EHL-İ SÜNNET
devam
Hasanu'l-Basrî Siyası otoriteyi elinde tutanların zâlim olabileceği hususunu kabul ederek, Peygamber (sas)'in fitne anında âlimlere uyulmasını tavsiye etmesini dikkate alıp "Sizden olan ulû'l-Emre itaat edin" (en-Nisâ, 4/59) ayet-i kerimesinde geçen Ulû'l-Emr'i âlimler, fâkihler diye tefsir etmiştir Sonraki dönemlerde Islâm ümmetinin manevi dinamiğini âlimler, Islâm hukukçuları belirlemiş, insanlar onların çevresinde toplanmıştır (Ibn Kesir, Tefsiru'l Kur'an'il-Azîm, II, 303) Büyük günah (Kebâir) işleyenlerin âkibeti ve kader meselesinde bazı yeni görüşler ileri süren, Vâsil b Ata'yı meclisinden "kovmuş", haricilerin büyük günah işlediler iddiasıyle bazı sahâbîleri tekfir etmesini, bir nifak alameti saymış ve Gulât-ı Şia'yı (hulefâ-ı râşidine söven aşırı grup) reddetmiştir
Sahâbilerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid'at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü'l-hakk, "ehlu's-sünne ve'l-Istikâme, ehlu'l-hadis, ehlu'l-cemaâ, ehlu'l-hadis ve's-sünne ve ehlu's-sünne ve'l-cemaâ isimlerini kullanmışlardır Ehlu's-Sünne terimini ilk kullanan, Muhammed b Sirın (ö110/728), "ehlu'l-hakk ve'l-cemâ'a" terimini ise, ilk defa kullanan Ebu'l-Leys es-Semerkandı (ö373/898)'dir Terim hicrî II asır başlarından itibaren "ehlu'l-hakk ve'l-istikâme" "ehlu's-sünne ve'n-nakl", "ashabu'l-hadis" şekillerinde kullanılmıştır Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz Peygamber (sas)'in ve ashabının yolunu takib eden ekseriyettir Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktalan da toplaması açısından "ehlu's-sünne ve'l-cema'ât" ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir Bu kullanışa yakın bir ifadeyi Ahmed b Hanbel (241/855) "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'a ve'l-âsâr" şeklinde kullanmıştır (Ibn Ebı Ya'la, Tabakatu'l-Hanâbile, Kahire 1952, I, 31) "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'â" şeklindeki ifade tarzına da elimizde bulunan eserlerden Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)'nin "Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber" isimli eserinde rastlanmaktadır "Ehlu's-sünne", dinde bid'atlerin ve çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasından sonra sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır Ehlu's-sünne, bid'at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme onların ortaya attığı meselelerin dini cevaplarını tesbit etme ve bid'ata karşı islâm cemaâtının tavır alma hareketidir
Hz Peygamber (sas) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yahudiler yetmişbir fırkaya, Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır Bütün hepsi cehennemliktir Ancak bir fırka kurtulur O da cemaâttır" (Ebû Dâvûd, Sünne, I; Tirmizî Iman, 18; Ibn Mace, Fiten, 17; Ahmed b Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Müstedrek, IV,430) Hâkim bu hadis için Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir der Bu hadisi Hz Peygamber (sas)'den on sahabı rivâyet etmiştir Hz Ebû Bekr, Hz Ömer (ranhum), müslümanların böyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir (Bağdadı, el-Fark, s89) Bu hadiste bildirildiği gibi müslümanlar fırkalara ayrılmıştır Hz Peygamber (sas) din hususunda sonradan ortaya çıkan şeylerden ümmetini sakındırmış, bunların bid'at olduğunu her bid'atın da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermiştir (Ebû Dâvûd, sünne, 5) Bidatın din hususunda ashâb-ı kirâm ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği, sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir Ehl-i sünnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atçı" denir Bunlar, Cebriye, Kaderiye, Rafıziler, Haricîler, Muattıla (Mu'tezile) ve Müşebbihedir Bunların her biri oniki gruba ayrılmıştır Toplam yetmişiki fırKadir (Seyyid Œerif Cürcânî, et-Ta'rifât, s40 43) Bid'at; Peygamber (sas)'den naklı meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nevî şüphe ile olduğu ve bir delile dayandığı zaman bid'at kabul edilir Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri, bid'at sebebiyle tekfir edilemez Şayet yaptıkları bu inkâr, bir tevil ve şüphe neticesi ise tekfir edilmezler Fakat bid'atçı, asla şüphe götürmeyen katî delillere karşı inad ederek bid'ata inanırsa dinden çıkar Mesela: Haşrı (ba's) veya kâinatın sonradan yaratıldığını kâbul etmemek gibi Şüphe ile tevile kalkışanın şüphesi fâsid bile olsa, onun küfürle suçlanmasına engeldir Meselâ: Allah Tealâ'yı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin "O azamet ve Celâl'inden dolayı görülmez" demeleri gibi Bizim kıblemize dönenlerin hiçbiri, bir şüpheye dayanan bir bid'âttan dolayı tekfir edilemezler Ancak zarûriyât-ı diniyeden kabul edilen dini katıhükümlerden birinin inkâr edilmesi, hilâfsız küfürdür Meselâ: Bu âlemin sonradan meydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine (ba's-ı cismânı) inanmayan kimse de dinden çıkar
Hz Ebû Bekr ve Ömer (ranhum)'in hilâfetlerini inkâr eden ve onlara söven kimse, bu yaptığını bir şüpheye binâen yapsa dinden çıkmaz Hz Ali (ra)'ın Allah olduğunu ve Cibril'in hata ettiğini iddia edenler, dini çizginin dışına çıkar Çünkü bu bir şüphe ve içtihaddan dolayı değil, sırf hevâ ve heveslerinden dolayı bir inkâr niteliğindedir Bid'atlardan sayılan Allah'ın sıfatlarının zâtı üzerinde zâid manalar olduğunu kabul etmeyen, kabır azabını, şefaati, büyük günah işleyenin cehennemden çıkacağını ve Allah'ı görmeyi inkâr eden Mu'tezile tâifesi gibi câhil bid'atçılar tekfir edilemese de sapıklıkta sayılırlar Çünkü Kur'an ve sahih sünnetin bu konudaki delilleri açıktır Çünkü ehl-i kıble tekfir edilmemiştir Diğer yandan onların şâhidliklerinin kabul edileceğine dair icmâ vâki olmuştur Halbuki bir kâfirin müslüman aleyhine şahidliği geçerli değildir Günahı mübah saymanın küfür olması meselesi ise, şöyle açıklanmıştır: Şayet inaddan dolayı ve delilsiz ise küfürdür Şer'i delilden dolayı inkâr ise, ma'zur değildir Kullarının kalblerini en iyi Allah bilir (Ibn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1, 560, 561) Itikâdı konulardaki inancımız kesin delil ve naslarla tesbit edildiği için, itikad şüphe ve tereddüd mahalli değildir Fıkhı bir mezhebe taraftar olanlar bilmeli ki, bir konuda müctehid hatalı veya isabetli, bir diğer konuda bir başka müctehid hatalı veya isabetli olabilir Fakat itikadı meselelerde bu hüküm geçerli değildir Bid'atçi da haklı olabilir, biz de haklı olabiliriz denilemez Ibn Abidin bu konuyu şöyle açıklar: Itikadımızdan murad, hiçbir kimseyi taklıd etmeksizin her mükellefe inanılması vacipolan meselelerdir Bizim itikadımız, ehlü's-sünne ve'l-cemaât mezhebidir Ehlü's-sünnet; Selefiler, Eş'arîlerle Mâtûridîlerdir Bu iki fırka itikadda genellikle bir gibidirler Sayılı meselelerde, aralarında küçük farklar vardır Bazıları, aralarındaki ihtilâfın genellikle lâfzı olduğunu söylemişlerdir Hasımlarımızdan maksat, itikatları küfre varan bid'atçılarla, küfre varmayanlardır Küfre varan bid'adlara örnek: Âlemin kadım olduğunun iddia edilmesi, Peygamberin bi'setinin inkârı gibi Küfre varmayan bid'atlara örnek: Kur'an'ın mahlûk olduğunu ve Allah'u Teâlâ'nın kulları için kötülüğü irade etmedığının iddia edilmesi gibi (Ibn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, 1, 48, 49,) Rafızilere ve bid'at ehline benzememeye çalışmak ve onlara muhalefet etmek gerekir Bid'at ehline benzemek câiz değildir Ancak onlara teşebbüh kasdıyla yapılan benzemek ve onların kötü hallerini taklıd etmek uygun değildir (Ibn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, V, 472)
Bid'atçılar hakkında ki bu genel hükümlerin açıklanmasından sonra; ilk bid'at fırkalarının ortaya çıkışını ele alabiliriz: Ilk çıkışları Hz Ali (ra)'ın hilâfeti dönemindedir
Şehristâni (549/1154) Islâmi fırkaları; Kaderiyye, Sıfatiyye, Hâriciyye, ve Şiâ olarak dört ana gruba ayırmış, yetmişüç fırkanın bunlardan yayıldığını belirtmiştir (Şehristânî, age, 1, 15)
Ibn Hazm ise, (ö457/1065),Islâmi mezhepleri: Ehl-i sünnet ve cemaat, Mu'tezile, Mürcie, Şîâ ve Hariciler olarak beş grupta toplamış, bunlardan ehl-i sünnet'i hak ehli", onun dışındakileri ise, bâtıl ehli" olarak belirttikten sonra, ehl-i sünnet'i, sahabe ve tabiînin seçkinleri, ehl-i hadis ile onlara uyanlar olarak tarif etmiştir (Ibn Hazm, el-Fısal, II, 113)
Hz Ali (ra)'ın hilâfeti döneminde ortaya çıkan bid'at fırkalarının ilki olan Hâriciler başlangıçta bir siyâsi fırka olarak ortaya çıkmıştır Şîâ ise, bir Yahûdi olan, Yemenli Ibn Sebe'nin tahriki ile, Hz Ali taraftarlığı iddiasıyla ortaya çıkmıştır
Şîa'nın ilk ortaya çıkışında şüphesiz ki, Abdullah Ibn Sebe'nin etkisi inkâr edilemez Ibn Sebe' Yemenli bir yahudidir Islâm'ı içten tahrip etmek için Yemen yahudilerinin planı gereği müslüman gözükerek, yahudi ve mecûsî kültüründen aktardığı sapık görüşleri Islâm'a sokmaya çalışmıştır Velâyet, vesâyet, ric'at, ilâhı hak kavramlarını ilk defa Islâm'a sokan bu şahıstır Şîâ âlimleri de, Ibn Sebe'nin yaptığı bu tahribatı kabul ederler Önde gelen Şiâ ulemâsından en-Nevbahtî bunlar arasındadır
Bütün bu gelişmeler konusunda hicrî ikinci yüzyıldan itibaren Islâm ülkelerinde yaygın hale gelen siyâsi, dinî, itikâdı ve fıkhı görüşler arasında Hz Peygamberin ve ashabının yolunu savunmak için ortaya çıkan imamlar, ehl-i sünnet akîdesini sistemleştirmişler, ehl-i bid'ate karşı mücadele etmişlerdir Hasanü'l-Basrî (110/128) Bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılmaktadır Ehl-i sünnet akîdeşinin esaslarını ortaya koyması yönüyle Imam-ı Azam Ebû Hanife'yi de bu ekolün öncülerinden saymak gerekir Ehl-i sünnet ve'l-cemaât'in selefilerden farklı metotlarıyla tanınan Ebû Mansur-el-Mâturîdî (ö333) ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (ö324), sünnetin izleyicisi düşüncenin olgunlaşmasında özel role sahiptirler
Islâmî fırkaların ortaya çıkmasında siyâsi ve sosyal şartların da rolü olmuştur Tarihin belli dönemlerinde, Sünnilik, Şîa ve Mu'tezile biribirlerine üstünlük sağlamışlar, zaman zaman sırayla devletin resmi mezhebi olmuşlardır Bu rekabet, mezhep taassuplarına, düşmanlık ve çatışmalara sebep olmuştur
Ehl-i sünnet âlimleri arasında, zamanla bazı görüş ayrılıkları olmuştur Ancak hepsinin de dayandığı temel; Kitap, Sünnet ve bu iki kaynağa uygun olan sarıh ve sahih akıldır Aralarındaki bazı farklı görüşler esasa taalluk etmeyen ve teferruat sayılan konularda görülmüştür Bu ihtilâfların çoğu, lâfzîdir
Ehl-i sünnet, önceleri; ehl-i sünnet-i hassa olarak bilinirdi Daha sonraları Ehl-i Sünnet-i âmme adıyla şöhret buldu Gerçek şu ki; Kur'an ve sünnette yer verilmeyen, ashâb ve tâbiînin de üzerinde görüş beyan etmedikleri meselelere dalmayıp, dinî nasları yorumlamadan onları olduğu gibi alanlara, Ehl-i sünnet-i hassa, ehl-i tevhid veya Selefiyye denildi Hakkında nass, Sahabe ve tâbiînin görüşü bulunmayan bazı itikâdı meseleleri de yeni bir metodla inceleyerek, gerektikçe aklı yorum ve te'vile gidenlere ise ehl-i sünneti âmme adı verildi Eş'âriyye ve Mâtûridîyye gibi (Izmirli Ismail Hakkı, Yeni Ilmî Kelâm, s97)
Ehl-i Sünnet âlimleri; Başta Imam Eş'ârî, Imam Mâturîdî olmak üzere, Imam Gazâlı, Fahriddün er-Râzı, Sadeddin Taftazanî, Seyyid Ali el-Cürcânî ve Ibn Teymiye, ehl-i sünnet akîdesini aklı ve naklî delillerle güçlendirmişler, başta Mu'tezile ve diğer bid'at ehl-i mezhep ve fırkalarla mücadele etmişler, onların Kitap ve sünnete aykırı, görüşlerini reddetmişler, Aristo ve O'nun gibi düşünen Yunan ve Müslüman filozofların sapık, mesnedsiz ve batıl fikirlerini çürütmüşlerdir
Kısaca ehl-i sünnet:
Selefiyye ve Mâtûridîyye ve Eş'âriyye olarak metod bakımından üçe ayrılmaktadır Yukarıda da işaret edildiği gibi selefiyye, yorum ve teşbihe kaçmadan nasları olduğu gibi kabul edenlerin mezhebidir Meselâ Imam Malık: "Şüphesiz ki Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra da Arş üzerinde istivâ etti" (el-A'râf, 7/154) âyetinin tefsirinde: "Istivâ malumdur, keyfiyyeti ise meçhuldür Bu konuda soru sormak bid'attır" demiş, teşbih ve te'vile gitmemiştir (Kurtubî, Tefsir, V11,217-218) Imam Mâturîdî ve Eş'arî'nin temsil ettiği ehl-i sünnet-i âmme ise, Cenab-ı Hakkı mahlukata benzetmekten tenzih gayesiyle müteşâbih nassları te'vil etmişlerdir Arş üzerinde istiva etti sözünü "Arşda hükümran oldu" Allah'ın eli sözünü Allah'ın kudreti ve rahmeti olarak te'vil etmeleri gibi
Maturidîler ile Eş'ariler arasında da bazı lâfzi ihtilâflar vardır Bu ihtilâfları onüçten elliye kadar çıkaranlar olmuştur (Bekir Topaloğlu, Kelâm Ilmi, 146)
Öte yandan mezhepler, siyâsi fıkhı ve itikâdı olarak birçok meselede biribirleriyle bağlantılıdırlar Aynı mezhep içinde birçok farklı eğilimler bulunabilmektedir Meselâ; Fıkhi, ameli konularda Sünnîlerin önemli bir kısmı, Hanefi'dir Hanefilerin büyük çoğunluğu itikâdı konularda Mâtûridî'dirler Ehl-i Sünnetten Şafîi ve Malıki olanların çoğu itikatta Eş'âri, Hanbeliler ise genelde Selefîdirler
Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfii, Ahmed b Hanbel, Mâtûridî, Eş'âri, Ebû Bekr el-Bakıllânı, Abdulkâdir el-Bağdâdi, Imamu'l-Harameyn el-Cüveyni, Imam Gazzâli, Fahreddin er-Râzî ve Nasıruddin el-Beyzâvi gibi âlimler, ehl-i sünnetin önde gelen simâlarıdır
Ibni Teymiyye ile Ibnü'l-Kayyim el-Cevazıyye gibi selef mesleğini tercih eden bazı âlimler son asırlarda, Selefiyye diye bilinen Ehl-i Sünnet-i Hassâ mezhebini ihya ve neşre çalışmışlardır Islâm âleminin büyük çoğunluğu itikadda Eş'âri veya Mâtûridî diye şöhret bulan ehl-i sünnet-i Âmme mezhebi üzeredirler
Abdulkâdir el-Bağdâdi'ye göre, ehli sünnet sekizzümreden meydana gelmektedir:
1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,
2- Sevri, Evzâî, Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları,
3- Muhaddisler,
4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf,Nahv, lugat ve edebiyat âlimleri,
5- Ehl-i sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler,
6- Müteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahidler,
8- Ehl-i sünnet akîdeşinin yayıldığı memleket ahalisi (el-Bağdâdı, el-Fark beynel-Fırak, s313-318; Bekir Topaloğlu, age, s109-110)
Islâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, bütünüyle bir yaşam tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sünnete uygun olarak İslam'ın hayata tatbikidir
Itikadda orta yol, ehl-i sünnetin yoludur Ümmet-i Muhammed (sas)'in ana özelliği, itidaldır Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "Işte böylece biz, sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık" (el-Bakara: 2/143)
Câbir b Abdullah'tan gelen sahih bir rivâyete göre, Hz Peygamber, toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu: "Işte bu, Allah'ın yoludur" Daha sonra o çizginin sağlına ve soluna da çizgiler çizdi "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur Öyleyse ona uyun Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" (en-En'âm, 6/153) (Ibn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 23; Ahmed b Hanbel, Müsned, 1/435) Hz Peygamber (sas) burada dinde sağla sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki ehl-i sünnet yolu olduğunu belirtmiştir
Imam Tahâvî, ehl-i sünnet yolunu şöyle özetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta'tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsızlıkle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur Işte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur Tefrika görüşlerden, merdûd mezheplerden, müşebbihe, mûtezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye vs gibi ehl-i sünnet ve'l cemaat'e muhalefet eden, dalâlete sapan mezheplerin görüşleri ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir (Tahâvi, Şerhû akiteti't- Tahaviyye, 586-588)