HASAN CAN
Active member
ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULABİLİR?
Giriş:
Yeryüzüne bir damla olarak düşen ve daha sonra Rabbi tarafından kendisine hayat hakkı tanınan insanoğlu dünyaya merhaba der demez farklı tip ve karakterde insanlarla karşılaşır.
İleriki yaşlarda; İnsanlardaki mizaç ve değer yargılarının kendi karakterine en yakın olana karşı sıcak bir ilgi besler.
Aynı karaktere sahip olmanın ya da hayata ve olaylara aynı pencereden bakmanın verdiği referans tüm sırlarını paylaşmaya kadar vardırır.
En ufak bir sıkıntıya düştüğünde kalbine demir attığı kimseden bir ‘alo’ bekler. Kendisini ilk ziyaret eden, hiçbir menfaat beklemeden aynı sancıyı yüreğinde hissedip derdine derman olmaya çalışan kişi en yakın dost olmuştur artık.
Artık hayatın büyük bir bölümüne dostunun da penceresinden bakmaya, sesleri dostunun da kulağından işitmeye, herhangi bir mesele karşısında dostunun da düşüncelerini paylaşmaya çalışır.
Bu birliktelik tek yürek çift beden olarak el ele cennet ya da cehennem yolculuğuna kadar devam eder.
Ve dostluk nasıl başlamışsa; Cennet ya da Cehennem de öylece devam eder. Ya beraberce yanarlar ya da Cennet nimetlerinde yüzerler…
Yanlış dost seçenler ateş içinde yanarken birbirlerini suçlayıp;
“… keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş olsaydım.”
“Eyvah bana, keşke filanı dost edinmeseydim…” derler. (Furkan: 25/27-28)
Keşkenin fayda vermediği bu beldede (cehennemde) yanlış dost seçiminden doğan pişmanlığa da kulak verilmez.
“Defolu” dost seçenler bir taraftan yanarken diğer taraftan da aynı sıcak ilginin oracıkta da vuku bulmasını isteyerek;
“…Biz size uyan kimseler idik. Şimdi ateşin bir kısmını olsun bizden kaldırabilir misiniz.” derler.
Gerçek dost o ateşi oradan kaldırıp uzaklaştırmaya kadir olandır.
Kendisi acizken, bir şekilde cehennem çukuruna düşüp çıkamazken, derisini eriten ateşin derecesini düşüremezken dostuna nasıl yardımcı olsun? O’nun derdi başından aşkındır. Kandırıldığına mı yansın kandırdığına mı?
Bir defa da olsa cehennem sakininin ağzından hak cümleler çıkar;
“… Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. Şüphesiz Allah kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor.” (Mü’min: 40/47-48)
Tabi ki dostunun bu söylediklerini;
“Kör mü dost seçerken dikkatli olsaydın? Kör mü ahiretin için yatırımını yaptığın kalp ve nasihatlere dikkat etseydin.” olarak algılar.
Tabi ki iş işten geçmiştir artık. Hem birbirlerini suçlarlar hem de hep bir ağızdan;
“Keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş olsaydım.” derler…” (Furkan: 25/27)
Bir de dost seçiminde isabetli kararlar verenler vardır. İşte onlar ebedi dostluk (kardeşlik)larının temelini geçici dünyada atarlar.
Hep kendisinden iyi olan ve oksijenini cennetten teneffüs etmişlerin sesine kulak verirler. Bilirler ki onlardan yamukluk gelmez. Yine bilirler ki yüzlerindeki tebessüm tamamen Rabbinin rızasını kazanmak için… ve sürekli Cennetle müjdeleyip Cehennemle korkuturlar. Şeytan ve dostlarına aman vermemeye çalışırlar. Dostlukları tüm hücreleri ile Rabbinin rızasına uyumludur.
Öteki tarafta ebediyyen komşu olmak için nasihatleşir dururlar… Bu tür dostlar ırk, soy, sop, zenginlik, fakirlik dinlemezler…
Ve el ele Cennetin kapısından içeriye girerek dostluklarını pekiştirirler.
(Bir Mükafat) Adn Cennetleridir ki oraya girerler. Orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.
“Diyeceklerdir ki: Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun. Muhakkak Rabbimiz, mağfiret edicidir, mükâfat vericidir.”
“O ki, lutfu ile bizleri ebedi kalıcılık yurduna yerleştirdi. Burada bize hiçbir yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç da dokunmayacak.” (Fatır: 35/33-35)
Cennet nimetleri içinde günlerini gün ederken bir ara kendilerine dost olmaya çağıranlara, alay edercesine;
“… ‘Rabbimizin bize va’dettiğini hak bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenirler…” (Araf: 7/44)
Ateşin derecesini unutup dostluklarını menfaatlerine bina edenler, nefislerinin buyruklarına kul olanlar, kendileriyle beraber yanmalarına sebep olmak isteyenler çok kısa ve net bir şekilde cevap verirler;
‘…evet…’ (Araf: 7/44)
Diyalog devam eder ve;
‘… Vallahi, az kalsın beni de helak edecektin.’
‘Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (Cehennemde) azap görenlerden olurdum.’ (Saffat: 37/56-57)
derler, dostluklarını Rahmani sese bina edenler…
***
Evet okuyucu kardeşim… Yaratılışımız icabı zayıf ve güçsüzüz… Ve bizlere de ilmin çok az bir kısmı verildi… Ve bu şartlarda imtihan oluyoruz… Aklımıza güvenmeyen, dost seçiminde hata yapma oranımızın çok fazla olduğunu bilen Rabbimiz uyarıcılar (Peygamberler ve davetçiler) göndererek bizlere Rahmette bulundu…
Bir tarafta Allah (c.c.) ve dostları, diğer tarafta insan imanı ile beslenip Cehennemde kendisine komşular arayan şeytan ve dostları… Biri ateşe davet eder, diğeri Cennete…
Tüm kulak ve ‘irade’lere bu iki kanaldan yayınlar yapılır… Nefsini okşayan nasihatlara dost olanlar alıcılarını Cehenneme çevirirler…
Bu tür dostları dünyanın her yerinde görmek mümkün… Hem de çok yakını olduklarımız olabilirler;
‘Ey iman edenler, eğer küfrü imandan sevimli bulurlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. İçinizden kim onları veli edinirse; Onlar zalimlerin ta kendileridirler.’ (Tevbe: 9/23)
Düşünsene bir; Seni büyüten, yedirip içiren (Allah’ın izni ile tabi!) baban seni cehenneme davet ediyor!..
Dünyada iken en yakınındı… Demek ki kan bağı cennete girmek için yeterli bir sebep olmuyormuş…
Bir de böyle bir vak’anın yaşandığı Peygamberlerden bir misal verelim… Görelim bakalım davet hangi kanaldan geliyor ve tercihini hangi dost’a kullanıyor… Okuyalım;
‘Hani babasına: Babacığım demişti, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin ibadet edersin?
Babacığım ilimden sana gelmeyen bana geldi, bana uy ki, seni dosdoğru yola ileteyim.
Babacığım şeytana ibadet etme! Muhakkak şeytan Rahmana asi olmuştur.
Babacığım, doğrusu Rahmanın azabı sana dokunur da şeytanın velisi (dost) olursun diye korkarım!
Dedi ki: “Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş, yanımdan git.” (Meryem: 19/42-46)
Dostluğunu şeytandan yana kullanmış bir Peygamber babasının, evladına olan tepkisi…
Evlat, babasının cennetini düşünerek dostlarını terkedip Rahmani sese kulak vermesini istiyor, küfründe samimi olan ve safını netleştiren baba da öfkesinden tehditler savuruyor… Dostlarına, laf gelmesini istemiyor… Bu küfri inat karşısında evladı da tarafı olduğu dostundan bahsediyor;
‘Dedi ki: Selam olsun sana! Ben, Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Çünkü Rabbim bana gerçekten merhametli ve lutufkârdır.
Ben, sizi de sizin Allah’dan başka taptıklarınızı da terkediyorum; Yalnız Rabbime dua ediyorum. Rabbime dua etmekle bedbaht olmayacağımı ümit ederim.’ (Meryem: 19/47-48)
Bir de tarihe altın harflerle yazılmış sahabe neslinden Mus’ab bin Umeyr’den bir misal verelim…[1]
Mus’ab bin Umeyr
Mekke’nin en yakışıklı ve en zenginlerinden biri olan Mus’ab bin Umeyr şaşalı bir hayat sürerken, sonra nasıl olduysa gözle görülmeyen bir ilaha top yekun kul olma teklifi ile karşı karşıya kaldı…
Bir tarafta nefsinin isteklerine prangalar vurulmayan bir hayat ve o hayatın figüranları, diğer tarafta her adımına tavsiye ve müdahalelerde (helal-haram, mübah) bulunan bir hayat şekli ve zengin-fakir, köle dinlemeyen, üstünlüğün takvada olduğu bir dostluk…
Bir tarafta görünen nimetler ve nefsinin tüm isteklerinin pratik alanı olan bir hayat diğer tarafta zorluklarla mücadele olan ve karşılığında cennet vaad edilen bir hayat…
Daha doğrusu bir tarafta Rahmani yol ve Rahmani dostluklar, diğer tarafta şeytani bir hayat ve şeytani dostluklar…
Rahman’ın onayını almayan tüm dostlukların ‘şeytani’ olarak adlandırıldıkları dostluklar…
Elbetteki her yolun yolcularının karakterleri ve hayata bakışları birbirlerine benzer olacaktı…
Hangi saf’a geçse diğerine cephe almış olacaktı…
En sevdiği annesine;
‘İstediğin yere git. Artık ben senin annen değilim!’ dedirtecek bir yolu ve o yolun yolcularına dost olmayı seçti…
Bu kitapçıkta Mus’ab bin Umeyr’in kahramanlıklarını, savaşlarını ve hayatını anlatacak değilim. Benim için en önemli (sahne); görünen nimetleri terkedip görünmeyen nimetlere talip olunan hayatı seçmesine sebep olan ‘ruh’un adı…
Kendinizi bir anlık Mus’ab bin Umeyr’in yerine koyun…
İstediğinizi köle olarak alabiliyor (köle adayları içinde tabi…) dilediğinizi azad edebiliyorsunuz… Hemen hemen her gün evlenme teklifleri… Elit bir tabaka… Saygınlık… En güzel giysiler, güzel kokular… Sıkıntısı olmayan bir hayat… Aile içinde en ufak bir dargınlık, kırgınlık da yok… Böyle bir hayatı yaşadığınızı hayal edin…
Sonra her nasılsa böyle bir hayata ve içindekilerine cephe alıp mazlumlar safına geçiyorsunuz!
Bu tercihi hiçbir (ahiret bağlanışı kesik) akıl kabul etmez…
Seni doğuran annen; dostlarından ve seçtiğin dinden dönmen için mum gibi eriyecek ve sen de inat edip kararından dönmeyeceksin!
Vallahi bunun tek bir izahı var!..
O da;
Menfaat üzerine bina edilen dostlukları bir tarafa atıp gerçek dost olan Allah sevgisini kalbe yerleştirmek…
Bir de Allah ile dostluğunu kanı ile ispat etmiş yakın tarih şehidimizden bahsedelim: …
Yaşantısıyla, mücadelesiyle ve yazılarıyla ümmetin gaflet uykusundan uyanmasına vesile olan, gençlere cihad ruhunu aşılayan, inancını ve Allah’a olan aşkını ipte sallanarak ispatlayan Seyyid Kutub’tan bahsedelim…
Aynı yolun yolcularından Abdullah Azzam (r.a.)’ın kitabında okumuştum; Seyyid Kutub’un son saatlerini… olduğu gibi aktarıyorum;
Seyyid Kutub’a şöyle diyorlardı: “Hiç olmazsa idamının kalkması için gel” (devlet başkanından özür dilediği ya da hiç olmazsa ona bir nezaket ziyareti yaptığı takdirde hakkındaki idam kararının kaldırılacağı söyleniyordu). Seyyid Kutub’un bunlara cevabı ise şu oluyordu: “Namazda yüce Allah’ın vahdaniyetine şehadet eden bu parmağım, tağutun hükmünü onaylayan tek harf dahi yazmayı red etmektedir. Tağuttan neden af dileyeyim. Eğer ben hak ile mahkum edilmişsem, hakkın hükmüne razıyım. Yok eğer, batılla mahkum edilmişsem, ben batıldan af dileyecek kadar alçalamam.”
Düşünsene bir; yıllarca dört duvar arasında kalacaksın, işkencenin her çeşidinden tadacaksın, aile, akraba ve dava kardeşlerinden bi-haber olacaksın ve sana iki farklı teklif gelecek…
İp ya da Özgürlük!
Eminim ki şeytan; Seyyid Kutub’un kulağına şunları fısıldadı:
“Eğer söylediklerinden vaz geçersen özgürlüğüne kavuşur, davandaki yerini alır, yarım kalan eserlerini tamamlayarak davana daha çok hizmet etmiş olursun…
Ama eğer ip’i tercih edersen davana kim hizmet eder?”
Şeytan bu… Nereden bilecek ki önceden kalbine ektiği Allah sevgisinin filizlenip olgunlaştığını…
Yine nereden bilecekti ki?.. Aşk bu… Bir defa aşık oldun mu gözler kör olur, kulaklar sağır…
İnanıyorum ki Seyyid Kutub ipi tercih ettiği anda Cennetini gördü…[2]
İşte burada duralım! Konumuz gereği duralım! İp’te sallanmak ya da özgürlük…
Diyorum ki;
Seyyid Kutub Allah’ın (c.c.) hidayetiyle müslüman oldu, Dava aşkı ile mücadele etti ve Allah sevgisi ile de ipi tercih etti…
Vallahi İP’i tercih etmesinin altında Mus’ab misali Allah aşkı vardı!..
Şehidlerden misaller vererek kitabı kalınlaştırmak istemiyorum. Sadece; bedeni, ipe götüren cesaretin altındaki gerçeklere nasıl ulaşabiliriz’e cevap bulabilmek istiyorum. [3]
Niçin Allah Sevgisi Üzerinde Duruyorum?
Buna inanın ki yapacağımız ibadetlerde istikrarlı olup lezzet almanın, olaylara ve hayata ilahi açıdan bakmanın, imtihanda uyanık olmanın, cennet yolunda emin adımlarla ilerlemenin İbrahim (a.s.) imtihanı misali en çok sevdiklerimizi bıçak altına almanın ve nihayetinde hesap gününde alnı ak çıkmanın yolu; Allah’a dost olmaktan geçer.
Allah ile dost olunduğunda cennet yolunda emin adımlarla ilerlenebileceği anlaşılmışsa ara bir başlık atarak konumuza giriş yapalım. [4]
Kaç Çeşit Dostluk Vardır?
İki tür dostluk vardır: İyi ve kötü… İyi dostluklar;
Bir müslümanın müslümanla, Peygamberle ve Allah ile yapmış olduğu dostluklardır. Kötü dostluklar ise şeytan ve yardımcıları ile yapılan dostluklardır.
Cehennem Cennet
Şeytani rıza İlahi rıza
Kötü arkadaşlar Müslümanlar
Nefis Peygamber
Allah
Şeytani dostluklar Rahmani dostluklar
Bu tablo dünyanın her yerinde geçerlidir. [5]
Müslümanın Müslümanla olan Dostluğu
Bir müslümanın başka bir müslümanı kendisine dost seçmesi ilahi rızayı kazandıran amellerdendir. Çünkü kendisine dost olmaya çalıştığımız büyük yaratıcı:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulune itaat ederler…” (Tevbe/71) diyor…
Konumuz ‘Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?’ olduğu için bu başlığımızı şimdilik pas geçiyoruz. [6]
Müslümanın Peygamberlerle olan Dostluğu
Bir müslümanın Peygamberi dost seçmesi demek; tek cümle ile:
Peygamberin yaşantısını adım adım takip ederek her şeyde O’nu örnek almak demektir. Ama her şeyde…
Bu başlığımıza da şimdilik nokta koyuyoruz.[7]
Müslümanın Allah ile olan Dostluğu
Konumuza giriş yapmadan önce cevaplanması gereken sorular olmalı…
1. Allah’ı dost edinmek zorunda mıyız?
2. Allah ile dostluğun getirisi nelerdir?
3. Allah’ı dost seçmemenin ne tür bir götürüsü olabilir?
Bu sorularımıza tatminkâr bir cevap bulabilirsek Allah ile dostluk yolunda hatırı sayılır bir mesafe kat etmiş oluruz… Kısaca değinelim: [8]
ALLAH’I DOST EDİNMEK ZORUNDA MIYIZ?
İnsanoğluna her noktada ‘seçme’ hakkı veren Allah-u Teala dost seçiminde de hiçbir zorlama yapmamıştır… İstediğin an istediğin varlığı dost seçebilirsin…
İster kendine Allah’ı ve dostlarını dost seç, ister şeytanı ve dostlarını… Ama unutmayalım ki seçeceğimiz dost kim olursa olsun Ya Allah’ın dostudur ya da şeytanın.
Basit bir sıvıdan yaratılan, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her noktada Allah’ın sevgisine, korumasına ve rahmetine muhtaç olan insanoğlu her konuda hata yapmaya müsait yaratılmıştır… Durum böyle olunca da Yüce Yaratıcı yer yer uyarıcılar göndererek kullarının doğru yolu bulmalarını istemiştir. Mesela;
Hayata gözlerini açan insanoğlunu bir çok din ile tanışma imkanı bulmuştur… Bu dinlerin biri dışındakilerinin tamamı kişiyi Cehenneme ulaştırır… İşte tam bu sırada ilahi rahmet devreye girerek;
“… Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?..” (Al-i İmran: 3/83) diye dikkatini kendine çeker…
Kendisinin yardımı olmadan kulunun hata yapacağını bilen yaratıcı fıtratı muhatap alan dinin adını söyler:
Giriş:
Yeryüzüne bir damla olarak düşen ve daha sonra Rabbi tarafından kendisine hayat hakkı tanınan insanoğlu dünyaya merhaba der demez farklı tip ve karakterde insanlarla karşılaşır.
İleriki yaşlarda; İnsanlardaki mizaç ve değer yargılarının kendi karakterine en yakın olana karşı sıcak bir ilgi besler.
Aynı karaktere sahip olmanın ya da hayata ve olaylara aynı pencereden bakmanın verdiği referans tüm sırlarını paylaşmaya kadar vardırır.
En ufak bir sıkıntıya düştüğünde kalbine demir attığı kimseden bir ‘alo’ bekler. Kendisini ilk ziyaret eden, hiçbir menfaat beklemeden aynı sancıyı yüreğinde hissedip derdine derman olmaya çalışan kişi en yakın dost olmuştur artık.
Artık hayatın büyük bir bölümüne dostunun da penceresinden bakmaya, sesleri dostunun da kulağından işitmeye, herhangi bir mesele karşısında dostunun da düşüncelerini paylaşmaya çalışır.
Bu birliktelik tek yürek çift beden olarak el ele cennet ya da cehennem yolculuğuna kadar devam eder.
Ve dostluk nasıl başlamışsa; Cennet ya da Cehennem de öylece devam eder. Ya beraberce yanarlar ya da Cennet nimetlerinde yüzerler…
Yanlış dost seçenler ateş içinde yanarken birbirlerini suçlayıp;
“… keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş olsaydım.”
“Eyvah bana, keşke filanı dost edinmeseydim…” derler. (Furkan: 25/27-28)
Keşkenin fayda vermediği bu beldede (cehennemde) yanlış dost seçiminden doğan pişmanlığa da kulak verilmez.
“Defolu” dost seçenler bir taraftan yanarken diğer taraftan da aynı sıcak ilginin oracıkta da vuku bulmasını isteyerek;
“…Biz size uyan kimseler idik. Şimdi ateşin bir kısmını olsun bizden kaldırabilir misiniz.” derler.
Gerçek dost o ateşi oradan kaldırıp uzaklaştırmaya kadir olandır.
Kendisi acizken, bir şekilde cehennem çukuruna düşüp çıkamazken, derisini eriten ateşin derecesini düşüremezken dostuna nasıl yardımcı olsun? O’nun derdi başından aşkındır. Kandırıldığına mı yansın kandırdığına mı?
Bir defa da olsa cehennem sakininin ağzından hak cümleler çıkar;
“… Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. Şüphesiz Allah kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor.” (Mü’min: 40/47-48)
Tabi ki dostunun bu söylediklerini;
“Kör mü dost seçerken dikkatli olsaydın? Kör mü ahiretin için yatırımını yaptığın kalp ve nasihatlere dikkat etseydin.” olarak algılar.
Tabi ki iş işten geçmiştir artık. Hem birbirlerini suçlarlar hem de hep bir ağızdan;
“Keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş olsaydım.” derler…” (Furkan: 25/27)
Bir de dost seçiminde isabetli kararlar verenler vardır. İşte onlar ebedi dostluk (kardeşlik)larının temelini geçici dünyada atarlar.
Hep kendisinden iyi olan ve oksijenini cennetten teneffüs etmişlerin sesine kulak verirler. Bilirler ki onlardan yamukluk gelmez. Yine bilirler ki yüzlerindeki tebessüm tamamen Rabbinin rızasını kazanmak için… ve sürekli Cennetle müjdeleyip Cehennemle korkuturlar. Şeytan ve dostlarına aman vermemeye çalışırlar. Dostlukları tüm hücreleri ile Rabbinin rızasına uyumludur.
Öteki tarafta ebediyyen komşu olmak için nasihatleşir dururlar… Bu tür dostlar ırk, soy, sop, zenginlik, fakirlik dinlemezler…
Ve el ele Cennetin kapısından içeriye girerek dostluklarını pekiştirirler.
(Bir Mükafat) Adn Cennetleridir ki oraya girerler. Orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.
“Diyeceklerdir ki: Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun. Muhakkak Rabbimiz, mağfiret edicidir, mükâfat vericidir.”
“O ki, lutfu ile bizleri ebedi kalıcılık yurduna yerleştirdi. Burada bize hiçbir yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç da dokunmayacak.” (Fatır: 35/33-35)
Cennet nimetleri içinde günlerini gün ederken bir ara kendilerine dost olmaya çağıranlara, alay edercesine;
“… ‘Rabbimizin bize va’dettiğini hak bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenirler…” (Araf: 7/44)
Ateşin derecesini unutup dostluklarını menfaatlerine bina edenler, nefislerinin buyruklarına kul olanlar, kendileriyle beraber yanmalarına sebep olmak isteyenler çok kısa ve net bir şekilde cevap verirler;
‘…evet…’ (Araf: 7/44)
Diyalog devam eder ve;
‘… Vallahi, az kalsın beni de helak edecektin.’
‘Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (Cehennemde) azap görenlerden olurdum.’ (Saffat: 37/56-57)
derler, dostluklarını Rahmani sese bina edenler…
***
Evet okuyucu kardeşim… Yaratılışımız icabı zayıf ve güçsüzüz… Ve bizlere de ilmin çok az bir kısmı verildi… Ve bu şartlarda imtihan oluyoruz… Aklımıza güvenmeyen, dost seçiminde hata yapma oranımızın çok fazla olduğunu bilen Rabbimiz uyarıcılar (Peygamberler ve davetçiler) göndererek bizlere Rahmette bulundu…
Bir tarafta Allah (c.c.) ve dostları, diğer tarafta insan imanı ile beslenip Cehennemde kendisine komşular arayan şeytan ve dostları… Biri ateşe davet eder, diğeri Cennete…
Tüm kulak ve ‘irade’lere bu iki kanaldan yayınlar yapılır… Nefsini okşayan nasihatlara dost olanlar alıcılarını Cehenneme çevirirler…
Bu tür dostları dünyanın her yerinde görmek mümkün… Hem de çok yakını olduklarımız olabilirler;
‘Ey iman edenler, eğer küfrü imandan sevimli bulurlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. İçinizden kim onları veli edinirse; Onlar zalimlerin ta kendileridirler.’ (Tevbe: 9/23)
Düşünsene bir; Seni büyüten, yedirip içiren (Allah’ın izni ile tabi!) baban seni cehenneme davet ediyor!..
Dünyada iken en yakınındı… Demek ki kan bağı cennete girmek için yeterli bir sebep olmuyormuş…
Bir de böyle bir vak’anın yaşandığı Peygamberlerden bir misal verelim… Görelim bakalım davet hangi kanaldan geliyor ve tercihini hangi dost’a kullanıyor… Okuyalım;
‘Hani babasına: Babacığım demişti, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin ibadet edersin?
Babacığım ilimden sana gelmeyen bana geldi, bana uy ki, seni dosdoğru yola ileteyim.
Babacığım şeytana ibadet etme! Muhakkak şeytan Rahmana asi olmuştur.
Babacığım, doğrusu Rahmanın azabı sana dokunur da şeytanın velisi (dost) olursun diye korkarım!
Dedi ki: “Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş, yanımdan git.” (Meryem: 19/42-46)
Dostluğunu şeytandan yana kullanmış bir Peygamber babasının, evladına olan tepkisi…
Evlat, babasının cennetini düşünerek dostlarını terkedip Rahmani sese kulak vermesini istiyor, küfründe samimi olan ve safını netleştiren baba da öfkesinden tehditler savuruyor… Dostlarına, laf gelmesini istemiyor… Bu küfri inat karşısında evladı da tarafı olduğu dostundan bahsediyor;
‘Dedi ki: Selam olsun sana! Ben, Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Çünkü Rabbim bana gerçekten merhametli ve lutufkârdır.
Ben, sizi de sizin Allah’dan başka taptıklarınızı da terkediyorum; Yalnız Rabbime dua ediyorum. Rabbime dua etmekle bedbaht olmayacağımı ümit ederim.’ (Meryem: 19/47-48)
Bir de tarihe altın harflerle yazılmış sahabe neslinden Mus’ab bin Umeyr’den bir misal verelim…[1]
Mus’ab bin Umeyr
Mekke’nin en yakışıklı ve en zenginlerinden biri olan Mus’ab bin Umeyr şaşalı bir hayat sürerken, sonra nasıl olduysa gözle görülmeyen bir ilaha top yekun kul olma teklifi ile karşı karşıya kaldı…
Bir tarafta nefsinin isteklerine prangalar vurulmayan bir hayat ve o hayatın figüranları, diğer tarafta her adımına tavsiye ve müdahalelerde (helal-haram, mübah) bulunan bir hayat şekli ve zengin-fakir, köle dinlemeyen, üstünlüğün takvada olduğu bir dostluk…
Bir tarafta görünen nimetler ve nefsinin tüm isteklerinin pratik alanı olan bir hayat diğer tarafta zorluklarla mücadele olan ve karşılığında cennet vaad edilen bir hayat…
Daha doğrusu bir tarafta Rahmani yol ve Rahmani dostluklar, diğer tarafta şeytani bir hayat ve şeytani dostluklar…
Rahman’ın onayını almayan tüm dostlukların ‘şeytani’ olarak adlandırıldıkları dostluklar…
Elbetteki her yolun yolcularının karakterleri ve hayata bakışları birbirlerine benzer olacaktı…
Hangi saf’a geçse diğerine cephe almış olacaktı…
En sevdiği annesine;
‘İstediğin yere git. Artık ben senin annen değilim!’ dedirtecek bir yolu ve o yolun yolcularına dost olmayı seçti…
Bu kitapçıkta Mus’ab bin Umeyr’in kahramanlıklarını, savaşlarını ve hayatını anlatacak değilim. Benim için en önemli (sahne); görünen nimetleri terkedip görünmeyen nimetlere talip olunan hayatı seçmesine sebep olan ‘ruh’un adı…
Kendinizi bir anlık Mus’ab bin Umeyr’in yerine koyun…
İstediğinizi köle olarak alabiliyor (köle adayları içinde tabi…) dilediğinizi azad edebiliyorsunuz… Hemen hemen her gün evlenme teklifleri… Elit bir tabaka… Saygınlık… En güzel giysiler, güzel kokular… Sıkıntısı olmayan bir hayat… Aile içinde en ufak bir dargınlık, kırgınlık da yok… Böyle bir hayatı yaşadığınızı hayal edin…
Sonra her nasılsa böyle bir hayata ve içindekilerine cephe alıp mazlumlar safına geçiyorsunuz!
Bu tercihi hiçbir (ahiret bağlanışı kesik) akıl kabul etmez…
Seni doğuran annen; dostlarından ve seçtiğin dinden dönmen için mum gibi eriyecek ve sen de inat edip kararından dönmeyeceksin!
Vallahi bunun tek bir izahı var!..
O da;
Menfaat üzerine bina edilen dostlukları bir tarafa atıp gerçek dost olan Allah sevgisini kalbe yerleştirmek…
Bir de Allah ile dostluğunu kanı ile ispat etmiş yakın tarih şehidimizden bahsedelim: …
Yaşantısıyla, mücadelesiyle ve yazılarıyla ümmetin gaflet uykusundan uyanmasına vesile olan, gençlere cihad ruhunu aşılayan, inancını ve Allah’a olan aşkını ipte sallanarak ispatlayan Seyyid Kutub’tan bahsedelim…
Aynı yolun yolcularından Abdullah Azzam (r.a.)’ın kitabında okumuştum; Seyyid Kutub’un son saatlerini… olduğu gibi aktarıyorum;
Seyyid Kutub’a şöyle diyorlardı: “Hiç olmazsa idamının kalkması için gel” (devlet başkanından özür dilediği ya da hiç olmazsa ona bir nezaket ziyareti yaptığı takdirde hakkındaki idam kararının kaldırılacağı söyleniyordu). Seyyid Kutub’un bunlara cevabı ise şu oluyordu: “Namazda yüce Allah’ın vahdaniyetine şehadet eden bu parmağım, tağutun hükmünü onaylayan tek harf dahi yazmayı red etmektedir. Tağuttan neden af dileyeyim. Eğer ben hak ile mahkum edilmişsem, hakkın hükmüne razıyım. Yok eğer, batılla mahkum edilmişsem, ben batıldan af dileyecek kadar alçalamam.”
Düşünsene bir; yıllarca dört duvar arasında kalacaksın, işkencenin her çeşidinden tadacaksın, aile, akraba ve dava kardeşlerinden bi-haber olacaksın ve sana iki farklı teklif gelecek…
İp ya da Özgürlük!
Eminim ki şeytan; Seyyid Kutub’un kulağına şunları fısıldadı:
“Eğer söylediklerinden vaz geçersen özgürlüğüne kavuşur, davandaki yerini alır, yarım kalan eserlerini tamamlayarak davana daha çok hizmet etmiş olursun…
Ama eğer ip’i tercih edersen davana kim hizmet eder?”
Şeytan bu… Nereden bilecek ki önceden kalbine ektiği Allah sevgisinin filizlenip olgunlaştığını…
Yine nereden bilecekti ki?.. Aşk bu… Bir defa aşık oldun mu gözler kör olur, kulaklar sağır…
İnanıyorum ki Seyyid Kutub ipi tercih ettiği anda Cennetini gördü…[2]
İşte burada duralım! Konumuz gereği duralım! İp’te sallanmak ya da özgürlük…
Diyorum ki;
Seyyid Kutub Allah’ın (c.c.) hidayetiyle müslüman oldu, Dava aşkı ile mücadele etti ve Allah sevgisi ile de ipi tercih etti…
Vallahi İP’i tercih etmesinin altında Mus’ab misali Allah aşkı vardı!..
Şehidlerden misaller vererek kitabı kalınlaştırmak istemiyorum. Sadece; bedeni, ipe götüren cesaretin altındaki gerçeklere nasıl ulaşabiliriz’e cevap bulabilmek istiyorum. [3]
Niçin Allah Sevgisi Üzerinde Duruyorum?
Buna inanın ki yapacağımız ibadetlerde istikrarlı olup lezzet almanın, olaylara ve hayata ilahi açıdan bakmanın, imtihanda uyanık olmanın, cennet yolunda emin adımlarla ilerlemenin İbrahim (a.s.) imtihanı misali en çok sevdiklerimizi bıçak altına almanın ve nihayetinde hesap gününde alnı ak çıkmanın yolu; Allah’a dost olmaktan geçer.
Allah ile dost olunduğunda cennet yolunda emin adımlarla ilerlenebileceği anlaşılmışsa ara bir başlık atarak konumuza giriş yapalım. [4]
Kaç Çeşit Dostluk Vardır?
İki tür dostluk vardır: İyi ve kötü… İyi dostluklar;
Bir müslümanın müslümanla, Peygamberle ve Allah ile yapmış olduğu dostluklardır. Kötü dostluklar ise şeytan ve yardımcıları ile yapılan dostluklardır.
Cehennem Cennet
Şeytani rıza İlahi rıza
Kötü arkadaşlar Müslümanlar
Nefis Peygamber
Allah
Şeytani dostluklar Rahmani dostluklar
Bu tablo dünyanın her yerinde geçerlidir. [5]
Müslümanın Müslümanla olan Dostluğu
Bir müslümanın başka bir müslümanı kendisine dost seçmesi ilahi rızayı kazandıran amellerdendir. Çünkü kendisine dost olmaya çalıştığımız büyük yaratıcı:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulune itaat ederler…” (Tevbe/71) diyor…
Konumuz ‘Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?’ olduğu için bu başlığımızı şimdilik pas geçiyoruz. [6]
Müslümanın Peygamberlerle olan Dostluğu
Bir müslümanın Peygamberi dost seçmesi demek; tek cümle ile:
Peygamberin yaşantısını adım adım takip ederek her şeyde O’nu örnek almak demektir. Ama her şeyde…
Bu başlığımıza da şimdilik nokta koyuyoruz.[7]
Müslümanın Allah ile olan Dostluğu
Konumuza giriş yapmadan önce cevaplanması gereken sorular olmalı…
1. Allah’ı dost edinmek zorunda mıyız?
2. Allah ile dostluğun getirisi nelerdir?
3. Allah’ı dost seçmemenin ne tür bir götürüsü olabilir?
Bu sorularımıza tatminkâr bir cevap bulabilirsek Allah ile dostluk yolunda hatırı sayılır bir mesafe kat etmiş oluruz… Kısaca değinelim: [8]
ALLAH’I DOST EDİNMEK ZORUNDA MIYIZ?
İnsanoğluna her noktada ‘seçme’ hakkı veren Allah-u Teala dost seçiminde de hiçbir zorlama yapmamıştır… İstediğin an istediğin varlığı dost seçebilirsin…
İster kendine Allah’ı ve dostlarını dost seç, ister şeytanı ve dostlarını… Ama unutmayalım ki seçeceğimiz dost kim olursa olsun Ya Allah’ın dostudur ya da şeytanın.
Basit bir sıvıdan yaratılan, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her noktada Allah’ın sevgisine, korumasına ve rahmetine muhtaç olan insanoğlu her konuda hata yapmaya müsait yaratılmıştır… Durum böyle olunca da Yüce Yaratıcı yer yer uyarıcılar göndererek kullarının doğru yolu bulmalarını istemiştir. Mesela;
Hayata gözlerini açan insanoğlunu bir çok din ile tanışma imkanı bulmuştur… Bu dinlerin biri dışındakilerinin tamamı kişiyi Cehenneme ulaştırır… İşte tam bu sırada ilahi rahmet devreye girerek;
“… Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?..” (Al-i İmran: 3/83) diye dikkatini kendine çeker…
Kendisinin yardımı olmadan kulunun hata yapacağını bilen yaratıcı fıtratı muhatap alan dinin adını söyler: