Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Hem hatıra gelir ki: Ey mülhid! Sen dersin, "Bin müşkülât ile tayyâre vâsıtasıyla ancak bir iki kilometre yukarıya çıkılabilir. Nasıl, bir insan cismiyle binler sene mesafeyi birkaç dakika zarfında kat' eder, gider, gelir?"
Biz de deriz ki: Arz gibi ağır bir cisim, fenninizce, hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takrîben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser, takrîben yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede kat' ediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kadîr-i Zülcelâl, bir insanı Arşa getiremez mi? Şemsin câzibesi denilen bir kanun-u Rabbânî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, câzibe-i rahmet-i Rahmân ile ve incizâb-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile, bir cism-i insanı, berk gibi, Arş-ı Rahmâna çıkaramaz mı?
Yine hatıra gelir ki: Diyorsun, "Haydi, çıkabilir. Niçin çıkmış? Ne lüzumu var? Velîler gibi ruh ve kalbi ile gitse yeter."
Biz de deriz ki: Mâdem Sâni-i Zülcelâl, mülk ve melekûtundaki âyât-ı acîbesini göstermek ve şu âlemin tezgâh ve menbalarını temâşâ ettirmek ve a'mâl-i beşeriyenin netâic-i uhreviyesini irâe etmek istemiş; elbette âlem-i mubsırâtın anahtarı hükmünde olan gözünü ve mesmuât âlemindeki âyâtı temâşâ eden kulağını, Arşa kadar beraber alması lâzım geldiği gibi, ruhunun hadsiz vezâife medâr olan âlât ve cihazâtının makinesi hükmünde olan cism-i mübârekini dahi tâ Arşa kadar beraber alması muktezâ-i akıl ve hikmettir. Nasıl ki Cennette hikmet-i İlâhiye cismi ruha arkadaş ediyor; çünkü, pekçok vezâif-i ubûdiyete ve hadsiz lezâiz ve âlâma medâr olan ceseddir; elbette o cesed-i mübârek, ruha arkadaş olacaktır. Mâdem Cennete cisim ruh ile beraber gider; elbette Cennetü'l-Me'vâ gövdesi olan Sidretü'l-Müntehâya urûc eden zât-ı Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübârekini refâkat ettirmesi aynı hikmettir.
Yine hâtıra gelir ki: Dersin, "Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat' etmek aklen muhâldir."
Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san'atında, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın süratiyle ziyâ, elektrik, ruh, hayal süratleri ne kadar mütefâvit olduğu mâlûm. Seyyârâtın dahi, fennen harekâtı o kadar muhteliftir ki, akıl hayrettedir. Acaba latîf cismi, urûcda sür'atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh süratinde hareketi nasıl akla muhâlif görünür?
Biz de deriz ki: Arz gibi ağır bir cisim, fenninizce, hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takrîben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser, takrîben yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede kat' ediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kadîr-i Zülcelâl, bir insanı Arşa getiremez mi? Şemsin câzibesi denilen bir kanun-u Rabbânî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, câzibe-i rahmet-i Rahmân ile ve incizâb-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile, bir cism-i insanı, berk gibi, Arş-ı Rahmâna çıkaramaz mı?
Yine hatıra gelir ki: Diyorsun, "Haydi, çıkabilir. Niçin çıkmış? Ne lüzumu var? Velîler gibi ruh ve kalbi ile gitse yeter."
Biz de deriz ki: Mâdem Sâni-i Zülcelâl, mülk ve melekûtundaki âyât-ı acîbesini göstermek ve şu âlemin tezgâh ve menbalarını temâşâ ettirmek ve a'mâl-i beşeriyenin netâic-i uhreviyesini irâe etmek istemiş; elbette âlem-i mubsırâtın anahtarı hükmünde olan gözünü ve mesmuât âlemindeki âyâtı temâşâ eden kulağını, Arşa kadar beraber alması lâzım geldiği gibi, ruhunun hadsiz vezâife medâr olan âlât ve cihazâtının makinesi hükmünde olan cism-i mübârekini dahi tâ Arşa kadar beraber alması muktezâ-i akıl ve hikmettir. Nasıl ki Cennette hikmet-i İlâhiye cismi ruha arkadaş ediyor; çünkü, pekçok vezâif-i ubûdiyete ve hadsiz lezâiz ve âlâma medâr olan ceseddir; elbette o cesed-i mübârek, ruha arkadaş olacaktır. Mâdem Cennete cisim ruh ile beraber gider; elbette Cennetü'l-Me'vâ gövdesi olan Sidretü'l-Müntehâya urûc eden zât-ı Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübârekini refâkat ettirmesi aynı hikmettir.
Yine hâtıra gelir ki: Dersin, "Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat' etmek aklen muhâldir."
Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san'atında, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın süratiyle ziyâ, elektrik, ruh, hayal süratleri ne kadar mütefâvit olduğu mâlûm. Seyyârâtın dahi, fennen harekâtı o kadar muhteliftir ki, akıl hayrettedir. Acaba latîf cismi, urûcda sür'atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh süratinde hareketi nasıl akla muhâlif görünür?