. Ancak âyette ne suretle olursa olsun muska yazılacağına dair bir işaret yoktur.
Kurân-ı Kerim, muska yazmak, büyü yapmak için değil, "İnsanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri" olarak gönderilmiştir.
Bu son ilahi kitabın âyetlerini rastgele yerlere yazarak, çöplüklere gitmesine sebep olmak veya beşeri çıkarlar için istismar etmek kanaatimizce İslâm'a ve kutsal kitaba ihanettir. Bu işi yapanlara fırsat vermek gaflettir. Hatta müminlerin itikadını zedelemeye hizmettir. En üzücü tarafı ise bunu yapanların kendilerini Hoca (!) olarak lanse etmeleridir. Oysa İslâm'da "Hoca" dinin hükümlerini bilen, bilgisiyle amel eden, örnek ve önder bir şahsiyettir.
İslâm'ın yasak kıldığı işleri yapan ve bu tür davranışlara cevaz veren insan, hoca olamaz. Böyleleri ancak fasık ve münafık olur
 

MURATS44

Özel Üye
Muskacıların Sonu

Ömrünü muska yazarak, fal açarak, sihir yaparak geçiren pek çok insanın sonu hüsran ile noktalanmıştır. Bunlardan kimisi hapishane köşelerinde, kimisi de feci hastalıklara yakalanarak fakr-ü zaruret içerisinde ölmüşlerdir. Bir yazar şunları söylüyor:"Vakitlerini muskacılıkla geçirenler, bu yoldan her ne kadar menfaat temin ediyorlarsa da bu iş dinen mezmun (kötülenmiş) olduğu için iflah olmuyorlar. Daima hayatları sıkıntı ve sefaletle, beş kuruşa muhtaç olarak geçmekte olduğu müşahade edilmektedir. Hayatlarının sonunda perişan bir vaziyette, miskinlik içinde yaşadıkları görülmektedir... Bunların hepsi yaptıklarının cezasıdır. Çünkü nice bakılması şer'an haram olan göbeklere muskalar yazmışlardır. Diğer muskalarda yazdıkları âyetlerin bir kısmı ayaklar altına ve pisliklere gitmiştir. Nice genç kızları muhabbet muskasıyla aldatmışlardır... Allah'ın men ettiği şeyleri insanlara aşılamışlar, imanın temelini sarsmışlar, İslâm akidesini bozmuşlardır. Böylelikle Hıristiyan adetlerini canlandırarak ve bunları bir kısım insanlara kabul ettirip onların itikatlarını bozarak imanlarını sarsmaları ile tedavisi imkansız olan yaraları İslâm alemine açmışlardır"
Yeri gelmişken bir ibretli olayı nakletmek isterim. Olayı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci iken Din Psikolojisi Profesörümüz sınıfta anlatmıştı. Ankara'nın köylerinden birinde, muskacılığı, üfürükçülüğü ve gaipten haber vermesiyle günden güne ünü artan bir Hoca (!) türemiş. Ehl-i Keramet olduğu söylenmeye başlanmış. Bu hoca açıktan para almıyormuş, ama gizliden gizliye de verilen para ve bahşişleri geri çevirmiyormuş. Bu hoca, birgün bazı kimseler tarafından şikayet edilmiş. İlgililer, bizim profesörü bir emniyet ekibi ile beraber durumu yerinde tespit ve tahkik etmek üzere, "BİLÎRKÎŞÎ" olarak köye göndermişler. Heyet, köye değişik kılıkla ziyaretçi gibi gitmiş, Hocayı sormuşlar, ziyaret etmek istediklerini söylemişler.

"Buyrulsun" haberi gelince evine gitmişler. Loş ve nispeten karartılmış bir oda içerisinde hocanın huzuruna çıkartılmışlar. Hoca: "Siz Allah'ın iyi kullarısınız. Sizin geleceğiniz bana malûm oldu" diyerek kendilerine iltifat ve dua etmiş. Bu esnada, "işte nur indi" demiş ve kalbi nahiyesinde bir ışık parlamaya başlamış. Ayrıca odanın ortasından da parlak beyaz bir cisim geçmiş. Emniyet görevlileri, şüphelenmişler, hocayı ve yardımcılarını etkisiz hale getirmişler. Hoca efendinin üzeri aranmış. Görülmüş ki giydiği beyaz uzun elbise (entari)nin altında ince kabloyla vücudu sarılmış. Kalbi üzerine bir küçük ampul takılmış, cebine de piller koyulmuş. Hoca, cebindeki düğmeye basınca kalbi üzerindeki ışık yanıyormuş. Odadan geçirilen ışıklı cisim de fosforlanmış beyaz bir çarşaf imiş. Böylece hocaefendinin (!) kerametinin sırı ortaya çıkmış. Bu hatırayı anlatmaktan maksadım gerçek ulemayı, evliya-ı kiramı ve manevi makamları, kesinlikle istihfaf ve istiskal etmek değildir. Olaydaki gibi düzenbazların Yüce Îslâm'ın gerçek VELAYET makamını İSTİSMAR edişlerini kınamaktır. Bu itibarla her aklı başında mümin, halkımızı böyle "sahte evliya" ve "cinci" hocaların tahribatından korumak için elinden gelen gayreti esirgememelidir.
Özellikle din görevlilerimiz, bu tip olaylara karşı daha duyarlı olmalı ve halkı irşat görevinde daha çok gayret sarf etmelidirler. Zira mesleklerinin ve görevlerinin ulviyetini istismar eden böyle bazı madrabazlar çıkabilmektedir.
Bu mütegallibe güruhu, halkımızın temiz itikat, ibadet ve ahlakını zedelemekte, bir sürü bâtıl inancın yayılmasına da vasıta olmaktadırlar. Bu nedenle mânevi sorumlulukları ağırdır.
İnanıyoruz ki hurafelerin azalması, doğru olanı öğretmekle mümkündür. Yolu ve yordamıyla yanlışlar gösterilir, doğru olan öğretilirse halkımız bâtılı terk etmektedir. Bunun örnekleri vardır.
Bu konuyu düğümlerken şu hususu da hatırlatmak isterim. Eskiler, "İnsan beşer, yoldan şaşar" demişlerdir. Gerçekten her insan hata yapabilir. Ancak hatayı idrak edip doğruya dönmek ise, en büyük fazilettir. Bu bakımdan muska, sihir, tılsım vb. İslâm'ın men ettiği işleri yapanlar, muskacının dediklerine inananlar içtenlikle Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunurlarsa, inanıyoruz ki Yüce Allah, tövbeleri en çok kabul edendir. Bu bakımdan yanlış yolda olanlara Cenab-ı Hakkin şu buyruğunu hatırlatmak isteriz.
"Ey müminler kurtuluşa ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (Nur Suresi âyet 14). Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de: "Ademoğlunun hepsi hata işler. Ancak hata edenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir" buyurmuşlardır. Bu ilahi ruhsatı anlayıp da doğru yola dönenlere ne mutlu!..
 

MURATS44

Özel Üye
Ölüm ve Hurafe


Ölüm olayı ile ilgili hurafelerin ne olduğuna geçmeden önce kısaca ECEL konusuna değinmek isterim. Ecel, insan ömrünün son anı, ölüm vakti anlamına kullanılır. Dini deyim olarak ise; ölüm için takdir ve tayin olunan vakittir. Bu vakit ne öne alınır ne de geciktirilir. Emr-i İlâhi gelince canlının hayatı son bulur. Kur"ân-ı Kerim'de bu husus çeşitli ayetlerde hatırlatılarak şöyle buyurulur.
"Her ümmetin (mukadder) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geriye atabilirler ne de bir an ileriye alabilirler" (Araf, 34). Bir başka âyette de: "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler" (Nahl, 61).
Bilindiği üzere doğumla başlayıp ölüm anına kadar geçen süreye "ÖMÜR" denilir. Her canlının ömürü sınırlıdır. Ömrünü tamamlayan ölecektir. Kur'ân-ı Kerim'de bu da hatırlatılarak şöyle buyrulur. "Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi iyilikle de kötülükle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz" (Enbiya, 35). Ölümden kurtuluş ve kaçış yoktur. Bu konuda hiçbir kimseye müsamaha ve hatır yapılmaz. Çünkü ölüm olayı canlının değişmez kaderidir. Canlı doğar, yaşar ve vakti gelince ölür. Münâfikun Sûresi 11. âyette: "Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu asla geri bırakmaz..." denilmekte ve bu kaderden kaçılamayacağı ifade edilmektedir. Hangi mevki ve makamda olursak olalım, mutlaka ölümü tadacağız, bu değişmez bir gerçek. Ancak insan hemen ölecekmiş gibi ahiretini düşünürken, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya yaşayışını sürdürmelidir. Nasıl olsa öleceğim diye "Terk-i dünya" etmek, dünyadan elini eteğini çekmek, İslâm prensiplerine aykırıdır.

İnsan, ömrünün ne kadar süreceğini, nerede, nasıl ve ne şekilde öleceğini bilemez. Eğer insan öleceği saati ve günü bilebilseydi yaşayamazdı. Paniğe kapılır ve insani niteliklerini kaybederdi. Dünyanın yaşama düzeni bozulurdu. İşte Allah bu durumu ezelde bildiği içindir ki insana bu vakti bildirmemiştir. Bu gizlilik insanı rahatlatmış ve dünya hayatına bağlamıştır. Bununla ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Aranızda ölümü (keyfiyetini, zamanını, mekanını ve ecellerin miktarını) biz tayin ettik" (Vakıa, 60). Buna göre insan tayin edilen süre içerisinde yaşayışını sürdürme yetkisine haizdir. Çünkü insanoğlu yaşamayı sever. Erken ölmeyi istemez. Bu konuda evhamlıdır. Nitekim halkımız konuyla ilgili olarak bazı olayları ölüm habercisi olarak kabul etmiş, bir sürü hurafeye kanmıştır.
Cenaze ve ölümle ilgili olarak tesbit ettiğimiz yaygın halk inanışlarından bazıları şunlardır.
—Geceleyin herhangi bir evin üzerinde "baykuş veya kara karga" öterse o evden cenaze çıkar.
—Gece herhangi bir evde köpek ulursa ya o haneden ya da yakınından biri ölür.
—At, öküz, inek, dana gibi evcil hayvanlar, eğer gece ahırda huzursuzsa, bağırıyor, kişniyor veya böğürüyorsa, o haneden biri ölecektir.
—Gece vakti bir evden başka bir eve kazan, tava ve tencere verilirse ölümü celbeder.
—Makas ağzı açık kalırsa kefen biçmeye yarar.
—Ölü yıkandıktan sonra kazan ters çevrilmezse bir başkası daha ölür.
—Bir evden ölü çıkarsa o evdeki su kapları boşaltılır. Eğer boşaltılmazsa AZRAİL suları ellediği için biri gene ölebilir.
—Bir evdeki eşyalardan herhangi biri kendi kendine düşer veya kırılırsa ölüme işarettir.
—Ayakkabı çıkarılırken ters çevrilirse o haneden cenaze çıkar.
—Cenaze çıkan evde 40 gün ışık yakılır. Ruh geldiğinde odasını aydınlık bulsun diye.
Daha bir sürü inanışlar!...
Örneklerini sunduğumuz bu inanışların hiçbirisi İslâm'a uygun değildir. Batıl inanıştır. Kimin ne zaman nerede, nasıl öleceğini yukarıda da belirttiğimiz üzere ancak Allah bilir, Allah'ın bildirmediği bir zamanı, bazı olaylara inanarak, "ölüm vakti" diye kabullenmek inanç zaafındandır, bilgisizliktendir!..
Müslüman ölmekten değil, imansız gitmekten korkar. Bunun için mü'minin görevi, Allah'a:
—Ya Rabbi, bana son nefesimde adını anmayı (Allah demeyi), iman ile çene kapamayı nasip et diye dua etmek olmalıdır.
Peygamberimiz Yüce Allah'tan, uzun ömür talebinde bulunmamızı tavsiye etmektedir.
Bizim de dileğimiz, Yüce Rabbimizin her mü'mine sağlık ve afiyet içerisinde uzun ömür ihsan etmesi, vakit-gelince de iman ile huzuruna kabul buyurmasıdır
 

MURATS44

Özel Üye
Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Müslümanlığın en kısa tarifi temizliktir45 denilebilir. Dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15. asır evvel: "Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin" sözleriyle konunun önemine dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz.Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeye bağlıdır. Onun içindir ki Allah Elçisi Peygamberimiz:
"İslâm temizlik üzere kurulmuştur" buyurmuştur. Temizliği imanın yarısıdır diye söylemiştir. Bunun içindir ki, müslüman dedelerimiz vardıkları egemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "Medreseleri", sağlık kurumları olarak "Darüşşifaları, Bîmarhaneleri" inşa etmişlerdir.
Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır.
—Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
—Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
—Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
—Cuma günü ev süpürmek günahtır,
—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
—Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
—Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
—Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,

—Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir (Kıbrıs),
—Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs),
—Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir (Kıbrıs),
—Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
—Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
—Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inanışların hepsi hurafedir, İslâmla ilgisi yoktur. Üstelik herbiri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.
Unutulmamalıdır ki, sağlık ve afiyet Yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. Bu nimeti korumak ve kollamak ise insanın ödevidir. Nitekim büyük İmam İmam-ı Şafii Hazretlerinin bu konuda söylediği şu söz ne kadar ibretlidir:
İmam-ı Şafii diyor ki:
"Âlimi olmayanın dini, doktoru olmayanın da sağlığı yoktur." Sağlıklı yaşayabilmek için de her türlü pislikten kaçınmak gerekir.
—Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.
—Kötü bir hastalıktan söz edilirken: "Değirmenden geldim unluyum" denilmezse o hastalık söyleyene bulaşır.
—Sarılık hastalığına tutulan kişinin "izinli" denilen biri tarafından alnı jilet ya da çakı ile çizilir. Akan kan alnına ve burnuna sürülür. Yaradan kan aktıkça hastalıkta akar gider denilir.
—Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.
Konuyu Peygamberimizin temizlik ve sağlık üzerine söylediği hadislerden bazı örnekler sunarak bağlayalım.
Allah Elçisi buyuruyor:
—Temizlik imandandır,
—Temizlik imanın yansıdır.
—Yemekten önce ve yemekten sonra ellerinizi ve dişlerinizi temizleyiniz.
—Cuma günleri bedeninizi baştan aşağıya yıkayınız.
—Evleririnizin önünü ve etrafını temiz tutunuz,
—Saçı ile sakalı olan bunları temiz tutsun ve daima tarasın.
—Yemek ve et kokusu sinmiş bezleri yattığınız yerlerde tutmayınız.

—Bir kimse hakkıyla abdest alırsa, tırnağının altlarına kadar her taraftan günahları dökülür(.

—Ümmetime zahmet vermekten çekinmeseydim, her abdest aldıkça misvak kullanmalarını (ağızlarını, dişlerini temizlemelerini) emrederdim.

—"Cuma günü olunca misvak (diş fırçası) kullanmak, en güzel (en temiz) elbisesini giymek, bir de varsa güzel koku sürünmek her müslümanın vazifelerindendir.
—Dişlerinizi, parmaklarınızın boğum yerlerini temizleyiniz. Zira bu hal temizliktir.Temizlik ise imanı davet eder. iman da sahibi ile beraber cennettedir.
—Elbisenizi yıkayınız, saç, sakal ve bıyığınızın fazlasını alıveriniz, misvak kullanınız, ziynetinizi takınınız, tertemiz olunuz."
—Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir:
—Sünnet olmak, misvak (diş fırçası) kullanmak, (güzel) koku sürünmek ve evlenmek
 

MURATS44

Özel Üye
Türkiye'deki Batıl İnançlar


Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.
Tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.
Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.
 

MURATS44

Özel Üye
Üç Vakte Kadar...

Efendim, mâlumunuz; falı çok seven bir milletizdir. Hatta bunu mâzûr ve geçerli gösteren atasözü de bize aittir; "Fala inanma, falsız da kalma!"

İyi de neden? İnanmaman gerektiği daha başta telkin edilen; ama bir o kadar da çelişki içerisinde vazgeçme de diyen rahmetli "ata"larımız, bazen bize böyle çözülmesi imkansız ve de gereksiz miraslar da bırakmışlardır. Ehh, falsız kalamayanlar için de vazgeçilmez bir tutanaktır bu söz..
Bugüne kadar fal ile bir şeyler kazanmış insana hiç rastlamadım; ama fala inanarak sevgilisinden ayrılan, kocasını takibe başlayan, daha hayırlı iş kapıları için elindeki işten vazgeçen, define arayan - halbuki define aradığı kadar iş arasa, daha kalıcı ve helalinden kazanacak; ama kolay para sevdası işte - velhâsıl, içinde hayata dair ne varsa başvurulan bir kaynaktır (!) Fal.

İçimizde bazen bizi uyarmaya çalışan, yapılanın yanlış olduğunu fısıldayan sese çok nazik ve ikna etmeye çalışır bir şekilde cevaplar veririz. Mesela;
"Fal, tabii ki günahtır. Ama iyilik için bakılıyorsa ya da eğlence için bakılıyorsa; fazla bir şey olacağını sanmıyorum. Bir de, Allah'tan başka kimse, geleceği bilemez. Allah, dilemese; zaten fal diye bir şey de olmazdı. Tabii ki bu benim görüşüm. İllâ ki doğrudur demiyorum. Ama ben böyle düşünüyorum".
Bir de orta da olmak isteriz;
"Canım, o kadar da doğru değil; ama bazen, tam anlamıyla olmasa da bazı şeyler doğru çıkabiliyor."
"Tabii ki geleceği Allah'tan başka kimse bilemez. Yine de her gün, fal bakan olsa baktırırım."
"Dinde kötü olmayan her şey, caizdir. Fal, kötü niyetle yapılmazsa, zaman geçsin muhabbet olsun diye yapılırsa, bence zararsızdır. Ne demişler; fala inanma, falsız da kalma!" vs.
Yani fal hakkında, başka hiçbir şey hakkında olamayacak kadar çok hem dînî (! ), hem ilmî (!) ve de felsefî bilgiye sahibizdir. Hep merak etmişimdir; "Bu fetvalar, acaba hangi kitapta yazıyor?" diye.
Bir de çok daha vahim durumlar var;
"Kocamı kendime bağlamak için ne yapmalıyım? Acaba beni aldatıyor mu?"
Yani bunu sen bilmiyorsan, başkası nasıl bilsin? Kocanı kendine bağlama yolunu neden bir başkasından öğrenmek istersin ki?! Al kocanı karşına, ona sor; "Hayatım, yanlış giden bir şeyler var. Ne yapabilirim? Seni kaybetmek istemiyorum!" falan filan ya da artık hangi dilden anlıyorsa...
Çoğunlukla genç hanımların tamamiyle eş bulma ve en azından bulabileceğine dair bir ışık görebilme arzusuyla başvurduğu da olur fala:
"Bekarım, 33 yaşındayım. Kısmetimin bağlı olduğunu düşünüyorum. Geleceğim hakkında bilgi almak istiyorum."
"Bekarım. 33 yaşındayım. Kısmetimin bağlı olduğunu düşünüyorum."
"39 yaşındayım. Bekarım. Evlenmek istiyorum..." vs.
Tamam; Allah, hayırlı kısmetler versin. İnşallah mutlu yuva kurarsın; ama falcıdan beklediğin nedir? Bak artık ekranlar, evlenemeyen herkesi evlendireceğini vaat eden programlardan geçilmiyor. Falcı, sana duymak isteyeceğini söyleyip senin kendi kendini en az bir 5 yıl daha oyalanmanı sağlamaktan başka ne yapar?

"Eşim ve çocuğum için geleceğimiz hakkında bilgi almak istiyorum."
Niye ve ne ile ilgili bilgi alacaksın? Hadi aldın, ne olacak? Bırakın hatunlar şu eşlerinizin yakasını... Kendinize saygınız olsun biraz.
Bir de burç uyumu var tabii Allah muhafaza, ya koç burcu balık ile anlaşamazsa; "Kusura bakma aşkım. Burç uyumsuzluğu, aramızda aşılması imkansız bir engeldir" veya "Belki yükselenden kurtarabiliriz" ya da "Varsın karakterimiz, huyumuz, suyumuz, kültürümüz, görgümüz, uyuşmasın. Burçlarımız uyuşsun yeter." mi diyeceğiz?
Akla zarar durumlar var bir de. Mesela internette yada TV'deki bazı kanallarda bu işleri üstlenmiş, yani çiftlerin burç uyum-uyumsuzluk meselesini üstlenmiş işsizler vardır. Sen, kendi ismini ve sevdiğin kişinin ismini gönderirsin; o da dakikasında sizin uyumunuzu-uyumsuzluğunuzu yazar. Sen bilmiyor musun uyup uymadığını sevdiğin kişi ile?
Bir de "yıldızname" var; halk arasında "kitap aralama" da denir. Bunun da burçları vardır. Burcunuzu öğrenebilmek için isminiz ve anne isminizin hesaplamasına ihtiyaç vardır. Bu hesaplamaya ebced değeri denir. Fala olan merak bu ebced değer hesaplamasında adeta bir patlama meydana getirmiş ve hiçbir şey, bu kadar öğrenilmek istenmemiş... Üşenmedim, sitenin ziyaretçi defterine tek tek baktım. Tam "Güleriz ağlanacak halimize" hesabı... Bazı ilginç yorumları buraya da aktardım;
"......'nın değerini öğrenebilirsem sevinirim. Ben, yaptım aslında; ama emin değilim"
Nasıl yani?
"Annemin adını bir türlü hesaplayamıyorum. Annemin adı, ....... Yardımcı olursanız sevinirim."
"Ebced hesabına göre ismimin nasıl yazıldığını bilmiyorum. Sin harfinin yanına ye koymalı mı yoksa sin nun mim'den ibaret mi. Sizden ricam; benim, kardeşlerimin ve çocuklarımın ebced değerini bildirmeniz. Sağlıklı, sevgi dolu ve mutlulukla kalın. Adresim bu ......, çok teşekkür ederim. İsimlere gelince, ......"
"......, ....., ...... isimlerinin değerlerini bulamadım" vs.
Bu da ayrı bir bilmece, buyrun;
"Ya şimdi bu yıldızname ne kadar doğru. Yani bu tarihlerde doğanlar, hep böyle olur mu yoksa Allah mı bilir. Neye göre yazılıyor bütün bunlar. Kim karar vermiş böyle olacağına. Kader ve kaza o zaman niye var. Bu üstteki resimler neyi anlatıyor. Resimdeki adamlar ne yapıyor orda. Yanı bu sizin yazdıklarınız, biraz ileriyi görmeyi iddia etmek değil mi?"
Bir başka yorum:
"İlk defa baktırıyorum,"
Neye ve senin göremediğin neyi görecektir?

"......'nın değerini öğrenebilirsem sevinirim. Ben, yaptım aslında, ama emin değilim..."
"Ebced hesabına göre ismimin nasıl yazıldığını bilmiyorum. Sin harfinin yanına ye koymalı mı yoksa sin nun mim den ibaret mi?"
Ve daha sayısız meraklı... Acaba hayata dair, yaşama ve insan olamaya dair asıl değerler için bu kadar kafa yoruyor muyuz? Hiç sanmıyorum!.. Ve dikkat çeken, tamamı ile doğru bir yorum değil! Bence uyarı niteliğindeki bir başka yorum Yıldızname (ve falın her türlüsü boşa vakit harcamaktan ve de sizin hem paranızı hem umutlarınızı sömürmek için adeta bunu sektör haline getirmiş sahtekarlara kapı açmanın yanı sıra,sihirdir ve şirk koşmaktır Allah'a! Aklınızı başınıza alın lütfen, gaybı sadece Allah-u Teala hazretleri bilir. O, DİLEMEDİKÇE HİÇBİR ŞEY OLMAZ! Fal unsuru içeren ne varsa İslam'la alakası YOKTUR. Gayb'ın bilgisi, sadece Allah katındadır. Dînen kesinlikle günahtır, bunu unutmayalım.
 
Üst Alt