9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile alâkalı

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Bunları öğrenmeden âyet-i kerîmelere, çala kalem ma’nâ verenler, Kur’ân-ı kerîme iftirâ etmiş olurlar. Allahü teâlâ, En’âm sûresi, yirmibirinci âyetinde, böyle iftirâcılardan şikâyet etmekde, bunların, zâlimlerin en kötüsü olduklarını bildirmekdedir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için, sâhib buyurulması, onun için kıymet ve meziyyet olduğunu aynı âyet göstermekdedir. Çünki, kendisine, korkma denilmiş ve sekîne [râhatlık, cesâret] gönderilmişdir.
Korkmak, üzülmek, yalnız başına, ibâdet değildir. Günâh da değildir. Sebebine, niyyetine göre ibâdet veyâ günâh olur. Gusl abdesti, oruc, Allah yolunda cihâd gibi ibâdetleri yaparken, zarar görmekden korkmak, günâhdır. Büyüklüğünü düşünerek, Allahü teâlâdan korkmak, ibâdetdir. Çünki birinci korku, farzları yapmağa mâni’ olmakda, ikincisi ise, insanı harâmdan korumakdadır. Hüseyn vâ’iz-i Kâşifî Hirevî “rahime-hullahü teâlâ” tefsîrinde buyuruyor ki, (Kâfirler, mağara önüne geldi. Ebû Bekr dedi ki: Yâ Resûlallah! Kâfirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. Resûlullah buyurdu ki, (O iki kişiye ne olur sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allahü teâlâdır). Bu hadîs-i şerîf, Ebû Bekrin üstünlüğünü göstermekdedir. Ya’nî Allahü teâlânın yardımı, koruması bizimledir buyurdu). O hâlde, Ebû Bekr-i Sıddîka korkma demek, kendini üzme demek olup, bana olan sevgini, kalbinden çıkar demek değildir. Demek ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın, Resûlullah için olan korkusu kalbindeki sevginin, ya’nî ibâdetin alâmeti idi. Ona korkma buyurulması, bu en kıymetli, en fazîletli ibâdeti haber vermekde olup, onu ibâdetden men’ etmek değildir.
Resûlullahın düşmanlardan mahfûz kalacağını Eshâbına haber verdiğini yazdığı hâlde, (Cebrâîl gelip, yâ Resûlallah! Ebû Bekri bırakma! Kâfirler onu tutarak, senin yolunu bulur ve öldürürler dedi) diyor. İki yazısı birbirini tutmuyor. Uydurma oldukları meydâna çıkıyor.
Ebû Bekr-i Sıddîk bağırıp çağırmadı. Bütün kitâblar diyor ki, (Yâ Resûlallah, mubârek vücûdünüze bir zarar yapmalarından korkuyorum) dedi. Mağarada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mubârek ayağını kapamışdı. Delikdeki yılanın ayağını sokması niçin bir kusûr olsun? Resûlullahı da “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir zemân akreb sokmuşdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” ciğerpâre oğlu Muhsini horoz gagalayıp ölümüne sebeb olmuşdu. Haseni “radıyallahü anh” zehr öldürmüşdü. Bunlar neden suç olsun? Niçin îmânsızlığa alâmet olsun?
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Allahü teâlânın, kullarla berâber olması, sıfatlarının berâber olması demekdir. Kahr, gadab sıfatının berâber olması, felâket ve rüsvâlık olduğu gibi, rahmet, nusret, muhabbet sıfatlarının berâber olması da kıymet ve se’âdet olur. Resûlullah, (Allah bizimle berâberdir) buyurarak, kendi zât-ı risâletpenâhîsine mahsûs olan berâberliğe, hazret-i Ebû Bekri de katıyor. Böylece, kendine tecellî eden, muhabbet, merhamet, ihsân ve ikrâmlara, hazret-i Ebû Bekrin de ortak olduğunu müjdeliyor. Ne büyük se’âdet! Fazîlet böyle olur! Âyet-i kerîmelerle, hadîs-i şerîflerle bildirilen fazîletden, meziyyetden üstün bir şeref olabilir mi? Düşman düzmelerine inanıp, güneşin nûru inkâr olunabilir mi? Buna ancak, ahmaklar, körler inanır.
Allahü teâlânın gizli konuşanlarla berâber bulunması, ilm sıfatının berâber olmasıdır. Ya’nî onların sırlarını bilir demekdir. Bu âyet-i kerîme, beğenmek veyâ kötülemek olmayıp, ilm sıfatını haber vermekdedir.
(Sonra, Allahü teâlâ, ona sekîne indirdi) meâlindeki âyet-i kerîmeye de yanlış ma’nâ veriyor. Sekîne, Resûlullaha indi diyor. Sekîne, ya’nî râhatlık, nerede yoksa oraya iner. Onun yazısından, Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem” önceden sekîne bulunmamış olduğu, korkduğu anlaşılır. Hâlbuki, Allahü teâlâ, önceden, seni kâfirlerden muhâfaza edeceğim dediğini yazmışdı. Demek ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Allahü teâlânın bu va’dine güvenmeyip korkdu mu? Sonra, kendisine sekîne indirildi demek, Allahın Peygamberine ne büyük hakâret ve kötülemek olur. Ebû Bekr-i Sıddîkı kötülemek isterken, Resûlullahı kötüliyerek küfre sürüklendiğinden haberi olmuyor. Belki de, Resûlullahı da kötülemek, böylece islâmiyyeti yıkmak istemekdedir. Bütün tefsîrler, sekînenin Ebû Bekr-i Sıddîka indiğini bildiriyor. Çünki, Resûlullahın sekînesi zâten vardı. Ebû Bekr-i Sıddîk ise, Resûlullaha olan aşırı sevgisinden dolayı sekînesini gayb etmişdi. Nitekim, Huneyn gazâsında, Eshâb-ı kirâmın çoğu dağılıp, yalnız Abbâs, Ebû Bekr ve birkaç kahraman “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ölmeği göze alıp, geri dönmedi. O zemân, Resûlullahın da “sallallahü aleyhi ve sellem” Allahın dîninin yok olacağı üzüntüsü ile, sekînesini gayb etdiği, âyet-i kerîmeden anlaşılıyor. Nitekim, Tevbe sûresinin yirmiyedinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Huneyn günü, Allahü teâlâ, Resûlüne ve mü’minlere sekîne indirdi) buyuruldu.
(Allahü teâlâya ve Resûlüne hicret edenler) meâlindeki âyet-i kerîme, Resûl “aleyhisselâm” Medîneye gitdikden sonra, Ona gelen demek değildir. Allah için ve Onun Resûlünün emri ile şehrini terk eden demekdir. Hadîs-i şerîfler, âyet-i kerîmeyi böyle tefsîr etmekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Resûlullahın hicretinden önce Habeşistâna ve Medîne-i münevvereye gönderilenler de muhâcir idi. Ahmed bin Muhammed Kastalânî (Mevâhib-i ledünniyye) kitâbında, buyuruyor ki, Resûl aleyhisselâm, Akabe anlaşmasından sonra, Eshâbına, Medîneye hicret etmelerini emr etdi. Eshâb-ı kirâm, bölük bölük Mekkeden çıkdı. Kendisi, Mekkede kalıp, izn bekledi. Ömer bin Hattâb ve kardeşi Zeyd ile berâber yirmi kişi develerle gitdi. Mekkede, Resûlullah ile hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Alîden “radıyallahü anhümâ” başka kimse kalmadı. Ebû Bekr de gitmeğe izn istedi. (Sabr et yâ Ebâ Bekr! Umarım ki, Allahü teâlâ, seni bana yoldaş eder) buyurdu. (O gece Cebrâîl nâzil olup, Eshâbının hepsine söyle! Evlerinden çıkmasınlar) yazısının da yalan olduğu buradan anlaşılmakdadır. Mekke-i mükerremede iki sahâbîden başka müslimân kalmamışdı ki, kime söylenebilecek? Kâfirler toplanıp, Resûlullahı öldürmeğe sözleşdiler. Cebrâîl aleyhisselâm, bunu haber verdi ve (Bu gece yatağında yatma!) dedi. Bu kitâbın, (Önceden emr ile Mekkeden çıkan bütün Eshâbın hiçbiri muhâcir olmaz. Muhâcir, hicretden sonra gelen birkaç kişi olur) demesinin de çok yanlış olduğu meydândadır. O hâlde, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, Muhâcirlerin en kıymetlisi, en şereflisidir.
11 — (Kur’ân, harf ve kelimelerdir. Bunlar da, hâdisdir. Kelâmullah kadîm değildir. Diğer sıfatlar da kadîm değildir. Kur’ân kadîm olsaydı, mahlûklar yok iken, kime emr ve nehy edecekdi? Yok olan şeyi, birşey ile va’d eylemek, birşeyden nehy buyurmak muhâldir. Allahü teâlâ kâfirlere (Ona benzer bir hadîs getiriniz) buyuruyor. Hadîsden murâd Kur’ândır. Hâdis olan şey kadîm olamaz. Kur’ân kadîm olsaydı, Kur’ânda ismi geçen insanlar da kadîm olurdu) diyor.
Sekiz sıfatın kadîm olmadığına inanmak, Allahü teâlânın, mahlûkları yaratmadan önce, -hâşâ- kudretsiz, âciz ve câhil olmasını îcâb etdirir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen şeyleri, ezelde biliyordu. Bildiklerini bildirmesi, bildirilen şeylerin kadîm olmasını îcâb etdirmez. Allahü teâlânın sıfatlarını, insanların sıfatlarına benzetdiği için, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen sıfatları inkâr etmekdedir. (Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye) birinci kısm, otuzbirinci maddeyi okuyunuz! Âyet-i kerîmedeki (hadîs) kelimesi, Kur’ân-ı kerîm demek değildir. Kâfirlerin sözleridir. Ya’nî Kur’ân-ı kerîme benzer, söz getiriniz. Getiremezsiniz! Çünki, Kur’ân-ı kerîm kadîmdir. Sizin sözleriniz ise hâdisdir, mahlûkdur demekdir.
Emâlî kasîdesi (Allahü teâlânın sıfât-ı zâtiyyesi ve sıfât-ı sübûtiyyesi hep kadîmdir. Hep var idi. Hiç yok olmıyacaklardır) beytinin şerhinde diyor ki, (Sıfatları sonradan olsaydı, zât-ı ilâhîde değişiklik olurdu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Altı ay sonra sözbirliğine vardılar ve Kur’ân-ı kerîme mahlûkdur diyen kâfir olur dediler. Kelâm-ı nefsîyi gösteren, kelâm-ı lafzîyi anlatan harfler, kelimeler, sesler, elbette mahlûkdur, hâdisdir. Bütün mahlûklar içinde, Allahü teâlâya en yakın olan, en kıymetli olan, Kur’ân-ı kerîmin harfleri ve kelimeleridir. Kelâm-ı lafzî ve kelâm-ı nefsî ise ezelî ve kadîmdir). Bu konuda, yüz ve yüzyirminci mektûblarda da, geniş bilgi vermekdedir.
12 — (Bizim bildiğimiz hadîs ve tefsîrleri emîrül-mü’minîn hazret-i Alî ve imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn ve Selmân ve Ebû Zer ve Mikdâd ve Ammâr bin Yâser rivâyet etmişdir. Sizin rivâyet etmekde olduğunuz hadîsler ise, ancak Mu’âviye ve Amr ibni Âs ve Enes bin Mâlik ve Âişe ve bunlar gibi eşhâsdan nakl olunmakdadır. Hâlbuki, Sâhib-i din buyurdu ki, (Benden rivâyet olunan hadîsler, dört kimseden zâhir olabilir. Onların beşincisi yokdur. Başkaları münâfıkdır). Bu münâfıkları müslimânlar üzerine hâkim eylediniz. Eshâbın hiçbiri, Resûlullaha süâl soramazdı. Çünki mü’minlerin süâl sorması âyet-i kerîme ile yasak edilmişdi. Yalnız hazret-i Alî sorardı) diyor.
Yukarıdaki yazının bir din düşmanı tarafından hâzırlanmış olduğu meydândadır. (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı bunların cevâbları ile doludur. Bilhâssa, büyük âlim seyyid Abdülhakîm Efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Tefsîr kitâbları ve hadîs-i şerîfler) başlıklı yazısının okunmasını tavsıye ederiz.
Osmânlı devrinde yetişen âlimleri bildiren (Şakâyık-ı Nu’mâniyye) kitâbının sâhibi, Taşköprüzâde Ahmed bin Mustafâ efendinin (Miftâhüsse’âde) kitâbını, oğlu Kemâleddîn Muhammed “rahime-hümullahü teâlâ” türkçeye çevirmiş ve (Mevdû’ât-ül Ulûm) adını vermişdir. Burada diyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” tefsîr ve hadîs bilgisini, dört halîfe içinden, en çok hazret-i Alîden “radıyallahü anh” almışdır. Çünki, üç halîfe önce vefât etdi. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh”, ilk îmâna geldiği, dîni yaymakla vakt geçirdiği, ahkâm-ı islâmiyyeyi ve müslimânların işlerini yapmağa uğraşdığı için, kendinden gelen haberler az oldu. Bundan dolayı, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu, bilgilerini hazret-i Alîden “radıyallahü anh” aldı. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”: Benden istediğinizi sorunuz! Her âyet, gece mi, gündüz mü geldi, harbde mi, sulhde mi, ovada mı, dağda mı geldi bilirim buyurdu. Her âyetin ne için geldiğini bilirim. Her âyetin ma’nâsını sordum, öğrendim, ezberledim, anlatırım. Bana sorun buyurdu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Abdüllah ibni Mes’ûd buyurdu ki, (Kur’ân-ı kerîm, yedi harf, ya’nî yedi lugat üzerine geldi. Her harfinin iç ve dış ma’nâları vardır. Bu ma’nâların hepsi Alîdedir).
Ehl-i sünnet âlimleri tefsîr ve hadîs-i şerîf bilgilerini, imâm-ı Alîden, hazret-i Hasen ve Hüseynden ve Selmân ile Ebû Zerden “radıyallahü anhüm” öğrendikleri gibi, Eshâb-ı kirâmın hepsinden de aldı. Çünki, hepsi yüksek idi, âdil idi. Cemâleddîn Yûsüf bin İbrâhîm Erdebîlî (Envâr li-amel-il-ebrâr) adındaki fıkh kitâbında diyor ki: Ebû Amr bin Salâh (Ma’rifet-ülhadîs) kitâbında ve Yahyâ bin Şeref Muhyiddîn Nevevî (İrşâd) kitâbında buyurdular ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtında, yüzyirmidörtbin Sahâbî vardı. Bunların hepsi yüksek ve âdil idi. İmâm-ı Begavînin (Mesâbîh) ismindeki hadîs kitâbında [dörtbinyediyüzondokuz hadîs-i şerîf vardır.] Ebû Sa’îd Hudrînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Eshâbımı kötülemeyiniz! Uhud dağı kadar altın sadaka verseniz, Eshâbımdan birinin yarım müd’ arpa sadakasının sevâbına kavuşamazsınız!) buyuruldu. [Bir müd’ 875 gramdır.] Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna, sohbetine yetişmenin fâidesi böyle idi. Eshâb-ı kirâma söğmek harâmdır. Büyük günâhdır. Çünki, Eshâb-ı kirâmın hepsi müctehiddir. O harblerde, ictihâdlarına uygun davranmaları vâcib idi ve öyle yapdılar. Yine (Envâr)da, Erdebîlî diyor ki, hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü anh” söğmek, kötülemek câiz değildir. Çünki Sahâbe-i kirâmın büyüklerindendir. İmâm-ı Muhammed bin Muhammed Gazâlî buyurdu ki, imâm-ı Hasenin ve imâm-ı Hüseynin nasıl şehîd olduklarını ve Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebeleri anlatmak, yazmak harâmdır. Çünki, Eshâb-ı kirâmdan herhangi birini kötülemeğe, sevmemeğe sebeb olur. Dîn-i islâmı, sonradan gelenlere ulaşdıran, onların hepsidir. Onlardan birini kötülemek, islâmiyyeti kötülemek, dîni yıkmak olur.
(Mesâbîh)de İmrân bin Hasînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin en hayrlı, en üstünleri, zemânımda bulunanlardır. Onlardan sonra, en hayrlıları, onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra, en hayrlıları onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra, öyle insanlar gelir ki, istenmeden şâhidlik ederler ve emîn olmazlar. Hâin olurlar. Adaklarını yerine getirmezler. Keyflerine, şehvetlerine düşkün olurlar) buyuruldu. Yine bu kitâbda Câbir bin Abdüllahın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Beni gören ve beni görenleri gören müslimânların hiçbiri Cehenneme girmez!) buyurdu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

Abdüllah bin Zübeyrin, babası Zübeyr bin Avvâmdan “radıyallahü anhümâ” işiterek bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Herhangi bir memleketde vefât eden eshâbımdan biri, kıyâmetde, mahşer yerine giderlerken, o memleketin müslimânlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır) buyurdu.
Hüseyn bin Yahyâ Buhârî “rahime-hullahü teâlâ” (Ravdatül-Ulemâ) kitâbında buyuruyor ki, (Müctehidin her hadîsle amel etmesi câizdir. Eshâb-ı kirâmın herbirinin sözü vesîkadır). İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan herhangi birinin, benim ictihâdıma uymıyan bir sözünü öğrenirseniz, benim sözümü bırakın, Sahâbînin sözü ile amel edin!
Bunlar gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Ehl-i beytin sözlerini vesîka olarak almışlar ve ilmlerini bu temel üzerine kurmuşlardı. Çünki, Ehl-i beyt ve bütün Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, hep Fahr-i âlemden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” öğrendiklerini, ya’nî hep aynı şeyleri söylemişlerdir. Onların ictihâdları arasındaki ayrılık, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri değişdirmek demek değildir.
13 — (Biz, Ehl-i beyt mezhebindeyiz. Ehl-i beyti inkâr eden, mel’ûndur. Her zemân bir imâm-ı mansûs ve ma’sûmun vücûdu lâzımdır. Her Peygamber bir vasî ve halîfe ta’yîn etmişdir. Bizim Resûlümüz, efdal-i Enbiyâ olup, onun vasîsi de seyyid-i evsiyâdır. Bizden olanlar, hiçbir vakt tahâretsiz bulunmaz. Hâlis su bulmadıkça abdest almazlar. İki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. Kulak ve boyuna mesh etmezler. Ayaklarını yıkamazlar. Sücûd, rükû’, kıyâm ve kuûdu Ehl-i beyt gibi yaparlar. İstihâzeli tavşan etini yimeği harâm bilirler. Kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. Fâsık ardında nemâz kılmazlar. Haccı, fâsıkın men’etmesi ile zâyi’ etmezler. Zinâdan hâsıl olan kız ile nikâh etmezler. Kıyâs ile amel etmezler. İbtidâ kıyâs eden iblîsdir. İkinci kıyâs eden Ebû Hanîfedir derler. Yüzüğü sağ şehâdet parmağına takarlar. Emîrülmü’minîn ismi ancak Alîye mahsûsdur derler. Onun düşmanlarına la’net ederler ve kâfir bilirler. Şâfi’î, önceleri, Ebû Hanîfeyi hicv etdi. Sonra tarîk-i hazelânda onunla şerîk olup, cânib-i nîrâna gitmede refîk oldu derler. Ehl-i sünnet, Alîye muhabbeti terk edip, fâsıkların, zâlimlerin Cehennem yolunu tutmuşlar derler. Ebû Bekr hilâfete mütesaddî olunca, Alî onu ve ona tâbi’ olanları mahcûb ve bî i’tibâr etdi derler. Âl-i Resûlün yolu budur derler) yazıyor.
Memleketimizdeki, temiz müslimânlar, yalancı, sapık kimselerin iç yüzünü anlasın diye, kitâblarındaki satırları aynen yukarı yazdık. Cenâb-ı Hakka sonsuz şükrler olsun ki, islâm âlimleri bunlara, vesîkalara dayanarak cevâb vermekle, tutdukları yolun bozuk bir yol olduğunu göstermekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

(Kıyâs) demek, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri meydâna çıkarmakdır. İblîs, kıyâs yapmadı. Emre isyân etdi. İsyâna, küfre kıyâs ismini vererek, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye düşmanlığını gizlemek, bu büyük âlimi lekeliyerek, dîn-i islâmı yıkmak istemekdedir.
(Hüsniyye) kitâbının, bir islâm düşmanı, bir yehûdî tarafından hâzırlandığını (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) bildiriyor. (Tuhfe) kitâbı fârisîdir. Hakîkat Kitâbevi yeniden basdırmışdır. (Hüsniyye) kitâbının Müslimânların arasına ikilik sokarak islâmiyyeti içerden yıkmak, parçalamak için bir yehûdî tarafından yazıldığı meydândadır. En büyük hücûm silâhı, Ehl-i sünnet âlimlerini, Ehl-i beyte düşman imiş gibi göstermesidir. Hâlbuki, Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte pek çok sevgi ve saygı taşıdığı, onların her sözünü vesîka ve sened olarak aldıkları kitâblarımızda yazılıdır. Ehl-i beytin âşıklarını, onlara düşman olarak tanıtmak, büyük küstâhlıkdır. Çok kurnaz davranarak, bunların bir köle tarafından, Ehl-i sünnet âlimlerine karşı söylenmiş olduğunu ve kimsenin cevâb veremeyip, rezîl olduklarını yazıyor. Bu câriye, bu bilgileri imâm-ı Ca’fer Sâdıkdan “rahime-hullahü teâlâ” öğrenmiş diyerek, bu küfr ve düşmanlığını, O büyük imâma da bulaşdırmağa uğraşıyor. Giridli Sırrı pâşanın “rahime-hullahü teâlâ” (Şerh-i Akâid) tercemesinde ve (Milel ve Nihâl) kitâbında ve Kâmus mütercimi olan Ahmed Âsım efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Emâlî kasîdesi) şerhinde ve (Tam İlmihâl) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâblarında, bu yazıların, yanlışları birer birer gösterilmekde, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile, isbât edilmekdedir.
Seyyid Eyyûb bin Sıddîk “rahime-hullahü teâlâ” (Menâkıb-ı Çihâr yâr-i güzîn) kitâbında, altmışüçüncü menâkıbde diyor ki, Kûfe şehrinde, Abdülmecîd adında bir sapık vardı. İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın “rahime-hullahü teâlâ” huzûruna gelip şöyle sordu:
S— Eshâb arasında, en üstün kimdir?
Ca’fer Sâdık — Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hepsinden üstündür.
S— Böyle olduğunu nerden biliyorsun?
C.S.— Allahü teâlâ, onun için, Resûlden sonra, ikinci buyurdu. Bundan üstün şeref olmaz.
S— Alî “radıyallahü anh”, Resûlün yatağında, kâfirlerden korkmadan, yatmadı mı?
C.S.— Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” birşeyden korkmadan, Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önce mağaraya girdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

S — Kâfirlerden korkmasaydı, girmezdi. Hâlbuki, Allahü teâlâ, Resûlüne haber verip, Ebû Bekre korkma dedi. Demek ki korkdu.
C.S. — O, Resûlullaha bir zarar gelirse diye korkdu. Ayağını bir deliğe koydu. Yılan onu kaç kerre ısırdı. Acısına katlanıp, Resûlü râhatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resûlü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi.
S — Mâide sûresinde, (Rükû’da iken sadaka verirler) meâlindeki ellisekizinci âyet-i kerîme ile medh olunan, Alîdir.
C.S. — (Allahü teâlâ, mürtedlerle cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir.
S — Bekara sûresi, ikiyüzyetmişdördüncü âyetinde, (Mallarını, gece, gündüz, gizli, göz önünde verenler) meâl-i şerîfi ile medh olunan Alî değil midir?
C.S. — Ebû Bekr-i Sıddîkı medh eden (Velleyl) sûresi, şânını çok yükseltmekdedir. Çünki, Ebû Bekr, kırkbin altun verdi. Kendisine hiç bırakmadı. Allahü teâlâ, Resûlüne Cebrâîl aleyhisselâmı gönderip meâlen, (Ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır?) buyurdu. Ebû Bekr, (Ben, Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım) diyerek cevâb verdi.
S — Tevbe sûresinin yirminci âyetinde, (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz? Hayır. Böyle değildir) meâl-i şerîfi ile Alî öğülmekdedir.
C.S. — Hadîd sûresi, onuncu âyetinde, (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir değildir. Önce olanın derecesi, dahâ yüksekdir) meâl-i şerîfi ile Ebû Bekr medh olunuyor. Ebû Cehl [Amr bin Hişâm bin Mugîre] Resûlullaha vurmak istedi. Ebû Bekr yetişip, önledi.
S — Alî, hiç kâfir olmadı.
C.S. — Evet öyledir. Fekat, Allahü teâlâ, Tevbe sûresi, yüzbirinci âyetinde, (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni’metler vardır) ve Zümer sûresi, otuzüçüncü âyetinde, (Doğru haberle gelen ve Ona inanan için Cennetde, istedikleri her şey vardır) meâl-i şerîfleri ile Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” îmânını medh etmekdedir. Başkasının îmânı, böyle öğülmedi. Mekkede, Resûlullah, her ne söylerse, kâfirler, yalan söyliyorsun derdi. Ebû Bekr, hemen yetişip, doğru söyliyorsun, yâ Resûlallah derdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

S — Âl-i İmrân sûresi, yüzellibeşinci âyetinde, Allahü teâlâ, (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) meâl-i şerîfi ile şikâyet etmiyor mu?
C.S. — Âyet-i kerîmenin sonunu da oku! (Onların bu kusûrlarını afv etdim) meâl-i şerîfini buyuruyor.
S — Alîyi sevmek farzdır. Şûra sûresi, yirmiüçüncü âyetinin meâli, (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz)dir ki, bunlar Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyndir.
C.S. — Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” düâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Haşr sûresi, onuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü’minler, Yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi [ya’nî Eshâb-ı kirâmı] afv et derler) buyuruldu. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki; Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü’minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur).
S — Resûl aleyhisselâm, (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, dahâ üstündür) buyurdu.
C.S. — Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için bundan dahâ iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan işitdim. Ceddim İmâm-ı Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda idim. Ebû Bekrle Ömer geldi. Resûlullah buyurdu ki, (Yâ Alî! Bu ikisi, Cennet erkeklerinin en üstünüdür).
S — Yâ Ca’fer, Âişe mi üstündür, Fâtıma mı?
C.S. — Âişe “radıyallahü anhâ”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcesi idi. Cennetde, onun yanında olur. Fâtıma “radıyallahü anhâ” Alînin “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi idi. Onun yanında olur.
S — Âişe, Alî ile harb etdi. Cennete girer mi?
C.S. — Ahzâb sûresi, elliüçüncü âyetinde meâlen, (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet gösteriyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.
S — Ebû Bekrin halîfe olacağını, Kur’ân-ı kerîmde gösterebilir misin?
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevap: 9- (Birgivî vasiyyetnâmesi) kitâbından, kader, kazâ ve irâde-i cüz’iyye ile

C.S. — Hem Kur’ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem İncîlde gösterebilirim. En’âm sûresi, yüzaltmışbeşinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Allahü teâlâ, sizi yer yüzünün halîfesi yapdı) birbirinizin yerini tutarsınız. Nûr sûresi, ellibeşinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yer yüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîl oğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halîfe yapacağım)dır. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” meşrû, haklı olduğunu göstermekdedir. Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresi son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve Onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşman olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Ceddim Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan, önce kalkarım, Allahü teâlâ, dört halîfeni çağır buyurur. Onlar kimdir yâ Rabbî? derim. Ebû Bekrdir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekr, herkesden önce mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar...) buyuruldu.
Sapık, hemen söz alıp,
— Yâ Ca’fer, bunlar, Kur’ânda var mı?
C.S. — Zümer sûresi, altmışdokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Peygamber ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir) buyuruldu. Yâhud, şehîdleri getirilir denildi.
S — Yâ Ca’fer! Şimdiye kadar, üç halîfeyi sevmiyordum. Şimdi buna pişmân oldum. Tevbe edersem kabûl olur mu?
C.S. — Çabuk tevbe et! Bu tevbe, se’âdetine alâmetdir. Bu hâl ile âhırete gitseydin, dînin boşa giderdi.
Görülüyor ki, Ehl-i beytin hepsi, hazret-i Ebû Bekri ve bütün Eshâbı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” seviyordu. Câriyenin imâm-ı Ca’fer Sâdıkı gördüğü ve hizmeti ile şereflendiği doğru olsaydı, o da, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü öğrenir, hepsini severdi. Îrândaki, Irakdaki ve Sûriyedeki sapıkların, imâm-ı Ca’fer Sâdıka iftirâ etdikleri, buradan anlaşılmakdadır.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” onüçüncü yılda vefât edince, Medînede herkes ağladı, sızladı. Alî “radıyallahü anh” işitince, ağlıyarak geldi ve (hilâfet bugün temâm oldu) buyurdu. Kapı önünde durup:
(Yâ Ebâ Bekr! Sen, Resûlullahın sevgilisi, arkadaşı, derd ortağı, sırdaşı ve müşâviri idin.
 
Üst Alt