Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile
Bunları öğrenmeden âyet-i kerîmelere, çala kalem ma’nâ verenler, Kur’ân-ı kerîme iftirâ etmiş olurlar. Allahü teâlâ, En’âm sûresi, yirmibirinci âyetinde, böyle iftirâcılardan şikâyet etmekde, bunların, zâlimlerin en kötüsü olduklarını bildirmekdedir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için, sâhib buyurulması, onun için kıymet ve meziyyet olduğunu aynı âyet göstermekdedir. Çünki, kendisine, korkma denilmiş ve sekîne [râhatlık, cesâret] gönderilmişdir.
Korkmak, üzülmek, yalnız başına, ibâdet değildir. Günâh da değildir. Sebebine, niyyetine göre ibâdet veyâ günâh olur. Gusl abdesti, oruc, Allah yolunda cihâd gibi ibâdetleri yaparken, zarar görmekden korkmak, günâhdır. Büyüklüğünü düşünerek, Allahü teâlâdan korkmak, ibâdetdir. Çünki birinci korku, farzları yapmağa mâni’ olmakda, ikincisi ise, insanı harâmdan korumakdadır. Hüseyn vâ’iz-i Kâşifî Hirevî “rahime-hullahü teâlâ” tefsîrinde buyuruyor ki, (Kâfirler, mağara önüne geldi. Ebû Bekr dedi ki: Yâ Resûlallah! Kâfirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. Resûlullah buyurdu ki, (O iki kişiye ne olur sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allahü teâlâdır). Bu hadîs-i şerîf, Ebû Bekrin üstünlüğünü göstermekdedir. Ya’nî Allahü teâlânın yardımı, koruması bizimledir buyurdu). O hâlde, Ebû Bekr-i Sıddîka korkma demek, kendini üzme demek olup, bana olan sevgini, kalbinden çıkar demek değildir. Demek ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın, Resûlullah için olan korkusu kalbindeki sevginin, ya’nî ibâdetin alâmeti idi. Ona korkma buyurulması, bu en kıymetli, en fazîletli ibâdeti haber vermekde olup, onu ibâdetden men’ etmek değildir.
Resûlullahın düşmanlardan mahfûz kalacağını Eshâbına haber verdiğini yazdığı hâlde, (Cebrâîl gelip, yâ Resûlallah! Ebû Bekri bırakma! Kâfirler onu tutarak, senin yolunu bulur ve öldürürler dedi) diyor. İki yazısı birbirini tutmuyor. Uydurma oldukları meydâna çıkıyor.
Ebû Bekr-i Sıddîk bağırıp çağırmadı. Bütün kitâblar diyor ki, (Yâ Resûlallah, mubârek vücûdünüze bir zarar yapmalarından korkuyorum) dedi. Mağarada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mubârek ayağını kapamışdı. Delikdeki yılanın ayağını sokması niçin bir kusûr olsun? Resûlullahı da “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir zemân akreb sokmuşdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” ciğerpâre oğlu Muhsini horoz gagalayıp ölümüne sebeb olmuşdu. Haseni “radıyallahü anh” zehr öldürmüşdü. Bunlar neden suç olsun? Niçin îmânsızlığa alâmet olsun?
Bunları öğrenmeden âyet-i kerîmelere, çala kalem ma’nâ verenler, Kur’ân-ı kerîme iftirâ etmiş olurlar. Allahü teâlâ, En’âm sûresi, yirmibirinci âyetinde, böyle iftirâcılardan şikâyet etmekde, bunların, zâlimlerin en kötüsü olduklarını bildirmekdedir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için, sâhib buyurulması, onun için kıymet ve meziyyet olduğunu aynı âyet göstermekdedir. Çünki, kendisine, korkma denilmiş ve sekîne [râhatlık, cesâret] gönderilmişdir.
Korkmak, üzülmek, yalnız başına, ibâdet değildir. Günâh da değildir. Sebebine, niyyetine göre ibâdet veyâ günâh olur. Gusl abdesti, oruc, Allah yolunda cihâd gibi ibâdetleri yaparken, zarar görmekden korkmak, günâhdır. Büyüklüğünü düşünerek, Allahü teâlâdan korkmak, ibâdetdir. Çünki birinci korku, farzları yapmağa mâni’ olmakda, ikincisi ise, insanı harâmdan korumakdadır. Hüseyn vâ’iz-i Kâşifî Hirevî “rahime-hullahü teâlâ” tefsîrinde buyuruyor ki, (Kâfirler, mağara önüne geldi. Ebû Bekr dedi ki: Yâ Resûlallah! Kâfirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. Resûlullah buyurdu ki, (O iki kişiye ne olur sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allahü teâlâdır). Bu hadîs-i şerîf, Ebû Bekrin üstünlüğünü göstermekdedir. Ya’nî Allahü teâlânın yardımı, koruması bizimledir buyurdu). O hâlde, Ebû Bekr-i Sıddîka korkma demek, kendini üzme demek olup, bana olan sevgini, kalbinden çıkar demek değildir. Demek ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın, Resûlullah için olan korkusu kalbindeki sevginin, ya’nî ibâdetin alâmeti idi. Ona korkma buyurulması, bu en kıymetli, en fazîletli ibâdeti haber vermekde olup, onu ibâdetden men’ etmek değildir.
Resûlullahın düşmanlardan mahfûz kalacağını Eshâbına haber verdiğini yazdığı hâlde, (Cebrâîl gelip, yâ Resûlallah! Ebû Bekri bırakma! Kâfirler onu tutarak, senin yolunu bulur ve öldürürler dedi) diyor. İki yazısı birbirini tutmuyor. Uydurma oldukları meydâna çıkıyor.
Ebû Bekr-i Sıddîk bağırıp çağırmadı. Bütün kitâblar diyor ki, (Yâ Resûlallah, mubârek vücûdünüze bir zarar yapmalarından korkuyorum) dedi. Mağarada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mubârek ayağını kapamışdı. Delikdeki yılanın ayağını sokması niçin bir kusûr olsun? Resûlullahı da “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir zemân akreb sokmuşdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” ciğerpâre oğlu Muhsini horoz gagalayıp ölümüne sebeb olmuşdu. Haseni “radıyallahü anh” zehr öldürmüşdü. Bunlar neden suç olsun? Niçin îmânsızlığa alâmet olsun?